TRT Haber - “Cumhurbaşkanı Gençlerle Buluşuyor"

20.03.2016

SUNUCU- TRT Ekranlarından, İstanbul’dan Yıldız Sarayı Silahhane Binasından iyi akşamlar. Merhaba Sayın Seyirciler.

SUNUCU- Bu akşam Cumhurbaşkanı Gençlerle Buluyor özel yayınımızda Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı ağırlıyoruz. Bu tarihi mekânda gençlerimiz merak ettiklerini, gündeme dair sorularını Sayın Cumhurbaşkanımıza yöneltecekler.

SUNUCU- Sayın Cumhurbaşkanım, öncelikle TRT ekranlarına hoş geldiniz diyoruz.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Hoş bulduk.

SUNUCU- Bu akşam tabi gençlerimizin size birçok sorusu olacak ama bu tarihi mekândayız, az önce bahsettik, söyledik, Yıldız Sarayı’nda Silahhane Binasının içindeyiz. 2009 yılında sizin Başbakanlığınız döneminde restore edilip hizmete açılmıştı burası ve siz bir ifade kullandınız, kitap kokuları arasında bir mabedin çatısı altındayız. Neler söylemek istersiniz, duygularınız nelerdir acaba bu tarihi mekânda yayını gerçekleştirdiğimiz için?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Aslında tabi bu tarihi mekânın tarihi çok çok enteresan, çok çok ilginç. Tabi Sultan Abdülhamit cennet mekânın bizlere bir mirası. Bütün buralar, Yıldız Sarayı yapılıp kendisinin hal fermanı da ne yazık ki burada imzalanmış ve buradan hal edilmek üzere ne yazık ki yola çıkmış, böyle bir mekânın içerisindeyiz. Ve 33 yıllık o iktidarı döneminde Osmanlı’nın en zayıf olduğu dönemde hiçbir şey kaybetmeden bu toprakları koruyan bir Sultana, bir Lidere bu reva görülmüş ve ondan da hal fermanını imzalayarak kendisini ne yazık ki idam etmişler.

Şimdi onların bakiyesi üzerinde bizler bu Silahhane’de, dedik ki, burayı bizim geleceğe taşımamız lazım, gelecek nesiller de ecdadımızdan bize ne kaldı denildiği zaman, nelerin kaldığını bilmesi lazım.

Şu anda bu Yıldız Sarayı’nın içerisinde farklı birimlere verilmiş olan yerler var. Burada Yıldız Üniversitesi’ne tahsis edilmiş yer, işte Mimar Mühendisler Odası’na tahsis edilmiş yer var, gerçi süresi filan doldu, işte IRCICA’ya, Milli İstihbarat Teşkilatı’na vesaire, böyle tahsis edilmiş yerler var. Tabi biz bununla ilgili bir karar aldık, dedik ki, buradan bütün bu kurumları çıkartalım, burası tamamıyla kendisine yakışanı olsun, Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul’daki adeta külliyesi olsun ve anaokulundan tutunuz üniversiteye kadar tüm gençliğin gelip gezeceği, nasıl bir yer, tanıyacağı yerler olsun. Batıda bu tür yerleri hep bunun için değerlendirirler, oralar gelinir, gezilir, görülür ve tabi ne olmuş, ne bitmiş buralarda. Çünkü Yıldız Sarayı dediğiniz zaman, burası bir saltanat sarayı değil aslında, burada çok şeyler olmuş, anlaşmalar vesaireler, bütün bunlar imzalanmış, burada bir tarih var. Bunu gençliğimizin bilmesi, anlaması, ona göre de geleceği yönelik kendisine bir istikamet belirlemesi bakımından çok önemli. İşte Topkapı Sarayı, bunlar bizim için çok çok önemli yerler.

Ve dünyada özellikle bu tür müzeler, kasırlar çok çok şey ifade eder. İstanbul’umuz bu yönde aslında zengin, ama varlık içinde yokluk çekiyor. Biz bu varlığı hissettirelim istedik ve buraların restoranına başladık, işte Büyük Mabeyn’i restore ettik, şimdi bir taraftan Küçük Mabeyn’e başlayacağız, burası halloldu, Şale Köşkü var oralar. Burada bir de, ilginçtir tabi, kimse beli bilmiyor, aslında bir de buranın meşhur tiyatrosu var, buraların hepsini elden geçirip bunu tüm halkımıza, gençliğimize hazırlayacağız.

SUNUCU- Yakın bir zamanda bunun da müjdesini verebiliriz.

Bu arada tabi Merkezle ilgili de önemli bir not Sayın Cumhurbaşkanım, Osmanlıca eserlere ulaşılmasını kolaylaştıran dev bir adım diye tabir edebileceğimiz OCR programıyla da yakın bir zamanda kullanacakmış. Onu da izleyicilerimize belirtelim, çünkü Osmanlı arşivlerine ulaşmak çok zor olduğundan böyle bir programla artık daha rahat bu eserlere ulaşılabilecekmiş, Merkez böyle bir programı da gerçekleştirmiş ayrıca. Bunu da bir not olarak iletelim istedim izleyicilerimize.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Ben de size teşekkür ediyorum.

SUNUCU- Bu tarihi mekânı Sayın Cumhurbaşkanımızdan dinledik.

Sevgili seyirciler, Cumhurbaşkanlı Gençlerle Buluşuyor özel yayındayız, hemen belirtmek istiyorum ki, Twitter’da da #Erdogangençlerlebaşbaşa adıyla bir hashtag açtık, programımızı Twitter üzerinden de takip edebilirsiniz diyorum ve artık sözü gençlere bırakmak istiyoruz.

Evet arkadaşlar, ilk soruyu almak için size dönüyorum. Evet, isminizi, hangi üniversitede okuduğunuzu söylerseniz çok seviniriz.

SORU- Senanur Kıyak, Üsküdar Üniversitesi Psikoloji birinci sınıf öğrencisiyim.

Sayın Cumhurbaşkanım, terör olayları, bombalı saldırılarla ülkemizin huzur ve istikrarı hedef alınan bir süreçteyiz. Bugünkü Fenerbahçe-Galatasaray maçı da güvenlik sebebiyle ertelendi. Adeta bizleri sindirmek isteyen bir politika var. Neler yapmalıyız? Sizin tavsiyelerinizi almak istiyoruz.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Evet, ben de çok çok teşekkür ediyorum.

Bildiğiniz gibi, terörle mücadelemizin geçmişi yaklaşık 35 yılı buldu, 35 yıldır Türkiye’de terörle bir mücadele söz konusu. Bildiğiniz gibi, terörün dini, milleti, ırkı, vatanı olmaz, terörün iyisi-kötüsü de olmaz. Benim teröristim iyidir, seninki kötüdür, böyle bir anlayış da söz konusu olmaz. Terörün ve teröristin hepsi kötüdür.

Tabi bunun bedelini bu 35 yıllık süreç içerisinde ne yazık ki çok ağır ödedik, madden, manen çok ağır ödedik. Ve bizler şu son 13-14 yıl içerisinde teröre yönelik birçok aktivitelerimiz oldu, aksiyonlarımız oldu. Hatırlarsanız, önce bu konuda Başbakanlığım dönemimde bir demokratik açılım süreci dedik, böyle bir süreç başlatalım, yani arzu ediyoruz ki tekliflerimiz acaba takdir görecek mi? Demokratik açılım sürecini başlattık, baktık ki burada ciddi manada bir karşı taraftan tepki alamıyoruz.

İkinci bir adım olsun dedik, demokratik açılımdan sonra bu defa bizler şöyle geniş kapsamlı, özellikle aydın kesimi şöyle toparlayacak, Anadolu’ya yayılalım, böyle bir adım olsun dedik ve bu süreci başlattık. Bu süreçte de bazı olumlu yansımalar gördük ama arzu edilen yine olmadı.

Ve en son bir çözüm süreci başlatalım dedik ve çözüm sürecinde aslında Anadolu’da güzel şeyler olmadı değil, özelikle Doğu ve Güneydoğu oralardan güzel tepkiler almaya başladık. Tabanda güzel tepkiler var, ama tavanda o kendileri için lider sayılan kadrolarda ciddi manada bir rahatsızlığın olduğunu gördük. Nitekim bu zemin içerisinde hatırlarsanız 7 Haziran seçimlerine gidildi ve 7 Haziran seçimlerine gidildiğinde de ciddi manada bir milletvekili kazandı bu bölücü terör örgütünün desteklemiş olduğu siyasi parti ve 80 milletvekili aldı. Fakat 80 milletvekilini almak onlar için yeterli değildi, o tam aksine şımarttı. Ve ne oldular? Bunlar adeta sokağa döküldüler. İşte 6-7-8 Ekim olaylarında biliyorsunuz maalesef Güneydoğu’da Kürt vatandaşlarımız sokağa davet edildi, sokağa davet edilmekle kalmadı ve o süreç içerisinde 52 vatandaşımız ne yazık ki öldü. Ölen Kürt’tü, ama öldüren de Kürt’tü; bu tabi çok acıydı, çok trajik bir olaydı. Ve maalesef o süreci bu şekilde tahrik, teşvik edenler, bazı yazar-çizer vesaire, bunlar tarafından dahi takdir edildi.

Ardından da hükümetler kurulamayınca biliyorsunuz 1 Kasım seçimleri için karar verildi. Zira hükümetler kurulamayınca cumhurbaşkanının kendisine verilen anayasal yetkiyi bu uğurda ben kullanma noktasına gittim ve yeniden bir seçimin ülkemiz için çok daha isabetli olacağını gördüm ve Meclis Başkanımızla da konuyu müzakere ederek 1 Kasım seçimleri için tarih belirledik ve 1 Kasım seçimlerinde de şu andaki tablo ortaya çıktı. Bu tabi çok önemli bir aslında sinyaldi, zira millet bir gerçeği gördü, yani yukarıda olanlar göremedi ama millet gördü ve millet de bu defa kendisi cezalandırmasını o kısa süreç içerisinde yapmasını bildi. Çünkü milleti bir kenara koymak olmaz, millete rağmen de siyaset olmaz. Eğer millete rağmen siyaset yapmaya kalkarsanız, millet sizi ilk fırsatta cezalandırır, demokrasinin güzelliği burada zaten ve bu fırsatı da yakalayınca millet hemen o cezalandırmayı yaptı. Ve neticede gelinen nokta şu andaki durum oldu.

Fakat tabi terör bu defa farklı bir şekilde kendine istikamet çizdi ve baktılar ki halktan belli destek yok, öyleyse biz sindirmeyi daha farklı yapacağız. Nasıl yapacağız? Şu andaki yaşadığımız tabloyla. Çünkü o çözüm süreci içerisinde valilerimize bazı bizim tavsiyelerimiz olmuştu, yani sakın işte böyle bazı ufak tefek konularda sıkıştırmayın, üzerlerine gitmeyin vesaire diye, güvenlik güçlerimizi de valilerimiz doğrusu o noktada biraz baskıya aldılar diyebilirim. Niye? Devletin bu noktada ciddi bir baskısı yok, dolayısıyla bu bölgede de özellikle benim Kürt vatandaşlarım bize işte devletin baskısı var, şusu var, busu var demesin diye elinden o kozu alalım istediler. Bu iyi niyetti, fakat bu iyi niyet ne yazık ki ciddi manada istismar edildi ve o süreç içerisinde ülkemize ciddi manada bir silah girişi oldu. Çünkü bizim sınırlar biliyorsunuz çok çok uzun, sadece Suriye sınırı 911 kilometre. Irak sınırına bakıyorsunuz, Irak sınırı hakeza 350 kilometre. İran sınırı var, bütün buralardan girme şansı var ve bunu da bunlar bu şekilde değerlendirdiler. İşte şimdi bu bütün operasyonlar yapılırken, evlerin bodrumlarından olsun, rögarların altından nasıl silahlar çıktığı, hepsi şu anda ortaya çıkıyor. O bakımdan bu operasyonların tabi faydası çok çok fazla oldu ve bu operasyonlarla birlikte düşünün, yani sözde mezarlıklar kurdular. Bu sözde mezarlıklar aslında çok manidardı, tabutların içerisinde bunlar silahlar sokmuşlar Türkiye’ye. Tabi bu konuda, manidardır, nasıl yapıldı, nasıl bunlar gözden kaçtı? Tabi sınırlarda normal giriş kapılarından olan şeyler değildi, giriş kapılarının dışındaki bölgelerden girişler yapıldı ve bu sözde mezarlıklar içinde ibadethane diye kurulan yerler aslında ibadethane değil, sonradan bunlar da ortaya çıkıyor. Nedir? Bakıyorsunuz kimisi yargılama için bir mahkeme gibi kullanılıyor, kimisi işte güya ibadethane diye kullanılıyor, kimisi oralar adeta yargılamanın dışında maliye gibi, tahsilât bölümü olarak kullanılıyor. İnsanlar toplanıyor, esnaf oraya götürülüyor, orada işte senin şu kadar cezan var, bunu ödeyeceksin deniyor. Ve kabir diye kurulan yerlerin de bir kısmının içinde yine bu tür silahlar söz konusu. Ve bunların operasyonlar başlatılınca üzerine ciddi manada gidildi, bütün buraların hepsi tek tek tek yıkıldı. Ve bunlar başladıktan sonra tabi bir defa oralardaki üstünlüğü kesinlikle bölgede yönetim, bölgedeki valilikti, askerimizdi, polisimizdi, köy korucularımızdı, hep birlikte almış oldular. Ve bu operasyonlar süreci içerisinde de şehitlerimiz oldu, 300’ü aşkın şehidimiz var. Ama bu arada da nereden bakarsınız bakın 1’e 8, 1’e 10 onlardan da tabi etkisiz hale getirilenler oldu. Bu süreç bu kararlılıkla devam edecek, yani buradan asla taviz vermemiz mümkün değil.

