Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerde "tutarsızlıkların" üstesinden gelinmesi için neler yapılmalı?
Federal Almanya ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilerde yeni bir sayfa açılması ve anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp iki ülkenin ortak çıkarlarına odaklanılması son zamanlarda yaşanan dramatik küresel olaylar karşısında her iki taraf için de hayati önem taşıyor. Özellikle her iki devlet de terör tehdidi, göç ve mülteci sorunu ve ortak zorluklarla yüzleşen merkantilizmin yeniden dirilmesi ile karşı karşıya olduğu için.
Türkiye, Almanya ve diğer ülkelerle olan ilişkilerini eşit düzeyde ve karşılıklı saygıya dayalı biçimde geliştirmek arzusundadır.
Tüm Diyalog Kanalları Açık Tutulmalıdır
İlişkilerimizi her iki tarafın çıkarları doğrultusunda ve rasyonel olmayan korkulardan uzak tutarak mantığa dayalı biçimde sürdürmekle yükümlüyüz. Gelin; ortak çıkarlarımıza, ortak sorunlarımıza ve ortak tehditlere odaklanalım. Burada diyalog ve fikir alışverişinde her zaman tüm kanalları açık tutmamız ve yüksek empati ile birbirimizi anlamaya çalışmamız gerekir.
Özellikle Amerikan hükûmetinin mevcut tek taraflı ve sorumsuz politikaları dünyayı pervasız bir ticaret savaşına sürüklüyor. Bu, katılımcılara zarar verir. Küresel bir ticaret ülkesi olarak Almanya ve ekonomisinde ithalata yönelik bir büyüme modeli benimseyen Türkiye'nin diğer sorumluluk sahibi ülkelerle birlikte tüm ülkelerin yararına ve bu tür yıkıcı ticaret ihtilaflarını önlemek için omuz omuza çok yönlü adımlar atması gerekir.
Türkiye ayrıca global güç değişimlerini dikkate alarak BM Güvenlik Kurulu’nun iyileştirilmesini hedefliyor. Almanya da bu konuda uzun zamandan beri Türkiye ile aynı görüşü paylaşıyor. Bu nedenle epeydir şu tezi savunuyoruz: "Dünya beş devletten daha büyüktür." BM Güvenlik Kurulu mevcut kurumsal biçimiyle ve karar mekanizmalarıyla özellikle soğuk savaştan sonra çatışmaları, iç savaşları hatta etnik temizlikleri engellemeye muktedir olamadı. BM Güvenlik Kurulu’nun yetersiz kalmasından dolayı Suriye’deki iç savaş nedeniyle meydana gelen terör eylemleri ve mülteci akınları yüzünden önce Suriye’nin komşuları daha sonra ise Avrupa devletleri çok yüksek bir bedel ödediler.
Terör saldırılarını ve mülteci krizlerini siyasi hedefleri için araçsallaştıran aşırı sağcı partiler ve gruplar bugün Avrupa’da güçlenmeye başladı. Bazı AB ülkelerinde aşırı sağcı partilerin hükûmet ortakları olduklarını gözlemliyoruz. Aşırı sağcı akımların ve kurumsal ırkçılığın artması AB’nin özgür-demokratik düzeni ve AB’nin farklı kültürlerle dinlerin barış içerisinde bir arada yaşaması ideali açısından en büyük tehlikeyi oluşturuyor. Müslümanların sosyal-ekonomik durumları zayıf ve siyasi duruşları yetersiz olduğundan dolayı sağcıların nefreti özellikle Müslümanları hedef alıyor. Avrupa tarihi bize aşırı sağcıların hedef olarak önce daha zayıf grupları ve azınlıkları hedef aldıklarını daha sonra güçlendiklerinde ise farklı düşüncelere sahip olan toplum üyelerini hedef aldıklarını gösteriyor. Bu noktada Anders Breivik gibi insanları aşağılayan aşırı sağcı teröristlerin sadece Müslümanları değil Müslüman olmayanları da hedef aldıklarını unutmamalıyız. Bu açıdan baktığımızda hem Türkiye’nin hem de Almanya’nın çıkarları doğrultusunda Almanya Nasyonal Sosyalist Yeraltı Terör Örgütü’nün (NSU) icra ettiği terörün ve Türk kökenli Alman vatandaşlarına karşı işlenen cinayetlerin ayrıntılı olarak aydınlığa kavuşturulması ve İslam düşmanlığına karşı etkili bir mücadelenin yürütülmesi önem arz etmektedir.
