Sayın Başkan,
Sayın Genel Sekreter,
Değerli devlet ve hükümet başkanları,
Kıymetli delegeler;
Sizleri şahsım ve ülkem adına saygıyla selamlıyorum. Birleşmiş Milletler 72. Genel Kurul Başkanı sıfatıyla geçtiğimiz yıl boyunca yürüttüğü başarılı çalışmalar için Sayın Lajcak’a teşekkür ediyorum. Genel Kurul Başkanlığını devralan Sayın Espinosa’yı da tebrik ediyorum. Bu yılki Genel Kurulumuzun tüm dünya halkları için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Değerli delegeler;
Bu toplantıyı Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin 100. Yıldönümünde gerçekleştiriyoruz. Savaşın ardından kurulan Milletler Cemiyeti İkinci Dünya Savaşı sonrasında yerini Birleşmiş Milletler’e bırakmıştır. Birleşmiş Milletler, 73 yıllık geçmişinde elbette hiç de küçümsenemeyecek çalışmalar yürütmüş, başarılar elde etmiştir.
Ancak, zaman içinde Birleşmiş Milletler’in insanlığın barış ve refah beklentilerini karşılamaktan uzaklaştığı da bir gerçektir. Özellikle Güvenlik Konseyi sadece veto hakkına sahip 5 üyenin çıkarlarına hizmet eden, dünyanın diğer bölgelerine, yaşanan zulümlere seyirci kalan bir yapıya bürünmüştür. Geçmişte Bosna’da, Ruanda’da, Somali’de, yakın tarihte Myanmar’da, halen Filistin’de yapılan katliamlar hep Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin gözü önünde gerçeklemiştir. Filistinlilere uygulanan zulme ses çıkarmayanların, onlara yapılan yardımları kısma konusundaki gayretleri sadece, evet, zalimlerin cesaretini artırmaktadır. Tüm dünya arkasını dönse bile, Türkiye olarak biz mazlum Filistinlilerin yanında yer almaya, ilk kıblemiz Kudüs’ün tarihi ve hukuki statüsüne sahip çıkmaya devam edeceğiz.
Maalesef dünyanın pek çok yerinde etnik temizlikten toplu katliamlara kadar hiçbirimizin görmek istemediği sahneler her gün yeniden karşımıza çıkıyor. Aynı şekilde sağlıktan eğitime, gıdadan kültüre kadar bu büyük çatı altında yürütülen çalışmaların hepsiyle de ilgili olarak bir tatminsizlik hali mevcuttur. Böyle önemli bir yapının adı sürekli başarısızlıkla anılan bir kurum haline gelmesine bizim gönlümüz rıza göstermiyor.
İşte bu sebeple, her fırsatta Güvenlik Konseyi başta olmak üzere Birleşmiş Milletler’in yapısında ve işleyişinde kapsamlı bir reforma gidilmesi gerektiğini söylüyoruz. Onun için ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken de insanlığın ortak vicdanın sesi olduğumuza inanıyoruz. Zira, artık dünya İkinci Dünya Savaşı sonrasının şartlarında değil.
Burada 193 ülkeden temsilciler var, niçin bu 193 ülkenin tamamı da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde temsil eden durumuna gelmesin? Niçin hepsi de daimi üye olma dönerli olarak konumuna gelmesin? Sadece 5 üye, diğerleri maalesef geçici, onların orada hiçbir inisiyatifi yok.
Birleşmiş Milletler reformunun sadece bütçeyle sınırlı tutulması, gerçek sorunların çözümüne katkı sağlamayacağı gibi, kimseyi de mutlu etmeyecektir. Dünyanın geleceği için çok önemli gördüğüm bu kurumun asıl görev alanları olan güvenlik, kalkınma, sosyal eşitlik konularında etkinliğinin arttırılmasına ihtiyaç vardır.
Değerli dostlar;
Türkiye olarak yaşadığımız coğrafyadan başlayarak dünyaya doğru baktığımızda, Birleşmiş Milletler vasıtasıyla yapılabilecek çok önemli işler olduğunu görüyoruz. Her şeyden önce, bizim anlayışımıza göre dünyanın düzenini, kurtuluşunu ve mutluluğunu sağlayacak olan adalettir.
