2018-2019 Eğitim Öğretim Dönemi Açılış Töreninde Yaptıkları Konuşma

18.09.2018

Eğitim camiamızın değerli temsilcileri,

Değerli öğretmenlerimiz,

Saygıdeğer velilerimiz,

Sevgili öğrenciler;

Hepinizi en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. 2018-2019 eğitim-öğretim döneminin öğrencilerimizle öğretmenlerimiz başta olmak üzere, bütün eğitim-öğretim camiamıza ve milletimize hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum.

Sözlerimin hemen başında ülkemizin dört bir yanında görev yapan tüm öğretmenlerimize selamlarımı Kabataş’tan gönderiyor, kendilerine evlatlarımızın eğitim-öğretimine harcadıkları emek ve fedakârlık için şahsım ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum. Yine bu eğitim-öğretim sezonunda ilk defa okulla tanışmanın heyecanını yaşayan yavrularımızla beraber tüm çocuklarımıza da Rabbimden başarılar diliyorum. Bu vesileyle görevi başında şehit olanlar ile afetlerde, kazalarda yitirdiğimiz öğretmenlerimiz başta olmak üzere, ahirete irtihal etmiş tüm öğretmenlerimizi rahmetle, minnetle yâd ediyorum.

İnşallah 2018-2019 eğitim-öğretim yılı yeni bir doğuşun, yeni bir şahlanışın arifesinde bulunan ülkemizin daha büyük atılımlara imza atmasına vesile olacaktır. Yeni yönetim modelimiz sayesinde etkinliği ve sorun çözme kapasitesi artan bakanlıklarımız bu dönemde hayata geçirecekleri reform ve çalışmalarla Türkiye’nin önünde yeni ufuklar açacaktır.

Biz her eğitim-öğretim dönemini olduğu gibi bu yılı da Türkiye’nin aydınlık yarınlarına giden yolda yeni bir başlangıç, altın bir fırsat olarak görüyoruz. Hele hele bu yıl Kabataş Lisesi’ne binde 2 gibi yüksek oranda seçkin bir öğrenci kalitesini almış olmak, yakalamış olmak, Kabataş Lisesi’nin geleceğe yönelik ne gibi umutlar vadettiğini ortaya koyması bakımından da çok çok önemli. Türkiye’nin geleceğinde Allah ömür verirse ben de bakacağım, yani filanca cumhurbaşkanı acaba Kabataş’tan mı çıktı veya filanca bakanlar oradan mı geldi veya herhangi bir kurumun başındaki Kabataş’tan mı mezun olanlar; ta o konuşmayı yaptığım gün orada öğrenci olanlardan var mı diye arayacağım.

Türkiye’nin güçlü ve müreffeh geleceğine damgasını vuracak gençler okullarımızın sıralarından çıkacaktır, bunda hiç şüphe yok. Bu yıl okula başladıkları için yüreği kıpır kıpır olan miniklerimiz inşallah 2053 ve 2071 Türkiye’sinin kurucuları, liderleri, öncüleri olacaklardır. Yeni ve büyük Türkiye’nin mimarları, öğretmenlerimizin maharetli ellerinde işte bu salondan ve bu sınıflardan, bu okullardan yetişecektir.

İnsanı merkeze alan, insanı eşrefi mahlûkat, yani yaratılmışların en şereflisi olarak gören bir medeniyetin temsilcileri olarak iktidara geldiğimiz ilk günden beri eğitim-öğretim konusuna önem ve öncelik veriyoruz. Dikkat edin, eğitim-öğretim diyorum, sadece eğitim demiyorum veya sadece öğretim demiyorum. Çünkü sadece öğretim yeterli değil, biz biliyorsunuz eğitim-öğretimi bütünleştirmek suretiyle geleceğe yürüyeceğiz. Sadece öğretim, ama pratiği yok; eksik. Onun için teoriyle pratiği birleştirmek suretiyle geleceğe yürümemiz lazım, o bakımdan bu çok önem arz ediyor.

