10. Büyükelçiler Konferansı’nda Yaptıkları Konuşma

13.08.2018

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı Sayın Lajcak,

Saygıdeğer büyükelçiler,

Kıymetli misafirler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla, saygıyla selamlıyorum. 10. Büyükelçiler Konferansı vesilesiyle sizleri Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde, milletin evinde ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Dün başlayan Büyükelçiler Konferansının ülkemiz, milletimiz ve diplomasimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Yurt dışından ülkemizi teşrif eden ve edecek olan misafirlerimize hoş geldiniz diyor, konferansa yapacakları katkılar için şimdiden kendilerine teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakanlığımızı, Sayın Bakanı ve ekibini de bu vesileyle tebrik ediyorum.

Bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanlığı görevini devraldığım günden beri iç siyasette olduğu gibi, özellikle de dış politikada yoğun bir temponun içinde olduk. Meydanlarda milletimize verdiğimiz söze uygun olarak, makamında oturan değil, koşan, koşturan, terleyen bir Cumhurbaşkanı olmaya çalışıyoruz. Nasıl 81 vilayetimizin meseleleriyle yakından ilgileniyorsak, yurt dışında da ülkemizin gücüne güç katmak için gayret sarf ediyoruz.

Geride bıraktığımız 4 senede Cumhurbaşkanı olarak resmi ziyaret, çalışma ziyareti ve zirve toplantıları bağlamında, toplam 113 yurt dışı seyahati gerçekleştirdik. Başta Afrika ve Latin Amerika’dakiler olmak üzere, uzun yıllar ilişkilerimizin kısıtlı seyrettiği devletlerle işbirliğimizi geliştirmenin yollarını aradık. Aynı şekilde 50’si resmi ziyaret olmak üzere, 60 devlet başkanını ülkemizde misafir ettik. G-20, Dünya İnsani Zirvesi, D-8, İslam İşbirliği Teşkilatı zirveleri gibi pek çok üst düzey toplantıya ülkemizde başarıyla ev sahipliği yaptık.

Siz kıymetli büyükelçilerimizle de gerek ziyaret sırasında, gerekse bu zirveler vesilesiyle müteaddit defalar biraraya geldik. Ancak, Büyükelçiler Konferansının konumu şüphesiz ki çok daha farklıdır. Artık geleneksel hale gelen bu toplantı, tüm büyükelçilerimizin aynı çatı altında buluştuğu, istişareler yaptığı, ortak akılla Türk diplomasisinin genel resminin, rotasının ve ufkunun çizildiği önemli bir platform haline geldi. Konferans, uluslararası ilişkilerimizin durumu, geleceği ve başarısı açısından çok kıymetli bir imkandır. Tabii bu seneki toplantının daha öncekilerden farkı, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk konferansı olmasıdır.

Türkiye, merhum Özal’dan Erbakan’a, Türkeş’ten Yazıcıoğlu’na kadar, Demirel’e kadar Türk siyasi hayatında iz bırakmış birçok siyaset adamının hayalini kurduğu bu yönetim modelini hamdolsun demokratik yöntemlerle hayata geçirmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi; tarihimize, kültürümüze, milletimizin beklentilerine ve elbette ülkemizin ihtiyaçlarına en uygun modeldir. Milletimiz bir daha Güneş Motel vari utanç pazarlıklarına şahit olmayacak, fuzuli gerilimler yaşamayacak, sistemden kaynaklı istikrarsızlıklarla boğuşmak zorunda kalmayacaktır.

Nitekim 24 Haziran gecesi sandığın renginin belli olmasıyla beraber, daha önceki tartışmaların hiçbiri yaşanmamıştır. Millet sandığa giderek hem yürütmeyi, hem de yasama organını belirlemiştir. Milletimizin alkışlanması gereken bir diğer başarısı, böylesine kritik bir değişikliği sandık yoluyla tamamen demokrasinin kurallarını işleterek yapmasıdır. Dünyanın birçok bölgesinde gerilimlere, kutuplaşmalara, hatta kanlı çatışmalara sebep olabilecek tarihi bir değişim, Türkiye’de tam bir demokrasi şöleni havasında gerçekleşmiştir. Bu açıdan 16 Nisan halk oylaması ve 24 Haziran seçimleri Türk demokrasisinin ulaştığı seviyeyi de göstermektedir. Demokrasimiz 16 yılda atlattığı badirelerle, başarıyla verdiği sınavlarla olgunlaşmış, tüm dünyada parmakla gösterilecek bir konuma gelmiştir.

