Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneği’nin kıymetli yöneticileri,
Değerli medya mensupları,
Kıymetli misafirler, hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Bu yıl ödüllerini takdim edeceğimiz medya mensuplarımızı huzurlarınızda tebrik ediyorum. 1979 yılından beri bu ödülleri veren derneğimizi, sektörü kucaklayan istikrarlı çalışmaları sebebiyle ayrıca tebrik ediyorum. Radyo ve televizyon kuruluşlarımızda görev yapan tüm arkadaşlarımıza çalışmalarında başarılar diliyorum. Sizlerin ve tüm milletimizin geride bıraktığımız Kurban Bayramını bir kez daha kutluyorum. Özellikle bu sektörde ebediyete irtihal eden tüm arkadaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.
Değerli arkadaşlar;
Haberleşme, insanlıkla birlikte ortaya çıkmış ve günümüze kadar kesintisiz şekilde farklı biçimlerle gelmiş bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç, güvercinden dumana, atlı ve yaya ulaklardan geçmişi milattan önceye kadar uzanan yazılı dokümanlara kadar pek çok yöntemle karşılanmaya çalışılmıştır. Matbaanın keşfiyle birlikte bu alanda yeni bir dönem açılmıştır. Daha önce el yazması olarak veya tahta harflerle sınırlı sayıda çoğaltılabilen eserler, matbaanın icadıyla çok sayıda ve uygun maliyetlerle üretilmeye başlanmıştır.
Haberleşmede çığır açan bir başka dönüm noktası da, hiç şüphesiz radyo ve televizyonun keşfedilmesidir. Radyo ve televizyon yayıncılığı her geçen yıl çok büyük gelişmeler göstererek günümüze kadar gelmiştir. Tabii bu arada haberleşmede bir başka dönüm noktası icat olan interneti de özellikle zikretmemiz gerekiyor. Temelleri 1960’larda atılan, ülkemizde de 1990’lı yıllardan beri günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen bu iletişim aracı sosyal medya ve diğer işlevleriyle halen gelişmeye devam ediyor.
Bu kısa medya tarihini sizlere hatırlatmamın sebebi, gazetecilik mesleğinin ne derece köklü ve önemli bir iş olduğunun altını çizmektir. Matbaa, radyo, televizyon, internet derken bugün geldiğimiz noktada medya araçlarının olmadığı bir hayatı neredeyse tahayyül edemez hale geldik. Medyanın hayatımıza bu kadar girmesiyle birlikte kolaylaştırıcı ve zaman kazandırıcı pek çok yönü yanında, kontrol edici ve yönlendirici tarafları da tartışılmaya başlanmıştır.
Bu çerçevede ‘küresel köy’, ‘eşik bekçiliği’, ‘suskunluk sarmalı’, ‘enformasyon toplumu’ gibi pek çok teori geliştirilmiştir. Bugün baktığımızda haberlerden sinemaya, eğlence programlarından çizgi filmlere kadar medya içeriğinin önemli bölümünün belli odakların tekelinde olduğunu görüyoruz. Medyanın tekelleşmesi, giyim kuşamın, mimarinin, yeme içme alışkanlıklarının, daha pek çok bireysel ve toplumsal davranışın da tek düze hale gelmesine yol açıyor.
Görevimiz gereği dünyada ayak basmadık ülke neredeyse bırakmadık. Gittiğimiz her yerde aşağı yukarı aynı kıyafetleri giymiş insanlar, aynı mimariyle inşa edilmiş şehirler, aynı eşyalarla donatılmış mekânlar görüyoruz. Ziyaret ettiğimiz ülkelerin yerel unsurları sadece otantik gösteriler veya sergiler olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin de bu tekdüzeliğin dışında olmadığını üzüntüyle ifade etmek isterim. AK Parti iktidarları döneminde kişisel gayretimizle ilhamını kendi tarihimizden, medeniyetimizden alan bir mimari anlayışı geliştirmek için çok çalıştığımızın en yakın şahitleri sizlersiniz. Aynı şekilde medyada da böyle bir yaklaşımla üretilmiş eserlerin yer alması konusunda ciddi çaba gösterdik. Elbette yapılan güzel işler var; ama hala o tüm dünyayı kuşatan kısırlığın dışına çıkamadığımız da bir gerçektir.
