Konya Gastrofest’de Yaptıkları Konuşma

01.09.2022

Değerli hanımefendiler, beyefendiler,
Kıymetli Konyalı hemşerilerim;
Sizleri en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Huzurun, hoş görünün, misafirperverliğin şehri Konya’mızda, sizlerle buluşmanın mutluluğu ve heyecanı içindeyim. Bugün, Konya Gastronomi Günleri vesilesiyle bir aradayız. Konya Büyükşehir Belediyemize, büyük bir titizlikle hazırladıkları bu organizasyonla bizleri buluşturduğu için kalbi şükranlarımı sunuyorum.

Değerli konuklar;
Her coğrafyanın, her şehrin, kendine ait bir karakteri vardır. Bu anlamda, Konya, Anadolu’nun özünü ruhunda yaşatan son derece özel bir yer. Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan bu kadim şehirde, birçok medeniyetin ve kültürün izini sürüyoruz.

Yüzümüzü çevirdiğimiz her yerde bizi karşılayan tarihi eser zenginliği, insanda adeta bir açık hava müzesi etkisi bırakıyor. Burada, tarih boyunca, ünlü âlimler, şairler, sanatkârlar, mutasavvıflar ve Allah dostları yaşamış, arkalarında büyük bir miras bırakmışlar. Son derece yüksek bir manevi atmosferi olan bu diyar; iç yolcuklara çıkan ve mana uyanışları arayan herkesin de önemli bir durağıdır.

Elbette, Konya denilince akla ilk olarak büyük İslam mütefekkiri, Mevlana Hazretleri geliyor. Onun, iyiliğe, doğruluğa, sevgiye, hoşgörüye; kısacası güzel ahlaka daveti, insanlığa büyük bir yadigârıdır. İlahi sevgiyi öğreten Hazreti Pîr, hakikati arayan herkesin kalbine şifa sunmuştur.

Yaşamın her alanına sirayet eden Mevlevilik müessesinin en önemli etkilerinden birini, mutfak kültürü üzerinde görüyoruz. Edeple, adapla yoğrulmuş mutfak pratikleri, manevi eğitimin bir parçası haline gelmiştir. Dervişler eğitimlerine mutfakta başlamıştır.

Sadece yemek pişirmeyi ve biyolojik bir ihtiyacı karşılamayı değil, Allah’ın insanlara lütfettiği rızka hürmeti öğrenmişlerdir. Yiyecekleri en verimli şekilde pişirmiş ve ellerindeki malzemeyi her zaman “nimet” nazarıyla değerlendirmişlerdir.

Aşçılık mesleği, kulların beslenmesine aracılık etmek olarak görülmüş ve ziyadesiyle itibar edilen bir meslek haline gelmiştir. Hz. Mevlana’nın aşçıbaşı Ateşbâz-ı Velî, dünyada türbesi olduğu bilinen tek aşçıbaşıdır.

Medeniyet ve inanç değerleriyle şekillenince, ortaya, fevkalade bir yeme içme ahlakı çıkmış, değil mi? Yemek günde iki kez yenir, dualarla başlar, yemek esnasında konuşulmaz, nasip olan her lokma için devamlı şükredilirmiş. Yemekler her zaman topluca yenir ve topluca bitirilirmiş.

Böyle bir zarafetin karşında, yaşadığımız çağdaki küresel hazır yemek kültürünün, geleneksel kültürler üzerindeki yıkıcı etkilerine üzülmemek mümkün değil! İşte bu nedenle, lokmaların içine sinmiş tarihsel deneyimimize ve Anadolu bilgeliğine dört elle sarılmamız lazım!

Çünkü mutfak, coğrafyaların yerel çeşitliliği kadar, bir toplumun kültürünün, iç dünyasının ve medeniyet tasavvurunun da aynasıdır. Bu aynadaki akisten, bir milletin kimliğini, karakterini ve niyetlerini okuyabilirsiniz.

Çünkü yaşam yolculuğunun bir zarureti olan beslenme, insanlık tarihinin ilk gününden bu yana, beraberinde birçok kural, gelenek ve adet geliştirmesini sağlamıştır.

Toplumların birleştirici gücü olduğu gibi, diğer toplumlardan farkını da ortaya koymuştur. Anadolu mutfağına bu açıdan baktığımızda, karşımızda adeta bir umman görüyoruz.

Mutfak dediğimiz yerde, tarih ve inanç kadar,  kültür, sosyoloji, sanat ve kimya gibi nice unsur var. Bu haliyle, çok yönlü bir araştırma alanı sunan, gerçekten büyük bir potansiyel! Ancak her şeyden önce, mutfağımızın muhafaza edilmesi gereken bir miras boyutu var.