Şu sıralar var olan İslam düşmanlığı, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü katılım müzakereleri önündeki en büyük engeldir.
Irkçılığın ve yabancı düşmanlığın artması çok sayıda AB devletinin siyasi istikrarının tehlikede olmasına neden oldu. Türkiye’nin terör ve mülteciler konusunda sergilediği mücadele sayesinde Almanya ve Avrupa’nın güvenliği ve istikrarı için sunduğu büyük katkı ortadadır.
Türkiye, Suriye krizi başladığından beri milyonlarca mülteciyi kabul etti ve böylece yüz binlerce kadının, çocuğun, yaşlının ve masum sivilin hayatını kurtardı. Türkiye, bugün çeşitli savaş ve kriz bölgelerinden kaçarak ülkemize sığınan 3,9 milyon insana ev sahipliği yapıyor. Türkiye’de 2011-2017 yıllarında 276.158 Suriyeli bebek dünyaya geldi. Almanya da 1,3 milyonu aşkın mülteciyi kabul etmesinden dolayı takdir edilmeyi hak ederken çok sayıda Avrupa devleti birkaç bin insanı kabul etmeyi yıllarca reddetti.
İdlib Anlaşması
Afganistan, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Somali ve Libya’daki iç savaşlar yüzünden dünya üzerinde 2. Dünya Savaşı’ndan beri en büyük göç ve mülteci krizleri yaşanıyor. Türkiye ve Türk halkı bu küresel krizde sorumluluklarını eksiksiz bir şekilde yerine getirdi. Tüm dünya ümidini kaybettiğinde dahi Rusya ile İdlib için bir çözüm bulduk. Rusya ile yaptığımız anlaşma sayesinde bir insani felaketi ve yeni bir mülteci akınını önlemiş olduk. Avrupalı müttefiklerimizden bu konularda daha fazla sorumluluk üstlenmelerini bekliyoruz.
Türkiye nereden kaynaklanırsa kaynaklansın ya da hangi dini, ideolojik veya etnik bahane ile ortaya çıkarsa çıksın terör ile mücadele konusunda da çok kararlıdır. Türkiye Cumhuriyeti; DEAŞ, el Kaide, PKK, aşırı solcu DHKP-C ve FETÖ gibi çeşitli terör örgütleriyle eş zamanlı olarak mücadele ediyor.
Türkiye, bu çerçevede “İslam Devletine” karşı “Fırat Kalkanı” ve PKK’ya karşı “Zeytin Dalı” harekâtlarını düzenledi ve böylece Suriye’nin kuzeyinde iki terör devletinin oluşmasını engelledi. Teröristlerle mücadele edildikten ve bölgeye barış getirildikten sonra daha önce kaçan insanlar tekrar evlerine geri döndüler. Bugün İdlib bölgesi Suriye’nin başka bölgelerinden kaçan mülteciler için bir sığınma yeri hâline geldi.
Almanya’dan beklentimiz Almanya’daki iç güvenliği tehdit eden ve Alman vatandaşlarını da terör hedefi hÂline getiren FETÖ, PKK veya DHKP-C gibi terör örgütleri ile Türkiye’nin mücadelesine Federal Cumhuriyet’in destek vermesi yönündedir. Almanya’nın istihbarat servisinin haberlerinde yer aldığı gibi bilhassa PKK, çeşitli yöntemlerle üye kazanmaya çalışıyor, uyuşturucu ve insan ticaretinin yanı sıra haraç kesiyor ve terör propagandası yapıyor.
