Değerli hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Türk Mutfağı Haftası kapsamında Balıkesir Gastronomi Festivali’nde bir arada olmanın heyecanı içindeyim.
İnsan, Balıkesir’in güzelliklerini saymakla bitiremiyor! Topraktan fışkıran bereket, sofraların lezzetleri, köklü bir tarih, mavi bayraklı plajlar, şifalı sular derken liste uzayıp gidiyor. Balıkesir’imiz, Türkiye potansiyelinin adeta bir özeti gibi…
Balıkesir ile ilgili müjdeli bir haber daha aldım. Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Balıkesir Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile dünyada ilk kez bir ‘Dünya Çevre Durum Merkezi’ kuruluyor. Dünya genelinden anlık toplanan veriler burada toplanacak. Proje Balıkesir’i dijital çağa taşıyacağı gibi, ziyaretçilere çevre ile ilgili verilere ulaşım imkânı sağlayacak. Bu girişimin şimdiden hayırlı olmasını diliyorum.
Türk Mutfağı Haftası vesilesiyle bizleri burada buluşturan Kültür ve Turizm Bakanlığımız, Balıkesir Valiliğimiz ve Balıkesir Belediyemize teşekkür ediyorum.
Kıymetli misafirler;
Bildiğiniz gibi kısa bir zaman önce, “Asırlık Tariflerle Türk Mutfağı” kitabımızı literatüre kazandırdık. Gastronomi alanında uzman akademisyenlerin danışmanlığında, Türkiye’nin önde gelen şefleriyle yapılan titiz bir çalışmanın ürünü oldu. Eş zamanlı olarak, her yıl 21-27 Mayıs tarihlerinin Türk Mutfağı Haftası olarak kutlanacağını duyurduk. Bu büyük emeğin ardındaki amacımız, Türk Mutfağının tüm yönleriyle tanıtılması ve dünya sıralamasında hak ettiği yere kavuşmasıdır.
Aramızda, gastronomi alanının önde gelen temsilcilerinden yazarlara, medya mensuplarından sosyal medya kullanıcılarına kadar, birçok mutfak sevdalısı var. Hepimiz, mutfağımızın tüm yönleriyle tanıtılması arzusundayız. Elbette Türk Mutfağı hâlihazırda tüm dünyada biliniyor. Hatta en iyi mutfaklar arasında yer alıyor. Ancak biliyoruz ki, bu şöhretin ana hatlarını, belli başlı birkaç yemeğimiz oluşturuyor. Hâlbuki Türk Mutfağının kapısı, sınırları çok geniş bir tarihe ve birikime açılıyor. Anadolu’da binlerce yıllık bir geçmiş ve farklı medeniyetlerden damıtılmış bir özden bahsediyoruz.
Bildiğiniz gibi gastronomi, her gün etki alanını genişletiyor. Gastro-kültür, gastro-turizm, gastro-diplomasi gibi birçok yeni terim, mutfağın başlı başına bir güç haline geldiğinin kanıtı. Bilhassa gastro-diplomasi, devletlerin yumuşak güç unsurları içinde baş sıralarda.
O yüzden, metropollerde art arda açılan etnik restoranlar, alelade bir yeme-içme mekânından ziyade, dalgalanan ülke bayraklarıdır.
Etnik bir restoranın kapısından girdiğimizde, karşılaştıklarımız; masa, sandalye ya da iç dekorasyondan çok daha fazlası! O kapı, bir coğrafyaya, medeniyete, ekolojiye, gelenek, görenek ve inanca da açılıyor.
Günümüzde etnik restoranlar, önyargıların en hızlı eridiği, kaynaşma mekânları olarak hizmet ediyor. Dolayısıyla, tabağın üzerinde yalnızca lezzet değil, başlı başına bir kültür dünyası sunuyoruz.
Tüm bunları göz önüne aldığımızda, Türk Mutfağının, geniş yelpazesiyle dünyanın lider mutfağı olma potansiyeli çok net görülüyor. Dolaysıyla, sahip olduğumuz miras, ülke imajımızı güçlendirmek ve kendimizi en doğru şekilde anlatmak için eşsiz bir vasıta.
Kültür ve Turizm Bakanlığımızın öncülüğünde Türk Mutfağı Haftası’nı ilan ederek, hep beraber güzel bir yola çıktığımıza inanıyorum. Umarım, bu vesileyle mutfağımızı layıkıyla tanıtır ve birçok uluslararası markanın doğumuna şahit oluruz.
Değerli misafirler;
Yeme içmenin insanın varoluşuyla başlayan tarihi, eşsiz bir deneyim ve araştırma alanı... Bu deneyim de neler yok ki! Bir kaşığın içinde, kimyadan sağlığa, sosyolojiden sanata kadar nice şifreler saklı.
Çünkü yiyip içtiklerimiz; milli kimliğimiz, coğrafi deneyimimiz ve medeniyet tasavvurumuzdur. Ulusal mutfağımız toplumumuzun aynasıdır.