2002’de göreve geldiğimizde ülkemizi üzerinde yükselteceğimiz dört sütunu; eğitim, sağlık, adalet, emniyet olarak ifade etmiştik. Bu anlayışla eğitim sistemimizin eksikliklerini gidermek, çağın gerektirdiği bir yapıya kavuşmasını sağlamak, birikmiş sorunlarına çözüm bulmak için son 16 yılda büyük adımlar attık. Eğitim-öğretim gibi vatandaşın hayatını doğrudan ilgilendiren konularda reformlara imza atmak sadece vizyon değil aynı zamanda cesaret işidir. Bizden önceki hükümetlerin göstermesi gereken cesaret, dirayet ve kararlılığı bizler gösterdik. Diğer meselelerde olduğu gibi eğitim-öğretim meselesinde de asla ‘böyle gelmiş böyle gider’ kolaycılığına kapılmadık.

Kimi güç odaklarının hışmını üzerimize çekme pahasına bu alanda köklü reformlar gerçekleştirdik. Özellikle tek tipçi, yasakçı, öğrencinin tekâmülü yerine formatlanmasını esas alan eski eğitim-öğretim mantalitesini bir daha geri gelmemek üzere rafa kaldırdık. Eğitim-öğretim sistemimizi komplekslerinden kurtararak çok daha özgürlükçü, çok daha demokratik, çok daha sorgulayıcı bir yapıya kavuşturduk. Bilhassa uzun yıllar ihmal edilmiş olan eğitim-öğretim altyapısının güçlendirilmesiyle standartlarının yükseltilmesi noktasında ciddi çabalar harcadık.

Ancak gerek altyapı, gerek içerik konusunda hayata geçirdiğimiz politikalar belli kesimler tarafından sürekli olarak engellenmek istendi. Fatih Projesinden seçmeli derslere, İmam Hatip Liselerinin orta kısımlarının açılmasından 4+4+4 sistemine kadar attığımız her adımda anlamsız bir inatla, bir dirençle karşılaştık. Bu direnç asla milletimizden, öğrencilerimizden ve öğretmenlerimizden gelmedi. Daha çok eğitim-öğretim konusunu ideolojik çekişmelerinin aracı haline getiren çevrelerden geldi. Eğitim-öğretimin millileşmesine, milletin kadim değerleri, talepleri ve ihtiyaçlarıyla barışmasına karşı en güçlü tepkiyi eğitim-öğretimi tekellerinde gören bu kesimler gösterdi. Dün olduğu gibi bugün de zaman zaman aynı çevrelerin çağ dışı tepkileriyle karşılaşıyoruz. Ama biz bunlara aldırmadan yolumuza devam kararlılığıyla yürüyoruz.

Sevgili gençler;

Hiçbir başarıya zahmetsiz ulaşılmaz. Atalarımızın deyimiyle zahmet olmadan rahmet de olmaz. Önüne çıkan engellere bakıp da bundan yılan, vazgeçen hiç kimse menzile, maksuda ulaşamaz. Biz diğer alanlarda olduğu gibi eğitim konusunda da önümüze çıkarılan engellere aldırmadık. Meseleye ideolojik at gözlüğüyle bakan çevrelerin kışkırtmalarına prim vermeden reform çalışmalarımızı devam ettirdik. Allah’a hamdolsun, bu konuda önemli başarılara da imza attık.

Şöyle geriye dönüp baktığımızda huzur-u kalp ile imkânlarımızı zorlayarak verdiğimiz sözlerin neredeyse tamamını yerine getirdiğimizi görüyoruz. Sizlere fikir vermesi açısından burada bazı rakamları sizlerle paylaşmak istiyorum. Zaten rakamlar inanıyorum ki sizin hafıza kayıtlarınıza inşallah nakşolacaktır. Bakınız, biz göreve geldiğimizde Türkiye’de öğretmen sayımız neydi biliyor musunuz? 526 bin, yani 16 yıl önce. Geçtiğimiz 16 yılda 605.450 yeni öğretmen ataması yaparak bu rakamı, tabii emekliler var, 920 binin üzerine çıkarttık. Niye? Çünkü öğretmen olmadan, hele hele vasıflı öğretmen olmadan vasıflı gençlik yetiştiremezsiniz.

Hocam derdi ki; ‘Evladım, bir gün bir öğrencim bir mektup yazdı bana…’ Tabii Osmanlı’daki o cümlelerin edebi çok çok farklı. ‘Membaı ilmü, feyz-ü, bereketli Hocam…’ Yani ilmin, feyzin, bereketin kaynağı olan hocam, başlangıç bu... Bu kadar kibar, bu kadar edibane bir şekilde öğrenci öğretmenine mektup yazıyor. Bu tabii öğrenci-öğretmen ilişkisini kurması bakımından çok çok önemli.

