Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı ve Büyükşehir Belediyemizin kıymetli yöneticileri,
İstanbul Havacılık Uzay ve Teknoloji Festivali TEKNOFEST’in değerli katılımcıları,
Kıymetli misafirler, sevgili gençler;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, saygıyla selamlıyorum. TEKNOFEST’in ülkemize ve özellikle gençlerimize hayırlı olmasını diliyorum. Türkiye’nin milli teknoloji hamlesinin sembolü olarak gördüğüm bu etkinliğin özellikle düzenlenmesinde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Katıldıkları teknoloji yarışmalarında ödül alan tüm gençlerimizi, tüm takımları kutluyorum. Bu tür etkinliklerin gençlerimize her alanda teknolojiyi sevdireceğine ve teknoloji geliştirme süreçlerine katkı sağlamaya yönelteceğine inanıyorum.
Günümüz dünyasında gerçek anlamda bağımsızlığın birinci şartı teknolojiyi tasarlayan, geliştiren, üreten ve ihraç eden ülke konumuna ulaşmaktır. Teknoloji konusunda sadece kullanıcı olarak kaldığımız sürece hiçbir alanda özgürlüğümüzü garanti altına alamayız. Son yıllarda yaşadığımız her hadise özellikle bizlere bazı uyarılar yapıyor. Bu bakımdan atacağımız adımlar bu alandaki yatırımlar teknolojinin tüm alanlarında en önlerde olmamız gerektiğini göstermiştir.
Her yenilik gibi teknolojideki gelişmelerin de ilk aşaması hayal edebilmektir. Bizim milletimiz bu bakımdan gerçekten çok ileri bir seviyededir. Ecdadımız asırlar boyunca hem daha ileriyi, daha fazlasını hayal etmiş, bunun peşinden gitmiş, mücadelesini vermiş ve çoğunlukla da hedefine ulaşmıştır. ‘Kızıl Elma’ diye ifade ettiğimiz ufkun ötesindeki hedeflerimiz hep yenilenmiştir. Ne zaman hayal etmeyi bıraktıysak, işte o zaman gerilemeye başladık.
Biz de Türkiye’ye ne kazandırdıysak, hep hayallerimizin peşinden giderek başardık. Milli teknoloji hamlesinin ve TEKNOFEST’in bu noktada bizler için bir sıçrama vesilesi olmasını, gençlerimizi yeniden büyük hayaller kurmaya teşvik etmesi olduğunu düşünüyorum.
Değerli dostlar, sevgili gençler;
Ülkemizin milli teknoloji hamlesinin başarıya ulaşması, teknoloji üreten bir toplum haline dönüşmemizle mümkündür. Festivalimize ülkemizin dört bir yanından gelen binlerce gencimizi ve diğer katılımcılarımızı işte bu hedefe ulaşmamızı sağlayacak potansiyelimizin örnekleri olarak görüyorum. Milli teknoloji hamlesi doğrultusundaki tüm çalışmaları Cumhurbaşkanlığı ve ilgili tüm kurumlarımız olarak, sivil toplum kuruluşlarımızla birlikte desteklemekte kararlıyız.
Sadece bu etkinliğin düzenlendiği şu havalimanı bile ülkemizin teknoloji konusundaki vizyonunun en somut ifadesidir. Hezarfen’ın, Ali Kuşçu’nun, Uluğ Bey’in başlattıkları hamleyi işte bugün burada, yeni havalimanımızda çok farklı bir yere taşıyoruz. Yıllardır başka yerlerdeki gösterilerini hayranlıkla izlediğimiz pek çok etkinlik artık ülkemizde düzenleniyor.
Değerli dostlar;
TEKNOFEST kapsamında düzenlenen yarışmalara 5 binden fazla takımın katılmış olması başlı başına bir iftihar vesilesidir. Bu takımlardan finale kalan 750’si de çok önemli bir rakamdır. Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı’nın öncülüğünde yürütülen Dene-Yap Teknoloji Atölyeleri yüzlerce yetenekli öğrencimizin tespitine vesile oldu. Bu projeyi 81 ilimize yaygınlaştırarak gençlerimizin hem ufkunu, hem yollarını açmakta kararlıyız.
