15 Temmuz

 

10 Soruda FETÖ

 

 

 

“Rejimin Muhafızı Olarak Tasarlanan Cumhurbaşkanlığı Sistemi 10 Ağustos 2014 İtibariyle Çöktü”

30.04.2015
“Rejimin Muhafızı Olarak Tasarlanan Cumhurbaşkanlığı Sistemi 10 Ağustos 2014 İtibariyle Çöktü”

“Türkiye'de Hükümet Sistemi Tartışmaları ve Başkanlık Modeli Sempozyumu”nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ülkemizde yapısal değişimleri gerçekleştirmesi beklenen siyasal sistemin, bizatihi kendisi değişimi engelleyen bir yerde durmaktadır. İşte bu bakımdan başkanlık sistemini, Türkiye’de siyasal sistemin değişiminde köklü bir reform, radikal bir adım olarak görüyoruz” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara Siyasal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi (ASEM) tarafından düzenlenen, “Türkiye'de Hükümet Sistemi Tartışmaları ve Başkanlık Modeli Sempozyumu”na katılarak bir konuşma yaptı.

Bilkent Üniversitesi’nde gerçekleştirilen panelde yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, panelin başarılı geçmesi dileğini ifade ederek, “Ülkemiz için çok önemli gördüğüm bu konu üzerinde yürüttüğünüz çalışmalar, hazırladığınız rapor ve bugün gerçekleştirdiğiniz panel için sizlere en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Burada ortaya konacak düşünceleri, teklifleri, yeni Türkiye yolunda atılmış birer adım olarak değerlendiriyorum” dedi.


Cumhurbaşkanı Erdoğan, panelin, 2023 hedefleri bakımından kritik öneme sahip bir seçim arifesinde düzenlenmiş olmasını da çok daha önemli gördüğünü dile getirdi.

“MEŞRUİYETLE İSTİKRAR KAVRAMININ İLİŞKİSİ”

Uzun bir tarihsel süreç sonunda, siyasal meşruiyet, kapsamlı yasal düzenlemelerle; siyasal istikrar ise, güçler ayrılığı sisteminin uygulanmasıyla günümüzdeki biçimlerini aldıklarını anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Meşruiyetle istikrar kavramının ilişkisinin kopartılması, çoğu defa diktatörlükleri ve buna bağlı acı tecrübeleri beraberinde getirdi. Demokrasinin yerleştirilmesine ve istikrara ilişkin uygulamalar, sadece zamana göre değil, aynı dönemde değişik coğrafyalara, toplumlara göre de farklılıklar içeriyor. Başkanlık sistemi ve parlamenter hükümet sistemi, toplumun tamamının istikrarı ve refahı için etkili bir araç olan demokrasi uygulamalarının tezahürleri olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, hiçbir ülkedeki siyasal sistem uygulamasının diğeriyle yeknesak olmadığı, isimleri aynı olsa da, içerikleri ve yöntemlerinde farklılıklar bulunduğu görülüyor” dedi.

“DOĞRU OLAN HER ÜLKENİN KENDİ DURUMUNA UYGUN, ÖZGÜN SİSTEMLER OLUŞTURMASIDIR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasal sistem tercihi ve uygulamalarının, ülkelerin kendi özgün tarihsel, sosyal ve siyasal geçmişleri, güncel ihtiyaçları ve çevresel faktörlere bağlı olarak oluştuğuna işaret ederek, “Amerikan başkanlık sistemi de, Fransız yarı başkanlık sistemi de, İngiliz parlamenter hükümet sistemi de, esasında bu ülkelerin kendi şartlarının ürünüdür. Bunlar üzerinden yapılan modellendirmelerin birebir diğer ülkelere oturması, uyması beklenemez. Doğru olan, bu sistemlere esas teşkil eden prensiplerden hareketle, her ülkenin kendi durumuna uygun, özgün sistemler oluşturmasıdır. Nitekim, literatürde dünyada kaç tane başkanlık sistemi uygulayan ülke var ise, o kadar başkanlık sistemi, kaç tane parlamenter hükümet sistemi uygulayan ülke var ise, o kadar parlamenter hükümet sistemi olduğu açıkça ifade edilir. Daha da ötesi, bu sistemlerin hepsi de zamanla krize girmişlerdir. Son yıllarda sıkça yaşanan temsil krizleri ve mali krizler, sorunu daha da derinleştirdi. Kendini, değişen sosyal, siyasal ve tarihsel şartlara göre geliştiremeyen her sistemin, bu krizi yaşaması mukadderdir. Yani, güncellenmeyen sistemler bu krizi yaşamaya mahkûmdur” diye konuştu.