Değerli büyükelçiler;

Sistem ne kadar mükemmel olursa olsun, başarısını ya da başarısızlığını belirleyecek olan temel faktör insandır, insan unsurudur. İnsanı dikkate almayan hiçbir sistem başarılı olamaz, insanı motive etmeyen hiçbir model hedeflerine ulaşamaz. Yeni yönetim sistemimizin de başarı çıtasını hiç şüphesiz insan belirleyecektir.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin pürüzsüz bir şekilde işleyebilmesi, en alttan en üstte kadar devlet idaremizin tüm kademelerinde tesis edeceğimiz anlayış ve ideal birliğiyle mümkündür. Memurundan amirine, uzmanından başkanına, valisinden büyükelçisine kadar herkes tam bir koordinasyon içinde büyük ve güçlü Türkiye ideali için çalışmak, üretmek, mücadele etmek zorundadır. Kurumsal taassuplara, çatışmalara, yersiz kaygılardan veya koordinasyon eksikliğinden kaynaklanan vakit kayıplarına asla tahammülümüz yoktur.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde amir ne kadar önemliyse, riyasetinde çalışan personeller de o derece önemlidir. Valinin görevi ne kadar kritikse, kara yollarımızın durumunu kontrol eden işçinin görevi de o kadar kritiktir. Genel müdürün rolü ne kadar mühimse, vatandaşlarımızın güvenliği için gece uykusundan fedakarlık yapan bekçimizin görevi de o kadar mühimdir. Büyükelçimizin vazifesi ne kadar vazgeçilmezse, kançılarya binasında farklı görevlerde çalışan personelinin vazifesi de o derece vazgeçilmezdir. Statüsü, konumu, unvanı ne olursa olsun, devlet teşkilatımızın tüm kadrolarının aynı vazife şuuruyla, aynı adanmışlıkla meseleye eğilmesi gerekiyor. Hiç kimsenin sistemi tıkamasına, yavaşlatmasına müsaade edemeyiz, şüphesiz bunu sağlayacak olan da öncelikle kurumların üst yöneticileridir.

Yeni dönemde üst kademe yöneticilerimizin omuzlarına eskisine göre çok daha büyük sorumluluklar düşüyor. Özellikle bulundukları ülkelerde devletimizi ve Cumhurbaşkanlığı makamını temsil eden siz değerli büyükelçilerimizin mesuliyetleri daha da ağırlaşıyor. Sizler bugüne kadar görev yaptığınız yerlerde büyük bir ülkenin ve büyük bir milletin evlatları olarak hiç şüphesiz faaliyetlerinizi başarıyla sürdürdünüz, devletimizin ve hükümetimizin dış politika vizyonuna uygun olarak pek çok diplomatik çalışmalarda yer aldınız. Binlerce yıllık devlet geçmişimizi ve onun ayrılmaz bir parçası olan hariciye geleneğimizi en güzel şekilde temsil ettiniz. Görev yaptığınız ülkelerde ve uluslararası kuruluşlarda diplomasinin inceliklerini kullanarak ülkemizin konumunu üst sıralara taşıdınız. Emekleriniz için her birinize şahsım, ülkem ve milletim adına teşekkür ediyorum.

Türkiye’nin son yıllarda elde ettiği uluslararası zaferlerde siyasi iradenin kararlı ve dirayetli tavrının yanında, siz büyükelçilerimizin de çok önemli payı bulunuyor. Hariciye teşkilatı güçlü olmayan bir devletin beynelmilel ilişkilerde güçlü olması beklenemez. Ülkemiz bu noktada gerçekten yetkin, nitelikli, kadim değerlerimizi içselleştirmiş, dünyayı ve Türkiye’yi yakından takip eden bir hariciye kadrosuna sahiptir. Birikimleriyle, özgüvenleriyle, daha pek çok üstün vasıflarıyla bizim diplomatlarımızın güçlerini ve kabiliyetlerini gayet iyi tanıdım ve biliyorum. Açıkçası, bu kadroyu yeteri kadar etkin şekilde maalesef kullanmadığımıza da inanıyorum. İnşallah yeni dönemde sizlerden daha büyük gayretler ve sonuçlar bekliyoruz.

