Trt Haber “Cumhurbaşkanı Özel Yayını”

08.03.2017

PELİN ÇİFT: İyi akşamlar sayın seyirciler, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden özel bir yayınla karşınızdayız. Bu akşam bizler için önemli, heyecan verici bir akşam. Zira halk oylamasına giderken Sayın Cumhurbaşkanı ilk kez bir canlı yayına katılıyor ve bizlerin sorularımızı yanıtlayacak. Sistem değişikliğiyle ilgili olarak hepimizin aklında birtakım soru işaretleri var. Neden böyle bir değişikliğe gidildiğini merak ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı bu gece bu sorulara cevap verecek. Tabii vaktimiz el verdiğince diğer konulara da gireceğiz; Almanya’dan, Suriye’den, Rusya’yla, Amerika’yla ilişkilerden bahsetmeye gayret edeceğiz. Çok teşekkür ederiz efendim bu yayın talebimizi kabul ettiğiniz için.

SETA Genel Koordinatörü Burhanettin Duran ve Sabah Gazetesi yazarı Fahrettin Altun da bizlerle birlikte.

Tabii 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olması vesilesiyle ilk soruyu ben sormak isterim müsaadenizle.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Buyurun.

P.Ç: Şimdi efendim, neden ihtiyaç duyuldu, yani mevcut sistemde eksik olan neydi? Yolunda gitmeyen neydi de böyle bir ihtiyaca başvuruldu? Siz neden istiyorsunuz sistem değişikliğini?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Öncelikle TRT ile böyle bir programı gerçekleştirmiş olmak bizler için tabii anlamlı.

İki; gerçekten Dünya Kadınlar Gününde böyle bir programı gerçekleştirmek ikinci bir anlamı taşıyor. Fakat bizim tabii bir farklılığınız var; bildiğiniz gibi, bizim için her gün kadınlar günüdür. Fakat bu kadınlar gününde ne yazık ki bir töreni burada yapmayı planlarken Bursa’dan Ankara’ya gelmekte olan otobüsün geçirmiş olduğu kaza neticesinde 7 hanım kardeşimiz rahmetli oldu ve 30’u aşkın hanım kardeşimiz yaralandı. Ben ebediyete intikal eden bu hanım kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum. Tüm Türk Metal İş Sendikası camiasına aynı şekilde başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum. Yaralılara Allah’tan şifalar diliyorum.

Her şeyden önce Başkanlık sistemi, şu 14 yıllık geçmişimizde bize birçok gerçekleri öğretti. Nerede sıkıntı yaşıyoruz, nerede rahat bir çalışma zemini yakalıyoruz, bunları öğrenme fırsatını bulduk. Bildiğiniz gibi bizler çok ciddi sayıda milletvekilleriyle parlamentoya girdik. Örneğin ilk seçimde bizler yüzde 34,4 almak suretiyle neredeyse başa baş anayasayı değiştirme noktasına geldik. Ama buna rağmen birçok sıkıntıyla karşı karşıya kaldığımız için orada da bunu başaramadık. Çünkü zaman oluyor içinizden de fire verebiliyorsunuz, böyle bir durumla da karşı karşıya kalabiliyorsunuz. İkinci seçimde oranımız çok daha yükseldi, fakat tabii bu defa milletvekili sayısında bir düşüş söz konusuydu. Üçüncü defa yüzde 50’ye neredeyse dayandık. Orada da milletvekili sayımız biraz daha düştü ve yine bu anayasa değişikliği hedefimiz olmasına rağmen gerçekleştiremedik.

Peki, neden? En önemlisi, muhalefet şöyle bir yaklaşım tarzı içinde bulunuyor: Siz beyaza beyaz diyorsunuz, muhalefetin huyudur özellikle bizde, siz beyaz diyorsanız o siyah diyecektir. Bunun yolu nedir? Bunun yolu sadece parlamentoda bu işi tartışmak, konuşmak değil. Ya, hemen bazı bakanlarımız hakkında bakarsınız bir hafta, iki hafta içinde bir gensoru gelir ve bu gensoruyla siz tabii parlamentoda tıkanıyorsunuz, sizi çalıştırmıyor. Biliyor ki bu sayım benim yeterli değil, bu geçecek, ama buna rağmen o gensoruyu vermek suretiyle orada bir tıkanmayı, bir patinajı meydana getiriyor. Aradan bir müddet geçiyor, bakıyorsunuz tekrar bir gensoru. Güven oylaması olaylarında benzer sıkıntılar yaşanıyor. Bütün bunların yanında ülkede istikrarı tehdit ediyor mevcut sistem. İstikrar ve güven aslında kalkınmanın olmazsa olmazıdır, başarının olmazsa olmazıdır.

Eğer biz bugün başarılı olabilmişsek, başarılı olabilmemizin arkasında yatan gerçek şudur: O da, biz yani aynı ekolden gelen insanlar olarak gerek Sayın Gül ve benim başbakanlığım dönemi, benim başbakanlığım ve Sayın Davutoğlu, Sayın Binali Bey dönemi, biz tabii aynı ekolden geldiğimiz için bizde sıkıntı söz konusu değil. Ancak Sayın Gül’den önce Sezer döneminde biz bazı sıkıntıları yaşadık. Bu sıkıntılar bize bazı şeyleri öğretiyor. Nedir? Aynı ekolden gelmediğiniz zaman bakıyorsunuz bir dayatmayla karşı karşıyasınız. Örneğin, aynı ekolden olmalarına rağmen bir anayasa kitapçığının fırlatılması olayının, merhum Ecevit olayında nelere mal olduğunu, hemen ertesi gün ekonomik olarak Türkiye’nin ne gibi bir inkırazla, adeta bir çöküşle karşı karşıya olduğunu unutamayız.

P.Ç: Yazarkasa fırlatıldı, o da sembol.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Ayrıca, onlar tabii Başbakanlığın önünde yaşanan olaylar, o ayrı bir konu.

Mesela yine benim bazı atamalarda istediğim neticeyi alamıyorum. Halbuki Cumhurbaşkanı öyle şeye ret vermeli ki veya kabul etmemeli ki, o da nedir? Gerçekten sizin teklif ettiğiniz isim o makama layık bir isim değilse, bunu dersiniz şu şu şu nedenle bunu kabul etmiyorum dersiniz. Ama biz öyle şeylere rastlamadık, tam aksine çok çok layık olan arkadaşlarımız, mesela reddedilmiştir, veto edilmiştir. Bunlardan bir tanesi, örneğin Mehmet Şimşek’tir. Mesela Mehmet Bey, yani Avrupa’da gayet iyi yetişmiş bir arkadaşımız olmasına rağmen, işte dünyanın en önemli kuruluşunda üst düzey yönetici olarak çalışmış olmasına rağmen aynı şekilde hiçbir gerekçe sunmadan, ben böyle istiyorum. Ben böyle istiyorum demekle siz bir Başbakanın, ki icranın neredeyse başında o, onun önünü keserseniz, bu ülkenin istikrarına hizmet etmez. Ülkedeki güvene ekonomide hizmet etmez, bunları yaşadık. Bu benim verdiğim basit bir iki örnek. Bizim ise hıza ihtiyacımız var. Ve biz şu dönemde 14 sene içerisinde dikkat ederseniz ekonomide diğer ülkelerle, Batı ülkeleriyle çok ciddi bir yarışın içine girdik. Biz görevi devraldığımız zaman kasa tamtakırdı. Bizden önceki yönetimlerin sözlerini hatırlayalım. Delikli paraya ihtiyacı vardı ülkenin, maaşlar ödenmiyordu. 6 ay, 7 ay, 8 ay memurların, işçilerin kamuda maaşları ödenmiyordu. Böyle bir dönemden biz bunu devraldık ve devralır almaz da sadece bırakın bu tür maaş ödeme sıkıntılarını aşmayı, biz bir taraftan da süratle yatırımlara girdik ve bu yatırımlarla beraber Batı’nın, dünyanın hayranlığını kazandık. Ve bunu Batı o zamanlar kendi diliyle, hani şu anda bize o çirkin yaklaşımlar gösteren Batı kendi diliyle ne diye ifade ediyordu?: “Türkiye bir sessiz devrim gerçekleştirdi” Bunu ben söylemiyorum, onlar söylüyor. Ve bu sessiz devrimi biz, işte o aynı ekolden gelen ekip olarak aramızdaki dayanışmayla bir atağa kalktık ve bu kalktığımız atak neticesinde süratle Türkiye hakikaten netice almaya başladı.

İşte basit bir örnek olarak vereyim. O zaman Ulaştırma Bakanımız Binali Bey. Ne yapacağız, ne edeceğiz bunları konuşurken, bakın bir taraftan 79 senede 6100 kilometre bölünmüş yol yapılmış ve biz bunun üzerine 14 senede, düşünebiliyor musunuz, 18 bin kilometre bölünmüş yol ilave ettik. Bakınız nereden nereye! 14 senede 18 bin kilometre bölünmüş yol ilave ediyorsun, ama 79 senede 6100 kilometre bölünmüş yol yapıyorsunuz! Bu kadar açık ara bir atak var. 25 tane havalimanı varken Türkiye’nin, biz bunun üzerine 30 tane havalimanı ilave ediyoruz. Bu arada, şimdi 55 tane bizim havalimanımız var. Bir tane, sadece Türk Hava Yolları varken, şimdi 6 tane, 7 tane şirket var. Bunların hepsi birbiriyle adeta rekabet ediyor. Bu tabii ulaşımda atılan adımlar.