Değerli arkadaşlar;
Medyadan başlayıp günlük hayatımızın her alanına kadar gelen bu sürecin siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal pek çok sebebi olduğunu biliyoruz. Bizim 40 yıllık siyasi hayatımızdaki tecrübelerimizden çıkardığımız sonuç şudur: Şayet ülke ve millet olarak güçlüyseniz kendi özgünlüğünüzü koruma şansına sahipsiniz. Böyle bir gücünüz yoksa ya kendinizi dünyadan tecrit edeceksiniz ki artık böyle örnekler pek kalmadı ya, küresel düzene tabi olacaksınız.
Bizim yöntemimiz daha farklı; biz ne tabi olmayı, ne tecrit olmayı seçtik, bizim tercihimiz güçlü hale gelmekten yana oldu. Bunun için geçtiğimiz 16 yılda Türkiye’yi 3,5 kat büyüttük, geliştirdik, zenginleştirdik. Bunun için ülkemizi her alanda kendi ayakları üzerinde durur hale getirmeye çalıştık. Bunun için 81 vilayetimizin tamamının ve 81 milyon vatandaşımızın her birinin ülkemizin zenginliğinden pay alabilmesini sağlamaya gayret ettik. Bunun için vesayet odaklarından darbecilere, siyasi madrabazlardan ekonomik tetikçilere kadar herkesin karşısında milletimizle birlikte dimdik durduk. Bunun için her alanda yerli ve milli vurgusu yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Sadece 15 Temmuz’daki mücadelemiz bile millet olarak bu yöndeki kararlılığımızın en somut, en çarpıcı örneğidir.
Açık konuşmak gerekirse, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduğumuz günden itibaren bize en çok saldıranların, bizi en çok linç etmeye çalışanların başında kusura bakmayın medya geliyordu. Ana akım medya, ülkemizde eskiden beri vesayetçilerle, darbecilerle, mandacılarla birlikte hareket etmiştir. Milletin yanında durmak yerine, marjinallerin safında yer almayı maharet sanan medyaya karşı da çok büyük mücadeleler verdik. Bir şairimizden esinlenerek söylediğim gibi; biz her biri top güllesi niyetiyle atılan manşetlerle, köşelerini kurşun gibi kullanan kalemşörlerle çarpışa çarpışa bugünlere geldik. Hukuka da, vicdana da, ahlaka da sığmayacak bir mahkeme kararıyla mahkûm edildiğimizde bizim için atılan “muhtar bile olamaz” manşetlerini unutmadık. Şahsımız, hükümetimiz, partimiz aleyhinde yazılan-çizilen bühtanların, atılan iftiraların, yapılan çarpıtmaların haddi hesabı yoktur.
Gezi ihanetini ‘sosyal tepki’, 17-25 Aralık emniyet-yargı darbe girişimini ‘hukuka saygı’, çukur eylemlerini ‘sivil direniş’, 15 Temmuz’u ‘tiyatro’ olarak göstermeye çalışanlar operasyonlarını hep medya üzerinden yürüttüler. Teröristlere güzellemeler yapan, milleti aşağılayan, hor gören, hakir gören bir zihniyet yıllarca medyada baş tacı edildi. Millete ‘göbeğini kaşıyan adam’ diyerek, ‘bidon kafalı’ diyerek, ‘koyun’ diyerek ve daha nice ifadelerle en ağır hakaretleri yapanlar hep –kusura bakmayın- medya mensupları değil miydi?
Türkiye’nin geçirdiği büyük değişimden elbette medyamız da nasibini aldı. Bugün artık eskisine göre hakikatlere daha saygılı, haberlerinde, yayınlarında daha dengeli bir medyamız olduğuna inanıyorum. Ödül töreni vesilesiyle birlikte olduğumuz Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’mizin de bu dönüşüme önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Bir kez daha dernek yönetimini ve üyelerini huzurunuzda tebrik ediyorum.
Değerli arkadaşlar;
Yaşadığımız coğrafya tarihin her döneminde cazip bir yer olmuştur. Neredeyse insanlık tarihiyle eşit bir geçmişi olan bu coğrafyaya sahip olmak için toplumlar nice büyük fedakârlıkları göze almışlardır. Geçtiğimiz Pazar günü Malazgirt’te, Malazgirt’in öncesinde Ahlat’ta, Anadolu’yu bizlere yurt haline getiren zaferin sahibi ecdadımızı coşkuyla andık. Bundan sonra hem Ahlat’ta, çünkü orada bir Cumhurbaşkanlığı butik de olsa köşkü yapacağız. Sayın Bahçeli’nin de bizlere öyle bir ricası oldu, inşallah onu kısa zamanda yetiştirip önce Ahlat, çünkü Sultan Alparslan otağını orada kurmuştu, biz de otağımızı orada kurup oradan Malazgirt’e geçeceğiz. Tarih ibret alınırsa tekerrür etmez ve biz bunu yaşayacağız, yaşatacağız. Bundan sonra hem Ahlat’ta, hem Malazgirt’te ecdadın hatırasını yaşatmaya devam edeceğiz.