Kıymetli dostlar;

Görünen köy kılavuz istemez, böyle bir misalimiz var ya… Son birkaç haftadır yaşadığımız hadiseler hepimize şu gerçeği bir kez daha gösterdi: Türkiye diğer alanlarda olduğu gibi, ekonomide de bir kuşatmayla karşı karşıyadır. Gezi olaylarıyla başlayan, 17-25 Aralık girişimiyle devam eden, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüyle bir üst aşamaya taşınan saldırıların bir müddet daha devam edeceği açıktır. Türkiye’nin bağımsızlığı, ekonomik çıkarlarını, milli onurunu, haysiyet ve şahsiyetini hedef alan bu atakların farklı biçimlerine karşı da hazırlıklı olmalıyız.

Son yıllarda terörden ekonomik manipülasyonlara, bir dizi operasyona maruz kalmamızın en önemli sebebi, milli menfaatlerimiz noktasında tavizsiz bir tutum takınmış olmamızdır. Göreve geldiğimiz andan beri milletin emanetini namusumuz bilip üzerine gölge düşürmedik, siyasetin yeniden vesayetin emrine girmesine izin vermedik. Toplumsal çatışma senaryolarını milletimizle sırt sırta vererek engelledik. Terör örgütleri üzerinden kurulan oyunları kısa sürede deşifre edip önüne geçtik. Suriye’de DEAŞ’la mücadele bahanesiyle etrafımızda oluşturulmaya çalışılan terör koridoruna rıza göstermedik. Ekonomide fakir-fukaranın rızkının finans lobilerine peşkeş çekilmesine göz yummadık.

Döviz kurundaki gelişmelerin ekonomik hiçbir temelinin olmadığı, tamamen ülkemize bir saldırı mahiyeti taşıdığı muvafık-muhalif herkesin ortak tespitidir. Dünyada bir Dünya Ticaret Örgütü var, şu atılan adımlara baktığınız zaman acaba bunun Dünya Ticaret Örgütü’nün umdeleriyle yakından-uzaktan bir alakası var mı? ‘Ben yaptım oldu’ diyemezsin. İstediğin kadar Başkan ol, ne olursan ol, akşam yatıp sabah kalkıp ondan sonra demir-çeliğe şu kadar vergi koydum diyemezsin. Bir devamlılık söz konusudur, ülkeler bütün hesabını bunun üzerine yapıyor ve buna göre adımlarını atıyor. Ondan sonra uluslararasında güven diye bir şey kalır mı?

Bir taraftan stratejik ortak olacaksın, öbür taraftan stratejik ortağına, evet, ayaklarına kurşun sıkacaksın. Bir taraftan Afganistan’da herkes terk ederken beraber olacaksın, Somali’de beraber olacaksın, NATO’da beraber olacaksın, ondan sonra kalkıp stratejik ortağını sırtından vurmaya yöneleceksin. Böyle bir şey kabullenilebilir mi? Ve bunlara bizim eyvallah etmemiz mümkün değildir.

Bugün yaşadığımız hadisenin ne 1994 kriziyle, ne 2001 kriziyle, ne 2007 kriziyle bir ilgisi yoktur, gerçekten bambaşka bir durumla karşı karşıyayız. Bu saldırılara karşı Hazine ve Maliye Bakanlığımız ile diğer ilgili ekonomi birimlerimiz gereken adımları atıyoruz, atmaya devam edeceğiz. Şu anda bizim bütün bu olaylar karşısında temkinli bir şekilde attığımız adımlar var, atacağımız adımlar var, çeşitli planlarımız var. Kurun geldiği yerin ekonomik izahı olmadığı gibi, ‘kur şöyle oldu, kur böyle oldu’ demek suretiyle ‘battık, bittik’; böyle bir şey yok.