Geliyoruz eğitime… Eğitimde bakıyorsunuz 250 bin civarında derslik yapmış bir Türkiye var, bu noktadayız. Bunun yanında şu anda Türkiye’nin 81 vilayetinde artık üniversitelerimiz var. 79 üniversiteden devraldık, şu anda 181 yanılmıyorsam üniversitemiz var. Böyle bir noktaya geldik. Bunlar durup dururken olmadı.

Sağlıkta ciddi bir reform yaptık ve bu yaptığımız reformu şu anda dünyaya örnek hale getirdik. Bakın, Batı Avrupa’nın değişik ülkelerinden hastalar Türkiye’ye getiriliyor, burada tedavileri yapılıyor. Biz oradaki bağnazlığı da ortadan kaldırdık. Neydi o bağnazlık? Devletçilik anlayışına teslim olmuş bir yapı vardı ve bu yapıda hatırlayın memurların hastanesi ayrıydı, işçilerin ayrıydı. Devletin içindeki kurumların kendilerine ait hastaneleri vardı. Mesela PTT’nin ayrı hastanesi vardı, Denizyolları’nın ayrı hastanesi vardı, bunların böyle kendilerine ait hastaneleri vardı. İşte SSK’nın başında da malum belli süreler şu anda muhalefetin başındaki zat vardı ve onun döneminde de SSK hastanelerinin ne halde olduğunu, zaten yaşayanlarınız var, ben çok iyi yaşadığım için gayet iyi biliyorum. Hele hele Savaş Ay’ın, rahmetlinin programını izleme durumunda olanlar varsa, o dönemde neler yaşandığını, hangi çileleri çektiğimizi çok çok iyi biliyoruz. Şimdi ise biz bütün bunları değiştirdik ve bütün illerimizde, hatta büyük ilçelerimizde hastanelere kavuştuk.

Ve benim bir sevdam vardı, aşkım vardı. Diyordum ki, “Biz ne zaman şehir hastanelerini büyükşehirlerden başlamak üzere yapacağız? İşte şimdi bunlardan iki tanesini bitirdik; birisi Yozgat’ta, birisi de Mersin’de. Mesela şimdi Mersin’deki hastane tabii Yozgat’a göre çok daha büyük olduğu için, yani 1300 yataklı bir hastane yapmışsınız ve muhteşem bir hastane. Benim Mersin’de açılışını yaptığımız gün ziyarete gittiğimde, bakıyorsunuz köyden gelmiş olan orada hanım teyzelerimiz, kardeşlerimiz o hastanedeki lüksü görünce, tabii onlar hep şok oldular. Nasıl dualar ediyorlar, nasıl dualar ediyorlar. Bu bizim hakkımız değil miydi, yıllar yılı niçin bunlar yapılmadı acaba? Şimdi bunlar süratle devam edecek. Önümüzde açacağımız birçok bu tür şehir hastanelerimiz var. İlk etapta 30 büyükşehirde bu hastanelerimizi kuracağız.

Adalet sarayları, emniyet sarayları, yolların yanında, enerjide çok ciddi bir güce ulaştık. Yani biz geldiğimizde 30 bin megavat gücümüz varken kurulu güç, şu anda yine 80 bin megavat kurulu güce sahip olduk, böyle bir konuma geldik. Eskiden elektrik kesintilerinden, biliyorsunuz, geçilmezdi. Şimdi rahmetle anacağım tabii, Sayın Özal cep telefonunu getirdi ve onunla birlikte bu süreç çok daha farklı bir aşamaya geldi. Gıda, tarım da aynen o şekilde. Ormanda, barajlarda hiçbir dönemde yapılmamış barajlar ve göletlerle şu anda biz Türkiye’yi donatıyoruz ve donatmaya da devam edeceğiz.

Yani bütün bunları bu kadar istikrarlı bir şekilde sürdürmenin en önemli yolu, tabii bunu şahsa bağlı olarak konuşmuyorum, sisteme bağlı hale getirirsek bu çok daha ideal bir şekilde gidecektir. Onun için sisteme bağlı bir istikrar, sisteme bağlı bir güven, inşallah bu 16 Nisan müjdesiyle bence rayına oturacaktır diye düşünüyorum.

FAHRETTİN ALTUN: Efendim, Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türkiye siyasetindeki kaynaklarıyla ilgili olarak bir soru sormak istiyorum.

15 Temmuz’da bu ülke çok büyük bir badire atlattı. Türkiye halkı çok büyük bir kahramanlık sergiledi ve gerçekten destan yazdı. Bir taraftan 15 Temmuz ruhunun, siz de zaman zaman ifade ediyorsunuz, 16 Nisan’daki referandumda ortaya çıkacağını belirtiyorsunuz ve bir anlamda dönüşümün kaynağında 15 Temmuz ruhunun önemli bir yeri olduğunu vurguluyorsunuz.

Fakat bir taraftan da 1970’lerden bu yana, özellikle vesayet odaklarıyla mücadele eden siyasetçilerin sıklıkla yeni hükümet sistemine, başkanlık sistemine vurgu yaptıklarını ve hükümet başkanı ile devlet başkanının birleştirilmesi gerektiğini vurguladığını da biliyoruz. Bu anlamda baktığımızda bu iki kaynak, gerek 15 Temmuz sonrası yaşanan süreç, gerekse 1970’lerden bu yana yaşanan süreç, hali hazırdaki Cumhurbaşkanlığı sistemi önerisine ne şekilde yansımıştır? Bu konudaki kanaatleriniz nelerdir efendim?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Tabii bize 15 Temmuz aslında çok çok önemli bir şeyi de öğretti. 15 Temmuz kısa bir sürecin tabii neticesi değil. Geçmişe doğru baktığımızda, yani bana göre nereden bakarsanız bakın bu işin 40 yıllık bir mazisi var. 40 yıllık bir mazinin bu bir neticesidir. Peki, o gece yapılan bu kalkışma hareketi karşısında bizim milletimizin duruşu, acaba o neyin ifadesiydi? Ona geldiğimizde, orada ben milletimizin imanını görüyorum, vatan sevgisini görüyorum, millet sevgisini görüyorum ve onların sadece bizim yaptığımız bir davetle meydana dökülmesini, havalimanlarına dökülmesini bu aşkın bir neticesi olarak görüyorum. Eğer bu inanç olmazsa zaten siz böyle bir neticeyi alamazsınız. Meydanlarda söylüyorum, hani özellikle Akif’in “Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın” ifadesinde kendini bulan, gövdesini tankların önüne gelip de –ekranlarda izliyoruz- koyan bir nesil var. Bakıyorsun iki paletin arasından Sabri kendini atıyor, oradan kurtarıyor. İkinci tank geliyor, ikinci tankın iki paleti arasına kendini tekrar atıyor. Şu inanca, şu anlayışa, şu gözü pekliğe bak! Ve Rabbim kendini tabii hıfzediyor, koruyor ve Sabri oradan çıkıyor. Ama bunun yanında paramparça olan benim hanım kardeşlerim de var bu tankların sıkıştırması neticesinde. 11 hanım kardeşimizi ne yaptık, şehit olarak verdik ve 249 şehit var. Sadece şu Külliyenin çevresinde 29 şehit verdik, 36 gazimiz var burada. Türkiye genelinde 2193 gazimiz var. Bütün bu direniş işte bir şeye yönelmekti. Neydi? Bu vatanı teslim almak isteyenlere karşı “Biz bu vatanı sizin gibi hainlere, sizin gibi katillere, sizin gibi alçaklara asla teslim etmeyeceğiz” dediler. Ve o aslında farklı vesayet odaklarına da benim milletimin çok çok farklı bir cevabıydı ve o cevabı en güzel şekilde o gece onlar verdiler. Ve çok daha ilginci, tabii o gece her şey belli oldu, yani ak sütün içindeki o ipliği ayırır duruma geldi benim milletim. Ve o kararlılık hala devam ediyor. Bakın bitirmedi işi, şimdi nereye gidersek, hangi meydana gidersek gidelim artık on binler, elli binler bakıyorsunuz o meydanlarda. Daha büyük meydanlara gitmedik. Oralarda da inanıyorum ki yüz binler bizleri bekliyor. Çünkü bir şeyin kararını veriyor, “Şimdi 15 Temmuz’un anayasal bir teminat altına getirilmesini istiyoruz” diyor. Niye diyor bunu? Şimdi kim ‘Hayır’ diyor bakıyor. Kandil’deki teröristler ‘Hayır’ diyor. Kim bunlar? PKK. Beyanatlarını veriyorlar ve diyorlar ki “Hayır deyin”. Kim diyor? FETÖ’cüler diyor ‘Hayır deyin.’ Bunlar değil miydi 15 Temmuz’da benim milletime karşı bu darbe girişiminde bulunanlar? Benim vatanımı parçalamak isteyenler bunlar değil miydi? Şimdi hesaplaşma günü ne zaman? Hesaplaşma günü inşallah 16 Nisan. Demokratik hakkını o gece nasıl demokrasiye sahip çıkarak benim vatandaşım koruduysa, şimdi o gecenin devamı anlamına inşallah 16 Nisan’da da sandıkta demokratik hakkını çok daha güçlü bir şekilde inşallah kullanacaktır diye düşünüyorum.