Bin yıldır acısıyla-tatlısıyla bizim olan bu coğrafyaya çok daha sıkı sahip çıkmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Ülke ve millet olarak son 150-200 yıldır sürekli savunmada kalmak, sürekli gerilemek mecburiyetinde kaldık. Her biri canımızdan birer parça olan nice vatan topraklarını gözü yaşlı, kalbi kırık bir şekilde geride bıraktık. Bugün kadim coğrafyamızın hangi köşesine gitsek, bizi anlatan eserler, hatıralar, izler bulmaya devam ediyoruz. Tavsiye ederim, Ahlat’a muhakkak gidin ve 8 bini aşkın o kabristandaki kabirleri görmek inanıyorum ki sizlere ayrı bir cesaret verecektir. Orada bambaşka bir tarih var. Bunun için diyoruz ki; Türkiye sadece mevcut fiziki sınırlarından ibaret bir ülke değildir.
Aynı şekilde Türk milletini de sadece bu sınırlar içinde yaşayanlardan ibaret göremeyiz. Bu ülkenin ve milletin gerisinde koskoca bir medeniyet, koskoca bir tarih, koskoca bir birikim vardır. Ülkemizin sınırları başkadır, ama gönlümüzün sınırları bambaşkadır. Bunun için biz ülkemizin sınırları içinde vatandaşlarımıza en iyi, en güzel, en ileri hizmetleri sunmakla kalmıyor, her fırsatta gönül sınırlarımız içindeki kardeşlerimizle de kucaklaşmaya önem veriyoruz. İnşallah ayın 1’inde Kırgızistan’dayız ve orada Türk cumhuriyetlerinin temsilcileriyle üç gün bir araya gelecek, toplantılar yapacağız.
Türkiye’nin bu onurlu ve kapsamlı politikası birilerini rahatsız ediyor. Geçtiğimiz 5 yılda ülkemizin üzerine bu kadar çok gelinmesinin sebebi işte budur. Farklı toplum kesimlerini tahrik edip ülkemizi iç kargaşaya sürükleyemeyince, bu defa terör örgütleri vasıtasıyla dışarıdan tazyike başladılar. Yaptığımız sınır ötesi operasyonlarımızla bu projeyi de akamete uğrattık. Şimdi ekonomi üzerinden bizi sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Türkiye’nin ekonomide çözmesi gereken yapısal sorunları elbette mevcuttur, biz bunları zaten biliyor ve çözümü için çalışıyoruz. Ancak bunların hiçbiri son zamanlarda yaşadığımız hadiseleri açıklamaya yeterli olamaz. Nitekim birileri ülkemizi ekonomi üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalıştırdıklarını açıkça da ifade etmekten çekinmiyorlar. İnşallah biz bu dalgayı da atlatacağız, altyapımız bunu atlatmaya zaten inanıyorum ki kabiliyetlidir, o gücü de vardır. Gerek ekonomi yönetimimiz, gerek devletimizin diğer kurumları ihtiyaç duyulan tedbirleri alıyorlar, alıyoruz. Nitekim milletimizin elindeki kaynakları şu anda seferber edilmiştir. Yurt dışındaki dostlarımız da çok ciddi rakamlarla mücadelemize destek vermeye başladılar. Bu sürecin hem ekonomik, hem de siyasi bakımdan yeni bir sıçrama dönemine girişimizin vesilesi olacağına inanıyorum. Türkiye’nin alternatifsiz olmadığını herkes görecek.
Biz tüm ilişkilerimizi tek taraflı kazanma değil birlikte kazanma üzerine kuran bir ülkeyiz. Türkiye’yle birlikte hareket etmenin herkes için karlı bir tercih olduğunu bugüne kadar beraber çalıştığımız herkese gösterdik. Ancak NATO’da birlikte stratejik ortak olduğumuz bir ülkenin kalkıp da Türkiye gibi NATO içerisinde ilk üçün içerisinde yer alan bir stratejik ortağına bu şekilde yaklaşımlarda bulunmasını hiçbir cümle ifade edemez.