Türkiye’nin ekonomik dinamikleri sağlamdır, güçlüdür, yerindedir ve yerinde olmaya da evvel Allah devam edecektir. Döviz kurunun özellikle ekonominin kuralları içerisindeki makul seviyesi neyse, en kısa zamanda mutlaka oraya da oturacaktır; hiç endişe etmeyin, bu konuda rahat olun. Ülke olarak bu süreçte serbest piyasa ekonomisinin kurallarından asla taviz vermedik, vermeyeceğiz. Aksi yönde çıkartılan söylentilere hiç kimse itibar etmemelidir.

Sosyal medya üzerinden birçok ekonomik terör kişilikleri var, onların yaptığı çalışmalar var; bunlara karşı da şu anda yargımız tedbirlerini almıştır, onların da üzerine gidiyor. SPK’sıyla üzerine gidiyoruz ve bunları yakaladığımız yerde de gereken cezayı, müeyyideleri bunlara da uygulayacağız. Çünkü bütün bunlar bu vatana ihanettir, bu ihanet şebekelerine de ‘elini-kolunu sallayarak gezebilirsin’ demeyeceğiz, dedirtmeyeceğiz. Dün de söylediğim gibi, biz bu oyunu gördük ve duruşumuzdan taviz vermeyeceğimizi bir kez daha ilan ederek tavrımızı ortaya koyduk.

Diğer alanlarda da aynı şekilde yolumuza devam ediyoruz. Neler söylüyorlar? İşte ‘C planı, C planının arkasında yatan gerçek şu, nedir? Sermayeye el koymak.’ Yahu sen benim hafıza kayıtlarımı nereden okuyorsun, bunlar falcı mıdır nedir, anlamak mümkün değil. Böyle bir şey mi açıkladık, böyle bir şey mi söyledik, neye göre bunu söylüyorsun? Bunlar maalesef gerçekten ihanet şebekesi, ama biz bunlara yüz vermeyeceğiz. Gereği neyse işte bu tür spekülasyonları yapanlara da gereken bedeli ödeteceğiz. Milli güvenliğimizi tehdit eden FETÖ ihanet çetesinin ve bölücü terör örgütünün sadece saldırılarını engellemekle kalmadık, inlerini de başlarına geçirdik. Bunların da inlerini başlarına geçireceğiz.

Türkiye’yi kendi vatandaşlarıyla beraber yüz milyonlarca insanın umudu haline biz getirdik. Göreve geldiğimizde Türkiye’nin durumu neydi biliyorsunuz, bugün geldiğimiz durum nedir o da ortada. Ülkemize yönelik son yıllarda artan saldırıların hedefi; asla şahıslar, partiler, kurumlar değildir. NATO müttefiki olarak ciddi bedeller ödemiş bir devlete karşı her alanda böylesine düşmanca bir tavır içine girilmesinin hiçbir makul gerekçesi yoktur. Burada amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek, hatta mümkünse bağcının dişlerini dökmek, ciğerini sökmektir; bunların yapmak istediği bu.

Burada asıl mesele, Türkiye’yi iddialarından, hedeflerinden ve ısrarla dile getirdiği hak ve adalet arayışından vazgeçirmektir. Maruz kaldığımız oyunların gayesi, ülkemizi tekrar boyunduruk altına sokarak, cüssesi büyük, ama içi boş bir kağıttan kaplana dönüştürmektir, dertleri bu. Hangi bahaneyle yapılırsa yapılsın, hangi cafcaflı kavramlarla süslenirse süslensin, operasyonun gerçek hedefi budur. Bu saldırılardan alnımızın akıyla çıkmamız da milletimizin birliği, beraberliği ve desteğiyle mümkündür.