Türkiye, militan üyeleri ile ordumuza sızan ve darbe girişimi ile Cumhuriyetimizin tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir kıyıma sebep olan terör örgütü FETÖ ile mücadelede de Federal hükûmetten somut beklentiler içindedir. FETÖ’nün eşsiz ve şeffaflık taşımayan bir organizasyon olduğunun, uyum sağlama ve sızma stratejisi ile hareket ettiğinin bilincinde olunmalıdır. Bu terör örgütü, ülkemizin demokratik-hukuksal imkânlarını ve ülkemizin zaaflarını suiistimal etmiş, Cumhuriyetimizin bütün kurum ve kuruluşlarına sızmıştır. Buna ek olarak bütün karşıtlarını komplo ve şantajlarla baskı altına almış, Türk devletini içerden yıkmaya çalışmıştır. Bu terör örgütü, komplo ve şantajları ile istediği hedefe ulaşamadığında doğrudan silaha sarılmış ve 251 vatandaşın öldüğü, Meclis binası ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin bombalandığı kanlı bir darbe girişimini başlatmıştır.
Federal Almanya Cumhuriyeti’nden öncelikli beklentimiz, Birleşik Krallık hükûmetinin yaptığı gibi darbe girişiminin sorumlusu olarak FETÖ’nün addedilmesidir. Bunun ötesinde kendi açılarından FETÖ’nün hesap vermesini talep eden Türk halkının memnuniyeti için tarafımızca ortaya konan kanıtlar ışığında Alman dostlarımızın FETÖ’nün kurumları, organizasyonları ve üyelerine yönelik kararlı adımlar atmasını bekliyoruz. Bilhassa PKK kadar FETÖ’nün de üyeleri ve örgütleriyle manipülasyon ve dezenformasyon gibi bilumum araçlar kullanarak ikili ilişkilerimizi sabote etmeye çalıştığını da esefle gözlemliyoruz. Almanya gibi büyük ve tarihi bir ülkenin Türkiye politikasının veya Alman kamuoyunun düşünceleri FETÖ, PKK veya diğer marjinal terör gruplarından etkilenmesi ilişkilerimizi onarılmaz şekilde zedelemektedir.
Bu bağlamda Federal Cumhuriyet’te varlığını sürdüren Türk azınlığının Türk-Alman ilişkilerinin istikrarlı bir şekilde sürdürülmesinde iyi bir imkân sunduğuna dikkati çekmek istiyorum. Bazı iddiaların aksine Türk azınlığın şeffaf ve açık siyasetinin Federal Cumhuriyet için hiçbir şekilde tehdit oluşturmadığından bahsetmek istiyorum. Bilakis diaspora siyasetimiz, yurt dışında yaşayan Türklerin dillerini, dinlerini ve kültürlerini aktif bir şekilde korurken yaşadıkları toplumun dilini en iyi şekilde öğrenen, siyasi süreçlere dahil olan ve hukuka riayet eden, düzgün vatandaşlar olarak bu toplumlara entegre olmaları temeline dayanmaktadır.
İş Birliği İçin Daha Geniş Bir Alan
Almanya'daki Türk kökenli toplum iki ülkenin sanattan ticarete, eğitimden bilime, turizm ve başka pek çok alanda daha sıkı ilişkiler kurulması için gereken eğitim ve gelişimin en iyi garantörüdür. Bu tür bir diaspora, Avrupa’da büyük tehdit hâline gelen artan radikalleşmeye karşı belirleyici bir engel olacaktır. Bu bağlamda Türk topluluğunun özellikle de DİTİB’in ve diğer sivil toplum örgütlerinin radikalleşmeye karşı mücadelede Almanya’nın güvenliğine yönelik sundukları katkılar inkâr edilemez.
Ekonomik ilişkiler çerçevesinde de Türkiye ile Almanya, turizmden yenilenebilir enerjiye, altyapıdan otomotiv sektörüne kadar geniş bir iş birliği alanına sahip. Türkiye, özellikle güneş ve rüzgâr enerjisi tesislerinin artırılması ile yerel kaynakların üretimini çoğaltmak istiyor ve aynı zamanda iklim değişikliği ile mücadeleye önemli ölçüde katkıda bulunmak istiyor. Bizler, bu sektörlerle diğer alanlara yatırım yapan Alman şirketlerin sayısını artırmayı ve karşılıklı ticari ve ekonomik ilişkilerimizi genişletmeyi hedefliyoruz.
Alman ve Türk halklarının refahı için karşılıklı çıkarlarımızı çoğaltalım ve sorunlarımızı azaltalım.