B.D: Sayın Cumhurbaşkanım, burada tabii ‘Yenikapı ruhu’ aslında önemli. Zaten bu anayasa değişikliği de hemen 15 Temmuz darbesinin bastırılmasıyla birlikte Yenikapı ruhuyla mümkün oldu, bir uzlaşma ortaya çıktı. Siz de mesajlarınızda farklı parti seçmenlerine de bu çerçevede hitap ederek bunun tüm Türkiye’nin meselesi olduğunu ve bu yönde evet söylenmesi gerektiğini ifade ettiniz. Şimdi biz biliyoruz, bizim eskiden beri bir sivil anayasa anlayışımız var Türkiye’de. Ne yazık ki siviller bir anayasa hazırlayamadı. Bu kapsamlı bir değişiklik ve siviller eliyle yapılıyor. Böyle baktığımızda bunun devamı gelir mi? Yani Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle beraber Türkiye reform, demokratikleşme yolunda yürür mü? Yoksa söylenildiği gibi otoriterleşme mi ortaya çıkar, Hayırcıların eleştirdiği gibi?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Şimdi aslında hassas bir noktaya burada temas ettiniz. Tabii Yenikapı ruhu ne yazık ki süreklilik arz etmedi. Gönlümüz arzu ederdi ki, Yenikapı ruhu yani o 7 Ağustos’ta kalmasın, devam etsin. Niçin derseniz, bizim bu anayasa yapılışıyla ilgili Sayın Başbakanın yaptığı ziyaretler olsun, daha sonra bir araya gelmek suretiyle bazı çalışmalar olsun ne yazık ki tavanda bu işin sürmediğini bize gösterdi. Şimdi tavanda bu iş sürmeyince siz bu adımları ne yapamıyorsunuz, hayata geçiremiyorsunuz. Tabii ben şu anda dikkat ederseniz, tavandan ümidimi kestiğim için tabana hitap ediyorum. Yani Yenikapı ruhunu tabanda şöyle teessüs ettirelim istiyorum. Onun için AK Parti’ye gönül vermiş kardeşlerime diyorum, Milliyetçi Hareket Partisi’ne gönül vermiş kardeşlerime diyorum, Cumhuriyet Halk Partisi’ne, HDP’ye, Saadet Partisi’ne, Büyük Birlik Partisi’ne gönül vermiş kardeşlerime diyorum: Gelin bu liderlerin gerçekleştiremediği bu reformu hep birlikte inşallah 16 Nisan’da sandıkta gerçekleştirelim.

339 milletvekili AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden olmak üzere bu halk oylaması kararını aldı. Parlamentoda bu iki partinin omuz omuza vermesiyle böyle bir adım atıldı. Tabii bu yeterli değil, yeterli olan 367’ydi. Bunu sağlayamadığımıza göre şimdi iş asillere kaldı, o da millet. Milli irade zaten en önemlisi. Zaten parlamentoda Başkanın arkasında da o yazıyor: “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” Şimdi biz bu hakimiyetin gerçek sahibi olan milletimize diyoruz ki, gelin siz tabanda el-ele millet olarak, ey parlamentodakiler siz yapmadınız, ama şimdi biz bu anayasanın en azından Cumhurbaşkanlığı sistemine yönelik olan boyutunu biz halledeceğiz. Şimdi burada biliyorsunuz, anayasanın tümüyle bir değişikliği söz konusu değil. Sadece Cumhurbaşkanlığı sistemine yönelik olan boyutu söz konusu. Bunu biz yapacağız, onun için de ben milletime inanıyorum. Milletim bu eksik kalan kısmı inşallah 16 Nisan’da sandıkta gerçekleştirecektir, bu güvenim var. Bunu meydanlarda şu anda gittiğim her yerde okuyorum ve milletim bizi mahcup etmeyecek diye de inanıyorum.

P.Ç: Şimdi Sayın Cumhurbaşkanım, bunlar tabii sizin hem ilk soruda vermiş olduğunuz, ortaya konan icraatlar itibariyle veya sizin şahsınızda size olan halkın sevgisi, desteği. Şimdi bunlar bir tarafa, ama ben elbette hainlerin sizin söylediğiniz gibi, hani FETÖ’cülerin olsun, PKK’lıların olsun, onlara destek verenlerin olsun ikna edilmesi noktasında sormuyorum, ama meseleye biraz daha mesafeli, soğuk duranlar açısından. Şimdi diyorlar ki; biz Cumhurbaşkanımıza güveniyoruz, kendisini de seviyoruz, ama mesela ondan sonra ne olacak veya en çok verilen örnek, muhakkak sizin kulağınıza da gelmiştir. Diyelim ki bir yurt dışı gezisine çıktı ve vekil olarak, yani vekaleten onun görevinde bulunan kişi de hain çıktı. Peki, böyle bir durumda biz kendimizi güvencede hissedebilir miyiz? Bunu dillendirenlere ne cevap verirsiniz?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Şimdi Pelin Hanım, onu dillendirenlere ben zaten meydanlarda bu cevabı aslında veriyorum. Ama şimdi siz yurt dışı dediğiniz için, hemen ben yurt dışından gireyim işe önce. Şimdi diyelim ki bir veya iki tane yardımcım olacak, eğer ben isem veya bir başkası ise onun bir veya iki tane yardımcısı olacak. Yurt dışına çıktığı zaman da o ne yapacaktır? O ikiden birini veya bir taneyse atadığı yardımcısı, o zaten onun vekili anlamınadır, o vekili yönetecektir. Biz onun için de bunu hükümet ucu açık bıraktı. Yani iki tane de olabilir, bir veya iki. Niye? Burayı sağlama alabilmek için. Şimdi işin bu tarafı böyle…

Şahsımla alakalı söylediğiniz soruya gelince… Bu sorunun cevabı da bana göre çok çok önemli. Ama çok da diyorum değerler silsilesi içerisinde bana göre basit. Niye? Benim 16 Nisan’a kadar ömrümün olduğunu bana kimse garanti edemez. Burada olan arkadaşlarımın aynı şekilde garanti edemez. Bak bugün 7 tane hanım kardeşimiz neşeli bir şekilde Ankara’daki Kadınlar Gününü anmak için geliyorlardı. Ama 7 hanım kardeşimizi kaybettik, ebediyete uğurladık. Samimi olmamız gerekiyor. Bunlar bana göre samimiyetsiz bir yaklaşımın ifadesidir. Biz ne diyoruz? Kendimize bir sistem yapmıyoruz, biz ülkemizin geleceği için bir sistem inşa ediyoruz. Ve bu sistem geleceği kurtarmak, geleceği sağlama almak için kurulan bir sistemdir. Bakın parlamenter demokrasiyle ülkemiz yönetilmedi mi? Yıllar yılı parlamenter demokrasi içerisinde biz koalisyonlar görmedik mi?

P.Ç: Çok gördük.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Biz bu süreç içerisinde darbeler görmedik mi? İstikrar var mıydı? Yoktu. Güven var mıydı? Yoktu. Bakın burada bir örnek vereceğim sizlere. Hakikaten burası çok çok önemli, o da şudur: Sürekli olarak hükümetlerin değiştiği dönemler yaşadık ve bu sık sık hükümetlerin değişmesi ülkemizde istikrarsızlığın en önemli boyutu oldu. Bakınız ülkemizde 1950’den bu yana 67 yılda kaç hükümet kuruldu biliyor musunuz? 48 hükümet kuruldu.

P.Ç: Ben de not almıştım, 94 yılda 65 hükümet, yani ortalama 1 yıl 4 ay.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: 16 ay. Şimdi ben bir örnekleme yapacağım. İngiltere’de ne kadar? 15 hükümet kurulmuş bu süre içerisinde. Almanya’da 24 hükümet kurulmuş. Amerika’da 17 başkan seçilmiş. Fransa’da 11 Cumhurbaşkanı görev yapmış. İtalya’da 41 hükümet kurulduğu için, çözümü tek parti iktidarını zorunlu kılmakta buldular biliyorsunuz, son yaptıkları seçimle. Bu bir gerçeği gösteriyor; artık bu iş böyle yürümez. Bizim ne yapıp yapıp, burada bu sistem değişikliğini… Dikkat edin, şimdi bunlar ne yapıyor? CHP işi saptırıp, bunlar diyor rejim değişikliğine gidiyor. Ya bizim böyle bir derdimiz filan yok, bu iş 1923’te bitmiş, Türkiye’nin artık rejimle ilgili, alakalı attığı bir adım yok. Artık sadece bir sistem değişikliğiyle biz ülkemizde geleceği inşa etmenin adımını atıyoruz, yapılan iş bu. Biz de faniyiz, dolayısıyla fani olan değil, baki olan bir yapıyı oluşturalım. O da nedir? Bu sistemdir. İnşallah bu milletin, bu devletin bekası bu kurulacak olan sistemle devam eder.