Siz büyükelçilerimizin de görev yaptığı her yerde bu çabaya vereceği katkı kritik öneme sahiptir. Şairin ifadesiyle ‘akrebin kıskacında yoğrulmuş’ bu coğrafyada bizim hiçbir gelişmeye seyirci kalma lüksümüz yoktur. Kalıpları aşmak, ezberleri bozmak, alışkanlıkları değiştirmek zorundayız. Ya bir yol bulacağız, ya bir yol bulacağız, bunun başka çıkışı yok. İnşallah bu oyunu hep birlikte bozacağız. Ülkemize yönelik operasyonları hep birlikte göğüsleyeceğiz. Devletimize atılan iftiraları hep birlikte boşa çıkaracağız. Milletimizi hedef alan senaryoları hep birlikte hezimete uğratacağız. Siz büyükelçilerimizi cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin getirdiği enerjiyi, dinamizmi ve imkânları en iyi şekilde kullanarak bu doğrultuda seferberlik ruhuyla çalışmaya davet ediyorum. Yeni dönemde sizlerin çok daha etkin, çok daha sonuç alıcı çalışmalara imza atacağınıza inanıyorum.

Kıymetli dostlar;

Millet olarak bu coğrafyadaki varlığımızı birilerinin ihsanına, lütfuna, ikramına borçlu değiliz. Her zaferimizin ardında milletimizin fedakarlığı vardır, alın teri vardır, kanı, canı, mücadelesi vardır. Her başarımızın gerisinde “Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda, / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” diyerek cepheye koşan kahramanların cesareti, onların ardından acılarını yüreklerine gömen ailelerin o vakur duruşu vardır.

Adları, sanları, cüsseleri, kendilerine biçtikleri rol ne olursa olsun küresel sistemin kabadayıları, bedeli kanla ödenmiş kazanımlarımıza hoyratça, destursuzca el uzatamaz. Hele hele sözüm ona hukuk namına hukuksuzlukları bize kimse dayatamaz. Türkiye’nin dış politika paradigması ve kırmızı çizgileri bellidir. Bizim gayemiz, milletimizin huzur ve emniyeti yanında yakın komşularımızdan başlayarak bölgemize ve dünyaya istikrarın hakim olmasıdır.

Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal’in veciz ifadesiyle, “Yurtta sulh, cihanda sulh” dış politikamızın temel önceliğidir. Nasıl ‘bal, bal’ diyerek ağız tatlanmazsa, ‘sulh, sulh’ diyerek de barış tesis edilemez. Barışı sağlamanın yolu her alanda aktif olmaktan, güçlü olmaktan, sözünü dinletebilir olmaktan geçiyor. Aktif bir dış politikanın en önemli icracılarının başında da siz büyükelçilerimiz geliyorsunuz. Sahada olmadan masada olunamaz. Elbette masada iyi temsil edilmeden de sahadaki kazanımlara sahip çıkılamaz. Hem sahada, hem masada varlık göstermeden sulhun idamesini sağlamak hayalden öteye gitmez.

Bakınız şair ne diyor: “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh, / Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh." Evet, devletlerin başarısının sırrı, şayet barış istiyorlarsa daima savaşa hazır olmalarında yatar. Biz hazırız, onu da söyleyeyim, her şeyimizle hazırız. İşte bunu Fırat Kalkanında da ortaya koyduk, Afrin’de de ortaya koyduk, yarın da koyarız. Her alanda bu anlayışla hareket ediyoruz. Suriye’de gerçek anlamda barışın ve huzurun sadece ülkemizin güvenliği sağladığı yerlerde bulunuyor olması, bu sözün en açık ifadesidir.

Göç meselesinden terörle mücadeleye, insani krizlerden bölgemizde akan kanın durdurulmasına kadar pek çok meselede bu anlayışla hareket ettik, bu anlayışla hareket ediyoruz. Avrupa ülkelerinin yıllardır savunageldikleri prensipleri hiçe sayarak insanları dikenli tel örgülere mahkum ettikleri mülteci krizinde biz elimizi taşın altına koyduk. 2011’den beri canını kurtarmak için kapımıza gelen sığınmacıların diline, dinine, etnik kimliğine bakmadan ev sahipliği yapıyor, insan onuruna uygun bir şekilde onları ağırlıyoruz. Bu insanlar için kendi bütçemizden Birleşmiş Milletler hesaplamalarına göre harcadığımız rakam, 32 milyar doları buldu. Yük paylaşımı konusunda Avrupa Birliği verdiği sözün henüz çok çok gerisinde bulunuyor.