Ankara’da yaşananlar var, İstanbul’da yaşananlar var, işte en son şu anda Galatasaray-Fenerbahçe maçıyla alakalı da aldığımız bazı ciddi istihbarat bilgileri üzerine önce bir seyircisiz oynatmayı düşündük, ama daha sonra yeni bazı istihbaratlar gelince, bu istihbaratla ön alınan bilgilerle örtüştüğünü görünce bunu her iki kulübün başkanlarıyla da arkadaşlarımız görüşmek suretiyle bunu ileri bir tarihe erteleyelim dediler ve böylece bu maçı da ileri bir tarihe ertelemiş olduk.

SUNUCU- Sayın Cumhurbaşkanım, Twitter üzerinden de gençlerimiz sorular soruyorlar. Mardinli bir Kürt genci bu soruyu size sormak istiyor, akrabalarım işte memleketimizden PKK şiddetinden, çatışmalardan kaçıp gelmek zorunda kaldılar, düzenleri bozuldu, evlerini bıraktılar. Ne zaman geri dönebilecekler? PKK tarafından yıkılan, yakılan evler için devlet acaba yardım edecek midir diye soruyor Mardinli bir Kürt genci?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Şimdi o gencimizin şahsında ben özellikle Güneydoğu’da yaşayan tüm vatandaşlarıma, yani şu anda kentsel dönüşüm-değişimi başlattığımız bu bölgedeki tüm vatandaşlarıma şunu hatırlatmak isterim, bir defa şundan emin olsunlar, bu devlet sıradan, rastgele bir devlet değildir. Benim aklıma birkaç yerde de geldiği için bunu söyledim, İnebahtı bozgununda Kılıç Ali Paşa’nın o bozgunu yaşadıkları anda yaşadığı sıkıntı ve bu sıkıntıyı tabi Sokullu’ya ulaştırması neticesinde Sokullu’nun güzel bir ifadesi vardır, Paşa Paşa, sen bu devleti ne sanırsın diyor. Bu devlet bütün kadırgalarının direklerini gümüşten, yelkenlerini de atlastan yapar diyor, yola aynı kararlılıkla devam edeceksin diyor. Şimdi biz 13 yıl, 14 yıl önceki Türkiye Cumhuriyeti değiliz, o artık geride kaldı, artık 1’e 5 milli geliri artan bir Türkiye var, artık Marmaray’ını yapan, Avrasya Tüneli’ni bu yıl bitirecek olan, aynı şekilde Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü bitirecek olan, 3’üncü havalimanını inşallah 2018’in başında ilk etabını bitirecek olan bir Türkiye var, Körfez geçişini inşallah bitirecek olan bir Türkiye var. Bunların hepsi dünya ile rekabet eden, edebilen projeler, artık böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz.

Ve şu anda bütün plan, proje çalışmaları bölgede yapılıyor ve oradaki il, ilçe, bütün buralarda altyapıdan başlamak üzere Hükümetimiz, Sayın Başbakanın da talimatıyla, yani burada atık su kanalları, içme suyu kanalları, yağmur suyu kanalları, doğalgaz, bunun yanında elektrik şebekelerine varıncaya kadar; bundan önce burada böyle bir şey yok. Bundan önceki belediyelerin yaptığı iş, sadece oradaki malum siyasi partinin belediyesinin yaptığı iş, oralarda malum çukurlar açmak suretiyle güvenlik güçleri buraya giremesin, yaptıkları iş bu. Bunu neyle yapıyorlar? Devletin makineleriyle yapıyorlar, iş makineleriyle yapıyorlar. Şimdi ise tam tersine görev dağılımını Hükümetimiz yaptı ve bu görev dağılımıyla birlikte oralarda bu saydığım 5 tane altyapıyı bir defa süratle halledecekler, bir taraftan da oralarda hafif hasar, ağır hasar ne varsa; tarihi binalar hariç, tarihi eserler renovasyonu, restorasyonu yapılmak suretiyle onlar ayrıca ele alınacak, onlar da daha çok Suriçi’nde var. Orayla ilgili daha önce Başbakanlığımda başlattığım bir proje vardı, hakikaten mimari projesi çok çok güzel olan bir projeydi ve bunun dışında bir de Dicle bölümü var ki, o da çok çok güzel olan bir çalışma. Ve bütün bunların dışında ayrıca bölgede öyle kaçak gecekondu vesaire, bu tür binalar değil, oradaki özgün mimariye uyan bir çalışma Hükümetimiz inşallah başlatıyor. Buralar yıkılıyor ve buraların yerine de şu anda TOKİ yoğun bir şekilde inşallah çalışmalarını başlatacak ve bu çalışmaları başlatmak suretiyle en kısa zamanda; yani burada ben kalkıp da 3 ayda, 5 ayda olur diyemem, böyle dersek yalan olur.

Onun için burada benim şeyim özellikle, mesela Bingöl’de deprem oldu, Bingöl depreminde 6 ay ile 1 sene arasında bütün yıkılanların hepsine çok daha yenisini, çok daha güzelini yaptık. Van depreminde biliyorsunuz Van merkezi, Erciş’i, oraları mevcudunun çok çok üstünde çok çok güzel yaptık. Mesela Van’a gidenleriniz görmüştür, gitmeyenlerinize de tavsiye ederim gitsinler görsünler, gerek Van merkez, gerek Van-Erciş yolu üzerinde Edremit, yani oraları görüp, Erciş’te de aynı şekilde, yani bir Van Gölü demiyoruz, Van denizi diyoruz, Van denizine nazır o yapılan binaları gördüğünüz zaman, burası böyle değildi, nasıl bu kadar güzel oldu diye şaşarsınız, o kadar güzel bir şey yaptık. Ve biz 13 yıllık süreçte sadece Van’a 15 katrilyon, eski rakamla söylüyorum, harcama yaptık. Sadece depremde yaklaşık 6 katrilyon harcama yaptık. Şimdi burada da orada onları yapan bu Hükümet, bu devlet Allah’ın izniyle hemen süratle de, bunlar zaten ufak ufak bizim biliyorsunuz ilçeler, öyle büyük şeyler değil, süratle buraları da yapacağız. Ve şu anda biliyorsunuz kiralar vesaire veyahut da devlete ait yerlerde misafir ediliyorlar ve hemen biter bitmez de yerleşim planları bir taraftan hazırlanıyor ve buralardaki vatandaşlarımız yeni yapılan yerlere yerleşmiş olacaklar. Hiç endişe etmesin, bu noktada Türkiye Cumhuriyeti Devletine, Hükümetine güvensin.

SUNUCU- Bunun da müjdesini buradan verelim. Evet, diğer soruyu yine buradaki genç konuklarımızdan almaya devam edelim.

Buyurun, isminizi ve hangi üniversitede okuduğunuzu da belirtirseniz eğer.

SORU- Sayın Cumhurbaşkanım, esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü. Benim adım Fatma Esad, İstanbul Şehir Üniversitesi’nde psikoloji okuyorum.

Suriyeli olduğum için Suriyelilerle ilgili bir soru sormak istiyorum. Ama öncelikle benim adıma ve onların, yani tüm Suriyelilerin adına şükranlarımı sunmak istiyorum.

Sorum şöyledir: Türkiye’de…

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Türkçeyi iyi konuşuyor değil mi?

SUNUCU- Evet.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Ne kadar zamanda öğrendin bunu?

SORU- 4 yıldır.

Türkiye’de bildiğiniz gibi birçok Suriye mezun öğrenci, akademisyen ve bilim adamı vardır. Onlardan Türkiye’de aktif bir şekilde faydalanmak için ve onların Amerika’ya ya da Avrupa’ya beyin göçlerini engellemek için yapılan çalışmalarınız var mıdır, varsa nelerdir?

Teşekkür ederim.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Şükran. Şimdi Suriye’yle ilgili gerçekten Hükümetimizin şu anda çok çok güzel bir çalışması var ve bu çalışmanın bir kısmını da beraber yaptık, biraraya geldik oturduk, konuştuk neler yapabiliriz diye. Tabi kolay değil, şu anda sadece çadır ve konteyner kentlerde biliyorsunuz 270-280 bin Suriyeli kardeşimiz var, ama Türkiye genelinde 2 milyon 700 bin şu anda Suriyeli kardeşimiz var, 300 bin de Iraklı var, toplamda 3 milyon.

Az önce sizin ifade ettiğiniz nitelikli olan vatandaşları, Suriyeli kardeşlerimizi, bunları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız başka bazı kurumlarla müşterek çalışmaya girmek suretiyle bunları seçici olarak ele alacaklar, hatta başlamış olmaları lazım ve Türkiye’de kendilerini istihdam etmek için adımlar atacaklar. Çünkü yapılan çalışmalarda şunu gördük: Bu kardeşlerimizin içinde doktorlar var, bu kardeşlerimizin içinde mühendisler var, bu kardeşlerimizin içinde avukatlar var, bu kardeşlerimizin içinde mali müşavirler var vesaire, birçok bu konuda deneyimli, tecrübeli bay-bayan bunlar var ve bunlardan istifade etmek istiyoruz, yani bunların yurt dışına çıkmasını da istemiyoruz. Ve bunları ülkemizde de nerelere yerleştirebiliriz? Bu konuyla ilgili de yine bakanlıklarımız çalışmalarını sürdürüyorlar.

Bunun dışında, nitelikli olmayanlar üzerinde de bir çalışma yapacaklar, onları da burada istihdam etmenin yollarını arayacaklar. Ve ilk etapta çalışma izni vermek suretiyle onları bir defa istihdam etmiş olacaklar, ardından da onlara vatandaşlık verecekler, böyle bir çalışma var ve bunu inşallah süratle gerçekleştirecekler.

Ve bizim ülkemiz, şu anda bu topraklar onları rahat rahat inşallah istihdam etmeye gücü yeter, kabiliyeti yeter. Ve şu anda da bazı ülkelerden talepler de var, ama biz ilk etapta dedik bunu kendimiz nasıl değerlendiririz, bunun çalışmalarını yaptık ve bu çalışmaları şu anda birinci derecede çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığımız olmak üzere sürdürüyorlar.

SUNUCU- Evet, diğer bir arkadaşımızdan soru alalım.

Buyurun, isminizi ve nereden geldiğinizi de belirtirseniz.

SORU- Ben Füsyan Mehmetalioğlu, İstanbul Aydın Üniversitesi’ndeyim. Cumhurbaşkanım, sorum şu olacak: Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunuzdan beri antidemokratik uygulamalara karşı sürekli siz hedef oluyorsunuz, milletimiz hedef oluyor. Şiir okudunuz hapishaneye düştünüz, ondan sonra milletvekilliği hakkınız elinizden alınmaya çalışıldı ve yüzde 47’lik oy almış bir parti kapatma davasıyla söz konusu oldu ve siz bu konuda her zaman halkınıza danışarak demokrasiyi yüceltme bakımından her zaman mücadele verdiniz ve başarılı oldunuz.