F.A: Efendim, siz 2002’den bu yana, önce Başbakan olarak, sonra Cumhurbaşkanı olarak iktidardasınız ve ciddi anlamda reform hareketlerinin arkasında yer aldınız ve bu reform hareketlerinde sürekli olarak halkın iknasını temel alan bir yaklaşım içinde oldunuz ve bütün bu reform hareketleri aslında halkın iknası neticesinde oluştu. Halihazırda, 16 Nisan’da önümüzde bir referandum var ve oldukça kritik bir dönemeç bu, Türkiye açısından.

Biz yapılan kamuoyu araştırmalarına baktığımızda, halkın şu an itibarıyla en önemli iki mesele olarak terörle mücadeleyi ve ekonomik sorunları gördüğünü görüyoruz. Yani ekonomiyi ve terörle mücadeleyi temel sorunlar olarak görüyor ki, 15 Temmuz’dan sonra terörle mücadele çok daha yüksek oranda temel bir mesele olarak görülüyor. PKK terörüyle mücadele, FETÖ terörüyle mücadele en kritik hususlar olarak öne çıkıyor efendim.

Mevcut Cumhurbaşkanlığı sistemi önerisi eğer geçerse, bu takdirde terörle mücadele ve yine Türkiye’nin ekonomik gelişmesi, büyümesi anlamında ne tür değişiklikler olacak, ne tür yeni imkânlar Türkiye efendim?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: İsterseniz buna önce terörden başlayalım.

Görüldüğü gibi, terörde şu son birkaç ay içerisinde gerçekten devletimiz hükümetiyle ve askeriyle, polisiyle, güvenlik korucularıyla, bugüne kadar görülmemiş bir operasyonlar zincirini devam ettiriyor. Şu anda Güneydoğu, Doğu bölgesinde bugüne kadar girilmemiş veya çok az girilmiş olan bölgelere şu anda askerimiz, polisimiz ciddi bir dayanışma içerisinde giriyor. Aynı şekilde güvenlik korucularımız giriyor ve ciddi başarılarla da oralardan dönüyorlar. Ve sık sık bu müjdeleri alıyoruz, lider kadrolar oralarda ele geçiriliyor. Ve bu inanıyorum ki, yeni sistemle, Cumhurbaşkanlığı sistemiyle biz terörle mücadelede çok daha seri neticeler alacağız. Niye?

Bakınız, şu ana kadar arkasında bölücü terör örgütlerini gören eş başkanlar vardı. Çıkıyor açık açık “Bizim arkamızda PKK var” diyor, “Bizim arkamızda YPG” var diyor, “Bizim arkamızda PYD var’ diyor, “Bizim arkamızda DHKP-C var” diyor vesaire… Ne kadar terör örgütü varsa bunları sayıyor. Şimdi tabii bütün bunlar sayılıyor ama öyle bir yapı var ki bu yapı içerisinde bunlara anında bir müdahaleyi yapamıyorsunuz. Ama Başkanlık sisteminde olay burada olmaz. Başkanlık sisteminde bunun kararını net, hemen kesin verir ve adımı atarsınız. Çünkü bu işler öyle gecikmeye tahammülü olan işler değil. Ve şu anda hükümetimizin hakikaten bu konudaki kararlı adımlarıyla atılan adımlar var. Anayasanın amir hükümleri bu işe yol veriyor, yasalar bu işe yol veriyor ama bu işletilmedi. Şimdi işletilince bakınız birçok taşlar yerli yerine oturmaya başladı. Bu parlamento için de geçerli, bu yerel yönetimler için de geçerli. Çünkü yerel yöneticilerin, biliyorsunuz dokunulmazlığı da yok. Parlamentodakilerin dokunulmazlığı vardı. Dokunulmazlığın kaldırılmasını kendileri talep etmişti, tamam. Dokunulmazlıklar kaldırıldı ve dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra kendilerine davet yapılan milletvekillerinin bir kısmı gittiler ifadelerini verdiler serbest kaldılar ama bir kısmı ise kaçtı. Şu anda yurt dışında olanlar var ama bir kısmı da yakalandı ve ifadeleri alındıktan sonra da şu anda içeride.

Bütün bunların yanında, yerel yöneticilerde çok ciddi yolsuzluklar var, bunları biz defaatle açıkladık. Neydi bu yolsuzluk? Devletin bu yerel yönetimlere vermiş olduğu parasal destekler var. Hepsinin nüfusa dayalı olarak devletten aldığı belli bir yardım var ama bu yardımlar oraya hizmete gitmiyor. Nereye gidiyor? Dağa gidiyor.

Şimdi ben ekranları başında bizi izleyen tüm milletime sesleniyorum. Bu paralar nerede harcandı? Bu paralar ne yazık ki, maaşlara varıncaya kadar alınan ücretlerin yarısı terör örgütüne, yarısı kendilerine verildi ve bunun yanında da bütün bu çukurlar, kanallar, bütün bunlar devletin araç gereçleriyle oralarda açılmadı mı? Oralarda bunlar açıldı. Ve bütün bunların bu şekilde açılmasıyla birlikte maalesef Güneydoğu insanca yaşamanın imkânlarını kaybetti. Benim Güneydoğu’daki Kürt kardeşimin insanca yaşama hakkı yok mu? Zaza kardeşimin insanca yaşama hakkı yok mu? Arap kardeşimin insanca yaşama hakkı yok mu? Bir kısmı şehirlerini terk ettiler. Mesela şimdi Siirt, orada çok Arap vardı, boşaldı. Aynı şekilde Şanlıurfa’ya geliyorsunuz, Arap kardeşlerimiz var, bir kısmı boşaldı. Mardin’de hakeza öyle, terk ettiler. Niye? Can korkusu sebebiyle terk ettiler. Ya buna hakkınız var mı? Bir taraftan biz onların temsilciyiz diyeceksiniz, öbür taraftan kan gövdeyi götürüyor ve silah zoruyla oy alacaksınız. Yani bunlar demokratik bir süreç içerisinde alınmış oylar değil, silah zoruyla alınmış oylardı.

Şimdi biz diyoruz ki, işte 16 Nisan aynı zamanda bu işin barışla bu darbe tehdidin vesaire birbirinden tefrik edildiği, ayrıştırıldığı gün olacak. Artık benim vatandaşım, benim milletim milli irade olarak iradesini rahatlıkla huzur içinde gelip sandıkta ortaya koyabilecektir.

Ekonomiye gelince; Türkiye koalisyonlar döneminde ortalama yüzde 4, tek parti veya tek hükümet döneminde, onların iktidarları döneminde yüzde 5,5 büyüme kaydetmiştir. Şimdi biz bunu 1991’den bu yana hep tek parti veya tek hükümetler dönemini şöyle ele alırsak, milli gelirimiz 2 kat fazla büyüyecekti. Tabii bugünkünden 2 kat daha zengin olacaktık ama bunu ne yapamadık? Yakalayamadık.

Enflasyona baktığımız zaman; enflasyonda da koalisyon dönemlerinde tek parti hükümetleri döneminde de 2,5 kat daha fazladır. Koalisyon dönemleri ciddi zayıf, ama mesela bizim dönemlerimizde bu 2,5-3 kat daha fazla olmuştur.

Şimdi bütün bunların mesela faizde, faiz oranları bakımından koalisyon dönemleriyle tek parti dönemleri arasında 5 kata yakın fark vardır. Bugünle karşılaştırdığımızda bu fark 10 katı geçiyor. Örneğin, biz göreve geldiğimizde devletin borçlanma faizi yüzde 63’tü, şimdi tek haneli rakamda. Hatta bir ara, yani bu Gezi olayları öncesi 4,6’ya kadar düşmüştük. Bunu hazmedemeyenler ne yaptılar? Türkiye’yi işte Gezi olaylarıyla böyle bir tehdit ve böyle bir sıkıntıya soktular ve tekrar çift haneli rakama doğru Türkiye ne yazık ki o dönemde yöneldi, böyle bir durumla karşı karşıya kaldı. Ve tabii yüzde 63 devletin borçlanma faizinin olduğu dönemde de bir durumumuz daha vardı. Mesela o zaman enflasyon yüzde 30’du, daha sonra enflasyon da tek haneli rakama düştü. Faizin düşüşüyle beraber onun da böyle bir rakama indiğini görüyoruz. Uluslararası yatırımlara gelince; bu noktada çok ciddi bir hedef yakaladık. Türkiye artık güvenli bir liman oldu. Bakınız o günden bugüne dev yatırımlar noktasında bu bölünmüş yolların ciddi bir kısmı otoyollar statüsünde yapılmış yollardır. Barajlar aynı şekilde bu dönemlerde yapıldı. Örneğin köprüler; Osman Gazi Köprüsünü böyle yaptık. Aynı şekilde bir Yavuz Sultan Selim Köprüsünü böyle yaptık, bir Avrasya Tünelini bu şekilde yaptık. Bu 30 tane havalimanının büyük bir kısmını yine çeşitlendirmeyle biz bu dönemde bu şekilde yaptık. Yoksa biz geçmiş dönemdeki mantıkla olsaydı, biz kendi kasamızdaki paralarla bunları yapacağımızı zannetseydik yapamazdık. Ama öyle güvenli hale geldik ki, bize yabancı sermaye şöyle baktı: Benim burada yaptığım yatırımda ben kaybetmem, ben kazanırım dedi. Öyleyse ben burada bu yatırımı yapabilirim dedi. Yani güvenli bir liman olmak ekonomide bu demek ve bu bundan sonraki dönemde de geçecek. Bakın ben daha önce de hatırlarsanız söyledim, teğet geçecek dedim; geçti. Şimdi aynı şeyi yine söyledim. Hani bu kredi derecelendirme kuruluşları birçok şeyler söylediler; şöyle olacak, böyle olacak, aynı şeyi söyledim. Şimdi bakın olumlu sinyaller gelmeye başladı. Bu ülkenin ekonomi kaderini onlar değil biz belirleyeceğiz. İşadamlarına çağrı yaptım, dedim ki gelin işte Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, diyorsun ki benim 1,5 milyon veya 1 milyon 400 bin üyem var. En az 1 işçi istihdam etse 1 milyon 400 bin yapar. Ama sizin içinizde öyle firmalar var ki bırak 1’i, 100, 200, 300, 500, 1000, 2000, 3000, 4000 kişi alabilecek noktadasınız. Ben vasıflı elemandan bahsediyorum ha, düz elemandan bahsediyorum. Bakın şu anda yoğun bir şekilde bu alımlar devam ediyor.