Bunun yanında, yaşanan her krizin, aslında yeniden yapılanmanın, reformun da kapısını açtığını bildiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni yönetim stratejilerinin üretilmesini, sivil toplumun güçlendirilmesini, iyi yönetişim arayışlarını, farklılıkların kabulünü ve benzeri gelişmeleri, bu çerçevede düşünmek gerektiğini ifade etti.

“TÜRKİYE'DE BAŞKANLIK SİSTEMİ TALEBİ HİÇ EKSİK OLMADI”

Türkiye’nin uzun bir parlamenter hükümet sistemi geçmişi bulunmasına karşın, başkanlık sistemi taleplerinin de hiç eksik olmadığına işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan,  ”Yaşanan sorunlar ve topluma yüksek maddi-manevi maliyeti olan krizler, ister istemez, mevcut sistemin etkinliğinin ve istikrarı sağlamadaki başarısının tartışılmasına yol açmıştır. Bu tartışma, beraberinde alternatif arayışlarını da gündeme getirmiştir. Başkanlık sistemi ülkemizde, özellikle son 20 yıldır sıkça telaffuz edilir oldu. Bilhassa Rahmetli Özal’dan sonra bu konu, zaman zaman geri plana düşse de, Türkiye’nin gündeminden hiç eksik olmadı denilebilir. Bugün başkanlık sistemine karşı çıkanların da rahmetli olmuş liderleri bile bunları çok açık net konuşmuşlardır. Hatta bunlarla ilgili kitaplarını da yazmışlar, herhalde kitapları da kaybolmaz. Artık sabittir” dedi.

“BAŞKANLIK SİSTEMİ ARAYIŞLARININ TEMELİNDE SİYASİ İSTİKRAR GELİYOR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de başkanlık sistemi arayışlarının temelinde yatan en önemli gerekçelerin başında, siyasi istikrar arayışı geldiğini belirtti. Ülkemiz, çok partili sisteme geçildiği dönemden beri, sık sık siyasi istikrarsızlık krizlerine girdiğini de hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü: “Cumhurbaşkanı seçmekte, hükümet kurmakta zorlanılan, hatta demokrasinin kesintiye uğradığı dönemler yaşandı. Bu süreçte Türkiye ağır bedeller ödedi. Başkanlık sistemi arayışlarıyla ilgili ifade edilen önemli gerekçelerden bir diğeri de, başbakanların ve hükümetlerin programlarını uygularken güçlü bir bürokratik direnişle karşılaşmalarıdır. Özellikle koalisyon dönemlerinde, karar mekanizmalarında atanmış bürokratların seçilmiş siyasetçilerden daha etkin olduğu kanaati sıkça dile getirilmiştir. Bunun yanında, cumhurbaşkanı ile başbakanın farklı görüşlerden olması durumunda, bürokrasideki atamalar ciddi sorun haline dönüştü. Yine temsil ve meşruiyet krizine ilişkin bir diğer önemli gerekçe, Türkiye’de çok parçalı siyasi yapının istikrarsızlıkları körüklediği yönündedir.  Başkanlık sistemi tartışmalarına temel oluşturan ve parlamenter hükümet sisteminin zaaflarını anlatan pek çok argüman daha sıralanabilir.”