Değerli arkadaşlar;
Günümüzde güvenlik kavramının anlamı büyük ölçüde değişti. Artık fiziki güvenliğinizi siber güvenlikle, dijital sanayiyle, yerli yazılımla, yapay zekâyla tahkim etmiyorsanız kendi kendinizi kandırıyorsunuz demektir. Günümüzde dijital güvenliğiniz yoksa istediğiniz kadar fiziki tedbir uygulayın, gerçek manada özgürlüğünüzü sağlayamazsınız.
Esasen bizim ecdadımız yıllarca kendi döneminin teknolojilerine öncülük etmiş, daha sonra liderliği ne yazık ki elinden kaçırmıştır. Osmanlı Devleti 17. yüzyıldan itibaren teknoloji konusundaki gerilinin farkına varmıştır, dönemin padişahları ve dirayetli yöneticileri bu sorunun çözümünü Batının teknolojisini ülkemize taşımakta görmüştür. Bu tercihin tabii bir sonucu olarak teknolojiyi kullanacak insan kaynağı da yine Batıda eğitilme yoluna gidilmiştir.
Bugün geriye doğru baktığımızda bu tercihin çok da isabetli olmadığını anlıyoruz. Mühendislik öğrensin diye Batıya gönderdiğimiz öğrenciler, çoğunlukla zihinleri bize yabancı fikirlerle iğfal edilmiş olarak ülkelerine dönmüşlerdir. Hâlbuki asıl olan hazır teknolojiyi almak ve onun kullanımını öğrenmek değil teknolojiyi tasarlamak, geliştirmek ve öğretmektir. Osmanlı özellikle Sultan Abdülhamid-i Sani döneminde bu istikamette birtakım adımlar atmışsa da maalesef devletin ömrü bunları tamamlamaya yetmemiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından tüm yaşanan işgaller ülkemizi maddi olarak yıpratsa da istiklalimiz konusundaki kararlılığımızı yok edememiştir. İşte bu bilinçle Cumhuriyet döneminde Osmanlı’dan devralınan tecrübeler ve teknik birikimin üzerinde, dönemin şartları itibariyle asla küçümsenmeyecek birtakım teşebbüsler başlatılmıştır.
Mesela 1925 yılında Haliç’te yerli sermaye ile gerçekten önemli bir savunma sanayi fabrikası kurulmuştur. Devlet de askeri fabrikalar kurarak aynı yönde birtakım adımlar atmıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında bu çabalar hız kazanmıştır. Nuri Demirağ kendi geliştirdiği uçakları kendi kurduğu bir fabrikada üretmeye başlamıştır. İlk etapta çok sayıda eğitim uçağı ile küçük yolcu uçakları üreten bu fabrika dönemin tek parti yöneticilerinin basiretsizliğinin kurbanı olmuştur. İngiltere ve Amerika’nın askeri yardımları bahane edilerek bu fabrika atıl hale getirilmiştir. Öyle ki Nuri Demirağ’ın uçaklarını almayan dönemin Türk Hava Kurumu Başkanı kendini; “Amerika’nın verdiği bedava uçak dururken fabrikanıza parayla sipariş verirsem yarın bu millet beni asar” diyerek savunmuştur. Bununla yetinilmemiş, Nuri Demirağ’ın uçak fabrikasının dışarıya ihracat yapmasına dahi izin verilmemiştir.
Yine tüm hayatını uçmaya ve uçaklara adayan Vecihi Hürkuş’un gayretleri ve samimi çırpınışları görünmeyen engeller tarafından sürekli engellenmiş, sabote edilmiştir. Uçak bombaları ve motor üreten Şakir Zümre ise, karşısına çıkartılan engeller sebebiyle işini önce tarım aletleri yapımına, orada da destek bulamayınca soba imalatına çevirmek zorunda kalmıştır.