Medeniyetimizde adalet dairesi diye ifade ettiğimiz toplum, hukuk, devlet yönetimi, devlet gücü, ekonomi ve adalet arasındaki ilişkinin en doğru şekilde kurulup işletilmesini esas alan bir çember vardır. Hepsi de birbiriyle ilişkili olan bu dairenin zincirleri günümüz dünyasında pek çok yerde paramparça olmuştur. Bugün dünyamızın siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarsızlıkların pençesinde kıvranıyor olmasının sebebi işte budur. Hepimizin huzurlu ve güvenli geleceği için, insanlığın adalet arayışıyla başlayan mücadelesini, adaletin tesisiyle sonuçlandırmayı başarmak mecburiyetindeyiz.
Bugün dünyanın en zengin 62 kişisinin mal varlığı, toplam nüfusun yaklaşık yarısına, yani 3,6 milyar insana denk ise, burada bir sorun var demektir. Dünyada 821 milyon insan çoğu gece aç bir şekilde uykuya dalarken, 672 milyon kişiye obezlik teşhisi konuyorsa, burada bir sorun var demektir. Farklı coğrafyalarda 258 milyon kişi daha insani şartlarda yaşamak için yollara dökülüyorsa, 68 milyon kişi zorla yerlerinden ediliyorsa, burada bir sorun var demektir. Afrika’da doğan bir çocuğun ömrünün ilk aylarında ölme ihtimali bu şehirde doğan bir çocuğa göre 9 kat daha fazlaysa, burada bir sorun var demektir.
Anadolu’nun ortasındaki Konya’dan yaktığı ışıkla tüm dünyadaki gönülleri aydınlatan Hazreti Mevlana, adaleti “bir şeyi yerli yerine koymak, yani hakkı sahibine vermek” olarak tanımlıyor. Gelin, bu dünyada her şeyin yerli yerine konulmasını sağlamak için Birleşmiş Milletler’i insanlığın adalet beklentisinin sözcüsü ve uygulayıcısı haline getirelim. Gelin, ezilene kalkan olacak, aç ve açıkta kalana el uzatacak, gelecek nesillere umut aşılayacak bir küresel yönetim sistemi kuralım.
Bu kürsüde söylenen sözler, yapılan tespitler ve ortaya konan teklifler ancak böyle bir anlam ifade edecektir. Çünkü yine Hazreti Mevlana’ya göre, zalim, “üzerine düşen görevleri yerine getirmeyen kişi”dir. Birleşmiş Milletler’i zulmün değil adaletin kaynağı haline getirmek istiyorsak, üzerimize düşen görevlere daha sıkı sarılmalıyız.
Değerli delegeler;
Türkiye halen uyguladığı küresel insani diplomasiyle daha adil bir dünya için elinden gelen çabayı gösteriyor. Sınırlarımız içinde 3,5 milyonu Suriyeli olmak üzere 4 milyondan fazla sığınmacıyı dünyada başka örneği olmayan hizmetler sunarak misafir ediyoruz. Sadece Suriyeli sığınmacılar için bugüne kadar harcadığımız tutar 32 milyar doları bulmuştur. Ayrıca, Suriye’de daha önce emniyet altına aldığımız Cerablus, Rai, El Bab, Afrin bölgeleriyle İdlib çatışmasızlık bölgesindeki milyonlarca kişiye de her türlü insani yardımı yapıyoruz. Ülkemizde okula giden Suriyeli öğrenci sayısı 600 binin üzerindedir. Vatandaşlarımıza verdiğimiz ilaç dahil, tüm sağlık hizmetlerinden ülkemizdeki sığınmacılar hiçbir ayrım yapılmaksızın ücretsiz olarak yararlanabiliyor. Kamplarda kalan sığınmacıların ise ihtiyaçlarının tamamını karşılıyoruz.
Buna karşılık dışarıdan aldığımız destek uluslararası kuruluşlardan 600 milyon dolar, Avrupa Birliği’nden de şu ana kadar fiilen verilen tutar itibariyle, bu bizim milli bütçemize girmiyor, sadece uluslararası kuruluşlara giriyor, o da 1,7 milyar avro düzeyindedir. Avrupa Birliği’nin 3 milyar avro+3 milyar avro tutarındaki destek vaadi, proje şartına bağlandığı için yeteri kadar etkin şekilde kullanılmamaktadır. Halbuki biz sığınmacılara verdiğimiz hizmetleri her gün ve herhangi bir projeye bağlı olmaksızın kesintisiz olarak devam ettiriyoruz. Sığınmacılara sağladığı imkanlarla, Avrupa başta olmak üzere dünyanın büyük bir mülteci akınına uğramasının önüne geçen Türkiye’ye daha fazla ve daha esnek şartlarda destek verilmesini bekliyoruz.