Sorum aslında şu: Neden bu antidemokratik uygulamalar bizi, milletimizi hedef alıyor? Bunu cevaplarsanız çok sevinirim.

Teşekkür ederim.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Tabii ben kardeşime özellikle teşekkür ediyorum.

Türkiye’nin kaderidir bu. Az önce Sultan Abdülhamit’ten bahsettik, 33 yıl toprak kaybetmeden en zayıf dönemde bu ülkeyi idare etti. Ve bizler iktidar olduğumuz andan itibaren Türkiye bir tırmanışa geçti, ama o ana kadar Türkiye alan eldi, daha da ileri gidiyorum, dilenen eldi. İşte IMF’e 23,5 milyar dolar borcu olan bir Türkiye, Merkez Bankası’nın döviz rezervinin 27,5 milyar dolar olduğu ki brüt, net değil bir Türkiye. Ve biz öyle bir atağa geçtik ki, bir defa IMF’e olan bu borcumuzu hamdolsun ödedik.

Ve Davos’taki o meşhur toplantımızda IMF Başkanıyla bir görüşmem oldu, yanımda bakan arkadaşlarımız filan da var ve kendisine dedim ki, siz dedim bize borç verip paranızın nerede nasıl kullanıldığını mı takip edeceksiniz, yoksa bizim siyasi irademize hükmetme yolunu mu seçeceksiniz? Eğer bizim siyasi irademize hükmetme yolunu seçecek olursanız, kusura bakmayın bu ülkenin Başbakanı benim, ben size buna müdahale ettirmem dedik. Tabii ondan sonra bizim onlardan para alma şeyimiz de dondu. Öyle oldu ki, biz size taksitlerimizi ödüyor muyuz? Ödüyoruz, taksitleri ödemeye devam ettik, 27,5 milyar doları ödedik bitti. Ve Allah’a hamdolsun öyle bir noktaya geldik ki, tabii o kişi de gitti, o ayrı mesele, bazı şeylere karıştı, bizden IMF 5 milyar dolar ister duruma geldi. Arkadaşlar verelim mi falan dediler, dedim verin. Tabii hibe vermiyoruz, borç veriyoruz. Veren el, alan elden hayırlıdır, verelim dedik. O gün bugündür onlar da o parayı istemediler. Talep ettiler, öyle kaldı. Oradan oraya geldik. Öbür tarafta hamdolsun Merkez Bankası’nın döviz rezervi Başbakanlığım döneminde yaklaşık 135 milyar dolara kadar çıktı. Bakın 27,5 milyar dolardan oralara kadar çıktı. Tabii bu finansmanı yönetme kabiliyetiydi. Biz finansmanı o denli başarılı yönettik. Tabii bizim devraldığımız Türkiye borç içindeydi. Kişi başı milli gelir ortadaydı. İhracatımız 36 milyar dolardı, ta 150 milyar dolara kadar çıktı; bunlar bu dönemde başarılmış olan şeylerdi. Ve bütün bunların yanında tabii Türkiye artık güçleniyordu. G-20 ülkeleri arasında Türkiye 17. sırada yerini aldı. G-20 ülkeleri arasında Türkiye diye bir ülke yoktu, ama biz burada yerimizi almak suretiyle işte biliyorsunuz geçen yıl da Türkiye’de G-20’ye ev sahipliği yaptık ve çok da başarılı bir zirveyi gerçekleştirdik. Burada dünyanın ekonomide yüzde 85’ine sahip ülkeler yer alıyor, diğerleri değil. Şimdi siz böyle bir ülke oluyorsunuz, böyle bir ülkeyi dünya hazmedebilir mi, dünya kabullenebilir mi? Kolay değil. Ve bütün bunların yanında bir de kültürel değerler noktasında siz farklı bir yerdesiniz, onlar ise farklı bir yerde, onu da tabii hazmedemiyorlar. Ve biz şu anda G-20 ülkeleri içerisinde üç tane Müslüman ülkeleyiz; Türkiye, Suudi Arabistan, Endonezya. Ve burada tabii yapılan çalışmalar içerisinde de Türkiye bu yükselişini her geçen gün daha da artırıyor, burada bir hazımsızlık var. Tabii geliyorlar gidiyorlar, bakıyorsun liderlerle konuşuyoruz. Tanıyamadım diyor. Hayırdır, neyi tanıyamadın? Türkiye’yi tanıyamadım diyor. 10 yıl önce gelmiştim bambaşka bir Türkiye vardı, bugün başka Türkiye var.

Şimdi sevgili gençler, tabii içinizde belki 10-15 yıl öncesini bilmeyenleriniz var. Biz göreve geldiğimizde Türkiye’de bizim havaalanı sayımız 25’ti, ama şu anda bizim 56-57 tane havalimanımız var. Yani ülkenin bir ucundan bir ucuna giderken yarım saat, 45 dakika arabayla gidiyorsun havalimanına, oradan atlıyorsun Türkiye’nin bir ucundan bir diğer ucuna gidiyorsun, artık bu noktaya geldik. Şimdi bu tabii birilerini şaşırtıyor. Ama terör örgütünü, bakıyorsunuz Hakkâri’ye biz havalimanını yaptık, bunlar havalimanını bombalıyor ya. Şimdi bunlara nasıl bir yaklaşım sergileyeceksiniz? Bunlara vatansever demek mümkün mü, milliyetperver demek mümkün mü? Yani bunlar Kürt vatandaşlarımızı seviyor demek mümkün mü? Bunlar benim Kürt kardeşlerimin düşmanı ya, sevmek diye bir şey yok. Sevmek diye bir dertleri olsa, bizim 2 senede bitireceğimiz havalimanını bize 4 senede, 5 senede bitirttiler, çünkü müteahhit firmaları devamlı tehdit ettiler; biri gitti biri geldi, biri gitti biri geldi. Duble yollar yapıyoruz, bölünmüş yollar yapıyoruz, müteahhitlerini tehdit ediyorlar, bunları yaptılar. Ama biz buna rağmen yapacağız dedik ve yaptık. Şimdi bu süreci biz bu şekilde devam ettireceğiz ve bunlar hazmedemeyecekler. Dikkat edin, ülkemizde de, dünyada da işte Erdoğan gitmeden Türkiye’ye istikrar gelmez diyorlar. Tamam da, şimdi Erdoğan’ın gitmesi veya gitmemesi, peki 2002’nin sonunda veya 2003’ün başında Türkiye’de Erdoğan’ın başında olduğu bir iktidar mı vardı? Yoktu, peki Türkiye neredeydi? Veren el miydi, alan el miydi? Alan eldi, öyle mi? Delikli paraları arıyorduk, acaba bize birileri borç verir mi, bunu arıyorduk. Ama vermiyorlardı, böyle bir durumdaydık. Geldik, yoğun bir çalışma.

Aynı şeyi İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum zaman da başıma geldi, 2,5 milyar dolar borçla devraldık, çöp dağları, onları hatırlayanlarınız yoktur tabii değil mi? İstanbul’da oturanlar bile o zaman kim bilir içinizde olanlar, tabii artık hatırlar durumda değildi. Ama o çöp dağlarını biz 1 yılda ortadan kaldırdığımız gibi vahşi depolamayla bunlar depolanıyordu, biz modern depolamayı getirdik ve bundan kompost gübre ürettik, bundan enerji üretir hale geldik. Aynı şekilde gazeteler maske dağıtıyordu İstanbul’un havası çok kirli olduğu için. Ve biz yoğun çalışmanın içerisine girdik, hamdolsun 1-1,5 yıl içerisinde İstanbul’da doğalgazı yaygınlaştırdık ve hava kirliliğini ortadan kaldırdık. Su yoktu İstanbul’da, yıkanacak su. Vatandaş ne yapıyordu biliyor musunuz? Gidip bidonlarla su satın alıyordu, küvetin içini dolduruyordu veya bidonlarla banyolar doluyordu, işini öyle çözüyordu. 180 kilometreden, Trakya’dan dağları deldik İstanbul’a su getirdik ve o zamanlar da benim İSKİ Genel Müdürüm şu andaki Orman ve Su İşleri Bakanımız Veysel Eroğlu’ydu, gerçekten güzel bir çalışmanın o da yöneticisi oldu. Ve oralardan getirdiğimiz suyla İstanbul’un hamdolsun 2040’a kadar o günkü hedefimiz oydu su sorununu çözdük. Ve o gündür bugündür İstanbul’da su sorunu diye bir şey kalmadı.

Bunlar lafla olmuyor, çalışarak oluyor. Önceleri de birileri vardı, niye onlar halledemedi de bu istikrar bu şekilde geldi? Dert o değil, yetişemediği üzüme ne dermiş? Koruk dermiş, mesele bu. İsteseler de, istemeseler de biz bu millet için, bu vatan için bu can bu tende olduğu sürece hizmete devam edeceğiz; olay bu.