Şimdi bir şey daha geliyor, nedir? O da, mevsimsel istihdam süreci geliyor, yani hizmet sektörü, yani oteller şimdi onların alımları başlayacak. Onların alımlarıyla beraber istihdamdaki bu sıkıntıyı da biz süratle aşacağız ve tek haneli rakama inşallah ideal bir şekilde orada da ineceğiz diye düşünüyorum. Yani ekonomide Türkiye’nin herhangi bir zaafı, herhangi bir sıkıntısı kesinlikle yoktur ve kararlı bir şekilde yolumuza burada da devam ediyoruz, devam edeceğiz.

B.D: Sayın Cumhurbaşkanım, ekonomi, kalkınma, terörle mücadele Cumhurbaşkanlığı sisteminde çift başlılıktan tek bir kişinin seçilmesiyle hallolacak diyorsunuz. Fakat, tabii insanların aklına başka sorular da geliyor. Cumhurbaşkanlığı çok güçlenecek. Acaba meclis, Türkiye’nin tarihinde çok önemli yeri olan meclis zayıflayacak mı, milletvekilleri etkisizleşecekler mi, insanlar dertlerini anlatmak için milletvekillerine ulaşacaklar mı, ulaşsalar ne anlama gelecek? Çünkü bakanlar meclis dışından seçileceği için bu tür sorular zihinlere geliyor. Ne dersiniz efendim?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Şimdi onu şöyle değerlendireyim: Tabii burada da bu 18 maddeyi iyi okumayan bazı siyasilerin yaklaşımını görüyorum. Aslında çifte başlılık ortadan kalkıyor, karar merci tek oluyor. Sizler de belki yayınladınız veya yayınlıyorsunuz bilemiyorum. Sayın ana muhalefetin başının arka arkaya yaptığı gafları gördünüz. İşte Başbakan bir partiden, Cumhurbaşkanı bir başka partiden olursa burada doğacak çelişkiler millete niye anlatılmıyor gibi böyle bu tür maalesef saçmalıklarla karşı karşıya kaldık. Dün akşam bir gençlik programındaydım, orada bu radyo programını, Sayın Kılıçdaroğlu’nu dinlettim. Şimdi gel şunu bir oku ya, şu 18 maddeyi bir oku, burada ne var? Burada bir defa Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık birleştiriliyor. Artık Başbakan yok, artık sadece Cumhurbaşkanı var ve Cumhurbaşkanının da takdir edeceği bir kabinesi var. Ve bu kabine de tamamen dışarıdan. Eğer içeriden olursa içeriden olması halinde milletvekilliği ne oluyor? Düşüyor.

Mesela, benim oradaki arzum, niyetim şuydu: Diyordum ki ben düşmemeli, milletvekilliği de icabında orada kalabilmeli veyahut da partiler yedek milletvekili koyabilmeli. Parlamentodan birisini alması halinde kendi partisinden, yine o partiden bir kişi o kabineye girenin yerine Meclis’e girmeli, olmadı. Şimdi artık bu sistemle dışarıdan bir kabine oluşuyor ve bu kabineyle de tabii ki bu süreç işleyecek. Ama asıl önemli olan şey nedir? Artık Sayın Kılıçdaroğlu, Başbakan yok. Artık sadece Cumhurbaşkanı var ve Cumhurbaşkanının kabinesi var. Yani buradaki hüküm verme, yürütme kimde? Yürütme artık Cumhurbaşkanında. Burada yanımda Halil İnalcık Hoca’nın bu konuya değinen bir ifadesi var.

P.Ç: Tarihçilerin kutbu kendisi öyle adlandırılır ya.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Evet, öyle anılır. Şimdi o da şöyle: Halk tarafından doğrudan seçilen başkan icra yetkisine sahiptir. Sistemde idare, yani kanunların uygulanması ve devlet işlerinin yürütülmesinde yetki Cumhurbaşkanına verilmiştir. Başkan devlet içinde otorite birliğini temsil eder, yani bu bölünmeyi de ortadan kaldırıyor. Onun etkinlikleri iki meclisin oluşturduğu kongre ve yüksek mahkeme tarafından denetlenir. Tabii o senato ve meclisin olduğu yerler ki Amerika’yı hedef alarak söylediği bir şey. Böylece devlet işlerinin yürütülmesinde otoritenin keyfi olarak kullanılması tehlikesi, yani burada şimdi meclisin önemine vurgu yapıyor ki şu anda bizde o oluyor. Kuvvetlerin dağılımı ve birbirini kontrolüyle önlenmiş, fakat öbür yandan başkanın temsil ettiği icrada devlet otoritesinin birliği prensibi korunmuştur. İşte modern demokraside devlet otoritesinin birliği konusunda bulunmuş en geçerli sistem böyle bir dengeleme mekanizmasıyla sağlanmıştır. Halk tarafından seçilen başkan icrada harp ilanı gibi bazı hayati kararlar hariç, tek söz sahibi ve tek sorumludur. Böylece devlet işlerinde dağınıklık ve kuvvetler arasında kilitlenme önlenmiştir. Buna karşı parti ayrılıklarına tabi parlamento sisteminde icra sürekli bir istikrarsızlık karşısındadır. Türk devletinde icrada otoritenin birliği prensibi öyle görünüyor ki Başkanlık veya Fransa’da olduğu gibi bir yarı Başkanlık sistemiyle garanti altına alınabilir. İdarede karşıtlık, dağınıklık ve istikrarsızlık ve darbelere yol açan kilitlenmeler önlenebilir. Öyle sanıyorum ki, Türk demokrasisi bugün böyle bir istikrarsızlık içindedir. Bu Halil İnalcık Hoca’nın ‘Söyleşiler ve Konuşmalar’ kitabından.

Şimdi burada şunu çok konuşuyorlar: Parlamentonun yasama yapma yetkisi kalkıyor. Böyle bir şey yok, aynen korunuyor aynen var. Tam aksine güçlendiriyor. Nedir o? Parlamentonun denetim gücü daha da artırılıyor, bu var. Buna hiç dokunma diye bir şey yok, böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil. Aynı şekilde diyelim ki bir seçim kararı mı alma noktasında adım atmak ister parlamentonun bu yetkisi yine aynen var. Ama böyle bir karar alındığı zaman o zaman bu Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ne yapılacaktır? Aynı günde yapılacaktır. Cumhurbaşkanı böyle bir adım atacak olursa, Cumhurbaşkanı, tabii orada da oran var. O oranın olması lazım, o oran olmadan olmuyor. Ve aynı şeyi Cumhurbaşkanı yapacak olursa yine aynı günde hem cumhurbaşkanlığı seçimi hem de parlamento seçimi olacaktır. Yani bunları tamamen bir kenara koymak suretiyle bu tür adımların atılması gerçekten insanı tabii ciddi manada üzüyor. Ben burada özellikle şeyi de söylemek isterim, yani 13’ncü madde de bununla ilgili olarak zaten bu kısım var. Burayla ilgili olarak oran itibariyle belli bir oranı yakalamak suretiyle seçime gitme imkanını yakalayabiliyor ve bu halde kimsenin de buna itiraz vesaire etme hakkı söz konusu değil.

P.Ç: Siz şimdi Halil İnalcık’tan okudunuz, tabii çok ilerleyen yaşlarında kaybettik yakın bir zamanda, Allah rahmet eylesin. Bizim kendi kadim tarihimizden alacağımız çok dersler var. Selçuklular, Osmanlılar, bugün Türkiye Cumhuriyeti onurla taşıyoruz ve yaptığımız programlarla da bunu hatırlatıyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanım, birazdan Diriliş başlayacak, sizin de tarihe olan ilginizi biliyorum ve Diriliş’i de özellikle seviyorsunuz. Belki bir noktada küçücük buna dair bir şey söylemek istersiniz, öyle tatlı bağlayalım, kapatalım istiyorum.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Neyi kapatıyoruz, program bitti mi? Diriliş kaçta başlıyor?