“BATI VE BATILILAŞMA KAVRAMLARI YENİ SİSTEMİN TEMEL UNSURLARI OLARAK KABUL EDİLDİ”

Ülkemizde 150 yıllık bir geçmişi olan, devletin yapısına ve idare şekline ilişkin çabaların ortak özelliğinin, kısa zamanda ve kolay sonuç alma amacına dayanmasına bağlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tanzimat, tıkanma emareleri gösteren devletin yapısı ve idare şekli ile ilgili arayışların ilk tezahürü olarak ortaya çıktı. Batı ve Batılılaşma kavramları, gerisindeki tarihi, kültürel, sosyal, siyasal sebepler analiz edilmeden, sathi bir bakışla ve kopyalama yöntemiyle, yeni sistemin temel unsurları olarak kabul edildi. Aynı şekilde, Birinci Meşrutiyet’in ilanı sırasında, 9 hafta içinde bir Anayasa hazırlandı. Meşrutiyet’in ilanının ve 9 haftada hazırlanan Anayasa’nın ülkenin sorunlarına çözüm getiremediğinin, getiremeyeceğinin anlaşılması uzun sürmedi. Rusya’yla girilen savaşın ağır bir yenilgiyle sonuçlanmasının ardından, toplam 15 ayı dahi bulmayan bir süre sonunda, kurulan bu sistem çöktü. 2’nci Meşrutiyet de benzer şekilde, büyük beklentiler ve kısa sürede sonuç alma hayalleriyle ilan edilmişti” diye konuştu.

“BAŞKANLIK SİSTEMİ KONUSUNDAKİ TARTIŞMALAR İDEOLOJİK DEĞERLENDİRMELER ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLÜYOR”

Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı’yla ülkenin paramparça olmasının, 2’nci Meşrutiyet’in de sorunlara çözüm getiremediğini acı bir şekilde gösterdiğini ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhuriyet’in kuruluşu sonrasında da devletin yapısı ve idare şekliyle ilgili arayışlar devam etti. Önce tek parti kuruldu, ardından çok partili sistem arayışlarına girildi, sonra yeniden tek partili sistemde karar kılındı. 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden çok partili sisteme geçildi. 1960 ve 1980 darbeleriyle kesintiye uğrasa, 1971 ve 1997 dolaylı müdahaleleriyle sarsıntı geçirmiş olsa da, çok partili sistem, bütün sorunlarına ve sıkıntılarına rağmen bugüne kadar devam etti. Çok partili sisteme geçildiğinden beri, gerek Anayasa, gerek seçim ve siyasi parti kanunları başta olmak üzere, temel mevzuatlarda yapılan değişikliklerle, idare şekline ilişkin arayışlar hep sürdü. Aslında, bütün sorunlarına, sıkıntılarına, kesintilerine rağmen Türkiye’nin önünde, kendini tartmasını, eksiklerini görmesini ve yeni hedefe yürümesini sağlayacak zengin bir siyasal tarihi bulunuyor. Buna rağmen, başkanlık sistemi konusundaki tartışmaların, büyük ölçüde 150 yıllık yanlışların tekrarı olarak ifade edilebilecek, sathî, ideolojik değerlendirmeler üzerinden yürütülmeye çalışıldığını görüyoruz” dedi.

“İLKELER DEĞİL KİŞİLER ÜZERİNDEN TARTIŞILIYOR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilkeler ve veriler değil, kişiler üzerinden yürüyen bir başkanlık sistemi tartışmasından, gerçekçi ve işlevsel sonuçlar çıkmasının mümkün olamayacağını vurguladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1787 yılında Amerikan Anayasasını yapmak için bir araya gelenlerin de, 1920 yılında Ankara’da Kurtuluş Savaşı’nı yürütmek üzere toplananların da ortak bir özelliğinin özgürlük, devlet ve demokrasi konularında samimi görüşlere sahip olmaları olduğunu anlattı. Bu kadroların arkasında, farklı toplum kesimlerinin desteği bulunduğunu kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkemizde yeni Anayasa ve bununla bağlantılı olarak başkanlık sistemi tartışmalarının başarıya ulaşmasının da buna bağlı olduğunu düşündüğünü aktardı.