O nedenle, bildiğiniz gibi, kısa bir süre önce “Asırlık Tariflerle Türk Mutfağı” kitabımızı literatüre kazandırdık. Gastronomi alanında uzman akademisyenlerimizin ve ülkemizin kıymetli şeflerinin bin bir emeğiyle ortaya konan bir çalışma oldu. Bir arkeolog titizliğiyle hazine sandığımızı elden geçirdik. İstedik ki mutfağımızı tüm yönleriyle tanıtalım ve elimizdeki bu gücün farkına hep birlikte varalım.

Değerli misafirler;
Türk Mutfağı, tüm dünyada tanınan ve sevilen bir mutfak. Ancak her zaman söylediğimiz gibi, bu şöhret, belli başlı birkaç yemekle sınırlı kalırsa, elimizin altındaki bu muazzam potansiyeli ziyan etmiş oluruz.

Bugün gastronomi başlığının yanına hızla yeni başlıklar ekleniyor. Gastro-kültür, gastro-turizm, gastro-diplomasi gibi yeni alanlar, mutfağın ne kadar etkin bir güç olduğunu gösteriyor.

Başka kültürlerin yeme içme alışkanlıklarını adapte etmek, kültürel alışverişin en yaygın pratiği oldu. Lezzet arayışları, seyahatlerin neredeyse ana motivasyonu haline geldi.

Bunun yanında, mutfak, devletlerin en önemli yumuşak güç unsurunu oluşturuyor. Ülkemizi bu alanda dünyada en ön sıraya yükseltmek için, 21-27 Mayıs tarihlerini “Türk Mutfağı Haftası” ilan ettik. Büyük bir mutlulukla ifade ediyorum ki, bu sene, dünyanın birçok yerinde görkemli kutlamalar yapıldı.

UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı içerisinde yer alan şehirlerimiz, UNESCO tarafından koruma altına alınan yemeklerimiz var. İnanıyorum ki el birliğiyle, bu şehirlerin, yemeklerin ve coğrafi işaretli ürünlerin sayılarını hızla artırabiliriz. Ülkemizin her bir köşesinde, sayısız farklı yemeğin olması ve yerel ürün çeşitliliğimiz, topraklarımızın adeta bir yeryüzü laboratuvarı olduğunun göstergesidir.

Bu anlamda, geleneksel mutfağımıza sahip çıkarak, bu eşsiz biyoçeşitliliğe de sahip çıkmış oluyoruz. Ülkemizin her şehrinin birer gastronomi şehri olmaya aday olduğunu düşünüyorum.

Konya’mız da, Anadolu irfanıyla şekillenmiş mutfağıyla başlı başına bir gastronomi şehri ve bu alanda büyük bir güçtür. Mutfak mimarisinden, pişirme yöntemlerine kadar, Konya’nın engin mutfak kültürünü, tüm yönleriyle dünyaya tanıtma gayretinde olmalıyız!

Bir örnek vermek gerekirse, Konya Tiridi, mutfağımızın atıksız özelliğini çok iyi anlatan sembollerinden biridir. Kutsal saydığımız ekmeğin bayatladığında atılmayarak yeniden kullanılması, lezzet kadar, başlı başına bir bilgeliktir.

Bunun yanında, bamya çorbası, tandır kebabı, kayısılı yemeği, reyhan şerbeti ve höşmerim gibi nice geleneksel lezzet, mutfağımızın karakteristik özelliklerini yansıtır.

Kıymetli misafirler;
Yemek hayatımızda, yalnızca bedensel değil, ruhsal bir ihtiyaç olarak da yer alır. Endüstriyel mutfak, yemeğin içindeki manevi malzemeyi kaldırdığı için, bugün maalesef ki yemek, tüketim kültürünün bir aracı olmaktan ileri gidemiyor.

İnsan sağlığı gittikçe bozuluyor ve önlenebilir hastalıklar kategorisindeki birçok rahatsızlık, yanlış beslenme alışkanlıklarından kaynaklanıyor. Her yıl milyonlarca insan, bu yüzden yaşamını yitiriyor.

Anadolu Mutfağının asırlık formüllerine baktığımızda, her bir reçetenin, beden ve ruh arasındaki hassas terazide hazırlandığını görüyoruz. Hâlihazırda, tüm dünyada insanlar sağlıklarını geri kazanmak ve sürdürülebilir sağlık için organik ürünlere ve yerel mutfaklara yöneliyorlar.

Bu gidişatın, mutfağımızın tanıtımı için büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Buradan tüm şeflerimize de bir çağrıda bulunmak istiyorum. Sizleri, bilhassa yerel ve geleneksel ürünlere ağırlık veren, bölge mutfaklarının kültürel ve tarihsel özelliklerini öne çıkaran projelerde görmeyi arzu ediyoruz. Bu tip projeleri can-ı gönülden desteklediğimi ifade etmek istiyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son veriyor, sizleri muhabbetle selamlıyorum. Programda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Sofralarımızın bereketi, ağzımızın tadı daim olsun. Kalın sağlıcakla.