Hele bir de Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa’nın hikâyesi var ki tam bir ibret vesikasıdır, can yakıcıdır. Kafkas İslam Ordusu’nun dağıtılmasının ardından uzun yıllar yurt dışında yaşamak zorunda kalan Nuri Paşa, İkinci Dünya Savaşı öncesi yeniden ülkemize dönüp savunma sanayi projelerine girişmiştir. Zeytinburnu’ndaki bir depoyu satın alan Nuri Paşa, burayı görünüşte madeni eşya, ama aslında silah üreten bir fabrikaya dönüştürmüştür. İşler büyüyünce bu fabrika Sütlüce’ye taşınmıştır. 1949 yılında bu fabrika, aralarında Nuri Paşa’nın olduğu pek çok kişiyle birlikte şüpheli bir şekilde havaya uçmuştur. Öyle ki ölenlerin cesetlerine dahi ulaşılamadı. Böylece ülkemizin önemli bir savunma sanayi hamlesi daha resmen yok edilmiş oldu.
Kendi başına uçak imal edip uçuran bir gazi astsubay pilotumuzun hapis cezasına çarptırılması, yerli ve milli savunma sanayine karşı sergilenen hoyratlığın bir başka ifadesidir. Bundan 59 yıl önce Bandırma Füze Kulübünü kurarak füze denemeleri yapan Kirkor Divarcı ve ekibinden oluşan gençlerimizin başlarına gelmeyen kalmamıştır. Kamuya ait savunma sanayi fabrikaları da Makine Kimya Endüstrisi Kurumu altında toplanmış, ama hiçbir zaman arzu edilen atılımları ne yazık ki gerçekleştirememiştir.
Türkiye 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına kadar adeta üzerine ölü toprağı serpilmiş bir şekilde tamamen dış yardımlara bağımlı kalmıştır. Kıbrıs Barış Harekâtında ülkemizin mühimmattan yedek parçaya ve bütün bunlarla birlikte telsiz muhaberesinde bile haberleşme sistemlerine kadar her alanda yaşadığı ambargo durumun vahametini anlamaya başlamamıza vesile olmuştur. Buna rağmen gereken adımlar uzun yıllar boyunca yeterli düzeyde atılamamıştır. Benzer sıkıntıları otomobilden bilgisayara kadar teknolojiyle ilgili her alanda görmek mümkündür. Yerli otomobilimiz Devrim’in hikâyesi malumunuzdur. Hazırcılığın cazibesi bir kez daha üretim iştiyakına galip gelmiştir.
Değerli dostlar;
Rahmetli Özal bu gerçeği fark ettiği için Savunma Sanayi Müsteşarlığını kurarak bu alandaki projeleri bütüncül bir yaklaşımla değerlendirme yoluna gitmiştir. Dönemin şartları ve imkânları çerçevesinde birtakım önemli çalışmalar başlatılmışsa da, 2003 yılına geldiğimizde savunma sanayimizin ihtiyaçlarının ancak yüzde 20’si yerli imkânlarla karşılanabilir durumdaydı. Üstelik bu yüzde 20 içinde de yüksek teknolojiye dayalı maalesef pek bir şey göremiyorduk.
Başbakanlığım döneminde bu alanı kişisel himayem altına alarak büyük bir atılım başlattık. Projelerin tasarımından finansmanına kadar her aşamasını bizzat takip ettim. Tank, helikopter, insansız hava aracı gibi pek çok ürünün hazır alım projelerini iptal ederek tamamında milli ve özgün model geliştirme çalışmalarını başlattık. Bu sayede Türkiye savunma sanayi ihtiyaçlarının yüzde 65’ini kendisi üretebilen bir ülke durumuna gelmiştir. Sadece kendi ihtiyaçlarımızı karşılamakla kalmadık, aynı zamanda önemli bir ihracat düzeyine de ulaştık.
Halen ülkemizde 600’ün üzerinde savunma sanayi projesi yürütülüyor. Tanktan zırhlı araçlara, savaş gemisinden denizaltına, uçaktan helikoptere, silahlı ve silahsız insansız hava araçlarından milli piyade tüfeğine, uydulardan hava savunma sistemlerine, füzelerden lazer silahlarına kadar geniş bir ürün yelpazesine şu anda sahibiz.