SUNUCU- Sayın Cumhurbaşkanım, yine Twitter üzerinden bir soruyu hemen size yöneltmek istiyorum. Uluslararası ilişkiler siyaset bilimi okuyan genç bir arkadaşımız soruyor size bu soruyu; vizesiz Avrupa yine gündemimizde diyor, daha önce de belirli tarihler konuşulmuştu, ancak şimdi Ekim ayından itibaren Schengen Bölgesine vizesiz seyahat edeceğimiz ciddi olarak konuşuluyor. Dünyayı tanımak, Avrupa’da vizesiz seyahat edebilmek için biz gençlerin yıllardır en büyük arzularından. Avrupa Birliği bu konuyu bile mülteci sorununda bir pazarlık haline getirdi diyor arkadaşımız. Hakkımız olan AB üyeliğinin önünde şimdi de bu konuyu koydular. Sayın Cumhurbaşkanım, AB üyelik sürecimiz hakkında nasıl bir yol izlenecek diyor bu genç arkadaşımız.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Şimdi ben genç arkadaşımıza öncelikle şunu söyleyeyim: Tabii Schengen konusu bizim aslında çoktan hakkımız. Biliyorsunuz bizim Avrupa Birliği’ne fiili müracaatımız 1959’dur, resmi 63’tür. Ve bu süreç içerisinde bize her zaman çalım attılar, hiçbir zaman samimi davranmadılar. Şu anda da samimi davranmıyorlar, onu söyleyeyim. Yani Başbakanlığım döneminde özellikle Fransa’nın Başkanı o zaman Chirac’tı ve Almanya’nın Şansölyesi de Schröder’di, ikisi de çok samimi dostumdur ve biz üçlü olarak birçok görüşmeler aramızda yapardık. Ve bu görüşmelerde onlar hep savunurlardı, ama netice almaya gelince netice alamazlardı. Çünkü Türkiye’nin oraya üye olarak girmesini istemiyorlardı, onlar değil diğerleri. Ve defaatle bunu liderler zirvesinde gündeme getirmemize rağmen ki o zaman tabii üye sayısı da 15’ti, devamlı oyaladılar. Ve bizler de niçin dediğimizde, aslında niçin’in cevabını biliyoruz da gündeme getirmek doğru değil diye gündeme getirmiyorduk, çünkü olayı farklı yere taşıyacaklarını biliyorduk. Ne yazık ki hep oyalayarak bu süreç devam etti. Chirac ve Schröder’in görevi bırakmalarından sonra tabii Fransa’da Sarkozy’i göreve geldi, Merkel Almanya’da göreve geldi ve ondan sonra özellikle bu toplantılara liderleri davet etmeyi kaldırdılar. Ama o arada bazı ülkeler Avrupa Birliği’ne üye olmanın ötesinde yoğun bir siyasi kararla bir anda 15 sayısı 27’ye çıktı, şu anda da 28. Çünkü kararlar siyasiydi, örneğin bunlardan bir tanesi; gençler bunu özellikle tabii hepinizin bilmesi lazım da, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, hukuk, bu konuda çalışan arkadaşlarımın çok iyi bilmesi lazım. Ve o süreç içerisinde mesela bir adım vardı ki, bu bizim Burgenstock buluşmasıdır İsviçre’de. Biz Burgenstock’ta 4 gün diplomatlar biraraya geldiler, Kıbrıs’la ilgili kararı vereceğiz. Bu işte Avrupa Birliği de tabii aktif. Ve bu kararı vermek için orada biraraya geldik, bunu da yine teşvik eden o zaman şahsım oldu. Ve Kofi Annan’a Davos’ta bir teklif yaptım, gelin dedim şu Kıbrıs meselesini çözelim. Dedi ki; ben üç kez bu işe teşebbüs ettim, dördüncü kez buna teşebbüs etmek istemiyorum dedi. Dedim, bak bu defa Türkler her zaman Rumlardan bir adım önde olacak, bu dedim bir sözdür, hiç endişe etmeyin, buna girelim. Bir düşüneyim dedi. Bir müddet sonra tamam dedi ve biz adımı attık ve Burgenstock’ta bu çalışma başladı. Ve Burgenstock’taki çalışmada ne yazık ki Yunanistan ve Güney Kıbrıs tarafı bizim gösterdiğimiz o samimiyeti göstermediler. Çalışmalar yapıldı, bitti ve son imza anına geldiğinde o zaman Rumlar şunu söyledi, tabii Güney Kıbrıs Yunanistan’la müşterek, o da biliyorsunuz garantör ülke konumunda olduğu için, Türkiye de Kuzey Kıbrıs’ın garantör ülkesi, imza atılacak, bunlar vazgeçtiler. Kofi Annan dedi ki; bana söz verdiniz, ben sizin bu vazgeçmenizi kabul etmiyorum dedi, imzayı bugün atacağız. Tabii şimdi imzayı atmaya atıyoruz da arkasından başka çirkinlikler geliyor. İşte imzalar o gün orada atıldı. Fakat çok enteresan, hemen bir referandum Kuzey’de ve Güney’de. Ve çok ilginçtir, Kuzey yüzde 65 evet diyor, Güney yüzde 75 hayır diyor. Ne oldu? Verilen sözler yerine gelmedi. Bu rağmen Avrupa Birliği tuttu Güney Kıbrıs’ı ne yaptı? Avrupa Birliği’ne üye yaptı. Kuzey’i yapmadı. Diyorum ya, samimi değiller. Biz samimiyetimizi gösterdik, onlar göstermedi. Bunun dışında tabii bazı atılması gereken, yapılması gereken ödemeler vardı, bu ödemeleri yapmadılar vesaire. Yani Avrupa Birliği müktesebatına bir defa kendileri uymadılar. Tabii biz yolumuza o gün bugündür yine devam ediyoruz. Ondan sonraki süreç içerisinde de birçok şeyler yine yerine gelmedi. Ve bizim şöyle değerler silsilesi içerisinde geçmişimize baktığımız zaman hiçbir zaman bunlar sözlerinde durmazlar. Yine durmayacaklar, farkındayım. Niye? Eskiden fasıllar açıldığı zaman aç-kapa yapılırdı, yani bir fasıl hem açılır hem de kapanırdı. Fakat bunlar sadece eğitimle ilgili yanılmıyorsam bir fasıl vardı oranın aç-kapası yapıldı, ondan sonraki 13 fasıl, şu anda çünkü 14 fasıl sadece açılmış oldu, hepsi sadece açıldı, ama kapanması yapılmadı. Niye? Çünkü o kapama olayını kaldırdılar. Niye? Türkiye var. Ama bunu bir diğer ülke için yaptıkları zaman hiç düşünmeden anında işi bitiriyorlar. Türkiye’ye gelince niye yapmıyorsun? Bahaneler şu: Sizin nüfusunuz çok fazla. Ne demek canım yani? Türkiye şu anda Avrupa Birliği’ne ilk müracaatı olan ülkelerden bir tanesi. Siz güçlüsünüz ya, yarın Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde sıkıntı olur havasıyla böyle bir yaklaşımı ortaya koyuyorlar. Bütün bunlara rağmen biz arkadaşlarımıza hep şunu söyledik: Dedik ki sabırlı olacağız. Yani onlar kabul etmiyor mu? Biz kalkarız Ankara kriterleri deriz, Kopenhag kriterleri deriz, yapar yolumuza devam ederiz, zaten biz bu kriterleri biliyoruz. Yani, müktesebatın içinde ne var-ne yok hepsini biliyoruz, öyleyse bu adımı da bu kararlılıkla atarız, yolumuza da devam ederiz. Ve şu anda yaptığımız da budur, yolumuza aynen bu kararlılık içerisinde devam ediyoruz. Hiçbir endişeye kapılmaya gerek yok, yani Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almamakla biz bir sıkıntı yaşamadık. Schengen Vizesiyle ilgili işte bize Başbakanlığım döneminde bu yılın Ekim ayında Schengen Vizesini uygulamaya koyacaklarını söylediler. Şimdi onu Haziran’a çekme olayı söyleniyor, onun için de bir 72 madde olayı çıkardılar şimdi, bu 72 madde hallolursa işte Haziran’da bu uygulamaya girecek diyorlar. Ama bu arada Avrupa Birliği’nin coğrafi sınırlarıyla hiç alakası olmayan bakıyorsunuz Güney Amerika’dan ülkeleri, Latin Amerika’dan ülkeleri Schengen Vizesine dahil ediyorlar. Şu anda mesela Venezüella buraya dahil, ne alakası var? Bunları yapıyorlar. Ona bakarsanız Güney Kıbrıs’ın Avrupa’yla ne alakası var? Malta’nın ne alakası var? Olmadığı halde bunlar şu anda orada. Mesele o değil, mesele başka. Ama Türkiye’nin diyorlar ki; siz bir Asya ülkesisiniz. Olur mu canım? Şu anda Trakya Avrupa’ya dahil değil mi? Avrupa’ya dahil. Bahane uydurmaya kalktıkları zaman bahane çok. Öyle de olsa, böyle de olsa biz güçlü olmaya mecburuz, çok çalışacağız, çok gayret edeceğiz. Şu anda kişi başına milli gelirimiz 10 bin dolarsa, bu rakam bizim bir defa hedefimiz neydi? İlk etapta 15 bin dolar, ardından 2023 bunu 25 bin dolara çıkarmamız lazım. 25 bin dolara çıkaracağız, göreceksiniz dengeler o zaman çok daha farklı olacak.

SUNUCU- Bunun için de çok çalışacağız diyelim.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Eyvallah.

SUNUCU- Gençler merak ettiklerini sormaya devam ediyor. Evet arkadaşlar, bakalım kim soracak. İsminizi öğrenebilir miyim?

SORU- Merhaba, ben Sema Mine Aktaş, Beykent Üniversitesi İşletme 2. sınıf öğrencisiyim.

Sayın Cumhurbaşkanım, ekonomiyle ilgili bir bölüm okuduğum için bu bölümde bir soru yöneltmek istiyorum sizlere. 2002’de faiz virüsü yüzünden iflas etmiş bir Türkiye’yi şimdi bu gelişmiş düzeye çıkarttınız. Faizle ilgili yapmış olduğunuz bir konuşmada da kanaat ekonomisini önermiştiniz. Biz gençlere bu kanaat ekonomisi hakkında neler öneriyorsunuz, nasıl hayata geçirebiliriz, bunu öğrenmek istedim, teşekkür ediyorum.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Ben çok teşekkür ediyorum.

Tabii göreve geldiğimizde özellikle şunu çok açık-net söylemem lazım: Türkiye’nin, bir defa devletin borçlanma faizinin yüzde 63 olduğu bir dönemdi. Ve bir de tabii oranlamaya baktığımız zaman, milli gelire oranda da yüzde 73-74, böyle bir konumdaydı. Şu anda tabii bu artık yüzde 30’lara gerilemiş vaziyette, böyle bir konumdayız. Ve biz devletin borçlanma faizini yüzde 63’ten tek haneli rakamlara çektik. Tabii benim tezim şudur: Yani bir işletmeci olarak ekonomi tahsili görenler için de söyleyeyim, ama bununla birçok kişilerle ters düşüyorum, o ayrı mesele, ama bu benim inandığım bir tezdir, o da şu: Ben enflasyonla faizin doğru orantılı olduğuna inanırım, ters orantılı olduğuna değil. Ve eğer siz faizi yükseltirseniz enflasyon da yükselir, faizi düşürürseniz enflasyon da düşer. Ve biz yüzde 63 devletin borçlanma faizi olduğu zaman enflasyon yüzde 30’du. Ama tek haneli rakama faizi çektik, enflasyon da onunla beraber tek haneli rakama düştü. Bakın şu anda faizi şöyle biraz yüksek tutunca faiz yine yükseliyor, enflasyon da yükseliyor. Şimdi benim buradaki tezim özellikle dünyada Amerika’ya baktığımız zaman nedir onlarda faiz oranı? 0,50, o da yeni, 0,25 idi 0,50’ye çıkardılar. Japonya’ya bakıyorsunuz eksi, Avrupa’ya bakıyorsunuz işte 1, 2, buralarda. Şimdi buralarda bu denli faiz düşükse, bizde faiz komisyonlarını da ilave ederseniz yüzde 15, yüzde 16’lara çıkıyor. Bu ne demektir? Siz bu ülkede yatırımın önünü kesiyorsunuz. Yatırım yaptırmayacaksınız, yatırım yaptırmazsınız. Çünkü girişimci yatırım yapabilmesi için parayı ucuza mal etmesi lazım, eğer parayı ucuza mal edemezse yatırım yapması mümkün mü? Değil. Şimdi bu sadece yatırımı sağlamayacak, neyi sağlayacak? Sana bir de istihdam sağlayacak. Çünkü yatırım olduğu zaman arkadan neyi getirecek? Çünkü yatırım olduğu zaman arkadan neyi getirecek, istihdamı getirecek. Bitmedi, istihdamı sağladın, bir de neyi getirecek? Üretimi getirecek. Bu da bitmedi, bir şeyi daha getirecek, sana rekabet gücü kazandıracak, ama eğer parayı ucuza mal ederse. Eğer parayı ucuza mal etmez de, eğer para pahalıya mal olursa, o zaman bu o yatırımcıyı iflasa götürür şu anda olduğu gibi. Biz reel sektörle finans sektörünün arasındaki dengelere baktığımız zaman dikkat edin, burada enteresan bir değişiklik var, parayı asıl kazanan neresidir? Finans sektörüdür, en çok parayı finans sektörü kazanır reel sektör değil. Ben de böyle konuştuğum zaman tabii finans sektörü bundan rahatsız oluyor, sen bize düşman mısın diye. Hayır, ben size düşman değilim, ben ülkemde reel sektör için finans sektörünün bir kaldıraç görevi görmesini istiyorum.

Kanaat ekonomisi dediğim zaman, o da şu: Dikkat edin ciddi manada bir israf ekonomisiyle karşı karşıyayız. Yani birçok yerlerde, diyelim ki evlerimizde ihtiyacımız, yani bunu giyiminizden tutunuz kuşamınıza kadar bakıyorsunuz ki artık her şey diyelim ki bir moda tehdidi altında bir takım elbise yeterken birkaç takım oluyor veya 2 takım, 3 takım neyse daha fazlası oluyor. Aynı şekilde araç-gereç bakıyorsunuz aynı evde beyefendinin de bir aracı var, hanımefendinin de bir aracı var, yani bir araçla yetinmiyorsunuz. Veyahut da Batı toplumlarında mesela toplu taşım çok çok ileridir, yani hafta sonunda falan aracı kullanırlar. Niye? Çoluk çocuk beraber tatile bir yere giderler. Ama hafta içi işine giderken gelirken bakıyorsunuz metroyu kullanır, u-bahn’ları kullanır, öbür tarafta işte toplu taşıma araçlarını kullanır, bunlarla bunu halleder. İşte biz burada eğer kanaat ekonomisini devreye soktuğumuz anda hem ailelerimiz güç kazanacaktır, hem ülke buradan güç kazanacaktır. Bunun bir diğer adı da aslında verim ekonomisidir, israf ekonomisinden verim ekonomisine geçiş. Bu verim ekonomisine geçişi başardığımız anda Allah’ın izniyle çok kısa bir sürede Türkiye yeni bir sıçramayı da beraberinde getirecektir.

SUNUCU- Yine salondan bir başka soru alalım. Siz arkadaki arkadaşımız.

SORU- Sayın Cumhurbaşkanım, öncelikle bunu söylemek istiyorum: Ben ilk sefer sizinle biraraya geliyorum ve samimi söylüyorum, sizin heyecanı götüren ve silen bir tebessümünüz var.

Adım Muhammed Talip Zemzem, ben de Suriyeliyim, Bayırbucak Türkmenlerindenim, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde burada bu kampusta mekatronik mühendisliği okuyorum ve Allah’a şükürler olsun bölüm birincisiyim.

Hocam, Peygamberimiz (sav) biliyorsunuz bize dedi ki, öğretti ki; insanlara teşekkür etmeyen Allah’a da teşekkür etmez. Ondan dolayı Suriye halkı adına size, yeni Türkiye’ye, yeni Türkiye’nin liderlerine ve halkına teşekkür etmek istiyorum.

Hocam, benim sorum bu; öğrenciyim, ama genel durumla ilgili bir soru soracağım; çok net bir şekilde 2011’de bu olaylar başladığında açık sınır siyaseti uyguladınız çok net bir şekilde. Ondan sonra süre uzadı, Suriyelilerin sayısı arttı, 3 milyona yakın oldu, sonra uluslar arası gelişmeler oldu. Şu an biraz bulanık bir görüş var, sınır meselesi, en son Avrupa’yla yapacağınız ya da yaptığınız anlaşma, işte Suriyeliler bunu sormak istiyor ya da daha doğrusu emin olmak istiyor. Siz Suriyelilerle nasıl bir siyaset uyguluyorsunuz ve bu siyaset değişken mi?

Teşekkür ederim.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Şimdi ben tabii Zemzem kardeşime özellikle şunu ifade etmek isterim: Bir defa biz Suriyeli kardeşlerimizi sınır boylarında bırakamayız. Elimizden gelen neyse sonuna kadar onu yapmaya devam edeceğiz, zira onlar bizim kardeşlerimiz. Onlar bombalanırken varsın ölsünler diyemeyiz. Bu bizim için bir kardeşlik görevidir. Kaldı ki insani olan yaklaşımımız da budur. Şu anda ben vatandaşlarıma bakıyorum, şu yaklaşım içindeler: Biz ensarız, onlar muhacir. Dolayısıyla bu yaklaşımı biz kaybedemeyiz. Zira 500 bin insanın öldürüldüğü, katledildiği bir Suriye var, bir devlet terörü estiren bir zalim Esed var, terörist Esed var, aslında bunun Lahey’de yargılanması gerekir. Ama uluslararası camia henüz bunu halledebilmiş değil. Bu kadar insanın canına kıyan, onları varil bombalarıyla öldüren böyle bir adam şu anda hala rahatlıkla bakıyorsunuz konuşabiliyor, işte Moskova’da kırmızı halılarla ağırlanabiliyor; böyle bir şey olabilir mi? Bunlar nasıl dünya ülkesi, nasıl bunlar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey üyesi? Onun için ben diyorum ki, dünya 5’ten büyüktür. Yani dünyada 196 tane ülkenin kaderini 5 tane ülke belirleyemez, buna hakkı yok. Bu Birinci Dünya Savaşı’nın şartları içerisinde bu böyle olmuş olabilir, ama bugün biz aynı şartları yaşamıyoruz, onlar geçti artık, şimdi bunun reforme edilmesi lazım. Reforme edilmek suretiyle, düşünün 5 tane ülke daimi üye, bunun yanında gelecek 10 tane üye eee bunlar geçici üyeler, bunlar da ikişer yıl orada görev yapacaklar. Biz de diyoruz ki, bunu reforme edelim, reforme ettikten sonra bakın orada bütün kıtaların temsilcileri yok. Sadece Avrupa’dan burada üç tane ülke var, ben Rusya’yı da Avrupa ülkesi sayıyorum; Rusya, İngiltere, Fransa, üç ülke. Amerika dört, Çin beş, böyle bir yapı. Afrika’dan var mı? Yok. Peki, niye? Onların da burada bulunması lazım. Güney Amerika, Latin Amerika, oralara bakıyorsunuz, oralardan da yok. Şimdi bütün bu tablo içerisinde bir de dini durumlara bakıyorsunuz, dini noktadan 1 tane Müslüman ülke o beşin içinde yok. Ben biraz daha aşıyorum işi, peki Budistlerden var mı? O da yok. Şimdi biz diyoruz ki, burada 196 ülke dönerli bir şekilde yer alması lazım. Bunun içinde hem kıtalar değerlendirilmeli, daimi üye-geçici üye olmamalı, icabında 20 ülke olmalı, ama dönerli bir şekilde bunlar orada görev yapmalı. İki yılda bir bu değişebilir, iki yılda bir hem bu kıtalardan gelecek olanlar değişir, hem de inanç gruplarından gelecek olanlar değişir. Bugün dünyada 1,5 milyarı aşkın Müslüman var, 1,5 milyarı aşkın Müslüman’ın 1 tane orada temsilcisi yok. Ben geçici üyeyi üye olarak kabul etmiyorum ki biz de geçici üyelik yaptık, ama hiçbir kıymet-i harbiyesi yok geçici üyeliğin. Hepsi o 5 tane üyeden birinin dudağının arasında. Hayır dediği zaman mesele bitmiştir, oradan karar çıkartamazsınız. Öyleyse olması gereken, dünya 5’ten büyüktür ve bu reformu yapıp bu problemi çözmek. Ha bu olur mu-olmaz mı? Olur-olmaz, ben gittiğim her yerde anlatıyorum, bütün liderlere söylüyorum. Bunu hep beraber yapacağız diyorum, yani sadece bu benim görevim değil. Halden memnun musunuz? Hayır, değilsek o zaman hep beraber 191 ülke teşebbüs etmemiz lazım. Edelim, girişimde bulunalım, netice alırız-almayız, o ayrı mesele, ama bu adımın atılması lazım ve bu konuyla ilgili olarak duruş çok çok önemli. Ve şu anda sizlerle ilgili, Suriye’yle ilgili bakın Rusya ne diyor? Beni rejim çağırdı ve ben de Suriye’ye geldim. Mecburiyetinde değilsin ki. Şimdi aramızın iyi olduğu zamanda bana hep Sayın Putin’in söylediği şuydu: Ben de tasvip etmiyorum. Niye gittin? Aran benle açıldı, hemen gittin. Ben o Esad’la ailece çok iyi günlerimiz vardı, fakat halkına zulmettiği anda bir Ramazan gecesi kendisini aradım, Başbakanımız o zaman Dışişleri Bakanımdı Ahmet Bey, gitti 5 saat, 6 saat kendisiyle görüştü, o da bir netice alamadı. Biz neticeleri alamayınca ondan sonra dedik ki; kusura bakma artık seninle yollarımızı ayırıyoruz. Çünkü biz eğer babamız da olsa zulmederse yolları ayırırız. Zulüm ile abat olunmaz, zalimle de yan yana durulmaz. Bir Müslüman asla zalimle yan yana durmaz. Onun için bu hassasiyetimizi sonuna kadar koruyacağız. Ve şu anda da devam ettirdiğimiz o desteğimizi Suriye’ye devam ettireceğiz. Bayırbucak Türkmenleriyle olan meselelerimizin zaten geçmişini biliyorsunuz. İşte şu Adana’daki tır meselesinde olan yaşadığımız olayların hepsi ortada ve o konuda neler yaşadık hepsi ortada. Ama bütün bunlara rağmen Türkiye’de öyle mahfiller var ki bu mahfiller bile ne yaptılar? Bizi o desteği verdik diye ciddi manada eleştirdiler. Yani ne işiniz vardı orada, oraya değil de biz DAİŞ’e yardım gönderiyormuşuz, bunu dediler; bunlar bu kadar vefasız, bu kadar nankör, bu kadar ihanet içinde. Ve her defasında söylememize rağmen bunu söylemek suretiyle dünya kamuoyunda bizi karalamak istediler. Tuttu mu? Tutmadı. Niye? “At denize, balık bilmezse Hâlik bilir” diye bizde güzel bir söz var. Biz öyle baktık, öyle yola devam ettik ve Bayırbucak Türkmenlerini de yalnız bırakmadık, bırakmayacağız. Suriyeli kardeşlerimizi de yalnız bırakmadık, bırakmayacağız.

SUNUCU- Yeni anayasayla ilgili de soruları olan var mı arkadaşlarımızdan, başkanlık sistemi ve yeni anayasa. Yeni anayasayla ilgili bir soru alalım, sonra sizin sorunuza geçelim isterseniz.

SORU- Mücahit Salih İnanç, Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi Uluslararası İlişkiler öğrencisiyim.

Sayın Cumhurbaşkanım, demokrasiye sahip çıkan bir milletiz, fakat 90 yıllık tarihimiz olmasına rağmen milletimiz hiç anayasayı kendisi oluşturamamıştır ve son olarak son zamanlarda şehrimizde gençlik yeni anayasa istiyor sloganlarıyla karşılaştık. Ve bu gençlik sivil iradenin kuvvetli olduğu bu dönemlerde tekrar yeni anayasanın çalışmalarının başlatılmasını istiyor ve sizce milletimizin yeni anayasayı…

Çok özür diliyorum, sizin karşınızda çok heyecanlanıyorum ve sizi çok sevdiğim için konuşamıyorum şu an.

Sizce milletimizin yeni anayasayı oluşturmasıyla bizim hayallerimiz gerçekleşebilecek mi, bunu sormak istiyordum.

Çok teşekkür ederim, çok sağ olun.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Teşekkür ediyorum.

Tabii bu yaklaşım bir şeyi daha gösteriyor; demek ki biz gençlerimizle daha çok biraraya gelmemiz lazım ki bu heyecan ortadan kalksın.

Evet, bildiğiniz gibi son anayasa 1982 Anayasası, ki bu anayasa aslında bizim bir darbe anayasası olarak hakikaten üzerine ısrarla gitmemiz gereken bir anayasa oldu ve bu anayasa ortaya konduktan sonra da tabi dengeler ciddi manada değişti. Zira bakış bir darbeci bakışıydı, bir darbeci bakışıyla da tabi normal bir insanın bakışı aynı değildi. Bu sıkıntıyı, bu çelişkiyi ortadan giderebilmek için biz bir adım attık ve o adımı attığımız zaman da ancak 26 maddeyi değiştirebildik. Ve bu 26 maddeyi değiştirdiğimizde de, mesela bunlardan bir tanesi, o 26’nın yanına 27. madde olamadı o, bu da partilerin kapatılması ile maddeydi. Yani partilerin kapatılmasını ben tabi istemiyorum, buna karşıyım, ne yazık ki bizim dışımızdaki 3 tane parti bu maddede Parlamentoyu terk ettiler ve biz yalnız kaldık, ne yazık ki içimizden de 3 arkadaşımız, ne yazık ki onlar da Parlamentodan çıktılar ve biz 330’u yakalayamadık. Tabi 330’u yakalayamayınca bunu biz bu anayasa değişikliği kapsamına alamadık. Eğer anayasa değişikliği kapsamına onu alabilseydik, bugün partilerin kapatılması diye bir şey söz konusu olmayacaktı.

Fakat, partiler kapatılmasın diye bağırıp çağıranlar o gün Meclisi terk edenlerdi. Niye Meclisi terk ettiniz? Bunun cevabını verebiliyorlar mı? Hayır, veremiyorlar, çünkü samimi değiller. Ha onlar şuna alışmışlar: Nasıl olsa bizim yedekte diyorlar 2 tane parti var, 3 tane parti var, birisi kapatılırsa hemen bir tanesini devreye sokarız, hesap bu; ama biz gerçekli yaklaşalım istedik, samimi olalım dedik. Ve benim o zamanlarda hep ifadem şu oldu: Parti kapatılmaz, ama ister genel başkanlar olsun, ister varsa bakanları, milletvekilleri vesaireler olsun, onlar yargılanır, onlar ceza yiyecekse ceza yer.