Demokrasi ve özgürlükler konusunda samimi görüşlere sahip olan, bunları açık yüreklilikle ifade edebilen herkesin, bu sürece katkı vereceğini de dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, aksi yönde davranan herkesin de, milletimiz tarafından teşhis ve tedip edileceğine inandığını belirti.

“TÜRKİYE’DE BÜROKRATİK OLİGARŞİYE DAYALI BİR ANLAYIŞLA SİSTEM TAHKİM EDİLMEYE ÇALIŞILDI”

Türkiye’de, “Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, batıcılık, çağdaşlık” gibi kavramların, belirli zümrelerin kendi siyasi ve ekonomik güçlerini korumak için kullandıkları birer zırh haline dönüştüğünü aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bir takım kesimlerin nüfuz alanlarını genişletmeye yönelik çıkar mücadelelerinin silahı haline gelen bu kavramların, bir hayli yıprandığını kabul etmek durumundayız. Bu kavramların çarpık kullanımı, ister istemez aynı karşıt kavramların da türetilmesine yol açtı. Demokrasilerde, bu tür tartışmaların siyasi karar alma mekanizmaları içinde yapılması gerekir. Ama bizde bu temel tanımlamalar yargı organları, ordu, meslek örgütleri, medya gibi kurumların temsilcileri tarafından topluma adeta dayatıldı. Burada öncelikle şu tespiti yapmak mecburiyetindeyiz. Türkiye’nin şekil olarak Anglo-Sakson, ruh olarak Fransız kökenli bir demokrasisi bulunuyor. Bu da demokrasi ile cumhuriyetin birbirine karışmasına yol açıyor. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’de bürokratik oligarşiye dayalı bir anlayışla sistem tahkim edilmeye çalışılırken, halkın demokrasi yoluyla bu sürece etkin katılımına yeterli önem verilmemiştir. Bu durum, bürokratik oligarşinin cumhuriyetten; halkın demokrasiden yana olduğu ikili bir yapı ortaya çıkarmıştır” dedi.

DEMOKRASİYE DAYALI CUMHURİYET ANLAYIŞINA GEÇİŞ MÜCADELESİNDE ORTAYA ÇIKAN SANCILAR

Yarım asır boyunca yaşanan gizli-açık darbeler, Türkiye’nin demokrasiye dayalı cumhuriyet anlayışına geçiş mücadelesinde ortaya çıkan sancıların tezahürleri olarak görülebileceğini anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Cumhuriyet rejiminin, üzerine bina edildiği “cumhur”un samimi desteğini elde etmesinin yolu güçlü demokrasiden geçiyor. Türkiye’nin ortasında yer aldığı Kafkasya, Orta Doğu, Balkanlar coğrafyasında son 200 yılda yaşanan yıkımlar ve çekilen acılar, ülkemizde güçlü bir ordunun mevcudiyetini elbette zorunlu kılıyor. Ancak, ordunun asli görevinin ötesine geçip siyasetçilerin yerini alması, bu ülkeye hep büyük felaketler yaşatmıştır. Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan ve bugün hala teeddüple hatırladığımız kayıpların nedeni, ordunun siyasi karar alma mekanizmalarını da kontrol etmesidir. Buna karşılık, Kurtuluş Savaşı’nda elde edilen zaferin sebebi, tam tersine, ordunun siyasi karar alma mekanizmalarının mutlak hâkimiyeti altında bulunmuş olmasıdır.”

