Chatham House Direktörü, Sayın Dr. Robin Niblett,
Değerli katılımcılar,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. Birleşik Krallık ziyaretim vesilesiyle sizlerle birlikte olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Bugün burada sizlerle “Türkiye’nin Bölgesel ve Küresel Vizyonu” başlığı çerçevesinde düşüncelerini paylaşmaya çalışacağım.
Shakespeare eğer bugün hayatta olsa ve Hamlet adlı eserini tekrar yazsaydı, inanıyorum ki Prens Hamlet’e yine aynı şeyi söyletirdi, “dünyanın çivisi çıkmış.” Evet, Suriye’de yıllardır gözlerinin önünde çocukları katledilen annelerine, ebeveynlerinin ölümünü izleyen çocuklara bakıp da başka bir söyleyebilmek mümkün değildir.
Filistin’de sadece son birkaç haftada yaklaşık 50 kişinin keskin nişancılar tarafından özellikle hedef alınarak öldürüldüğünü, evlerine geri dönmekten başka talebi olmayan bin civarında insanın kasten vurulduğunu görüp de başka bir şey söyleyebilmek mümkün değildir.
Zulümden, baskıdan ve şiddetten kaçmak zorunda kalan, bir gün evlerine dönebilme ümidiyle yaşayan yaklaşık 3,5 milyonunu da ülkemizde misafir ettiğimiz mültecilerin trajedilerine bakıp da “dünyanın çivisi çıkmış” demekten başka ne söz edilebilir?
Afrika’da günde 1 doların altında para kazanıp ailesini doyurmaya çalışan bir babaya sorun bakalım, o başka bir şey söyleyebilecek mi? Somali’deki, Yemen’deki, Afganistan’daki milyonlarca insan için ülkelerindeki içler acısı durumu anlatma konusunda kelimeler kifayetsiz kalıyor.
Bu sorunların çözümüne öncülük etmekle sorumlu uluslararası toplum ise, henüz terörizmle mücadelede ortak bir paydada buluşmayı dahi başaramadı. ‘Senin teröristin kötü, benim teröristim iyi’ mantığıyla bırakınız sorunların çözümünü, yeni sorunlar ortaya çıkartılıyor.
Sevgili dostlar;
Türkiye’nin Suriye’de yaşadığı sıkıntı işte tam da budur. DEAŞ’la mücadelede en etkin operasyonu dünyada Türkiye yapmıştır. Fırat Kalkanı Harekatında 3 bin DEAŞ’lıyı etkisiz hale getirerek bu örgüte Suriye’de en büyük darbeyi biz vurduk. Bununla da kalmadık, DEAŞ bağlantılı 63 binden fazla kişiye ülkemize giriş yasağı koyduk. Terör örgütleriyle ilişkisi olduğundan şüphelenilen ve yasadışı yollarla ülkemize giriş yapan yaklaşık 6200 şahsı sınır dışı ettik. DEAŞ ve El Kaide mensubu 11 binden fazla kişiyi gözaltına alarak, bunlardan 3563’ünü tutukladık.
Ama bizim karşımızda bir başka terör örgütü daha var, Suriye’deki boşluktan istifadeyle sınırlarımız boyunca bir terör koridoru oluşturmaya çalışan PYD- YPG teröristlerine karşı mücadelemizde karşımıza güya müttefikimiz, güya terör karşıtı ülkeler çıkıyor. Buna rağmen Zeytin Dalı Harekatıyla Afrin bölgesinden bu teröristleri temizledik, temizliyoruz, şimdi sıra diğer bölgelerdedir.
Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliği konusunda en samimi ülkedir. Çükü halen sınırlarımız içinde yaşayan 3,5 milyon Suriyeli sığınmacının kendi evlerine dönebilmelerinin yolu, bu ülkenin yeniden güvenli hale gelmesidir. Bugüne kadar sığınmacılar için 31 milyar dolar para harcamamıza rağmen, Avrupa Birliği başta olmak üzere diğer ülkelerden ve kurumlardan ciddi bir destek alamadık.
Suriye topraklarında Türkiye’nin güvenli hale getirdiği yerlere yüzbinlerce insan geri dönüp yerleşirken, halen müttefiklerimizin desteklediği terör örgütlerinin kontrolü altındaki yerlere geri dönen kimse yoktur. İnsanlar karşılarındakilerin tıpkı DEAŞ’lılar gibi eli kanlı teröristler olduğunu biliyor, kendilerini güvende hissetmedikleri için de geri dönmüyor.