Üstelik Türkiye, sınırları içindeki ve ötesindeki sığınmacılar yanında, dünyanın dört bir yanında çok önemli insani kalkınma yardımları gerçekleştiriyor. Bu yıl itibarıyla Türkiye toplam kalkınma yardımlarında dünyada 6’ncı, insani yardımlarda ise ilk sırada yer almaktadır. Ekonomik büyüklük olarak dünyada 17’nci sırada yer alıyor olmamamıza rağmen kalkınma ve insani yardımlarda ilk sıralarda bulunmamız, ülke olarak bu konuya verdiğimiz önemin ifadesidir.
Değerli delegeler;
Genel Kurulun bu yılki temasında tescil edildiği gibi, dünyamızın barışçıl, eşitlikçi ve sürdürülebilir toplumlar için küresel liderliğe ve ortak sorumluluğa her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Türkiye olarak, Birleşmiş Milletler çatası altında bu doğrultuda önemli gayretler ortaya koyduk. Finlandiya ile birlikte 2010’da başlattığımız barış için arabuluculuk girişimi 56 üyeli bir dostluk grubuyla desteklenmiştir. Halen dönem başkanlığını yürüttüğümüz İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde de bu yönde ciddi adımlar attık. İspanya’yla birlikte başlattığımız Medeniyetler İttifakı Girişimi 146 üye ülkenin katılımıyla bir Birleşmiş Milletler girişimi haline dönüştü.
Açlıkla boğuşan Somali’nin ayağa kaldırılması konusunda tüm dünyaya örnek olacağına inandığım bir kalkınma programı uyguluyoruz. Ülkemizden bir hayli uzakta olan Arakan’daki milyonlarca mazluma yardım için imkanlarımızı seferber ediyoruz. Körfez krizinin çözümü konusunda samimi çaba sarf ettik. Irak’ta tüm tarafları ülkenin ortak geleceği konusunda çaba göstermeleri için teşvik ediyoruz. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı gibi konularda Avrupa başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan olumsuzlukların önüne geçmek için gayret gösteriyoruz.
Dünyadaki ülkelerin pek çoğunun bünyesindeki radikal grupları ihraç ettikleri bir yer haline dönüşen Suriye’deki gelişmeler karşısında da aktif bir tutum içindeyiz. Gerek Cenevre ve Astana süreçlerine verdiğimiz destekle, gerekse sahada oluşturmayı sürdürdüğümüz güvenli bölgeler aracılığıyla Suriye’nin yeniden huzurlu bir yer haline gelmesini sağlamaya çalışıyoruz. Cerablus ve Rai bölgelerini DEAŞ’tan, Afrin bölgesini PKK, PYD, YPG terör örgütünden temizleyerek 4 bin kilometrekarelik bir alanı milyonlarca Suriyeli için güvenli ve huzurlu bir yer haline getirdik.
Son olarak Rusya’yla birlikte imzaladığımız Soçi mutabakatıyla rejimin 3,5 milyon sivilin yaşadığı İdlib çatışmasızlık bölgesine yönelik kanlı saldırılarının önüne geçtik. Daha önce Halep, Hama, Humus, Dara ve Doğu Guta’da yaşanan katliamların İdlib’de tekrarlanmasını engelleyerek, Suriye’de barışa ve siyasi çözüme giden yolu açık tuttuğumuza inanıyoruz. Hedefimiz, Münbiç’ten başlayarak Irak sınırına kadar olan Suriye topraklarının tamamını teröristlerden temizlemektir. Buradan tüm tarafları, Suriye’de adil ve sürdürülebilir siyasi çözüm arayışlarına yapıcı bir anlayışla destek olmaya davet ediyorum.