Açık konuşmak gerekirse, şayet bu düzeye gelmemiş olsaydık şu anda yürüttüğümüz sınır içi ve ötesi operasyonlarda çok büyük zorluklarla karşılaşırdık. Eğer Afrin’de başarıyı sağladıysak, Cerablus’ta sağladıysak, Cudi’de, Gabar’da eğer arka arkaya başarılar geliyorsa, eğer Kandil’de başarılar geliyorsa, eğer Sincar’da geliyorsa, işte bütün bunların büyük bir kısmını artık ülkemizde üretir hale gelmemizdendir.
Son yıllarda yaşadığımız her hadise, bağımsızlıkla teknoloji ve özelikle savunma sanayi arasındaki ilişkiyi tekrar tekrar gösteriyor. Savunma sanayimiz geliştikçe orda ve yüksek teknolojiye dayalı araştırma, geliştirme ve ticari ürün faaliyetleri de hızlanmaya başladı. Bunun yanında finans teknolojilerini, sağlık teknolojilerini, enerji teknolojilerini ve diğer kritik teknolojileri yerli-milli olarak geliştirerek bağımsızlığımızı perçinlemeye çalışıyoruz. ‘Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacağız’ derken aynı zamanda işin bu boyutunu da kastediyoruz.
Bu çerçevede bilim insanlarımızın yurda dönüş seferberliğini başlatıyor ve Uluslararası Lider Araştırmacılar Programı hazırlıyoruz. Buradan dünyanın her yerindeki bilim insanlarımızı ülkemizde başlattığımız bilim ve teknoloji atılımımıza katılmaya davet ediyorum. Öte yandan tıpkı 1930’lardaki, 1940’lardaki hamlelerimiz neyse şimdi yeniden bu hamleyi kazanmak ve bu adımı atmak durumundayız. O zaman engellendiler, bu dönemde de elbette projelerimiz sabote edilmeye çalışıldı. Ama artık bu projeleri sabote edecek bir iktidar yok, bu projelere ön açan bir iktidar var.
Ne diyorlardı bize attığımız her adımda? “Boş verin, ne yapacaksınız yeni teknoloji geliştirmeyi, size en gelişmiş teknolojiyi verelim” teklifleriyle karşılaştık. Sürekli daha iyisini daha ucuza verme vaadiyle kandırılmak istendik. Şu insansız hava araçlarını vermediler. Bizzat oturduk konuştuk, vermediler. İki gün, üç gün, 48 saat, versinler dediler, paramızla vermediler. Ama terör örgütlerine evet görüyorsunuz, 19 bin tır silah-mühimmat gönderiyorlar. 3 bin kargo uçağıyla silah-mühimmat gönderiyorlar.
Bunlar bize dost görünenler, stratejik ortak görünenler, bize bunlar bunu yapıyor. Hatta ima yoluyla Nuri Demirağ’ların, Nuri Killigil’lerin akıbetiyle tehdit edildiğimiz anlar dahi oldu. Biz hiçbirine eyvallah etmedik, itibar etmedik, Allah’ın verdiği ömrü kimse kısaltamaz. Rabbimiz ne buyuruyor; ne bir an ileri, ne bir an geri, Allah’ın takdir ettiği bu ömrü kimse ne uzatabilir, ne kısaltabilir.
Önceliklerimiz çerçevesinde başlattığımız projeleri sabırla, dikkatle, dirayetle takip ettik, takip ediyoruz, takip edeceğiz. Sadece insansız hava araçlarımızın hikâyesi bile filmlere konu olacak, gelecek nesillere ibret örneği olarak anlatılacak kadar ilginçtir, çarpıcıdır, düşündürücüdür. Hala attığımız her adımda benzer sıkıntıları yaşamaya devam ediyoruz.
Allah’ın izniyle daha önceki sorunlar gibi bunların da birer birer üstesinden geleceğiz. Önümüze çıkartılan engeller bizim moralimizi bozmuyor, tam tersine çalışma şevkimizi artırıyor, azmimizi kamçılıyor. Hele siz gençlerin enerjisini, heyecanını, ufkunu, gayretini, becerisini gördükçe geleceğimize olan güvenimiz daha da artıyor. TEKNOFEST kapsamında düzenlenen teknoloji yarışmalarına katılan gençlerimizin çokluğu ve heyecanı geleceğimize daha bir umutla bakmamızı sağlıyor.