P.Ç: Bizim programdan sonra, daha bitirmedik.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Şimdi tabii Diriliş, son dönemlerde özellikle gerçekten 7’den 70’e bütün halkımızın, milletimizin hayranlıkla izlediği bir dizi. Yapılamaz, yapamayız, edemeyiz diyenlere karşı aslında Diriliş çok önemli bir cevap olmuştur; demek ki yaparız. Ben inanıyorum ki bu ekip bundan sonra çok daha farklı dizileri arka arkaya getirecektir.

Benim 13 yaşında torunum sadece yayınladığı akşamı izlemiyor, bir de tekrarını izliyor. Daha küçük torunlarım var, aynı şekilde izliyorlar. Şimdi bununla biz onlara özgüven kazandırıyoruz, bu çok önemli. Körfez seyahatindeydim. Körfez ülkelerinde gerek Burhanettin Bey, gerek Fahrettin Bey, onlar da vardı. Belki sizler de orada bunların konuşmalarını dinlemişsinizdir. Herkes şunu söylüyordu: Çok güzel bir dizi, bunları biz de alalım. Zaten bazıları kendi dublajlarını kendilerini yaptırıyorlar orada izlemek için. Şimdi mesela yeni bir adım daha atılıyor, Sultan Abdülhamid’le ilgili. Mesela bunların da ben ses getireceğine inanıyorum. İşte Kut’ül Amare’yle ilgili yine bir çalışmanın olduğunu biliyorum, bunların da ses getireceğine inanıyorum. Biz tarihimizden ilham alarak geleceğe çok daha farklı bir özgüvenle bakacağımızın inancı içerisindeyim. TRT burada çok önemli bir adım attı. Hele hele şimdi büyükçe platolarını vesaire kurduğu zaman inanıyorum ki ellerindeki bu insan unsurunu, yani artistleriyle vesaire çok daha zenginleştirecektir. Zenginleştirdiği zaman bu tür dev projelere girebilecektir ve bu şansı da şu anda yakalamış vaziyettedir diye düşünüyorum.

P.Ç: Aslında beşeri hafıza hep yaşıyor. Yani mesela Diriliş’in bugün yurt dışında görmüş olduğu bazı ülkelerdeki ilgi, ama bir taraftan da yaratılan rahatsızlık.Yani hani dış ülkelerde bu referandum sürecinin de bu kadar dikkatle takip edilmesi, hani meselenin sadece içeriyi ilgilendirmediğini, dışarıyı da ilgilendirdiğini gösteriyor. Bu bizim tarihten bugüne taşıdığımız bir miras. İnşallah devamında da göreceğiz.

Almanya meselesiyle devam edelim mi, nasıl istersiniz?

B.D: Sayın Cumhurbaşkanım…

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Yalnız şurada eğer şey yaparsanız, hani konu ağırlıklı olarak Başkanlık sistemi olduğu için şöyle birkaç konuyu süratle ekranları başında bizleri izleyen milletimizin bilmesinde fayda var.

Şimdi mesela bunlardan bir tanesi, niye sayı 550’den 600’e çıktı. Şimdi bunlar bu ülkede, az önce hafızadan bahsettiniz, hafızayı beşer nisyan ile maluldür. Bakınız şimdi burada özellikle ona bir gireyim. 20 Temmuz 1961, o zaman senato var, kuruldu. Senatonun kuruluşuyla beraber biliyorsunuz kontenjan senatörleri 15 civarında filan, toplam 165 senatör var. Milletvekili sayısı o zaman 450, toplamda 615 kişiden oluşan bir parlamento var. Şimdi onun bu ifadeleri, şu 600’ü yadırgayanlar konuşmuyor ki o günden bugüne nüfus, tabii temsilde adalet noktasında şu anda çok daha büyük bir rakama sahibiz. Dolayısıyla 600 rakamı temsilde adalette çok daha önemli bir yere oturuyor ve 600 de tek kamaralı sistem. Yani şimdi bunda senato yok, sadece milletvekili var; böyle bir sisteme geçiyoruz.

İkincisi, milletvekili sayısının bu noktada olmasının ötesinde yargının bağımsızlığı meselesi. Yargının bağımsızlığını bir defa şu anda tarafsızlıkla güçlendiriyoruz. Bu da yargıya şu anda ayrı bir özgüven getirecek.

F.A: Buradaki ayrım nedir efendim, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının birlikte ele alınıyor olması, yargının bağımsızlığı dışında?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Bağımsız olur, ama tarafsız olmaz. Olmaz mı, peki kardeşim onu da getiriyoruz; hem bağımsız olacak, hem tarafsız olacak. Buna rağmen bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesini çiğniyorsa bir yargıç, artık ona da diyecek bir şeyimiz yok. Bizim görevimiz nedir? Parlamentoda bu tür yasaları düzenlemektir ve şimdi anayasa bunu düzenliyor.

Bir diğer başlık ki bana göre en önemlisi o ve 16 Nisan aslında gençliğin seçimi olacak. Biz seçilme yaşını 30’dan aldık 25’e indirdik. Şimdi de 25’ten nereye indiriyoruz? 18’e indiriyoruz. Şimdi bazıları ne diyor? 18 yaşta işte bunlar kendi yakınlarını oralara koymanın gayreti içindeler diyorlar. Şimdi ben şuna inanıyorum: Gence ufuk vermek şart. Bu gence değer vermekle olur, onun önünü açmakla olur. Eğer biz gençliğimizin önünü açarsak, işte o zaman bu gençlik inanıyorum ki dağlara taşınan gençlik olmayacak. Bu gençlik kalemiyle, kitabıyla, bilgisayarıyla haşır neşir olan bir gençlik olacak. Sosyal hayatın içerisinde, siyasi hayatın içerisinde aktif olan bir gençlik olacak ki 7 milyonu aşkın 18 ile 25 yaş arası bir gençlik bu seçimde oy kullanacak ve bunlar aynı zamanda seçilme hakkına da sahip olacak.

Cumhurbaşkanlığı seçimi bundan önce olduğu gibi milletvekili seçimi de 4 yıldı biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı 7 yıldı. Şimdi her ikisi de 5 yılda bir olacak. Ama Cumhurbaşkanı 5+5 seçilebilir, o da tabii halk kendisini tekrar seçerse ikinci defa seçilebilir. Seçmediği takdirde zaten seçmeyecektir.

Meclisin Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmesi iptal ediliyor. Güvenoyu uygulaması da kaldırılıyor. Bu da önemli bir yeniliktir şu anda.

Mesela az önce sizlere de ifade ettim, gensoru belası, artık parlamento bu gensoru belasından kurtuluyor, bu yok. Asıl gensoru sahibi kimdir? Millettir. Millet diyecek ki, 5 sene sonra bana gelecek, ha ben gensorumu veririm. Eğer bu hükümete ben dur diyorsam, gönderirim, devam dersem devam eder.

Bir diğer adım, o da, Cumhurbaşkanıyla Başbakanın yetkileri dedik, birleştiriliyor. Bunu zaten az önce ifade ettik.

Ve bir diğer konu da, özellikle Cumhurbaşkanı vatana ihanetten yargılanıyordu, bunun dışında hiçbir sorumluluk yoktu. Şimdi ise hangi suç olursa olsun bunların hepsinden yargılama, belli nispetler geliyor, o nispetlerle mümkün olacak.

Bir başka olay da şu: Cumhurbaşkanı hükümet kurarak tamamen kendisine karşı sorumlu olan cumhurbaşkanı, yardımcısını ve bakanları kendisi atıyor. Ve eğer 1’se o ona zaten aynı zamanda vekildir. 2 ise, yurt dışı seyahate mi gidiyor, 2’den 1 tanesini kendi yerine vekil olarak tayin edebilir.

Meclis üye tam sayısının 5’te 3’üyle seçimlerin yenilenmesine karar verebilir, bu geliyor.

Mesela halen Bakanlar Kurulunda olan OHAL ilanı yetkisi cumhurbaşkanına veriliyor.

Sıkıyönetim uygulaması tamamen kaldırılıyor.

Disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkemeler kaldırılıyor, artık askeri mahkeme yok, onlar da aynen normal sivil mahkemelerde yargılanacak.

Hakimler Savcılar Kurulunun üyesi 22’den 13’e düşürülüyor. Üyelerin görev süreleri 4 yıl olarak belirleniyor. Kurulun 4 üyesini cumhurbaşkanı, 7 üyesini meclis seçiyor. Diğer iki zaten kabineden geliyor.

Ve cumhurbaşkanının hazırladığı bütçe meclis onayıyla kabul ediliyor. Yine nereden geçiyor? Meclis’ten geçiyor.

Başbakanlık, Bakanlar Kurulu, sıkıyönetim, askeri mahkemeler gibi ifadeler kanunlardan ayıklanıyor, yerine yeni sisteme uygun ifadeler konuyor.

Askeri yargı temsilcileri çıktığı için Anayasa Mahkemesi üye sayısı da 17’den 15’e iniyor. Süreleri dolduğu zaman, şu anda işleyen bir süreleri var, o süre dolduktan sonra da o şey yapıyor ve halk oylaması yürürlük ve seçim tarihlerine ilişkin hükümleri de içeriyor.