Şöyle bir düşünecek olursak, bir yabancıya “nimet” kelimesinin manasını anlatmak ne kadar zor, değil mi? Oysa, yere düşen ekmeği öpüp başına koyan birini görene başka tarif gerekmez. Yani, yemeğin etrafında oluşan kültür başlı başına bir lisandır.
Dostumuzu sofrada başköşeye oturmak, ona olan sevgimizi sessizce anlatır. Büyüklerimize hürmetimizi, onlar yemeye başlayana kadar açlığımızı bekletmekle gösteririz. Yani bir sofrada başkalarıyla oturup kalkmak, aile değerlerimizden inanç dünyamıza kadar birçok bilgi verir.
Gastronomi çok boyutlu bir konu. Bildiğiniz gibi bugünün dünyasında, turizm bir kitle hareketi olmaktan çıktı. Turistler, gidilen yerin tarihini, kültürünü, yaşantısını tanımak istiyorlar, daha bireysel hareket ediyorlar. Yöresel tecrübeleri kendilerine katmak istiyorlar. Otantik olanın hızla değer kazanması elbette çok sevindirici! Gastronomi artık bizatihi bir seyahat motivasyonu. Dünyada gastronomi şehri diye anılan şehirler hızla artıyor. Gaziantep’imiz, Hatay’ımız ve Afyon’umuz da, UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı içerisinde yer alıyor. Ülkemizin her köşesi bir gastronomi cennetidir. Gelin, daha birçok şehrimize bu unvanı el birliğiyle kazandıralım!
Malumunuz, UNESCO tarafından koruma altına alınan yemeklerimiz var. Abugannuş, Oruk, Künefe, Lokum, Kaymak, Sucuk ve Pöç’ten oluşan bu listeye daha birçok yemek eklenebilir. Ancak, coğrafi işaret alabilecek daha nice yemeğimiz var. Bize düşen, bu mirasımızı ihya etmek için çalışmak ve araştırılmadık hiçbir yönünü bırakmamak. Bu vesileyle, bu alanda yapılacak özgün projelerin her zaman destekçisi olduğumu ifade etmek istiyorum.
Kıymetli konuklar;
Endüstrileşme, her şeyin olduğu gibi sofralarımızın da çehresini değiştirdi. Hibrit tohumlar, GDO, karbon ayak izi, fastfood kültürü derken, sofranın özünden uzaklaştık. Nitekim bugün önlenebilir hastalıkların kökenine baktığımızda, çoğunun yiyip içtiklerimizden kaynaklandığını görüyoruz.
Ne mutlu ki, bugün fastfood kültürünün albenisi azalıyor ve dünyanın her yerinde karşılaştığımız standart mekanlar gücünü kaybediyor. Tüm dünyada bir uyanış var. İnsanlar, sağlıklı ve yöresel olanın peşindeler. Helal, vejetaryen, organik gibi seçenekler en çok tercih edilenler arasında. Bu arayışa en iyi cevabın Türk Mutfağında saklı olduğunu düşünüyorum.
Bununla birlikte, mutfağımız sadece etli yemeklerle anılmayacak kadar çeşitlilik içeriyor. Üstün lezzetler kadar, insanın ruh ve beden sağlığına da iyi gelen reçetelere de sahip.
Anadolu Mutfağına baktığınızda, birçok reçetenin hekimler eşliğinde hazırlandığını görürsünüz. Ruha ve bedene şifa veren tarifler vardır. Dumanı tüten tencerelerde, turşu ve sirke küplerinde, kaynayan şerbetlerde şifa hazırlanır. Birbirimize “şifa olsun” diyerek oturduğumuz sofralar başlı başına sağlık merkezleridir.
Mutfağımızın en önemli karakteristiği olan, kalan ürünlerin bambaşka yemeklere dönüşebilmesi de, global gıda kaybı sorunu için önemli bir çözüm. Çünkü bir mutfağı atıksız kılan, ardındaki zihniyet ve öğretidir.
Sıfır Atık kültürü, bugün hızla yayılıyor. İnsanlar doğa dostu olmanın yöntemlerini arıyorlar. Oysa bizim mutfağımızın doğa dostu kimliği yeni bir icat değil, binlerce yıllık tecrübedir. Bu tecrübeyi, doğru bir iletişim planıyla gün yüzüne çıkarmanın, bizi uluslararası kulvarda en öne taşıyacağına yürekten inanıyorum.
Türk mutfağının layıkıyla tanıtılması elbirliği ile mümkün. 21-27 Mayıs Haftası, bu işbirliği için önemli bir vesile oldu. Yurtdışındaki temsilciliklerimizde önemli etkinlikler yapılıyor, mutfağımız dünyaya açılıyor. Açılan bu anlamlı yolda, şeflerimiz başta olmak üzere, Türk Mutfağı’nın inceliklerine vakıf herkes, birer gastro-diplomasi elçisi olabilir.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son veriyorum. Etrafında toplandığımız dostluk sofralarının baki, içtiğimiz kahvelerin kırk yıllık hatırının daim olmasını diliyorum. Sizleri muhabbetle selamlıyor, programda emeği geçenlere en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla!