Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Fahri Doktora Tevcih Töreninde Yaptıkları Konuşma

20.05.2018

Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyinin Sayın Başkanı,

Saygıdeğer Hanımefendi,

Saygıdeğer Eşim,

Saygıdeğer Başbakan, bakanlar, hanımefendiler, beyefendiler,

Saygıdeğer hocalarım,

Sevgili öğrenciler;

Sizleri bu anlamlı buluşmada en kalbi duygularla selamlıyorum. Üç yıllık hasretin ardından tekrar Saraybosna’da bulunmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’ne şahsıma tevcih ettikleri fahri doktora unvanı için şükranlarımı sunuyorum. İnşallah bu anlamlı unvanı hayatım boyunca gururla, iftiharla taşıyacağım.

Sözlerimin hemen başında başta bu salonda bulunan siz kıymetli kardeşlerim olmak üzere tüm İslam aleminin Ramazan-ı Şerifini tebrik ediyorum. Rabbim bizi ve İslam ümmetini barış, huzur ve selametle idrak edeceğimiz Ramazan’lara kavuştursun diye dua ediyorum.

Hamdolsun bugünü Saraybosna’da Ramazan’ın bereketine, ruhuna ve manasına uygun bir gün yaşadık ve yaşıyoruz. Bugün önce Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı değerli kardeşim Sayın Bakir İzetbegoviç ile ikili görüşmemizi, daha sonra iki ülke arasında heyetler arası görüşmelerimizi yaptık. Bakanlar Konseyi Başkanı Sayın Denis Zvizdic ve Bakanlar Konseyinin değerli bakanlarıyla ülkelerimiz arasındaki işbirliği projelerini ele aldık. Ekonomiden eğitime, turizmden kültüre, bütün bu başlıklar altında değerlendirmelerimizi muhataplar olarak da ele alma imkânı oldu.

Sizlerin de bildiği gibi Türkiye ile Bosna Hersek arasındaki ilişkiler mükemmel düzeyde ilerliyor. İnşallah bu münasebetleri çok daha ilerilere taşıyacağız. Elbette birileri Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle işbirliğinin bu derece güçlü, bu derece yakın olmasından rahatsızlık duyuyorlar. Kendi geçmişlerine, kendi münasebetlerinin derinliğine bakmadan ülkemizin Balkanlardaki varlığını sorgulamaya yelteniyorlar. Oysa Türkiye aynı zamanda bir Balkan ülkesidir. Bizim bu topraklarda yüzlerce yıllık tarihimiz, en ücra köşelerine kadar serpilmiş eserlerimiz var. Burada evladı Fatihanlar yatıyor. Az önce bilge insan Aliya’nın kabrini ziyaret ederken, hemen o kabrin, daha doğrusu kabristanın yanı başındaki kabristanda da Osmanlı şehitliğini gördük. Hemen orayı TİKA’yla ele almamız lazım ve ele alarak oranın bütün inşallah yeni baştan sıfır orayı pırıl pırıl yapmamız gerekiyor.

Türkiye’de Bosna Hersek’tekinden daha fazla Boşnak, Arnavutluk nüfusundan daha fazla Arnavut bulunuyor. Türkiye’nin hemen her şehrinde Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan, Türkistan coğrafyasından kardeşlerimiz yaşıyor. Hal böyle iken Balkanlar’la sınırı dahi olmayan ülkeler Türkiye’yi Balkanlar’da adeta hasım bir güç gibi göstermeye çalışıyorlar. Tabii biz bunların asıl karın ağrısını çok iyi biliyoruz. Türkiye’nin Balkanlar’da barış ve istikrarı koruma çabalarının bunların planlarına, projelerine ket vurduğunun farkındayız. Bunlar Balkanlar’ı kendi nüfuz alanları olarak görüyor.

Biz ise bu coğrafyanın kalıcı istikrara kavuşmasını, gerilimle değil daima huzurla, istikrarla anılmasını istiyoruz. İnşallah bundan sonra da mücadelemizi de aynı şekilde sürdüreceğiz. Boşnak kardeşlerimizle beraber Sırpları, Hırvatları, Arnavutları, Makedonları da kucaklamaya devam edeceğiz. Son dönemde bu doğrultuda çok önemli adımlar attık, çok önemli mesafeler kat ettik. İnşallah gelecekte farklılıklardan güç alarak yükselen bir Balkan ruhunu hep birlikte inşa edeceğiz.

Kıymetli dostlar;

Son birkaç yıldır yaşadıklarımız bize Türkiye’nin dış politikada kendine belirlediği misyonun ne kadar doğru ve aynı zamanda ne kadar da zor olduğunu göstermiştir. Gerilim yerine işbirliğini, kavga yerine dayanışmayı, sömürü yerine paylaşmayı, zulüm yerine adaleti savunmak, bu ülkelerin idamesi için samimiyetle mücadele etmek gerçekten çok zahmetli bir çabadır.

Aslında lafa gelince hemen herkes bu kavramları diline doluyor. Bugün bölgemizin ve dünyanın farklı köşelerinde adaletin, barışın, demokrasinin, ekonomik kalkınmanın, işbirliği çabalarının altını oyanlar, bu kavramları kullanmadan tek bir cümle dahi kurmayanlardır. Her fırsatta demokrasi havarisi kesilen, herkese insan hakları karnesi düzenleyen bu ülkelerin tek meselesi kendi çıkarlarıdır. Bunların çıkarları uğruna vazgeçmeyecekleri değer, çiğnemeyecekleri ilke yoktur. Menfaatlerini korumak için Balkanlar dahil dünyanın pek çok bölgesinde katliamlara nasıl ses çıkarmadıklarını hepimiz biliyoruz. Afrika’da altın ve elmas için hangi soykırımların altına imza attıklarını da çok iyi biliyoruz. Terör örgütlerinin devlet terörü uygulayan zalimlerin vahşetlerine önce göz yumup sonra onlarla mücadele bahanesiyle ülkeleri ve toplumları nasıl mahvettiklerini gayet iyi biliyoruz.

Bugün benzer tavırları Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Libya’da ve son olarak da Filistin’de yaşanan zulüm karşısında sergilediler. Aralarında 8 aylık bebeklerin, tekerlekli sandalyedeki engellilerin bulunduğu 64 Filistinlinin vahşice öldürülmesine doğru dürüst tepki dahi göstermiyorlar. Bunlar değil mi Cezayir’de 5 milyon insanı öldürenler? Bunlar değil mi yüzbinlerce Ruandalıyı Ruanda’da öldürenler? Bunlar değil mi yüzbinlerce Libyalıyı Libya’da öldürenler? Bunlar kime insanlık dersi veriyorlar? Bunlardan bizim alacağımız ders yok, ama bunların bizden alacağı çok ders var.

Kimisi ağır 2700 Filistinli sivilin yaralanmasını basit birkaç kınama cümlesiyle savuşturmaya çalışıyorlar. Kendilerine dedik ki; ‘Bunları bize verin, biz bunların tedavisini yaptıralım.’ Vermediler, ‘veremeyiz’ dediler. Kim bunlar? Mısır. Kim bunlar? İsrail. Kim? Amerika. Hani bunların İnsan Hakları Beyannamesine saygıları vardı, hani İnsan Hakları Beyannamesine her zaman harfi harfine uyma sözleri vardı? Yok, inanmayın bunlara, asla bunların böyle bir derdi yok. İşte onun için bu kardeşiniz ‘dünya beşten büyüktür’ diyor. Eğer biz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu beş üyesine dünya teslim olacak olursak yandık. Ve beş değil bir ülke ‘evet’ derse tamam, hayır derse yok; böyle bir şey olur mu? Artık dünya İkinci Dünya Savaşı şartlarını yaşamıyor. Onlar artık geride kaldı, şimdi yeni bir dünya var, yeni bir dünya kuruluyor.