B.D: Sayın Cumhurbaşkanım, Almanya’yla ilgili bir soru soracaktım ama ondan önce sizin bu anlattıklarınız dışında şöyle bir soru aklıma geliyor: Şimdi bu referandumun çok kritik olduğunu anlattınız, Türkiye’ye neler getireceğini anlattınız. Fakat bir taraftan da değişimden bazı insanlar korkabilir. “Ya ne gerek var zaten AK Parti, Sayın Cumhurbaşkanımız iktidarda. Hayır çıksa ne olur, yine aynı Cumhurbaşkanımız ve aynı AK Parti iktidarı devam edecek. Kendimizi bu kadar sıkıntıya sokmayalım” şeklinde bir değerlendirme oluyor. Bu da özellikle kararsızlar açısından önemli bir sorun. Ne dersiniz efendim?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Şimdi az önce de ifade ettiğim gibi biz damdan düştük. Biz halkımıza daha iyi bir hizmeti nasıl verebiliriz bunun gayreti, derdi içerisindeyiz ve güçlü bir sisteme ihtiyacımız var, ‘Lider ülke Türkiye’ anlayışına ihtiyacımız var. Bunu başarabilmemiz için de tabii ki çok daha güçlü yasal zemine sistemi oturtmamız lazım. Bunun yanında da tabii lider gerçekten o güçlü yasal zemine icraatlarını yapması gerekir. Birçok yerde ben patinaj yaptım, özellikle bürokratik oligarşi birçok yerde önümüzü kesti. Bürokratik oligarşiyle, inanıyorum ki mevcut sistemle çok daha fazla ileri gidemeyiz. Ama Reis-i Cumhurluk sistemiyle bu bürokratik oligarşiyi çok daha farklı bir şekilde tanzim etmek mümkün. Bunu başardığımız anda Türkiye o zaman gerçek sıçramasını yapacaktır. Çünkü bizde o potansiyel var, Türkiye’de o güç var. Ve bunu başardığımız anda inanın, hani o hedefimiz var ya; 2023 ilk 10 diyoruz, işte biz o ilk 10’na gireriz.

F.A: Efendim, hayır kampanyasını yürüten siyasal cenahla ilgili bir soru sormak istiyorum, özellikle CHP ve HDP bloğu. Anayasa değişikliği konusu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine geldiğinde çok açık ve net bir şekilde çok sert bir muhalefet yürüteceğiz dediler ve bunu neredeyse şiddete varan boyutlarda da hayata geçirdiler. Fakat sonrasında referandum süreci başladıktan sonra yeni bir süreç başladı, daha düşük profilli bir muhalefet sergilemeye başladılar. Öyle anlaşılıyor ki bu bir siyasal iletişim kampanya tarzı olarak ortada. Bunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yönüyle yürüyen bu kampanya tarzı aslında yine bu bloğun, bu cenahın temsil ettiği pek çok düşünceyi de açıktan ifade etmemelerini beraberinde getiriyor. Bu devam edebilir mi bu yaklaşım? Sizin kanaatiniz nedir efendim?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Şimdi Fahrettin Bey, biz bunların biliyorsunuz cemaziyülevvelini biliriz. Bunların eline zamanı gelmiş, imaj makerları saz tutturmuşlardır, zamanı gelmiş bunlara işte şarkı, türkü çaldırtmışlardır. Zamanı gelmiş bu dediğiniz şekilde ifadeleri bunlara kullandırtmışlardır ve yine biliriz ki bunların bütün bu yaklaşımlarıyla beraber bunların asılları neyse bugünleri, yarınları da aynı olacaktır. Çünkü can çıkar huy çıkmaz, bunların durumu bu. Ve aynı zatın, yani şu anda ana muhalefetin liderinin “Kan gövdeyi götürür’ dediği toplantılarını biliyoruz, bunları söyleyen insan bu. Ve “Eğer böyle bir netice çıkarsa sokaklarda şu olur, bu olur” bunu diyen. 7 Haziran seçimlerinden sonra olanları görmediniz mi arkadaşlar? 7 Haziran seçimlerinden sonra Diyarbakır’da 53 kardeşimizin nasıl öldürüldüğünü görmedik mi? Bunları nasıl unuturuz? Bunların hepsini biliyoruz. Ve şu anda da yine göreceksiniz tehditler ardı ardına gelecektir. Bunlar sadece buzdağının bir yüzüdür. Gerçek yüz o değil, gerçek yüz çok farklı. Çünkü bunlar bugüne kadar hep korku imparatorluğu üzerinde işlerini yürütmüşlerdir, halkın kalkıp gönlünü alarak veya halka hizmet ederek değil. Biz ise tam aksini hep bugüne kadar savunduk. Biz ne dedik? Biz bu millete efendilik etmeye değil, hizmetkar olmaya geldik. Onun için de 14-15 yıllık bu süreç hep hizmetkar olarak geçti ve böyle de geçecek, bundan sonraki süreç de böyle olacak. Çünkü biz biliyoruz ki halka hizmet Hakk’a hizmettir ve bu anlayışla yürüyeceğiz. Biz ülkemizin barış potansiyelini, sevgi potansiyelini nasıl artırırız bunun gayreti içerisindeyiz. Bunun için de tabii, 7’den 70’e bu güveni biz halkımıza vermemiz lazım, bunun gayreti içerisinde olacağız. Eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, ne bileyim ulaşımda, gıda tarımda, aklınıza ne gelirse her alanda bunu yapmamız lazım ve muasır medeniyetler seviyesinin üstüne de çıkmamız lazım.

B.D: Efendim, bu yani Türkiye’nin referandum süreci aslında sadece Türkiye’yi ilgilendirmiyor galiba? Yani anladığım kadarıyla Avrupa’da, Almanya’da da tepkiler oluşuyor. Zaten bir süredir bir Türkiye aleyhtarı kampanya var medyada. Fakat bu seçimlerle ilgili, yani referandumun siyasi kampanyasıyla ilgili de bir tavır geldi. Çeşitli sebeplerden dolayı bakanlarımızın oradaki konuşmaları iptal edildi. Ne oluyor, Almanya’da ne oluyor? Yani nasıl değerlendiriyorsunuz?

P.Ç: Nedir tepkilerinin sebebi?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Yani bizim seçim aslında Almanya’da yapılmıyor, burada yapılıyor da, fakat orada tabii bizim yaşayan vatandaşlarımız var. Onlar yıllar yılı, benim o çilekeş yurt dışındaki vatandaşlarım, ‘ben ne zaman bu demokratik hakkımı kullanacağım’ diye her gidişimizde bize bunu söylerlerdi. Şimdi ekranları başında bizi onlar izliyor. Ben Ankara’dan, başkentimizden tüm yurt dışındaki vatandaşlarımıza, hepsine kalbi selam, sevgilerimi gönderiyorum. Artık diyorum, bu hakkınızı kazandınız. Şimdi ilk kez değil, bundan önce milletvekili seçiminde de oylarınızı kullandınız ama bu defa cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk kez oy kullanacaksınız. Dolayısıyla, bu seçimde önünüze birçok engeller geldi, bakanlarımızı konuşturtmadılar. Benim de arzum var, onlarla bir araya gelmeyi çok arzu ediyorum ve şu anda arkadaşlarımız çalışmaları yürütüyorlar ama ekrandan sesleniyorum. Diyorum ki, hangi engeli koyarlarsa koysunlar sizler, sizler için ilan edilen tarihler içerisinde sandığınıza giderek oylarınızı muhakkak kullanın. Kullanacağınız oylar Batı’daki tüm ülkelere, dünyadaki tüm ülkelere en güzel cevap olacaktır. Sizin iradenizi kimsenin ketmetmeye, kimsenin engellemeye hakkı yoktur.16 Nisan inşallah Batı’da, tüm dünyada önüne engel konulan vatandaşlarımın da sevindiği günler olacaktır diye düşünüyorum.

P.Ç: Aslında Türkiye’nin çok büyük bir potansiyeli var. Siz tabii rakamı daha iyi biliyorsunuzdur da, Avrupa’da Türk kökenli 5 milyonun üzerinde insanımız var ve onlarla bir gönül bağımız var. O potansiyelin kullanılması ve onların birer gönüllü elçi olması çok önemli. Belki de bu noktada bir rahatsızlık duyuluyor da olabilir.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Kıskanıyorlar. Onların bizlerle olan gönül bağını çok iyi biliyor onlar. Onu bildikleri için zaten bunu engellemek istiyorlar. Çünkü biz orada hangi kapalı salona gitsek, stadyuma gitsek oraları biz tıklım tıklım doldurduk, bunu biliyorlar. Bunu bildikleri için de engellemenin yolunu arıyorlar. Ama bizim Avrupa’da olsun, tüm dünyada olsun vatandaşlarımızla gönül bağımızı kimse kopartamaz. Biz onları Allah için sevdik. Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, Abhazasıyla, Romanıyla kim varsa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bütün kardeşlerimizi hepsini biz gönülden sevdik ve bu bağ kopmayacak. Ama benim onlardan Cumhurbaşkanı olarak tek ricam, milletim adına sandığa gidin. O iradenizi ortaya koyun. Hakkınızı en güzel şekilde kullanın.