Terör örgütlerine karşı ilkeli bir yaklaşım sergilenmesini istiyoruz. Taktik çıkarları uğruna teröristlere onbinlere tır ve binlerce kargo uçağı silahla donatanlar, gelecekte bunun acısını mutlaka çekeceklerdir. Bir yandan terör örgütlerini desteklemek, diğer yandan kapıları mültecilere kapatmak, bunun tüm yükünü de Türkiye gibi birkaç ülkeye yüklemek kimsenin geleceğini daha güvenli, daha müreffeh yapmaz. Tam tersine, bu şekilde ötelenen sorunlar bir süre sonra artık mevcut tedbirlerle üstünden gelinemeyecek boyuta ulaşır.
Onun için gelin, Suriye, Irak, Yemen, Libya, Afganistan, Ukrayna gibi fiili; Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Afrika, Orta Afrika, Körfez ve Doğu Akdeniz gibi potansiyel sorun alanlarının çözümü için daha samimi ve yapıcı gayretler ortaya koyalım. Unutmayınız, dünyanın her yerinde asgari bir huzur ve refah düzeyi oluşturamazsak, hiç kimsenin kendi sınırları içinde güvenle yaşamayı sürdüremeyeceğini bilmeliyiz.
Değerli delegeler;
Terör örgütlerinin hepsi tüm güçlerini silahlı eylemlerinden almıyor, bazıları daha karmaşık, daha gizli, daha aldatıcı yöntemler kullanıyor. Ülkemizde 15 Temmuz 2016 gecesi darbe girişimine kalkışıp 251 vatandaşımızı şehit eden, 2193 vatandaşımızı yaralayan FETÖ, işte böyle bir terör örgütüdür. Peki, bunun lideri şu anda nerededir, bunun başı nerededir? Bunun başı şu anda, evet, Amerika’da Pensilvanya’dadır. 400 dönümlük bir arazide şu anda yaşamakta ve buradan dünyanın 160 ülkesine terör ihraç etmektedir.
Bu örgüt, faaliyetlerini eğitim gibi, yardımlaşma gibi, diyalog gibi parıltılı kavramların ardına saklanarak sivil toplum örgütü veya ticari kuruluş görümünde sürdürmektedir. Ülkemizde 40 yıl boyunca işte bu aldatmacayla gelişen, büyüyen terör örgütü, kendini yeteri kadar güçlü hissedince gerçek yüzünü göstermiştir. Önce emniyet ve yargı kurumlarımız içindeki, ardından da Silahlı Kuvvetlerimize sızdırdığı elemanları aracılığıyla ardı ardına darbe teşebbüsleri başlatmıştır. Bu örgüt zaman içinde ülkemizde sahip olduğu ekonomik ve bürokratik gücü devletle birlikte siyaseti ve toplumu kontrol altına almak için kullanmaya kalkmıştır.
Milletimizin desteğiyle son 5 yılda yürüttüğümüz kararlı mücadele sayesinde FETÖ’yü ülkemizde büyük ölçüde tasfiye ettik. Şimdi bu terör örgütünün dünyanın dört bir yanında benzer faaliyetler yürüttüğünü görüyoruz. Türkiye’nin ikazlarına kulak veren, tecrübelerinden ders alan ülkeler birer birer bu örgütü deşifre ediyor ve topraklarından kovuyor. Buna karşılık ne yazık ki dost bildiğimiz birçok ülke bunları bize vermemekte ısrar ediyorlar. Tabii ki hala tehlikenin farkına varmamış olanlar bunun bedelini de ağır ödeyecekler.
Mesela, FETÖ terör örgütünün Amerika’nın 27 eyaletinde sadece charter school’lar aracığıyla devlet bütçesinden yılda aldığı para 763 milyon dolardır, kaynak buradan geliyor. Bu rakama örgütün her türlü kara para aklama işine karışan ticari kuruluşlarının ve gizli gündemleri olan sivil toplum örgütü görünümlü diğer yapılarının gelirleri dahil değildir. Buradan tüm dünya ülkelerini, canım yandığı için açık söylüyorum, FETÖ terör örgütüne karşı dikkatli olmaya ve harekete geçmeye davet ediyorum. Silahlı terör örgütleri ve eli kanlı rejimler konusunda sergilediğimiz dayanışmayı, bu sinsi örgüt için de göstermeliyiz. İsteyen her ülkeyle bu konudaki tecrübelerimizi ve elimizdeki bilgileri paylaşmaya hazırız.