Ben inanıyorum ki, şu anda tabii Kabataş’tan konuşuyoruz ama tüm Türkiye bizi dinliyor, tüm Türkiye’de de elinde satırla dolaşan gençlik değil elinde bilgisayarıyla, kitabıyla, kalemiyle dolaşan bir gençlik olarak ben karşımda sizleri görüyorum. Siz farklısınız. Onun için de yeniden büyük Türkiye’nin imarında sizlerin hamuru, sizlerin bu noktadaki adeta bir nakkaş, bir mimar özelliği içerisinde oradaki harcı çok büyük fark tesis etti.

Ülkemizin 81 ilinde 16 yılda 288 bin adet yeni derslik inşa ederek, toplam derslik sayımızı 575 binin üzerine çıkardık. 2012 yılında uygulamaya geçirdiğimiz Fatih Projesiyle ülkemizdeki yaklaşık 433 bin sınıfın tamamına etkileşimli tahta yerleştirdik. Yaklaşık 1,5 milyon tablet bilgisayarın liselerdeki öğretmen ve öğrencilerimize dağıtımını sağladık. Türkiye’de ilk defa sosyal bilimler ve spor liselerini kurduk. Bilim ve sanat merkezi sayımızı 18’den 135’e yükselttik. Spor salonu rakamımızı 2791’den 9079’a çıkardık.

Ah ah, bizim okullarımızda da beden eğitimi derslerini yaptığımız yerler vardı, nasıldı biliyor musunuz? Şu andaki sınıflarınız gibiydi, orada beden eğitimi dersi yapardık. Dedik ki, hala biz böyle mi yapacağız beden eğitimi derslerini veya spor derslerini? Artık spor salonlarımızın olması lazım, hatta gerekirse belediyelerin spor salonlarına öğrencilerimizi naklederek oralarda bu çalışmayı yapmamız lazım, rahatlıkla spor aktivitelerinin buralarda yürümesi lazım.

Laboratuvar sayımızı 22 binden 37 bine taşıdık, buraya yükselttik. Okullarımıza 2084 elektronik kütüphane kazandırdık. Bunlar hep bu dönemde oluyor, daha önce böyle bir şey yoktu. 2002’de sadece 58 tane fen lisemiz varken, bugün bu sayı 310’a yükseldi. Üniversiteye girişte katsayı engellini kaldırarak çocuklarımızın ayrımcılığa maruz kalmasının önüne geçtik. 28 Şubat döneminde pek çoğunun kapısına kilit vurulan İmam Hatip Okullarımızın sayılarını milletimizin taleplerine uygun şekilde artırdık.

Okul öncesi eğitim-öğretimi süratle yaygınlaştırıyoruz. Eğitim-öğretimde fırsat eşitliği, üzerinde en ciddi ve en hassas şekilde durduğumuz konular arasında yer alıyor, buna mecburuz. Erkekler okuduğu kadar kızlar da okusun istiyoruz. Onun için de eşimle birlikte Şanlıurfa’da başlattığımız o süreç yayılarak devam ediyor. Zengin kadar fakir de en kaliteli eğiti-öğretim imkânına kavuşsun istiyoruz. Büyük şehirdeki imkânların en ücra köylerimize kadar ulaşmasını, 81 milyonun her bir ferdinin aynı fırsatlardan yararlanmasını istiyoruz. Eğitim-öğretim desteklerimizle hiçbir evladımızın maddi imkânsızlık sebebiyle okuldan mahrum kalmamasını sağlamaya çalışıyoruz.

Çok gariptir, işte bizim ortaöğretim dönemimizde benim sınıfımda 75 öğrenci vardı. Ve Anadolu’nun birçok yerinde 100’ün üzerinde öğrencinin okuduğu sınıflar vardı. Şimdi bu sınıflarda kalite ne kadar olabilir, bir düşünün. Ama öğrenci sayısı ne kadar azalırsa, öğrenciyle öğretmen arasındaki bilgi alış verişi o kadar ne yapacaktır, güçlü olacaktır. Şu anda bu seviyedeyiz, bunları mümkün olduğunca bütün okullarımızda hakim kılmanın gayreti içerisindeyiz. Hamdolsun, artık ailelerimiz mesela şu soruyu da soruyor: Acaba kitaplarımızı alabilecek miyiz? Eskiden kara kara düşünüyorlardı. Biz kırtasiyeci dükkânlarında sırada beklerdik bir hafta, kitabımızı alabilmek için.