P.Ç: Artık son dakikalarımıza yavaş yavaş giriyoruz. Çok kısacık 8 Mart’la başlamıştık da ben kişisel olarak merak ettiğim bir cümlenizi açmanızı rica edeceğim. Siz demiştiniz ki, benim siyaseten kadınlara borcum var. Ne demek isteniz orada ve bu borç nasıl ödenecek acaba?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Şöyle: Yani siyasi hayatta aktif olarak rol aldığım andan itibaren ki bunun en önemli adımı 1989 Beyoğlu yerel seçimleridir. Ben 1989 yerel seçimlerinde Beyoğlu’ndan belediye başkan adayı olmuştum. O zaman aynı zamanda da partimin merkez karar yönetim kurulu üyesiydim. Ben rahmetli Erbakan Hocamıza ‘Beyoğlu’ndan aday olmama nasıl bakarsınız’ dediğim zaman, çünkü Kasımpaşa çocuğuyum ya Beyoğlu’nu da iyi bilirim, iyi tanırım filan. Yani “Partinin en üst kademesindesin, Beyoğlu ilçesinden böyle bir aday olman doğru olmaz” filan demişti. “Hocam, müsaade edin ben oradan aday olayım” dedim. Neyse, sonunda bana müsaade etti. Aday olduk ama bizim tabii orada oy oranımız o zaman yüzde 2,7 veya yüzde 3, o civarlardaydı. Tabii çok farklı bir politika uygulamamız gerekiyor dedik. İlk defa biz hanımları o zaman siyasette bizzat aktif olarak sahaya sürdük ve sağ olsunlar tüm hanım kardeşlerim o zaman Beyoğlu’nun dört bir yanında hepsi aktif bir çalışmanın içerisine girdiler.

Ama bu arada, bir de o dönemde 75 öğrenciyi biz kamuoyu araştırması yapmak üzere onlarla anlaştık. Bunların yarıya yakın kızdı, yarıya yakını da erkek öğrenciydi. Hepinizin de şu anda tanıdığı bir arkadaşımıza, sen dedim bunu yöneteceksin. Ve onlar da yoğun bir çalışmanın içerisine girdiler. Fakat son haftaya girdiğimizde o genç kızlar, “Başkanım” dediler, “bize müsaade edersen, biz bundan sonra yevmiye almayacağız.” Her gün belli bir yevmiye veriyorduk. Ne olacak? “Biz” dediler, “ücretsiz olarak şu anda bize vereceğiniz görev neyse biz onu yapacağız” dediler. Ve son hafta onlar yoğun bir çalışmaya, kapı kapı dolaşarak, detayına girmeyeceğim, diğer hanım kardeşlerimizle beraber çalışmaya katıldılar. 1,3 gibi değişik oyunlarla bir oy farkıyla Beyoğlu’nda ben 89’da o seçimi kaybettim öyle veya böyle. Ve o gece Seçim Koordinasyon Merkezinde o bayan kardeşlerimiz, hanım kardeşlerimiz, o üniversiteli genç kızlarımız nasıl ağlıyorlar, nasıl ağlıyorlar. Emek vermek, hele hele bunu heyecanla, aşkla gerçekten vermek başka bir şey. Ondan dolayı onunla başlayan süreç daha sonra gelişerek, genişleyerek hakikaten arttı ve mensubu bulunduğum o zamanki partide de kadın hareketini biz çok geliştirdik. AK Partiyi kurduğumuz zaman da bu işe çok önem verdik. Şu anda biliyorsunuz, Türkiye’de aslında kadın hareketi noktasında en güçlü kadın potansiyeline de AK Parti sahip. Yaklaşık 4,5 milyonu aşkın üyesi var bildiğim kadarıyla. Böyle bir noktaya geldi.

Dolayısıyla da dikkat edilirse, kadın hakları noktasında iktidarımız döneminde, Başbakanlığım döneminde olsun, benden sonra olsun, bizler kadınlara istihdamda çok ciddi kapılar açtık. Kadın istihdamı yüzde 20’de iken şu anda yüzde 33’e filan ulaştı. Aynı şekilde eğitim-öğretimde çok ciddi bir noktaya şu anda ulaşmış vaziyette ve artış hala da devam ediyor. Mesela babaanne ücretleri veriliyor artık, buralara geldi. Evlerde bakım noktasında verilen ücretler filan. Bunlar bizim hanım kardeşlerimize olan bu borcumuzu inşallah yerine getirme adımlarıdır diye düşünüyorum.

Bir de tabii eğitim öğretimde onların önünü ciddi manada açtık, o da hızla devam ediyor.

F.A: Efendim, son olarak vaktimiz varsa eğer dış politika hakkında bir soru sormak istiyorum.

Türkiye’de iç politikada gerçekten çok yoğun bir gündem yaşıyoruz ama diğer taraftan dış politika gündemimiz de devam ediyor. Siz yurt dışı ziyaretlerinizi sürdürüyorsunuz. Pakistan ziyareti gerçekleşti. Ondan önce Körfez Ülkelerine ziyaretiniz gerçekleşti. Bu Cuma günü de Rusya’ya bir ziyaret gerçekleştireceksiniz. Rusya ziyaretinizin gündeminde ne var?

Bir taraftan da yine merak edilen bir konu, Antalya’da dün üçlü zirve gerçekleşti. Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanları bir araya geldiler. Gündemlerinde de çok büyük ihtimalle Suriye ve Irak vardı. Oradan ne tür bir sonuç çıkmasını umuyorsunuz? Ne dersiniz efendim?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Şimdi bizim Sayın Putin’le Cuma günü yapacağımız bu görüşme, ziyaret, aslında Başbakanlığım döneminde kurduğumuz Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey toplantılarının bir devamı mahiyetinde olacak. Tabii burada hem Rusya-Türkiye ilişkilerini getirdiğimiz nokta; şu ana kadar neredeyiz, bundan sonra neler yapmamız lazım, bunları görüşme imkanımız olacak. Tabii burada gerek enerji noktası, gerekse bölgedeki sorunlar bizim en önemli başlıklarımızı teşkil edecek diye düşünüyorum. Şu anda bununla ilgili de zaten arkadaşlarımız çalışmaları yürütüyorlar.

Ama burada birinci sırada nedir diye sorarsanız, tabii ki Suriye’deki gelişmelerdir. Suriye’de şu anda Rusya’nın, Türkiye’nin burada önemli bir konumu var, yeri var, Amerika’nın başını çektiği koalisyon güçlerinin tabii ki önemli bir yeri var. Bu konuları bizim orada masaya yatırmak suretiyle, 3 Genelkurmay Başkanımızın geldiği noktayı da orada bir değerlendireceğiz. İşte Genelkurmay Başkanımdan gerekli bilgileri aldım ve zaten seyahatte o da heyetimizin içinde yer alacak. Ve orada biz neler yapabiliriz? Özellikle Münbiç’teki gelişmeler tabii şu anda önemli bir yer tutuyor ve burada insani yardımla iş sanki telafi ediliyormuş gibi bir havada gösteriliyor ama olayın sadece insani yardım boyutundan bahsedemeyiz. Çünkü oranın gerçek sahipleri kimse Münbiç’e onların yerleşmesi başından itibaren bizim tezimizdir. Ben bunu Sayın Obama’ya başkanlığı döneminde zaten defaatle söylemiştim. Oradaki işgalci güçlerin, yani YPG gibi, bunların Fırat’ın doğusuna gitmesi konusunu hep işlemiştik. Şu anda da tezimiz bizim bu noktada budur. Burada bir değişiklik söz konusu değil. Gerçek sahipleri kimse onlar Münbiç’e yerleşsinler. Cerablus’taki insanlar nasıl şu anda topraklarına yerleşmenin huzurunu yaşıyorsa, Rai’dekiler nasıl toprağına yerleşmesinin huzurunu yaşıyorsa, oradakiler de bunu yaşasın diye bir tezimiz var.

Ve bu üçlü görüşmeler de bu akşam Sayın Genelkurmay Başkanımdan aldığım bilgiye göre iyi geçti ve yarın detayını da kendisiyle zaten konuşacağız. Bunu da Moskova’da Sayın Putin’le değerlendirme imkânımız olacak.

P.Ç: Teşekkür ediyoruz.

B.D: Soruya vakit kalmadı herhalde.

P.Ç: Tabii çokça soru var aslında da, sorulması gereken…

Çok teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için ve bize anlattığınız için.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Estağfurullah, sağ olun.

P.Ç: İlk kez bu süreçte bir canlı yayında soruları yanıtladınız.

Şimdi Diriliş Ertuğrul meraklıları da ekran başında bekliyorlar. Yeni bölümü birazdan TRT1 yayını Diriliş’le devam edecek.

Biz Külliye’den özel yayınımızı buradan noktalıyoruz.

Tekrar teşekkür ediyoruz ve 16 Nisan’ın ülkemize güzellikler getirmesini diliyoruz.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN: Ben de ekranları başında bizi izleyen tüm milletime en kalbi duygularla selam, sevgi, saygılarımı sunuyorum. 16 Nisan’ı ihmal etmesinler. Evet’te buluşalım.

P.Ç: Hoşça kalınız.