Evet, şimdi gençler, sizlere sesleniyorum, sizden de cevap bekliyorum. Bugün burada karşımda, ‘kim var’ diye seslenildiğinde ‘sağına ve soluna bakmadan ben varım diyen’ ahlakının sahibi bir gençlik gördüğüm için Rabbime hamd ediyorum. Gençler, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını gediğine koyuyor muyuz? Surda mukaddes mi mukaddes bir gedik açıyor muyuz? Rüzgâra artık ne yandan esersen es diye meydan okuyor muyuz? İşte bizim gençliğimiz, işte bizim geleceğimiz, işte bizim en büyük hazinemiz. Rabbim hepinizden razı olsun.
Değerli arkadaşlar;
Devletlerin ve milletlerin hayatında tesadüflere yer yoktur, Allah bize çalıştığımız kadarını vadediyor. Eğer teknolojide ileri bir düzeye gelmek ve şöyle aşırı bir sıçrama hareketini gerçekleştirmek istiyorsak, bunun tek yolu çalışmaktır, çalışmaktır, çalışmaktır. Bugün ülkemizde neredeyse her üniversitemizde mühendislik fakültemiz var; ama hala mühendis sayımız yeterli değil. Daha bu okullardaki eğitimin kalitesini konuşmuyorum bile. Yazılımdan donanıma kadar her alanda kat etmemiz gereken çok mesafe bulunduğunun farkındayız. Geldiğimiz yeri küçümsemiyoruz, ama önümüzdeki yolun uzunluğunu da inkâr etmiyoruz.
Buradan tüm gençlerimize sesleniyorum: Lütfen hayallerinizin peşinden gidin. Siz bu yola girdiğinizde yanınızda üniversiteleriyle, araştırma-geliştirme destekleriyle, teşvik programlarıyla, hibe uygulamalarıyla, velhasıl tüm imkânlarıyla devletinizi bulacaksınız. Şair ne diyor: “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” diyor. Bugün dünyanın en zengin insanları arasında yer alan Asya kökenli bir girişimcinin kurduğu internet alışveriş sitesine gelinceye kadar yaşadıklarının hikâyesi de, azimle hedefe yürüdüğünüzde nereye ulaşabileceğinizin örneklerindendir. Ülkemizdeki pek çok işadamından da kendi benzer hikâyelerini dinledim. Hatta kendi hayat hikâyem de aynı şekilde gelişmiştir.
Sizlerden isteğim; karşılaştığınız zorluklardan, hayal kırıklıklarından asla yılmadan yolunuza devam etmenizdir. Eğer Tayyip Erdoğan sizin yaşlarınızdayken ilk karşılaştığı zorluk karşısında pes edip evine dönseydi bugün burada olamazdı. Bizim inancımızda ümitsizliğe asla yer yoktur. Yüreğinizdeki iman, asla bitmeyecek olan en önemli sermayenizdir. Şu aşamada size lazım olan tek şey; gücünüzü imanınızdan alan kendi enerjiniz, azminiz, gayretiniz, hedeflerinizdir. Kendinize güvendiğinizde, hatalarınızdan ders aldığınızda, kendinizi geliştirmekten vazgeçmediğinizde ve mücadeleyi bırakmadığınızda önünüzde kapıların birer birer açılmaya başladığını göreceksiniz. Günümüz dünyasındaki zenginlerin artık hep bireysel yeteneklerle takım çalışmasının birlikte anlam kazandığı teknoloji dünyasından çıktığını da unutmayın.
Bu duygularla bir kez daha İstanbul Havacılık Uzay ve Teknoloji Festivali TEKNOFEST’in ülkemize, gençlerimize ve bu alana ilgi duyan herkese hayırlı olmasını diliyorum. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Tüm kuruluşların, tüm üniversitelerimizin gayretlerinden dolayı kendilerine teşekkür ediyorum. Sizleri şahsım, milletim adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.