Dolayısıyla bu yeni dünyayı 196 tane Birleşmiş Milletler Genel Kurulu üyesi yeniden inşa etmek durumundadır. Bunu da görüyoruz. İşte biliyorsunuz bizim 13 Aralık Kudüs’le ilgili attığımız bir adım vardı. Olayı ne yaptık? Birleşmiş Milletler’e getirdik ve Birleşmiş Milletler’de hemen süratle bir oylamaya gidildi. Yapılan oylama neticesinde 128 ülke Amerika’nın da içinde olduğu 9 ülkeye ne dedi? Hayır, reddediyoruz dediler. Ve 129 ülke Amerika’yı ve yandaşlarını tanıyan ki isimlerini ben hiç bunların bilmem, duymadığım bilmediğim, bunlara ülke demek mümkün değil, olsa olsa kasabadır. Bir Amerika’nın adını biliyoruz, bir İsrail’in adını biliyoruz, o da çok zulmettiği için. Yok.

Başını kuma gömen devekuşu misali İsrail’in şiddet politikalarına karşı gözlerini kapattıklarında sanki bunların hiç yaşanmadığını varsayıyorlar. Kendi konforlu dünyalarını güvende tutarak bu süreci idare edebileceklerine inanıyorlar. Oysa hakikati görmezden gelmek mümkün değildir. Bugün siz kabul etmeseniz de Filistinliler kurşunların hedefi olmaya, çocuklarını kaybetmiş annelerin, annelerini kaybetmiş çocukların feryatları yükselmeye devam ediyor. Siz sırtınızı dönseniz de bugün dünyada milyonlarca insan açlık ve kıtlığın pençesinde hayatta kalma mücadelesi veriyor. Sürekli sırtı sıvazlanan zalimler dünyayı hepimiz için yaşanılmaz hale getiriyor. Onun için biz de diyoruz ki; zalimler için yaşasın Cehennem. Onlar görmek, duymak, kabul etmek istemeseler de bu adaletsizliklerin, bu zulümlerin hepsi şu an dünyanın farklı köşelerinde yaşanıyor.

Kıymetli dostlarım;

Bize düşen yese düşmek, darılmak, kendi kabuğumuza çekilmek yerine, hak ve adaletin tecellisi için cesaretle mücadele etmektir. Karanlığa kızmanın hiç kimseye bir faydası yoktur, olmayacaktır. Mesele karanlığı delecek bir umut ışığı yakabilmektir. Bunun için bakacağımız yer güç sahiplerinin cüsseleri değil kendi yüreğimizdeki inanç olmalıdır, inanç. Kibir abidelerinin tehditlerine boyun eğerek, coğrafyamızı kana bulayan şiddet sarmalına sessiz kalarak geleceğimize umutla bakamayız. Hazreti Ali (r.a.) Efendimiz, “Haksızlık önünde eğilmeyiniz, o zaman hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz” buyuruyor. Hangi inançtan, hangi dinden olursa olsun vicdan ve şahsiyet sahibi insanların bırakın haksızlık karşısında boyun eğmeyi, tam tersine seslerini yükseltmesi, tepkilerini en net bir şekilde ortaya koymaları gerekiyor.

Türkiye olarak biz son 16 yıldır işte bunu yapmaya çalışıyoruz. Coğrafyamızı etkileyen hadiseleri tribünden seyretmek yerine elimizdeki tüm imkânları kullanarak çözüm için çalışıyoruz. Nemelazımcılığın sahte konforuna tevessül etmeden aktif ve girişimci bir dış politika takip ediyoruz.