Sevgili çocuklar, sevgili gençler;

Bunları yaşadığımız için ben yaşadıklarımı anlatıyorum. Aramızdaki öğretmenlerimin bir kısmı onlar da belki bunları aynen yaşadılar. Çünkü kırtasiyeciye kitap gelmiyordu ki, defter, kalem aynı şekilde gelmiyordu ki. Bir hafta sonraya sipariş vermiş kırtasiye dükkânının sahibi, bu kitapları ancak temin edebiliyordu. Şimdi ise biz dedik ki bunu aşacağız. Ne olacak? Biz sıraların üzerine devlet olarak kitapları koyacağız ve eğitim-öğretim başladığı anda bütün öğrencilerimiz kitaplarını sıranın üzerinde bulacak ve bunu da en kalitesinden yapacağız.

Sevgili gençler;

Teksir notunu bilir misiniz? Biz teksir kâğıtlarıyla ders çalıştık. Bu saman kâğıdı böyle garip bir makinede basılır, mürekkebi dağılır vesaire, böyle garip bir şey. Ve biz bunu ağabeylerimizden, üst sınıflardan paramızla satın almak isterdik, onar da vermezlerdi bize. Düşünebiliyor musunuz, bu şartlarda okuduk. O zaman ne yapacaksın? Mecburen, öğretmenimiz ders anlatacak, biz de çalakalem notları alacaktık. Artık o devirler hep geride kaldı. Çünkü biz bunu yaşadık ama öğrencilerimizin bunu yaşamasını istemiyoruz. Dedik ki, birinci hamur kâğıttan biz kitapları hazırlayıp masaların üzerine koyacağız. Hatta bu sene bazıları provoke etmek istedi, dediler ki, ‘basmıyoruz.’ Bu defa Milli Eğitim Bakanlığımız sağ olsun şöyle bir seferberlik ilan etti ve yine bu yıl sıralara bu kitapları yetiştirdik. Çünkü Türkiye artık inşallah bu noktalarda, hele hele ilim noktasında bir yokluklar ülkesi olmayacak, bunların birçoğunu aşacağız. Ve Türkiye, kaliteyi de, teknolojiye de, hepsini inşallah yakalayan bir ülke…

Çocuklarımız bu 50-60 kişilik sınıflarda kışın soğuk, yazın sıcaktan durulamayan, derme çatma binalarda eğitim-öğretim almak durumunda kalıyorlardı. Öğretmenlerimiz çocuklarımıza en güzel şekilde eğitim-öğretim vermenin yolları dışında artık başka sorunlarla, başka sıkıntılarla adeta cebelleşmek durumunda kalmıyor. Son 16 yılda altyapı konusunda atılan adımlar meyvelerini vermeye başlamıştır. Bugün itibarıyla Türkiye eğitim-öğretim alanında artık sıçrama yapacak, yeni bir hamle gerçekleştirecek konuma ulaşmıştır.

Değerli arkadaşlar;

Hayat, her gün yenilenen dinamik bir süreçtir. Güneş her sabah dünden ayrı bir güne, dünden daha farklı bir dünyaya doğar. Bu açıdan değişim ve yenilik insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanoğlunu tekemmül ettiren yine değişim ihtiyacı ve arzusudur. Bilhassa günümüzde değişim dinamiklerinin çok daha hızlı bir şekilde çalıştığını görüyoruz.

Bugün okul sıralarında oturan evlatlarımız ne bizim dönemimizde, ne de anne-babalarının günleriyle karşılaştırılamayacak çok farklı bir iklimde eğitimlerine başlıyor. Bizler çoğu zaman bir kaynak kitaba ulaşmak için şehrin bir başka ucundaki kütüphaneye gitmek zorunda kalıyorduk, çocuklarımız ise bugün bilgisayar başına oturup birkaç tuşa basarak neredeyse insanlığın tüm birikimine kolayca ulaşabiliyor. Okullarımızdaki kütüphanelerden dünyanın en ücra köşesindeki kütüphanelere, çalışmalara, araştırmalara, kitap ve eserlere erişilebiliyor. Günümüzün bilgi ve teknoloji yoğun dünyasında bizler de eğitim sistemimizi güncellemeli, bugünü ıskalamadan geleceğin şartlarına göre evlatlarımızı hazırlamanın yollarını aramalıyız.