Ve şunu çok açık, net söylüyorum: Bizi öyle tehditlerle, bize ileri-geri ifadelerle geri adım attırmak mümkün değil. Biz öyle bir tarihin varisleriyiz ki bizi bu tehditlerle yıldırmak mümkün değildir. Demek ki onlar bu milleti tanımadılar, ama tanıyacaklar. Biz bir ölürüz, bin diriliriz; yapımız bu, karakterimiz de bu. Vatandaşlarımız ve yüzlerce milyon dostumuzla, kardeşimizle birlikte aydınlık bir geleceğe doğru yürüdüğümüzden en küçük bir şüphemiz yoktur. Allah doğruların yardımcısıdır, biz de doğru bir yolda ilerlediğimize inanıyoruz.
Değerli arkadaşlar;
Hedefsiz bir ülke pusulasız bir gemi gibidir, ne tarafa gideceğini bilemez. Türkiye çok net hedeflere sahip bir ülkedir. Biz 2023 vizyonumuzu 2011 yılında ilan ettik ve o günden beri de aynı rotada yürümeyi sürdürüyoruz. Kısa ve orta vadede 2023 hedeflerimize sıkı sıkıya sahip çıkıyoruz. Hayata geçirdiğimiz her proje, başlattığımız her program, inşa ettiğimiz her eser bizi 2023 hedeflerimize bir adım daha yaklaştırmaya yöneliktir. İnanmak, başarmanın yarısıdır. Biz 2023 hedeflerimize ulaşacağımıza yürekten inanıyoruz. Sadece bununla kalmıyor, sonraki nesillere de 2053 ve 2071 vizyonlarımızı emanet ediyoruz. Gençlerimize ve çocuklarımıza 16 yıldır kurduğumuz ve inşallah daha da ileriye taşıyacağımız bu altyapı üzerinde hayallerini gerçekleştirebilecekleri bir Türkiye bırakıyoruz.
Umutsuzluğu küfürle eşdeğer gören bir kültüre mensubuz. Hiç kimse milletimizin içini karartacak, şevkini kıracak, kafasında ve gönlünde şüpheler uyandıracak yollara boşu boşuna tevessül etmesin. Türkiye’nin girdiği her mücadeleden sadece ayakta değil aynı zamanda kazançlı bir şekilde çıkmasından başkaları rahatsız olabilir. Ama bu ülkenin hiçbir ferdi, hiçbir kuruluşu böyle bir hakka sahip değildir.
Maalesef bu memleketin havasını teneffüs edip, ekmeğini yiyip, suyunu içip, tüm imkânlardan en üst düzeyde faydalanıp Türkiye’nin yüzüstü yere kapaklanmasını heyecanla bekleyenler olduğunu da görüyorum. Milletimize ve onun temsilcisi olarak gördükleri şahsımıza karşı duydukları husumeti ülkenin felaketini dileyecek kadar ileri götürenler bulunduğuna şahit oluyoruz. Medyanın da bilerek veya bilmeyerek bu alçaklığa aracılık etmesinden doğrusu üzüntü duyuyoruz.
Batı ülkeleri başta olmak üzere dünyanın her yerinde medya kuruluşları faaliyet gösterdikleri devletlerin ve toplumların ortak çıkarlarını gözetirler. Bu anlayış, medyanın yazılı olmayan kuralıdır. Kendi ülkesine ve toplumuna karşı husumet içine giren kişiler ve kuruluşlar her yerde olduğu gibi medyada da dışlanır, mecrasız bırakılırlar. Türkiye’nin de bu olgunluğa, bu sorumluluk düzeyine ulaşması şarttır. Son dönemde bu doğrultuda önemli bir mesafe kat etmiş olmakla birlikte daha gitmemiz gereken çok yol olduğu da ortadadır. Bugün burada bulunan sizlerden Türkiye’nin medyadaki bu dönüşümüne öncülük etmenizi, katkıda bulunmanızı özellikle bekliyorum. Sizde bu kararlılığı, bu inancı doğrusu görüyorum.
Bu duygularla bir kez daha Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nin 2017 Yılı Medya Oscarlarına layık görülen medya mensuplarımızı tebrik ediyorum. Her birinize çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.