Çünkü düşünün ki, bir partinin 10 milyon, 15 milyon üyesi var veya aldığı oy var, faraza iktidar partisinin şu anda 23,5 milyon aldığı oy var, eğer siz bir iktidar partisini kapatma yoluna giderseniz, ki Başbakanlığım dönemimde böyle bir durumla da karşı karşıya kaldık, o zaman siz sadece Tayyip Erdoğan’la beraber 330 tane, 340 tane milletvekilini cezalandırmıyorsunuz ki, tam aksine 23,5 milyon oy veren insanı cezalandırıyorsunuz. Böyle bir yetkiniz olamaz, böyle bir hakkınız olamaz, bu demokratik de değildir, böyle bir şey olamaz. Ama ne oldu? Yargılama neticesinde kıl payı iş kurtarıldı, o dönem o şekilde atlatıldı. Ve bugün de bir parti ne yaparsa yapsın ben kapatılmasına karşıyım. Ama genel başkanıymış, milletvekiliymiş vesaire, onlardan yargılanması gerekenler varsa ki yargılansın diyorum.

Nitekim şu anda iktidar partisinin yapmış olduğu açılamayı ben çok çok yerinde buluyorum ve destekliyorum da. O da nedir? Yani şu anda dokunulmazlığı olan bütün milletvekillerinin bence şu anda tabi dokunulmazlıklarıyla alakalı fezlekeleri Parlamentoda olanların bir defa dokunulmazlıklarının kalkması gerekir anlayışı.

Bunu niye söylüyorum? Siyasetçi bunların önünde bir koruma bariyeri olmamalı. Siyasetçi veya siyaset buradan çekilmeli, ha yargı ne gerekiyorsa yargı bunun kararını vermeli. Çünkü vatandaş ne diyor? Cumhurbaşkanım diyor, bu işi diyor halledin. Bizim paralarımızla bize bunlar saldırıyor. Hem maaş alacaklar, hem saldıracaklar. Aynı şey vatandaşın arasına girmenin milletvekilleri açısından çok daha sıkıntısı var, diyorlar ki, ne duruyorsunuz, niye gereğini yapmıyorsunuz? Bu kadar şehitlerimiz var, bütün bu şehitlerimiz geliyor, siz bunların karşısında hala sessiz duruyorsunuz. Birileri onların taziye çadırı kurmuşlar da taziye çadırına gidiyormuş. Ne demek ya, yani bölücü terör örgütünün mensubunun taziye çadırı diye bir çadır olabilir mi veya böyle bir çadıra bir milletvekili gidebilir mi? Nasıl gidersin sen ya? Sen bu milletin vekili olacaksın, ee?.. Bölücü terör örgütünün bir teröristi ölecek, sen onun hazırlanan bilmem ne çadırına gideceksin. Böyle saçmalık mı olur? Bütün bunlarla ilgili bu ülkede siyaset bariyer olmaktan çıkmalı ve oraya yargı elini koymalıdır, atılması gereken adım da budur diye ben inanıyorum, böyle düşünüyorum. Ve bu konuda da öyle zannediyorum şu anda Sayın Başbakanın açmış olduğu bu yolda atmış olduğu bu adımla herhalde Ana Muhalefet Partisi de kararını verecektir, öbür tarafta inanıyorum ki MHP de, Sayın Genel Başkanları birkaç kez bu konuda olumlu açıklamaları da oldu, onlar da bu kararı verecekler ve böylece buradan, Parlamentodan ben ciddi bir kararın çıkacağını zannediyorum, çünkü bu işin önünün açılması lazım ve yargı da bu konuda atması gereken adımları atması lazım.

Şimdi yeni anayasayla ilgili tabi bu konudaki somut kararlar çok önemli. Mesela anayasanın 14. maddesi var ki bu maddede soyut bir durum söz konusu, bunun somut hale getirilmesi lazım. Hani nerede, hangi noktada ne olursa ne olacak, bunun orada çok net olarak ortaya çıkması lazım ki… Bu tabi sadece 14 değil, bunun dışında da birçok maddeler var, bu maddelerde de bence bunlar rahatlıkla bir kararın alınabilmesi hususunda net olması lazım, somut olması lazım. Yani bir kanun var mı hakkında, yok mu, buna bile mahal bırakmadan adımın atılabilmesi lazım.

Hele hele böyle bir süreçte, 60 maddeyi filan biliyorsunuz önceki dönemde buldu çalışmalar, bu 60 maddeyle ilgili hadi bir adım atılsın dendi, maalesef yanaşılmadı. Şimdi devam edelim, işte ana muhalefet de buna katılırsa. Ya gerek yok. Bu aslında şu anda diyelim ki sadece burada bir iktidar partisiyle MHP el ele verse, yani 367’yi bulayamayabilirler, o ayrı bir konu ama, hiç olmazsa millete gitmenin yolu açılabilir. Ben inanıyorum ki, millete gitmenin yolu açılsa, millet böyle bir yeni anayasaya sizin dediğiniz gibi onlar da evet diyecektir, ben milletimize bu noktada güveniyorum. Ve ben iktidar partisiyle MHP arasında asgari müştereklerin değil, azami müştereklerin olduğuna inanıyorum. Azami müştereklerin olduğu iki görüş, iki yapı eğer biraraya gelir de böyle bir milli ve yerli anayasayı eğer oluşturursa, bu millet de kendisi için kendi dokusunu yansıtan milli ve yerli bir anayasaya evet diyecektir diye düşünüyorum. Temenni ederim ki bu adım da kararlı bir şekilde atılır.

SUNUCU- Umut ederiz atılır.

Bir de başkanlık sistemiyle ilgili bir soru vardı, zannedersem siz soracaktınız, evet.

SORU- Merhaba Sayın Cumhurbaşkanım.

Türkiye’de bildiğiniz gibi yeni başkanlık sisteminden bahsediliyor. Bunun yanı sıra, sizin de sürekli üzerinde durduğunuz bürokratik oligarşinin yıkılması için seçim sistemlerinin ve siyasi parti kanunlarının değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum ben, bu konuda önemli olduğunu düşünüyorum. Siz de daha önce dar bölge seçim sistemlerinden ve mevcut sistemlerin sıkıntılarından bahsetmiştiniz. Sizce milletin temsili iradesi ve temsilde adalet noktasında mevcut sistemimiz yeterli midir? Bu sistemle başkanlık sistemine geçiş yapılabilir mi?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Evet, çok çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle şunu söylemekte fayda var: Tabi bu bir sistem arayışı, yani başkanlık sistemi dediğimiz olay o, yoksa bu benim şahsımla alakalı bir konu değil. Şu 13-14 yıllık deneyim bize bazı şeyler gösterdi, yani bir yerde tıkanıyorsunuz ve orada araç patinaj yapmaya başlıyor. Biz bu aracın patinaj yapmasını istemiyoruz, bundan kurtulmamız lazım. Çünkü siz Cumhurbaşkanı olarak bir şey söylersiniz, Başbakan bir başka şey söyler, sonunda yine, farklı görüşlerde olabilirsiniz de, ama hedef aynı olunca bunu aşarsınız, fakat burada da çok ciddi bir zaman kaybı başlar. Fakat bizim tabi ülke olarak zaman kaybına tahammülümüz yok.

Bugün şöyle gelişmiş ülkelere baktığımız zaman, gelişmiş ülkelerin kahir ekseriyeti şu anda başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Şimdi onlar başkanlık sistemiyle yönetiliyorsa, ha burada demek ki bir tecrübe var, demek ki başarı burada sistemin kendisinde. Biz zaten demokratik parlamenter sistemle yönetiliyoruz şu anda, bunu iyileştirelim. Bunun neyini işleştireceksin? Her şey ortada, bununla gidiyor bu ve yürümüyor. Hele hele Cumhurbaşkanı farklı siyasi bir anlayışta, Başbakan farklı bir siyasi anlayışta olursa, geçmişte yaşadığımız denemeler var, farklı siyasi anlayışta olmadığı halde anayasa kitapçığının fırlatıldığı dönemler yaşadı ülkemiz. Biz bunları yaşamak istemiyoruz, onun için de diyoruz ki, burada eğer; ki 10 Ağustos’ta işte şahsımı milletim yüzde 52’yle Cumhurbaşkanı seçti, yani bu bir yerde fiili olarak yarı başkanlık sistemidir. İlk defa bir millet oylama yapıyor ve şahsımı da Cumhurbaşkanı olarak seçiyor. Tabi o günden bugüne söylediğim gibi alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım demiştim ve alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmamaya da gayret ediyorum ve bu konuda da çünkü sebep-netice ilişkisini çok iyi kurmam gerekir diye düşünüyorum. Gerek kurumsal yapı içerisinde birçok adımlar attım, atmaya devam ediyorum ve atacağım da. Ve bununla birlikte tabi ülkemin kazanımları çok çok önemli, bunu çok daha ileri taşımamız lazım. Zira kişi başına milli gelirde bu ulaşılan rakam bizim için yeterli değil, bunun artması lazım. Ve bu konuda tabi şu anda bizim Hükümetle dayanışma içerisinde olmamıza rağmen tıkanıklık var, bunu aşmamız gerekiyor.

Fakat az önce söylediğiniz bu hani barajlar kalksın filan deniyor ya, ben bu konuyla ilgili zaten düşüncelerimi daha önce söyledim, dedim ki, gelin biz burada dar bölge sistemi yapabiliriz, daraltılmış bölge sistemi yapabiliriz, bütün bunları yapabiliriz. Ama muhalefet ne dedi? Hayır, olmaz dedi. Peki, ne istiyorsunuz siz? Barajı kaldıralım. Tamam da, bunu da bir esasa bağlayacaksın. Şu anda diyelim ki dar bölge sistemi dediğimiz zaman, Avrupa’da olsun, dünyanın değişik yerlerinde olsun bu sistem uygulanıyor. Nasıl uygulanıyorsa biz bunu öyle uygulayalım. Bu neyi getirir? Şunu getirir: Yani bir belediye başkanı nasıl ki ilinde halka karşı neyi var, sorumluluğu var değil mi? Yani yarın iyi çalışmadığı halde o zaman halkının karşısına çıkabilir mi? O vatandaş onu rezil eder, hangi yüzle buraya geldin der, suratına bakmaz. Milletvekili de eğer çalışmamışsa o dar bölgede, yarın tekrar milletvekili seçilmek için oraya gidemez. Gittiği anda vatandaş hesaba çeker. Ama şimdi tabii böyle bir durum söz konusu değil. Şu anda hele hele büyük şehirlerde vatandaş milletvekilini göremiyor bile. Eğer çok aktifse bakan vesaire gibi böyle bir durum varsa, ha görme şansı oluyor, nerede? Televizyon ekranlarında. Ama gidip de şehri dolaşmak, böyle bir şey adeta yok gibi. Peki, bunun istisnaları yok mu? Var. Ama bu sistemden gelmiyor, o onun kendi özel kabiliyetlerinden geliyor. İşte dar bölgenin iyi tarafı budur. Dar bölgede milletvekili adayı seçildiği andan itibaren haftada üç gün Ankara mı, dört gününü de gelir nerede geçirir? Bölgesinde geçirir, halkıyla devamlı bütünleşir, bunu yapar. Şimdi mesela benim bir tercihim var, onu da söyleyeyim: Diyorum ki şu anda 18 yaş seçme yaşı mıdır? Seçme yaşı. Mesela böyle bir adımı attığımızda, sizin söylediğiniz demin Siyasi Partiler Kanunu ve bunun yanında bir de tabii Seçim Yasası ve 18 yaş seçme yaşı olduğuna göre, 18 yaş rahatlıkla seçilme yaşı da olabilir diyorum ben; bu tezimdir benim. Niye? Seçilmek mi kolaydır, seçmek mi kolaydır? Bana göre seçmek zordur, seçilmek kolaydır. Niye? İyiyi kötüden ayırt edecek zihniyete, kabiliyete sahip olmak başka bir şey. Bir zamanlar bir tane siyasetçi –isim vermeyeceğim, tabii bir genel başkan- dedi ki; ben Taksim Meydanına dört ayaklı çıkarsam seçtiririm dedi. Böyleleri gördü bu ülke. Bu ne demektir? Yani rasgele birisini de çıkarsam oraya yine ben onu seçtiririm. Zaten böyle de olmuyor mu? Böyle de oluyor. Yani kariyer, kalite, şu-bu, karizma, bu her yerde aranan şeyler değil. Her milletvekilinin ciddi manada bir karşılığı vardır diyemeyiz, bunu da söyleyeyim. Hepsine saygı duyarım, ayrı mesele, ama bakıyorsunuz bazıları işte yakındı, şuydu-buydu vesaire buna bakıyor. Onun için bizim burada özellikle Batıda olduğu gibi bakıyorsunuz 25 yaşında, 23 yaşında, 22 yaşında seçilmiş olan milletvekilleri var. 27 yaşında Dışişleri Bakanlığı yapan kişiler var. Yani bu kadar genç yaşta buralara geldiklerine göre Türkiye’de niye olmasın? Mesela bir tanesi tuttu iki yayına iki tane genç aldı, biz dedi çoluk çocuğa mı bırakacağız bu Parlamentoyu dedi. Bu nedir? Bu gençliğe hakarettir ya, bunu nasıl söylersin? Ben de diyorum ki; mademki 18 yaşa biz seçme hakkını veriyoruz, aynı zamanda 18 yaşa seçilme hakkını da vermemiz lazım, yani seçme ve seçilme yaşı 18 olmalı. Ha bu demek değildir ki bütün 18 yaşında olanlar Parlamentoya dolacak, böyle bir şey yok. Bunların içerisinde gerçekten o yarışın içerisinde kendini ispatlayanlar ve yapılacak ön seçimde, şurada-burada vesaire kendini kabul ettirenler ne yapacaktır? Parlamentoya aday olacaktır ve Parlamentoya girecektir. Temenni ederim ki bunları da başarırız.