Hazreti Ali Efendimizin kendisine ithaf edilen şu hikmetli sözü, tam da bu gerçeği ifade ediyor. Hazreti Ali (r. a) “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin” buyuruyor. Tek yönlü bir eğitim-öğretim yerine, zengin öğrenme ortamlarının gündeme geldiği, sıra dışı modellerin tartışıldığı günümüzde, bizim de artık daha farklı projeleri gündemimize almamız gerekiyor.

Eğitim-öğretim sistemimizi, çocuklarımıza özgüven duygusu kazandıracak, atılım ruhu aşılayacak, pergelin bir ayağını değerlerimize ve ülkemize sabitleyip, diğer ağıyla tüm dünyayı dolaşacak şekilde inşa etmeliyiz. Çocuklarımızı belli kalıplara göre formatlamak yerine, yaratılıştan sahip oldukları, Allah’ın onlara lütfu olan özelliklerini keşfettirecek biçimde evlatlarımıza yaklaşmalıyız.

Bugün sınıflarımızdaki temel sorun, dikkat ve konsantrasyon eksikliğidir. Evlatlarımızın çoğu bedenen sınıftalar, ancak zihnen başka yerdeler. Zira çok ciddi bir uluslararası kuşatma altındayız, buna dikkat etmemiz gerekiyor. Bu durumu değiştirecek, öğrencilerimizin sınıfa, derse, okuldaki aktivitelere ilgisini en üst düzeye çıkaracak yenilikleri süratle uygulamaya koymalıyız.

Özellikle mesleki eğitimle iş hayatını bileştirecek projelere ivme kazandırmamız önem arz ediyor. İş, tam anlamıyla ancak işte öğrenilir, pratiğe dökülmeyen her bilgi bir müddet sonra unutulmaya mahkûmdur. Bu açıdan Milli Eğitim Bakanlığımızın turizm meslek liseleri, sağlık meslek liseleri, motor meslek liseleri vesaire gibi bütün meslek okullarımızda okuyan öğrencilerimize pratik kazandırmayı amaçlayan çalışmalarını son derece önemsiyorum.

Aynı şekilde organize sanayi bölgelerinde açılan meslek liseleriyle de aynı neticeyi elde etmeyi hedefliyoruz. Elektrik-elektronik örneğin; dünya artık gelişmiş ülkelerde bilgisayar teknolojilerinin ileri aşamalara geldiği ülkelerde bu tür organize sanayi bölgelerinin içerisinde ileri teknolojinin olduğu bölgelerin içinde meslek liselerini görürsünüz. Yarım gün orada teoriyi alır, ondan sonra da belli de bir ücretle gelir oradaki diyelim Samsung’un fabrikasında üretime katılır. Bizim bunu aynen yapmamızın önünde bir mani yok, aynen bunları yapacağız. Bu uygulamanın faydalarını inşallah her alanda göreceğimize inanıyorum.

Değerli öğretmenler, sevgili öğrenciler;

Öğrenmek emek ister, disiplin ister. Aşk, tutku, fedakârlık ister. Öğrenmek için aşkı olan, tutkusu olan, sevdası olan bir kişi ne şekilde olursa olsun bir yolunu bulur ve gayesini gerçekleştirir. Özellikle sabır ve sebat olmadan hedeflerimize ulaşmamız mümkün değildir. Mermeri delen suyun kuvveti değil o damlaların sürekliliğidir, aynı noktaya vuruşudur. Eğitim-öğretim konusunda önümüze çıkan engelleri aşmanın yolu da, bilmenin ve yeni şeyler öğrenmenin getirdiği mutluluğu hiçbir şeyin gölgelemesine müsaade etmemekten geçiyor.

Bunun yanında öğrenmenin bir süreç olduğunu ve bu sürecin beşikten mezara kadar ömür boyu devam edeceğini bilmemiz gerekiyor. Belki ilkokulda bir öğretmeniniz, ortaokul ve lisede onlarca öğretmeniniz olacak. Ortaokul ve lisede bu öğretmenlerin bittiğini zannetmeyin, üniversite var. Bunları da geçelim, bunların dışında hayatta öğretmenlerimiz var, onun için binlerce öğretmenimiz olacak.