Geçtiğimiz Cuma günü İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz Olağanüstü İslam Zirvesi bu çabalarımızın örneklerinden biridir. Bu zirveyi Amerikan yönetiminin hukuk dışı kararından ve İsrail katliamlarından sadece 72 saat sonra liderler düzeyinde düzenledik. Böylece zulüm karşısında tepkimizi gösterdik. Hem de Kudüs başta olmak üzere kutsallarımıza sahip çıkma konusunda güçlü bir irade sergiledik. İslam İşbirliği Teşkilatı olarak ekonomik, diplomatik, ticari ve siyasi alanda Filistinlilerin kanını dökenlerin özellikle canını acıtacak birçok karar aldık. Müslümanların ilk kıblesi, üç semavi dinin mukaddes şehri Kudüs’ün İsrail tarafından işgal edilmesine fırsat vermeyeceğimizi bir kez daha ilan ettik.

Gerek 13 Aralık’ta, gerekse 18 Mayıs’ta yapılan Kudüs konulu olağanüstü zirveler, İslam dünyasının bu konudaki kararlılığının iradesidir. Bu zirveler aynı zamanda İslam dünyasının üzerine serpilmiş ölü toprağını yavaş yavaş üzerinden atmaya başladığının da işaretleridir. Bunu geleceğimiz adına atılmış son derece ümitvar bir adım olarak görüyorum. Ben bir dayanışmayı Suriye’den Irak’a, İslam düşmanlığından kültürel ırkçılığa kadar diğer sorunlarımız konusunda da göstereceğimize inanıyorum.

Değerli kardeşlerim;

Nitelikli, iyi yetişmiş, değerlerini özümsemiş, ufku açık, vizyonu geniş bir insan kaynağına sahip olmadan bu çabalarımızın çoğu akim kalmaya mahkûmdur. Ülkemiz, milletimiz ve işte bugün Bosna Hersek’te olduğu gibi kardeşlerimiz için müreffeh bir gelecek inşa etme konusunda biz gençlerimize güveniyoruz.

Bu anlayışla genç kuşakların eğitim-öğretimine çok büyük hassasiyet gösteriyoruz. Sadece kendi evlatlarımızın değil dünyanın farklı köşelerindeki dostlarımızın gençlerinin de hedeflerimize uygun şekilde yetiştirilmeleri için çaba harcıyoruz. Bakınız bugün Türkiye burslarıyla dünyanın 160 ülkesinden 17 bin öğrenci ülkemizde lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde eğitim-öğretim görüyor. Bunun yanında dünyanın her yerinden 115 bin öğrenci kendi imkânlarıyla Türk üniversitelerinde eğitim alıyor.

Şimdiye kadar Türkiye bursları kapsamında 860 öğrencimiz mezun olarak Bosna Hersek’e döndüler ve ülkelerine hizmet etmeye başladılar. Diğer yandan Bosna Hersek’te Saraybosna, Mostar, Tuzla ve Zenica’daki üniversitelerde Türkoloji bölümleri faaliyet gösteriyor. Bu bölümlerde 500’e yakın öğrenci eğitim alıyor. Türkiye’yi, Türkçeyi, Türk kültürünü ve sanatını Bosna Herseklilere tanıtan Yunus Emre Enstitüsü’nün Mostar ve Foynitsa’da şubeleri var. Bosna Hersek’teki sertifikalı kurslarına yaklaşık 6 bin öğrenci katılan Yunus Emre Enstitüsü, ‘Tercihim Türkçe Projesi’ kapsamında Bosna Hersek’te seçmeli yabancı dil olarak Türkçe hizmeti vermeye de başladılar. 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 43 okulda yaklaşık bin öğrenciyle başlayan projede, bu yıl 150 okulda 8243 öğrenciye ulaşıldı. Bu çalışmaları devletimizin kurumları yanında sivil toplum kuruluşlarımızın, vakıf ve derneklerimizin desteğiyle yürütüyoruz.

Bugün çatısı altında bulunmaktan büyük onur duyduğum Uluslararası Saraybosna Üniversitesi bu vizyonumuzun en güzel meyvelerinden biridir. Ağırlığı uluslararası Saraybosna Üniversitesinde olmak üzere çeşitli şehirlerde 1500’ün üzerinde Türk Üniversite öğrencisi öğrenim görüyor. Uluslararası Saraybosna Üniversitesinin kurucusu olan Sedef Vakfı Bosna Hersek’te ayrıca bir ilköğretim ve bir ortaöğretim okuluyla da gençlerimize hizmet sunuyor.