SUNUCU- Yayın öncesi internet, Facebook ve Twitter’la ilgili sorusu olan bir arkadaşımız vardı, Emre burada mı acaba? Emre, sorunu alabilir miyim, Sayın Cumhurbaşkanımıza yöneltmek istiyordun.

SORU- Sayın Cumhurbaşkanım, öncelikle bizleri buraya kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İsmim Emre Ün, ben İstanbul Gelişim Üniversitesi Yeni Medya Alanında yüksek lisans yapıyorum. Sizlere de hem kendi alanımla alakalı, hem de biz gençlerin daha çok zaman geçirdiği mecrayla ilgili bir soru yöneltmek istiyorum. İnternet, Facebook, Twitter gibi bu alanlardaki özgürlükler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’mizde de tartışılmakta, çeşitli söylemler ileri sürülmektedir. Gençlerin beklentileriyle devletimizin uygulamaları pek örtüşmemekte bu konuda. Dünyaya baktığımız zaman İngiltere, Amerika, Fransa’da bu konular ülkemizden daha ağır bir şekilde tartışılmakta ve baskılarla sonuçlanmaktadır. Sizin bu konu hakkında düşünceleriniz nelerdir, ileriki bir dönemde gelişen teknolojiyle beraber bu alanda nasıl bir beklentinin içerisindesiniz?

Teşekkür ederim.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Ben teşekkür ediyorum.

Tabii özellikle sosyal medya noktasında çerçeve olarak alayım. Bu dünyada şüphesiz tartışılmaz bir ihtiyaç. Ve bu ihtiyacın kullanılış şekli çok çok önemli. Eğer bu tahrik ile tamamıyla ahlaki değerlerle olmayan şekliyle kullanılıyorsa, yani neye hizmet ediyor, bu noktası çok çok önemli. Ve bir de, korsan bir çalışmayla bu işler götürülüyorsa, örneğin bir Twitter hala Türkiye’de bir ofis açmamıştır. Çünkü ofisi açtığı anda belli bir vergi ödeyecek, bu vergiyi devamlı kaçırmaktadır. Bu konuda bizim de Maliye Bakanlığımız vesaire bunun peşinde, ama henüz bu işi gerçekleştirememektedir. Ama az önce ifade ettiğiniz ülkelerde bunların ofisleri vardır, yayınladıkları bütün reklâmlarında, şunda-bunda vesaire o ödemeyi oralarda yaparlar, bizde böyle bir durum söz konusu değil. Kaldı ki bu gruplar hatırlarsanız Türkiye’deki Gezi olaylarında olsun, ondan sonraki olaylarda olsun ülkemizi adeta bir kaosa sürükleme görevini üstlenmişlerdir ve bu görevi de o süre içerisinde başarıyla yapmışlardır. Şimdi bütün bunlar karşısında belli tedbirleri almak da şüphesiz ki devlete ait bir görevdir. Çünkü bu devletin ve o ülkenin iç meselesi sorunlarını güçlü kılmakta atacağı bir adımdır. Batı ülkelerinde diyelim ki siz de söylediğiniz için oradan ben örnek veriyorum, İngiltere, Amerika, yani buralarda siz bunları bu kadar rahat kullanamazsınız. Eğer böyle bir şeyi rahat kullanmaya o ülkenin değerlerini bir kenara atmaya ve bölmeye, parçalamaya çalışacak adımlar atarsanız hemen anında gereğini yaparlar. İşte bu konuyla ilgili bazı adımlar atıldı ve bunlara yönelik de çok ciddi cezalar yağdırma noktasına da girdiler. Şimdi biz Türkiye’de henüz bu konuda kesin tedbirler alabildik diyemem. Ama bu tedbirlerin aslında alınması lazım. Onlar da nasıl orada bu bedelleri ödüyorlarsa, Türkiye’de de bu bedelleri ödemeleri lazım. Bu neyi getirir? Bu şunu getirir? Bir defa kesinlikle bizim işte Gezi olaylarından hareketle söylüyorum, bu bir toplumsal güvenliktir, bu bir kamu güvenliğidir ve bu kişisel haklara saygıdır. Bunların ne kişisel haklara saygı diye bir derdi vardır, ne kamu güvenliği diye bir derdi vardır, ne toplumsal barışa dayalı bir anlayışları vardır, çünkü merkezi malum yerlerdendir de onun için. Ve onlar da bu noktada bu işi gayet iyi yürütüyorlar, başarılı yürütüyorlar ve bunlara karşı da biz arkadaşlarımızla gerekli hazırlıkların yapılması ve ona göre de bazı adımların atılmasının gereğini savunuyorum, savunuyoruz.

SUNUCU- Sosyal medyadan bahsetmişken hemen bir hatırlatma da yapalım; sevgili seyirciler, erdoğangençlerlebaşbaşa hashtag’i açmıştık, özel yayınımızı buradan da takip edebilirsiniz diyelim. Bugün gençlerin söz hakkının olduğu bir gün, hemen soralım bir sonraki sorumuzu.

Evet, buyurun.

SORU- Merhabalar, ben Kübra Bingül, moleküler biyoloji ve genetik birinci sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda da medyayla da yakından ilgilendiğim için Medya İletişim Platformunun bir üyesiyim. Ben şöyle bir soru sormak istiyorum: İnsan hakları ve insan haklarının önemi konusunda Avrupa ve Amerika’da bazı çeşitli kurumlar bazı değerlendirmeler yapıyor ve ülkeleri belli bir sıralamaya koyuyor, bu sıralamalarda da aldıkları kriterlerden birisi; basın ve ifade özgürlüğü. Tabii ki bunlar olmazsa olmaz çok önemli konular. Ama günümüz şartlarını değerlendirecek olursak, Türkiye şu anda 3 milyon insana misafirlik yapıyor ve dış insani yardım konusunda da dünya zirvesini zorluyor. Bu noktadan baktığımız zaman batının söylemine göre Türkiye insan hakları konusunda sınıfta kalmış. Bizler, gençler olarak görüyoruz, Batı kendi geliştirdiği bu insan haklarını tek tek çiğniyor. Ben bu noktada sizin görüşlerinizi merak ediyorum ve sizce insan hakları değerlendirmesinde alınması gereken önemli kriterler nelerdir, nasıl değerlendirilmeli?

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Öncelikle ben tabii şunu açıklayayım: Bunların insan haklarından anladığı ne, bu önemli. Eğer bunlar insan haklarından gerçekten insanların gerek düşünce, fikir, inanç hürriyeti, bunları anlıyorlarsa bu konuda biz hepsinin önündeyiz, bunu çok açık net söylüyorum, çok açık net, bunları yaşayarak söylüyorum. Bakın şu anda Suriye sınırı, Irak sınırı, buralarda olan olayları düşünelim, 3 milyon insan bizde değil mi? Şu anda Avrupa 3 milyonu bırakın, yüzleri-binleri sayıyor. Birisi diyor ki Almanya’yı söyleyelim; ben şu kadar kişi alabilirim. Dediği ne? 10 bin, 20 bin, 30 bin, 100 bin, bu kadar alabilirim. Peki, Almanya’nın ekonomik gücü bizim çok çok ötemizde mi? Çok çok ötemizde. Peki, niye almıyorsun, hadi al. Şimdi Yunanistan’a bakıyorsunuz, Yunan adalarında diyorlar işte şu kadar kişi var. Şu kadar kişi dediğiniz kaç kişi var? Ona da baktığınız zaman, 300, 500, 1000. Şimdi konuşulan ne? Türkiye bunlardan 1 kişi alıyorsa 1 kişi de Avrupa’da, Almanya diyelim, oraya göndersin. 10 kişi alıyorsa 10 kişi göndersin, bunu yapsın. Bütün bunları koyun bir kenara, burada 3 milyon insan var, bu 3 milyon insana ev sahipliği yapmaktan daha öte bir insan haklarını korumak anlayışı olabilir mi? Bunu başaran biziz ya. Ve bu insanları sefaletten kurtaran biziz. Konuşmak, onlara bu özgürlüğü vermek, bizim bu noktada bir sıkıntımız yok ki. Bugün örneğin İstiklal Caddesinde dün yaşanan olay, bütün bu olaylar, bunların üzerine gidişimiz, bizim çok farklı bir şekilde bir gidişimiz var. Ama gönül arzu ederdi ki böyle bir olayı biz ülkemizde yaşamayalım. 3 tane İsraillinin, 1 tane İranlının burada ölmüş olması bizleri ciddi manada üzmüştür ve 10 kadar İsrailli yaralı olarak hastanelerimizde tedavi edilmiş ve bugün de İsrail’e gönderilmiştir. Benim İsrail Cumhurbaşkanına bir mesajım oldu ve buradaki cemaatin dini liderine ve liderine ayrıca kendileriyle de görüşmelerim oldu. Çünkü bizim bir yerde misafirimiz konumunda olan insanlara karşı takınılan bu tavırları bizim kabul etmemiz mümkün değil ve biz bunun en güzel örneklerini verdik, veriyoruz. Ama bunlar ülkede bize düşman olanların yayın organlarından veya onların sosyal medyadaki temsilcilerinin ağzından ne çıkıyorsa onu bizim aleyhimizde kullanıyorlar, yaptıkları iş bu. Yani tamamen bir dezenformasyon ve bu dezenformasyonla alıyorlar bizi masaya yatırıp ondan sonra da bakıyorsunuz biçmeye başlıyorlar; bunu kabul etmek mümkün değil. Onun için bizim halkımız ne diyor, bizim için bu önemli. Sınıfta kaldık-sınıf geçtik; bunların böyle bir defa hakkı yok ki, böyle bir yetkisi yok ki, böyle bir şeyi yapma hakkı benim ülkemdeki halkımındır. Halkım ne diyor, bizim için bu önemli. Ve halkım bakıyorsunuz yüzde 52 ile Erdoğan’ı getiriyor Cumhurbaşkanı yapıyor. Mesele bitmiştir. Onların demesine kalmış olsa, biz zaten Cumhurbaşkanı seçilemezdik bu ülkede, çünkü onlar da farklı kampanyaları biliyorsunuz sürdürdüler. Aynı şeyi şu andaki iktidar için de yaptılar, ne oldu? Onların dedikleri tutmadı. Mesele, millete rağmen hiçbir şey olmaz. Onun için biz kendimize güveniyoruz, inanıyoruz ve doğru istikametteyiz.

SUNUCU- Son 10 dakikaya giriyoruz Sayın Cumhurbaşkanım, bir-iki soru daha alabileceğiz.

Buyurun.

SORU- Yasin Bozacı, Sabahattin Zaim Üniversitesi hukuk fakültesi ikinci sınıfta okuyorum.

Öncelikle bizleri böyle bir salonda, böyle bir ortamda kabul ettiğiniz için size teşekkür ediyorum hem kendi adıma, hem arkadaşlarım adıma.

Benim sorum biraz siyasetten uzak kişisel bir soru olacak size Cumhurbaşkanım.

Bizler sizin sporu çok sevdiğinizi biliyoruz, gençliğinizde futbol oynadığınızı da biliyoruz, hatta bu hünerlerinizi Başakşehir Fatih Terim Stadı’nın açılışında da gösterdiniz, sizleri izledik biz de televizyondan.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Sen de izledin mi?