“İNÖNÜ DE DEMİREL DE OYLARI DÜŞMESİNE RAĞMEN GİTMEDİ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhuriyet döneminde yaşananların, meşruiyet ve istikrar zemininde gelişen yeni sistem arayışlarında, ordunun rolünün yeniden biçimlenmesini gerekli kıldığını vurgulayarak, “Aynı şekilde, siyasetçilerin sistemdeki konumları da dikkat çekicidir. İsmet İnönü’nün başında bulunduğu CHP, 1950’de yüzde 39,9… 1954’de yüzde 34,8… 1957’de yüzde 40,6… 1961’de yüzde 36,7… 1965’de yüzde 28,7… 1969’da yüzde 27,4 oy almıştır. Partisinin aldığı oylar, bir seçim hariç sürekli düşmesine rağmen, İsmet İnönü CHP Genel Başkanlığı’nı bırakmamıştır. Sonunda parti içi mücadelede Bülent Ecevit’e kaybederek, siyaset sahnesinden çekilmiştir.  Süleyman Demirel’in başında bulunduğu AP, 1965’de yüzde 52,9… 1969’da yüzde 46,5… 1973’de yüzde 29,5… 1977’de yüzde 36,5… DYP olarak 1987’de yüzde 19,1… 1991’de yüzde 27 oy almıştır. Görüldüğü gibi, oyları genellikle düşmesine ve siyasetteki ilk seçiminin düzeyine asla ulaşamamasına rağmen; Demirel parti lideri, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak yıllarca ülkenin kaderine hükmetmiştir.  Rahmetli Özal’ın aktif siyaset hayatında da, sürekli düşen bir seçmen desteği grafiği söz konusudur. Benzer durumlar Demirel sonrası Tansu Çiller, Özal sonrası Mesut Yılmaz, Rahmetli Türkeş sonrası Devlet Bahçeli ve diğer pek çok lider için de geçerlidir. Liderler, ancak partileri adeta yok olup gittikten, ortada yönetecek bir teşkilat, sözüne kulak verecek kitleler kalmadıktan sonra, bir zorunluluk olarak kenara çekilmişlerdir” dedi.

Türk siyasetinde liderlerin genel yaklaşımının daima, partileri küçülse de kendilerini ayakta tutacak politikaları ve yöntemleri tercih etmek şeklinde olduğunu anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz, başkanlık sistemini, kaybedenin sahneden çekilmesini zorunlu kılan seçim yöntemiyle, bu konuda da bir çıkış yolu olarak görüyoruz” diye konuştu.

“BAŞKANLIK SİSTEMİNİ SİYASAL SİSTEMİN DEĞİŞMESİNDE RADİKAL ADIM OLARAK GÖRÜYORUZ”

Türkiye’de devlet işleyişinin her alanında yapısal değişime ihtiyaç duyulduğu, bunun için reformlar yapılması gerektiği, hemen bütün siyasi partilerin ifade ettiği gerçekler olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Peki, sözü edilen bu yapısal değişimi gerçekleştirecek olan kimdir? Elbette, seçimler yoluyla ülkeyi yönetme sorumluluğunu ve yetkisini milletten devralan siyasal sistemdir. Öyleyse değişimin önce siyasal sistemde başlaması gerekmiyor mu? Kendi sorunlarını çözemeyen bir siyasal sistemin, ülkenin yapısal sorunlarına çözüm bulması mümkün müdür? Ülkemizde yapısal değişimleri gerçekleştirmesi beklenen siyasal sistemin, bizatihi kendisi değişimi engelleyen bir yerde durmaktadır. İşte bu bakımdan da başkanlık sistemini, Türkiye’de siyasal sistemin değişiminde köklü bir reform, radikal bir adım olarak görüyoruz. Sistem değişiklikleri elbette sancılı olur. Sadece kurumlar değil, toplum da ciddi sarsıntılar yaşar. Bunun için büyük değişimler, ancak arkalarında büyük toplum desteği olan güçlü liderler eliyle gerçekleştirilebilir. Bu liderler, sistem değişikliği sürecinde, toplumda sağladıkları büyük güven ile yaşanan sarsıntıların etkilerini en aza indirirler. Türkiye’nin parlamenter hükümet sisteminden başkanlık sistemine, zayıf koalisyonlar, güçsüz liderler ve siyaset dışı kurumların etkin olduğu bir dönemde geçmesinin mümkün olamayacağı açıktır” dedi.