Ayrıca, Türkiye Maarif Vakfı da Bosna Hersek’teki kuruluş sürecini hamdolsun tamamladı. Vakfımız Bosna Hersekli öğrencilere eğitim desteği vermek için kısa sürede harekete geçecektir. Bu kurumlarımızın Bosna Hersek’teki eğitim seferberliğini FETÖ ile mücadele bakımından da kritik önemde görüyoruz. Malumunuz olduğu üzere ülkemizde 15 Temmuz 2016 tarihinde teşebbüs edilen hain darbe girişimiyle uzun süredir mücadele ettiğimiz FETÖ’nun kirli yüzü açıkça ortaya çıkmış, haklılığımız ispatlanmıştır. Darbe girişimi esnasında pek çok ülke sessiz kalırken Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Sayın Bakir İzetbegoviç’in şahsında Bosna Hersek’in göstermiş olduğu kararlı ve samimi dayanışmayı asla unutmayacağım.

Sayın Bakir İzetbegoviç’in de ifade ettiği gibi, FETÖ toplumun her alanına kollarını dolamış bir ahtapot olarak varlığını sürdürmeye çalışıyor, bu alanların başında ise eğitim geliyor. FETÖ’nün Bosna Hersek’teki eğitim kurumlarını farklı isimler altında sürdürmeye çalıştığını ve çeşitli ülkelerin himayesine sığınma gayreti içerisinde olduğunu biliyoruz. Bu okulların ileride Bosna Hersek’e zarar vermemesi için Bosna Hersekli kardeşlerimizden FETÖ’nün okullarını kapatmalarını isterken Bosna Hersekli öğrencilere de alternatifler sunmayı görev addediyoruz. İşte hemen yanı başınızda malum okulları vardı, şimdi ne oldu? İngiliz bayrağını çektiler; bunlar bu kadar Türk. Bunların Türklükle falan alakası yok, bunlar başka bir millet. Hem Türkiye Maarif Vakfı, hem de Sedef Vakfı açtıkları ve açacakları eğitim yuvalarıyla bu ihtiyaçları giderecektir.

Sevgili öğrenciler;

Türkiye ile Bosna Hersek arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkiler parlak bir gelecek vadediyor. Bu gelişme, her iki ülkenin dilini bilen ve hayatın her sahasında faaliyet gösteren gençlere duyulan ihtiyacı giderek artırmaktadır. Toplumların birbirine giderek daha yakınlaştığı, bilginin, bilişimin ve teknolojinin öneminin katlanarak arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Bosna Hersek gibi hamdolsun güzel bir ülkede ve böylesine güzide bir kurumda eğitim-öğretim gören siz gençlere tavsiyem; çok merak etmeniz, çok araştırmanız, en az iki yabancı dili rahatça konuşabilmeniz, kendinizi en iyi şekilde yetiştirmenizdir.

Bakın artık Parlamento size açıldı ve rahatlıkla gelip orada bir milletvekili olma şansını yakalayabilirsiniz. Biz geldiğimiz zaman biliyorsunuz 30 yaş seçilme yaşıydı; ama şimdi bunu 18’e indirdik. Ve genç, dinamik bir parlamento hazırlayalım istiyoruz. Okuldaki eğitimle yetinmeyin, ülkemizin ve insanlığın tarihini, dünyada olup biten hadiseleri öğrenmek için ayrıca gayret sarf etmelisiniz. Çalışmaktan yılmamak, öğrenmekten usanmamak, karşımızdakini anlamaya gayret etmek ve empati yapmak düsturumuz olmalıdır. Merhum Necip Fazıl’ın da dediği gibi, “Devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak lazım.”

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor, tahsil hayatınızda ve sonrasında başarılar temenni ediyorum. Rabbim yar ve yardımcınız olsun, kalın sağlıcakla.