The Washington Post Gazetesi’nde Yayımlanan Makale

29.09.2019

Türkiye Kaşıkçı cinayetini aydınlatma çabalarını sürdürecek

The Washington Post’un köşe yazarı Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi, 11 Eylül 2011 tarihindeki terör saldırılarından sonra 21. yüzyılın muhtemelen en etkili ve tartışmalı olaylarından biriydi. 11 Eylül’den bu yana, uluslararası düzene bu kadar ciddi bir tehdit oluşturan ya da dünyanın kanıksamış olduğu teamüllere bu denli meydan okuyan böyle bir olay yaşanmadı. Üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen uluslararası toplumun neler olup bittiğine dair halen çok az bilgi sahibi olması ciddi bir endişe sebebi. Suudi gazetecinin ölümüne dair bütün detayların gün yüzüne çıkıp çıkmayacağı, çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağının da göstergesi olacak.

Kaşıkçı’nın ölümünün ardından yönetimim, şeffaflığa dayalı bir politika benimsedi. Türkiye’nin istihbarat ve emniyet birimlerinin yanı sıra diplomatlar ve savcılar, meslektaşlarıyla yakın bir şekilde iş birliği sağladı ve hem ulusal hem de uluslararası kitleyi konu hakkında bilgilendirmek için bir takım adımlar attı. Türk makamlar elde ettikleri bilgileri Suudi Arabistan’ın yanı sıra ABD, Rusya, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi diğer ülkelerle de paylaştılar. BM’nin Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü Agnes Callamard’ın yürüttüğü uluslararası soruşturmayla da iş birliği içerisinde hareket ettik. Son olarak, Suudi Arabistan’ın, Kaşıkçı’nın katillerini, suçu işledikleri Türkiye’ye iade etmesini talep ettik.

Türkiye’nin The Post’un köşe yazarının öldürülmesine verdiği tepki, kurallara dayalı uluslararası sistemi savunma arzumuzdan kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de Kaşıkçı cinayetinin, Türkiye ile Suudi Arabistan arasında ikili bir anlaşmazlık olarak resmedilmesine karşı çıkmaktayız. Türkiye, Krallık’ı her zaman dostu ve müttefiki olarak görmüştür ve görmeye de devam edecektir. Bu nedenle de yönetimim, Kaşıkçı’yı öldüren haydutlar ile Kral Selman ve tebaası arasında açık ve kesin bir ayrım yapmıştır.

Bununla birlikte uzun süredir devam eden dostluğumuz, bu olay karşısında sessiz kalmamıza sebep değildir. Tam tersine, atasözünde de dendiği gibi, “Dost acı söyler”.

Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki Konsolosluğunda Kaşıkçı’yı öldüren ve cesedini parçalara ayıran 15 kişilik suikast ekibi, Suudi devletin ya da halkın değil, Krallık’taki hükümetin içerisindeki bir gölge devletin çıkarlarına hizmet ediyordu. Aksini düşünseydik, bu vahşete ikili ilişkilerdeki bir sorun olarak bakabilirdik. Ancak biz olanları, siyaset değil de adalet meselesi olarak görmeye devam ediyor ve yalnızca ulusal ve uluslararası mahkemelerin adaleti sağlayacağına inanıyoruz.

Kaşıkçı suikastı bir trajedi olmasının yanı sıra diplomatik dokunulmazlığın da bariz bir ihlaliydi. Katillerin diplomatik pasaportla seyahat etmesi ve diplomatik bir binayı bir suç mahalline çevirmesi -ve görünen o ki olayı örtbas etmede Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki en üst düzey diplomatının da kendilerine yardım etmesi- çok tehlikeli bir emsal oluşturmaktadır. Belki de daha da tehlikeli olanı ise bazı katillerin, Krallık’ta hiçbir ceza almadan hayatlarına devam etmeleridir.

Suudi Arabistan’daki mahkeme sürecine dair birçok soru olduğu bir gerçek. Davada neredeyse hiç şeffaflık gözetilmemesi, kamunun duruşmalara erişiminin olmaması ve Kaşıkçı’nın bazı katillerinin fiilen özgür olmaları, uluslararası toplumun beklentilerini yerine getirmemekte ve Suudi Arabistan’ın imajını lekelemektedir ki bu, Türkiye’nin bir dostu ve müttefiki için hiç de arzu etmediği bir durumdur.

Şeffaflık olmamasını, bir ulusal güvenlik meselesi olarak meşru kılmaya yönelik bir takım girişimler bulunmaktadır. Teröristleri adaletin önüne çıkarmakla, hedef alınan kişinin siyasi görüşleri nedeniyle önceden tasarlanmış bir cinayet işlemek arasında oldukça bariz bir fark var. Örneğin Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın kaçırılması oldukça meşru bir olaydı. Ancak Kaşıkçı cinayetinin herhangi bir şekilde, durumda ve biçimde adaleti sağladığını öne sürmek gülünç olur.

Türkiye, Kaşıkçı cinayetini aydınlatma çabalarını sürdürmeyi taahhüt etmektedir. Geçen yıl bu gazete için kaleme aldığım serbest kürsü sayfasında dile getirmiş olduğum soruları sormaya devam edeceğiz: Kaşıkçı’nın bedeninden arta kalanlar nerede? Suudi gazetecinin ölüm emrini kim imzaladı? Aralarında Adli Tıp uzmanının da yer aldığı 15 katili kim iki uçağa koyup İstanbul’a gönderdi? Bu tarz suçların hiçbir yerde bir daha işlenmemesini sağlamak hem bizim hem de insanlığın çıkarına olur. Bunu sağlamanın en kolay yollarından biri de cezasız kalınmaması için mücadele etmektir. Bunu Cemal’in ailesine borçluyuz.