Sabrı belki küçük bir karıncanın mücadelesinden öğreneceksiniz. Vefayı, uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşınızın o size sarılışından öğreneceksiniz. Açlığı, sokaktaki bir yoksulun ekmeği tutuşundan öğreneceksiniz. Emeği, güneşin altında çalışan bir işçinin alın terinden öğreneceksiniz; bunlar öğretmen. Vatan sevgisini, Suriyeli bir muhacir çocuğun gözlerinden öğreneceksiniz. Kahramanlığı, Ömer Halisdemir gibi yiğitlerin cesaretinden öğreneceksiniz. Özveriyi, terör örgütünün kalleşçe şehit ettiği Aybüke öğretmenin fedakârlığından öğreneceksiniz. Coşkuyu, arkadaşlarınızla birlikte gittiğiniz bir futbol maçında öğreneceksiniz. Hasreti, annenizle bir süre ayrı kaldığınızda öğreneceksiniz. Kurumuş bir dere yatağından susuzluğu, kafeste çırpınan bir kuştan özgürlüğü öğreneceksiniz. Maviyi gökyüzünden, kırmızı gülden, sarıyı ekinlerden, yeşilin güzelliğini Karadeniz’in uçsuz bucaksız ormanlarından öğreneceksiniz.

Yani bunu Karadenizli olduğum için söylemiyorum, vaka bu da onun için. Ben uluslararası toplantılarda diğer liderlere hep söylüyorum, ‘Eğer yeşili tanımak istiyorsanız Türkiye’ye geleceksiniz, Karadeniz’i dolaşacaksınız. Ve orada yeşilin tek türünü değil onlarca, yüzlercesini göreceksiniz.’ Öyle mi? Evet öyle, buyurun gelin. Ve bayağı da geliyorlar.

Misafirperverliği bir Anadolu köylüsünün yüce gönüllüğünden öğreneceksiniz. Kimi zaman bir kitaptan, kimi zaman hikmetli bir sözden, kimi zaman da bir dostunuzun bakışlarından pek çok şey öğreneceksiniz. Unutmayın, okulunuz bitse de, algılarınızı açık tuttuğunuz sürece hayat mektebinde her gün yeni şeyler öğrenmeye devam edeceksiniz. Günümüzün hız çağında öğrenmenin bir sabır gerektirdiğini aklınızdan asla çıkarmamanızı istiyorum.

Başarının anahtarı olarak gördüğüm şu dört hususu bir kez daha sizlere hatırlatmakta fayda görüyorum: Oku, düşün, uygula, neticelendir. Her birinizin okumaya, okudukları üzerinde düşünmeye, düşündüklerini hayata geçirmeye, bunun neticesinde başarıya ulaşacağına inanıyorum. Ben sizlere güveniyorum, sizlerin şu ışıldayan gözlerinde ülkemizin aydınlık geleceğini görüyorum. Burada yarının güçlü Türkiye’sinin siyasetçilerini, öğretmenlerini, gazetecilerini, mühendislerini, mimarlarını, doktorlarını, iş adamlarını, sanatçılarını ve sporcularını görüyorum.

Ve son bir dörtlükle bitiriyorum, İstiklal Şairimiz Mehmet Akif’in… Bir genci babası ona gönderiyor, ‘Oğlum, Akif Amcana git, sana bir nasihatte bulunsun’ diyor. O da Mehmet Akif Ersoy merhuma geliyor, ‘Akif Amca, babam gönderdi, bana bir nasihatin olacakmış’ diyor. O da şu dörtlükle nasihatini yapıyor:

“İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz?

Ne çok söyle, ne büyük söyle; yiğit işte gerek.

Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme;

Özü sağlam, sözü sağlam, adam ol, ırkına çek.” diyor, ‘hadi bakalım git’ diyor.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken bir kez daha 2018-2019 eğitim-öğretim yılının ülkemize ve öğrencilerimize hayırlı olmasını diliyorum. Anaokulundan itibaren 13 yıl boyunca evlatları olarak gördükleri öğrencilerimizi bir mücevher ustası titizliğinde elmas gibi sabırla işleyen öğretmenlerimize şükranlarımı sunuyorum. Ailelerimizden, öğretmenlerimizin çabalarına destek olmalarını beklediğimi burada özellikle ifade etmek istiyorum. Rabbim sizlere zihin açıklığı versin diyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.