“HER ÇİÇEKTEN ALACAK ÇOK FARKLI BALI TATTIRACAK”

Türkiye’de, bugün arkasında yüzde 52’lik halk desteğine sahip bir Cumhurbaşkanı ile sistem değişikliğine daha önce hiç olmadığı kadar uygun bir iklime sahip olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Elbette bu sistem, ABD’deki başkanlık sisteminin kopyası veya Güney Amerika’daki örneklerinin de benzeri olmayacak. Şüphesiz bu sistemin, asla Afrika ve Asya’da aynı ismi taşıyan diktatörlüklerle de benzer yanı bulunmayacak. Bu sistem, Türkiye’ye özgü, ama adeta bir adının balı oluşturması gibi her çiçekten alacak ve bize hakikaten farklı bir balı tattıracak. Bunu yapabilecek beyin gücüne sahip olduğumuza inanıyorum, ülkemizde bu var. Türkiye’nin tarihi, sosyal, kültürel geçmişine ve bugünkü ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş bir sistem olacak. Başkanlık sistemi denince akıllarına hemen padişahlık gelenlere şunu hatırlatmak isterim. Dünyada başkanlık sisteminin olduğu hiçbir ülkede monarşi, yani krallık yokken; parlamenter sistemlerin pek çoğunda bunu görmek mümkündür. Aynı şekilde, başkanlık sistemi denince hemen güçler ayrılığı konusunu gündeme getirenler de, şu tespitime herhalde katılacaklardır. Parlamenter sistemde fiilen yasama ve yürütme iç içe geçtiği için güçler ayrılığı 3 değil, 2 ayak üzerine oturur. Hâlbuki başkanlık sisteminde yasama, yürütme ve yargı, çok keskin hatlarda birbirinden ayrılmıştır.  Yani, güçler ayrılığı sistemi, başkanlıkta çok daha sağlıklı ve etkin bir şekilde kurulabilir” diye konuştu.

“ESKİ SİSTEMDE ISRAR EDENLER, SADECE KENDİ MEVCUT POZİSYONLARINI KORUMANIN ÇABASI İÇİNDE OLANLARDIR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisinin sadece devletin temsilcisi bir Cumhurbaşkanlığı değil, devletle birlikte milletinde de temsilcisi olacak bir devlet başkanlığı istediğini vurgulayarak, “Rejimin muhafızı olarak tasarlanan ve milletin temsilcisi durumundaki hükümeti yola getirmekle vazifeli olarak konumlandırılan Cumhurbaşkanlığı sistemi, 10 Ağustos 2014 tarihi itibariyle çöktü. Eski sistemde ısrar edenler, sadece ve sadece kendi mevcut pozisyonlarını korumanın çabası içinde olanlardır” dedi.

Ülkenin ve milletin geleceğini düşünen, samimi olarak bu yönde endişe duyan herkesin, yeni anayasa ve başkanlık sistemi talebimizi desteklemesi gerektiğine işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan,  toplantıda yapılacak olan tartışmaları, işte bu doğrultuda atılmış hayırlı bir adım olarak değerlendirdiğini belirtti.

Cumhurbaşkanlığı Sofrası’nda da konuyu bilim adamları ve medya temsilcisi ile ele aldıklarını anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bundan sonraki süreçte de bu tür toplantıların yapılacağını belirterek, “Bütün derdimiz ülkemiz bunu tartışsın, müzakere etsin ve en ideal olanını bulalım, çıkaralım” dedi.

Tüm Haberler