SORU- İzledik.

Maalesef şu an ülkemizde spor denildiğinde akla ilk gelen şey futbol. Bizim atalarımıza baktığımızda işte okçuluk, at binme sporları, özellikle şu an Okçuluk Vakfı’nın açılması hem bizim tarihimizdeki atalarımızın yaptığı sporları devam ettirmemiz açısından çok faydası oldu bize ve çok güzel bir vakıf.

Benim size sorum şu: Gençliğini spora adamış bir insan olarak, Cumhurbaşkanlığınızda da bu kadar yoğunluğunuzun içinde spora eskisi kadar değer verebiliyor musunuz veya hala spora devam edebiliyor musunuz?

Teşekkür ederim.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Çok teşekkür ediyorum.

Tabii şu anda açık alanda sporla meşgul olma biraz da mevsimsel bir konu ama, ben şu anda kapalı salonda özellikle şu anda aletli olanları hafta 2 gün, 3 gün yapıyorum, çünkü onu yapmazsam o zaman tabi sıkıntımız daha da farklı olabilir.

Ama dediğinize aynen katılıyorum, olayı spor dediğimiz zaman sadece futbol olarak değerlendirirsek tabi çok çok yanlış olur. Ülkemizde futbola düşkünlük çok fazla, bu bir hakikaten farklılık arz ediyor, ama başarıya gelince ne yazık ki o oranda bir başarı söz konusu değil, orada da dökülüyoruz, bunu tabi aşmak gerekiyor.

Örneğin güreşte bir zamanlar çok çok iyiydik, güreşte de şu anda iyiyiz diyemem. Asrın güreşçisi Hamza Yerlikaya şu anda benim danışmanım, onu yanıma aldım. Dedim ki, güreşe yeniden bir ivme kazandıralım, bir hareket getirelim dedim. Baskette iyi bir gelişmemiz var, bu konuda da Hidayet arkadaşımızı yine Cumhurbaşkanlığı danışmanı olarak onu ayrıca yanıma aldım. Yani bu geleceği olan spor branşlarına biraz yüklenelim istiyorum.

Mesela bizim tabi bireysel güreş ve kolektif sporlarda bir adım atmamız lazım. Şimdi bireyselde güreşten çok madalya toparlarız, yüzmede aynı şekilde çok madalya toparlarsın, okçulukta aynı şekilde çok çok madalya toplama şansımız var, tabi basket takım oyunu olduğu için orası farklı, ama sesi onun da çok iyi çıkıyor. Ve bu konularda aslında bütün federasyonlarımızın çok daha ciddi bir şekilde işe eğilmesi lazım.

Gençlerimizi de bizim spora yöneltmek suretiyle birçok kötü alışkanlıklardan kurtarmamızın mümkün olabileceğine inanıyorum, bundan dolayı sporun faydasına inancım var. Ve kendim de faydasını gördüm, mesela futbol bana bir şey kazandırdı, kolektif düşünmeyi kazandırdı, kolektif oynamayı ve kolektif hareketi özellikle kazandırdı. Eğer kolektif dayanışma içerisinde siyaseti de yaparsanız orada da bunun neticesini görürsünüz. Siyaset de bireysellik netice getirmez, eğer kolektif siyaseti yaparsanız orada da neticeyi yakalarsınız. Ve bunu da bütün çalışmalarda, gerek Belediye Başkanlığımda, gerek daha sonra Başbakanlığımda, Cumhurbaşkanlığımda aynı şekilde neticelerini aldık, bundan sonra da alacağımıza inanıyorum.

SUNUCU- Son bir soru diyelim.

Evet, buyurun.

SORU- Kerim Aksoy, Boğaziçi Üniversitesi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümü öğrencisiyim.

Öncelikle teşekkür ediyoruz Sayın Cumhurbaşkanım, bize böyle bir fırsatı verdiğiniz için.

Sayın Cumhurbaşkanım, iktidara geldiğiniz 2002 yılından bu yana ülkemizde demokratikleşme alanında önemli adımlar atıldı. Ülkede daha önce anılmayan sorunları siz miting meydanlarında yeri geldiğinde sesiniz kısılıncaya kadar haykırdınız. Siz haykırdıkça ülkede tabular yıkıldı, konuşulamayan, tartışılamayan sorunlar konuşulmaya, tartışılmaya başladı. 80 yıldır birçok siyasi liderin gelip de yapamadığı şeyleri siz 10-12 sene gibi bir süre içerisinde gerçekleştirdiniz.

Şimdi burada benim merak ettiğim şu: Bu süreç çok büyük mücadeleler gerektiriyor böyle bir süre içerisinde. Peki, Sayın Cumhurbaşkanımız bu büyük mücadeleler içerisinde bugün kendini nasıl hissediyor ve bu mücadeleler için gerekli enerjiyi nereden buluyor?

Teşekkür ediyorum.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- Çok teşekkür ediyorum.

Tabi bütün mesele, önce azmetmek, ondan sonra da tevekkül etmek, bu çok önemli. Eğer azmederseniz, ondan sonra da tevekkül ederseniz, bilesiniz ki onun neticesi Allah’ın izniyle gelir. Biz azmettik ve Rabbimize de tevekkül ettik ve neticesini de görmeye başladık.

Tabi bir defa düşman her zaman olacak, içeride de olacak, dışarıda da olacak, yani bu olmaz dersek yanılırız. Ha üstadın çok güzel bir ifadesi var; “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.” Şimdi olaya bir defa buradan bakacağız. Buradan baktığımız zaman o size ne kazandırıyor, bir hız kazandırıyor, bunu biliyorsunuz, bu var, öyleyse çalışmayı da buna göre sürdüreceksiniz.

Şimdi biz bu işe kendimizi adadık, buna bir dava olarak baktık. Eğer bir dava olarak bunu kabullenmezseniz, öyle bakmazsanız, o zaman zaten yapacağınız hiçbir şey yoktur. Ama bu benim davamdır derseniz, buna böyle inanırsanız, oradan neticeyi de alırsınız. Bu beslenmek, şu-bu, filan-falan birçok şeyler söyleniyor da, hep bana söylerler, hangi gıdalarla besleniyorsunuz filan. Ya biz öyle günler geçirdik ki hiçbir şey bulamadık, yemedik, öyle günlerimiz oldu. Sabah evden çık bir kahvaltı, bir de akşam, arada hiçbir şey yok. Herkes bir şeyler söyler, şunu ye, bunu ye filan. Yok, onu yemeye fırsatımızın olmadığı günler olmuştur. Mesele o değil, mesele ruh, yani bu işi bu noktada azmedip kavramak, buna inanmak, buna kendini adamak. Hele bu vatan olunca, bu millet olunca olay tabi çok daha seyri değişiyor, akışı değişiyor.

Şimdi bizim gençler olarak, yani sizlerden beklediğimiz bu, kendinizi buna adayın, diğerlerinin hepsi teferruattır. Ve ben sizin gözlerinizde de bunu görüyorum, adanmak, nereye? Vatanda. Adanmak, nereye? Millete. Bunu yaptık mı mesele bitti.

Ve bizim özgürlükler ­noktasında bir sıkıntımız yok. Biz şunu biliriz: Nedir o? İnancına güvenen inanç hürriyetinden korkmaz, düşüncesine güvenen düşünce hürriyetinden korkmaz, fikrine güvenen fikir hürriyetinden korkmaz; olay bu kadar basit. Bizim böyle bir sıkıntımız yok ki, onun için de kararlı bir şekilde nasıl bu yola çıktıysak aynı kararlılıkla yolculuğumuzu devam ettiriyoruz. Ve sizlerin de bu kararlılığınız inşallah bu şekilde devam etmeli, hiçbir endişeye kapılmayacağız. Ve inanıyorum ki, bu ülkenin geleceği parlak olacaktır, aydınlık olacaktır.

Ve biz işte yola çıktığımızda, bakın okul sayımız neydi, bugün nereye vardık. Bizim 76 tane üniversitemiz vardı değil mi gençler? Şu anda 193 üniversitemiz var. Bize ne dediler? Yanlış iş yapıyorsunuz. Niye? Yani üniversite açmak meseleyi çözmüyor ki. Ben kendilerine o zaman bir şey söyledim, bunu söyleyenler hocalarımız, dedim ki, hocam, Hakkâri’deki öğrenci İstanbul’a nasıl gelecek, parası var mı? Onu buraya anası gönderebilecek mi, babası gönderebilecek mi? Biz ilmi Hakkâri’deki öğrencinin ayağına götürelim istedik, Muş’taki öğrencinin ayağına götürelim istedik, biz bu adımı attık, onun için 193 tane üniversiteyi kurduk. Bundan sonrası da size ait dedim, siz de hocaları yetiştirin. Hocayı yetiştirmek benim görevim değil ki.

Ve bugün bir toplantıdaydım, orada söyledim, artık dedim düz ortaokul ve liselerde müdür olmaya talip profesör var mı, doçent var mı? İlla üniversitede akademisyen olmak şart mı? Gelin lisede, ortaokulda okul müdürü olun, böyle bir adım atın, bak bu da bir reformdur, böyle bir şey yapalım. Şimdi bundan dolayı tabi eleştirenler olabilir, ama mesele inanmak. Dünyanın en ileri bazı kolejleri vardır ki, bu kolejlerde kolejin başında bakıyorsunuz bir tane profesör var, bakıyorsunuz bir tane doçent var. Bu bir kırılma noktasıdır asılda eğitim-öğretimde.

Bizde bir de bir sıkıntı var, bizde öğretim var, ama eğitim yok, öğretimle eğitimi bizim beraber götürmemiz lazım ki mezun olduğu zaman, ha eğitimiyle, öğretimiyle yetişmiş gençlik, bunu başarmamız lazım.

Şimdi bana talipler gelmeye başladı, iki tane profesör, bir tanesi de rektör ben dedi varım. Şimdi inşallah çalışıyorum, onları hemen bir yerlere yerleştireceğiz. Bizim proje okullarımız var biliyorsunuz pilot okullar, o okullardan birilerine bunları yerleştireceğiz. Ama diyor benim de seçme hakkım olacak. Neyi? Müdürlerin yardımcılarını ben seçeyim, bana atama yapılmasın, öğretmenlerimi istediğim yerden ben alayım. Biz de hayhay. Milli Eğitim Bakanıma da söyledim, bunları konuşalım ve oraları hakikaten proje okulu olarak oralardan hem kalite, hem başarı, bunları yakalayalım. İnşallah bunları da başaracağız ve Türkiye bu standartları inşallah aşacak, ben buna da inanıyorum. Ama hepsinden öte size inanıyorum, sizin başarınız inşallah Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak olacaktır.

Onun için bu akşamki nezaketinize, buradaki heyecanınıza da özellikle tebriklerimi sunuyorum.

Ayrıca, Nevruzunuzu da kutluyorum. İnşallah bu Nevruz bahar ile bütünleşen bir Nevruz olur ve bu bahar şenliklerine kan bulaşmaz, bunu temenni ediyorum.

SUNUCU- Sayın Cumhurbaşkanım, biz de sizlere çok çok teşekkür ediyoruz bu yoğun programınız arasında içtenlikle soruları yanıtladığınız için.

Gençlerimize çok çok teşekkür ediyoruz ayrıca bu güzel soruları için.

Ama demin sorularımızı cevaplarken söylediniz, herhalde bir kez daha gençlerle buluşacağız belki daha da fazla, deminki mesajların arasında da vardı zaten.

SUNUCU- Çok teşekkür ediyoruz bugün bizimle birlikte olduğunuz için.

Bu arada Cumhurbaşkanı Gençlerle Buluşuyor özel yayınımızın sonuna geldik galiba.

SUNUCU- Evet, bu tarihi mekândan, İstanbul’dan, Yıldız Sarayı Silahhane’den yaklaşık 2 saat boyunca gündeme dair birçok soruyu yanıtlamaya çalıştık, Türkiye’deki terör saldırıları, yeni anayasa, başkanlık sistemi, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, ekonomiye ilişkin notları Cumhurbaşkanımızdan aldık gençlerimizin sorularıyla birlikte.

Hepinize iyi akşamlar diliyoruz, hoşça kalın efendim.

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN- İyi akşamlar.