Buna karşılık ırkçılığın, yabancı düşmanlığının ve İslam karşıtı söylemlerin giderek Avrupa siyasetini rehin aldığını görüyoruz. Irkçı ve yabancı düşmanı akımların her seçimde oylarını artırıp yönetime ortak olması, Avrupa ülkelerinde yaşayan 6 milyon vatandaşımızla beraber tüm dünya için de büyük bir tehdittir. Geçtiğimiz asırda iki büyük cihan harbi yaşayan Avrupa, bu işin sonunun ne olduğunu en iyi bilmesi gereken yerdir. Asırlardır farklı kültürlerin, inançların, etnik kimliklerin barış içinde birarada yaşadığı Türkiye, bu zorlu sürecin atlatılması için inisiyatif almaya hazırdır.

Değerli büyükelçiler;

Aktif ve girişimci dış politika vizyonumuzu küresel ve bölgesel konularda hayata geçirmeye gayret ediyoruz. Özellikle Suriye, Irak, İran gibi bizi yakından ilgilendiren meselelerdeki tutumlarımızı, ikili ilişkilerimizdeki sorunlara değil ilkelere dayandırıyoruz. Rusya ile memleketimizin çıkarlarının gerektirdiği biçimde ilişkilerimizde ilerlemeler kaydettik. Körfezdeki kardeşlerimizle ticaretten diplomasiye, ikili işbirliğinden bölgesel krizlerin çözümüne kadar yoğun bir teşviki mesai içindeyiz. Çin’in ekonomik vizyonuyla kendi ekonomik hedeflerimizin uyuşması, bu alanda önümüze yeni ve önemli fırsatlar çıkartıyor. Arakan Müslümanlarının maruz kaldığı zulmü bir nebze azaltmak ve en temel haklarına kavuşmalarını sağlamak için insanlığın gözü, kulağı, sesi olduk. Asya Pasifik’te, Latin Amerika’da ve Afrika’da kararlı bir şekilde sürdürdüğümüz açılım politikalarımıza hız kesmeden devam ettik.

Özbekistan, Kazakistan, Azerbaycan başta olmak üzere Türk dünyasıyla bağlarımızı çok daha ileriye taşıdık. Önümüzdeki dönemde Orta Asya’ya ziyaretlerimizi sıklaştıracağız, ilişkilerimizi daha da geliştirip derinleştireceğiz. Kardeş coğrafyalardan FETÖ terör örgütünün tamamen temizlenmesi için mücadelemizi yoğunlaştıracağız. Tarihi, kültürel ve beşeri bağlarımızın olduğu Balkanlar’la hiç kimseyi dışlamadan istikrar ve güvenlik odaklı çabalarımız artarak devam ediyor. Filistin davası ve Filistinli kardeşlerimizin hukuk mücadelesi, dış politika önceliklerimiz arasındadır. İlk kıblemiz Kudüs’ün statüsüne yönelik tacizlere asla sessiz kalmadık, kalmayacağız.

Türkiye, ekseni tek bir bölgeye mahkum edilemeyecek kadar büyük ve önemli bir ülkedir. Bu anlayışla, BRICS, Afrika Birliği, ASEAN tarzı bölgesel oluşumlarla işbirliğimizi daha da derinleştirmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki süreçte her alanda tempomuzu artıracak, ufkumuzu genişletecek, manevra kabiliyetimizi güçlendireceğiz. 2023 hedeflerimizi gerçekleştirmek için bırakın projelerimizden vazgeçmeyi, vitesi daha da yükselteceğiz.

Bu süreçte siz büyükelçilerimize de çok önemli görevler düşecektir. Son dönemdeki gelişmeler ışığında özellikle dış ticaretimizin artırılması, uluslararası yatırımcılara Türk ekonomisinin sunduğu fırsatların tanıtılması noktasında sizlere büyük sorumluluklar düşüyor. Ben ülkemizin karşı karşıya olduğu sınamaları en iyi bilen siz büyükelçilerimize güveniyorum.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, milletin evini teşrifleriniz için her birinize teşekkür ediyorum. Büyükelçiler Konferansının başarılı ve verimli geçmesini temenni ediyorum. Sizlere görev yerlerinizde başarılar diliyorum. Rabbim yar ve yardımcımız olsun, kalın sağlıcakla.