Değerli delegeler; ticaret savaşları her dönemde insanlığa zarar vermiştir, bugün de böyle bir sürecin eşiğinde, hatta içindeyiz. Ticari anlaşmaların keyfi bir şekilde iptal edilmesi, korumacı politikaların yaygınlaştırılması ve ekonomik yaptırımların silah gibi kullanılması karşısında hiçbirimiz sessiz kalamayız. Bu çarpık gelişmelerin zararı eninde sonunda her ülkeye dokunacaktır. Dünya ticaret düzeninin tek taraflı kararlarla bozulmasına engel olmak için hep birlikte çalışmalıyız.
Birleşmiş Milletler’in 2030 küresel kalkınma hedeflerinin başarısı için çalışmamız gereken bir dönemde, dünyanın yeni bir ekonomik kırılma yaşamasını hiç kimse istemez. Kaos çıkarmak kolay, düzeni sağlamak zordur. Bugün bazı ülkeler ısrarla kaos çıkarmaya çalışıyor. Merhametin, vicdanın, hukukun, hakkaniyetin, umudun kaybolduğu bir dünya düzeni kadar büyük tehlike yoktur, şu anda hep birlikte böyle bir tehlikeyle karşı karşıyayız.
Türkiye, ticaretin de, insan dolaşımının da serbest olmasından yanadır. Bu konularda yaşanan her geriye gidiş bizi olumsuz etkiliyor. Üstelik bu tutumun tehdit diliyle, dayatmayla, ikili ilişkilerin geçmişinin tümden yok sayılmasıyla ortaya konması üzüntümüzü daha da artırıyor. Biz sorunlarımızı eşit şartlarda yürütülecek yapıcı diyalogla çözmekten yanayız.
Her alanda olduğu gibi, ekonomi konusunda da sorumlu hareket edilmesini bekliyoruz. Dünya Ticaret Örgütü, G-20, İslam İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Birliği ile tesis ettiğimiz Gümrük Birliği gibi uluslararası platformlarda muhataplarımızla etkin, uyumlu ve yapıcı iş birliği içindeyiz. Türkiye olarak her zaman iş yaptığımız, iş birliği yaptığımız muhataplarımızla birlikte kazanmaktan yana olduğumuzu ifade ediyoruz. Hedef, kazan-kazan…
Bu samimi yaklaşımımız ortayken, ülkemize yönelik ithamları ve baskıları haksızlık olarak değerlendiriyoruz. Bizimle aynı perspektifi paylaşan ülkelerle ve kurumlarla beraber dünyanın içine çekilmeye çalışıldığı bu siyasi ve ekonomik kaosun üstesinden gelebileceğimize inanıyoruz. Bu konuda sizlerin desteğini bekliyoruz.
Sözlerime son vermeden iki hususu paylaşmak istiyorum: İlk olarak; Birleşmiş Milletler bünyesinde geleceğimiz olan gençlerimizle ilgili bir kuruluşa ihtiyaç bulunduğunu düşünüyoruz. Türkiye olarak Birleşmiş Milletler Gençlik Kuruluşunun bir an önce tesis edilmesini ve merkezinin de dünya tarihinin sembolü şehirlerden İstanbul olmasını teklif ediyoruz. İstanbul’da halen inşa edilmekte olan bir gençlik merkezini bu kuruluşumuza tahsis edebiliriz.
İkinci olarak; 2005 yılında ülkemizde düzenlenen Dünya Yaşlanma Zirvesinde 2019 yılı, ‘Uluslararası Yaşlılık Yılı’ olarak belirlenmişti. Bu kapsamda Birleşmiş Milletler Uluslararası Yaşlılık Ajansı ülkemizde kuruluyor ve 3’üncü Dünya Yaşlılık Kurultayı da İstanbul’da yapılıyor. 10 Aralık’ta İstanbul’da gerçekleştirilecek bu kurultaya sizleri davet ediyoruz.
Bir kez daha 73. Genel Kurul çalışmalarının başarılı geçmesini diliyorum, insanlığın ortak parlamentosu olan bu çatı altında temsil edilen tüm ülkeleri ve halkları şahsım ve devletim adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.