Siz bakmayın bu terör örgütünün Kürt kimliğini istismar ettiğine, bu terör örgütünün içerisinde Batının birçok ülkesinden insanlar var. Ama adını Kürtçülük veya Kürtlerle kamufle etmek suretiyle dünyayı aldatmanın gayreti içeresindeler. Ayn El Arab veya Kobani denen bölge PYD, YPG teröristlerinin kontrolünde. İsmi üzerinde, Ayn El Arab bir Kürt bölgesi değildir, aslında Ayn El Arab ‘Arap’ın gözü’, yani Arapların aslında kendi yerleşim bölgesidir. Ama bu bölgenin halkı ülkemizde şu anda Şanlıurfa vilayetimizde yaşıyor. Eğer burada gerçekten Kürtlerin hakkı ve hukuku gözetilseydi, bu insanlar Şanlıurfa’da değil sınırın karşı tarafında kendi evlerinde yaşıyor olacaktı. Demek ki mesele Kürt meselesi değil, terörizm meselesidir. Biz terör örgütleriyle mücadelemizi ilkeli bir şekilde sonuna kadar sürdüreceğiz.
Ülkemizde teröre karşı sürdürdüğümüz kararlı ve özverili mücadelenin hedeflerinden biri de FETÖ terör örgütüdür. 15 Temmuz darbe girişimi başta olmak üzere, FETÖ’nün işlediği suçlar adeta buzdağının görünen yüzüdür. Bu örgütün ihtirasları tüm dünyayı tehdit edecek sapkınlıklara sahiptir. Ülkemizde bu örgütle ilgili kapsamlı davalar açılmış, adli takipler başlatılmıştır. İngiltere dahil, tüm ülkelerden bu örgüte karşı adım atmalarını, sınırları içindeki örgüt mensuplarının ülkemize iadesini bekliyoruz.
Değerli katılımcılar;
Biz kendi bölgemizde bu krizlerle uğraşırken, Kıta Avrupa’sı ve genel olarak Batıda çok tehlikeli bir süreç işliyor. Avrupa’nın göbeğinde insanlar inançları, dinleri, kültürleri, hayat biçimleri yüzünden ötekileştiriliyor. İnanca ve kültüre dayalı ayrımcılık yanında, insanlığın ortak geleceğini tehdit eden daha başka sorunlar var. Küresel ısınma konusunda hala küresel bir eylem planı ortaya konulamadı. Bu sorunun ana müsebbibi bazı ülkeler daha da bencilleşerek küresel ekonomiyi korumacılık savaşlarının tehdidi altına soktular. Kitle imha silahlarının yayılmasının önüne geçme konusunda büyük emeklerle elde edilen diplomatik başarılar, tek taraflı tasarruflar ile göz göre göre heba ediliyor.
Yine iç siyasi hesaplarla 3 semavi dinin de kutsalı olan Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik adımlar uluslararası toplumun tüm itirazlarına rağmen bugün hayata geçiriliyor. Bu tablo karşısında kendimizi İkinci Dünya Savaşı öncesinin karanlık günlerinde hissetmekten alıkoyamıyoruz. Gerçekten de, ‘insan, insanın kurdudur’ sözünü haklı çıkartmaya çalışan bir tabloyla karşı karşıyayız. Halbuki biz insanı ‘yaratılmışların en şereflisi’ olarak gören anlayışa sahip bir milletiz. Böyle olduğu için de bize ve tüm insanlığa dayatılmaya çalışılan bu tabloya biz itiraz ediyoruz.
‘Dünya 5’ten büyüktür’ haykırışımızın gerisinde küresel güvenliğin sağlanması konusundaki işte bu haksızlıklara, adaletsizliklere, çiftçe standartlara, kayıtsızlıklara yönelik eleştirilerimiz bulunuyor. Biz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyeyle dünyayı yönetmesini asla kabullenmiyoruz. ‘Birleşmiş Milletler’in 196 üyesi de dönerli bir şekilde daimi üye olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde görev almalıdır’ diyoruz. Eğer adaleti arıyorsak ve Birleşmiş Milletler adalet üzere tesis edilmişse, bunun gereğini yapmalıyız.
Susmak yerine, ‘bana ne’ demek yerine, dayatmaları kabullenmek yerine mücadeleyi tercih ediyoruz. Dünyanın çivisi çıktıysa, o çiviyi yerine sokacak olan sert bir çekiç darbesi değildir, işleri düzeltecek olan umuttur, diyalogdur, zulme karşı ortak mücadele yürütmektir, paylaşmaktır. İşte bu noktada bir seçim yapmak gerekiyor, ya birbirimizin kurdu olup birbirimizi yiyip tüketeceğiz ya da dertlerimize birlikte derman bulacağız.
Geçen hafta açıkladığım seçim manifestomuzun kilit kavramlarını işte bunun için, erdem, irade ve cesaret olarak ilan ettik. Bu kavramlar 16 yıllık iktidarımızın hem iç politika ve hem de dış politika vizyonumuzun temellerini oluşturmaktadır. Önümüzdeki tüm milli, bölgesel ve küresel meselelerin çözümünde erdem, irade ve cesaret ile hareket etme sözünü milletimize vermiştik. Burada sizlerin vasıtasıyla aynı ahdi tüm insanlığa da ifade ediyoruz.
Sevgili dostlar;
Türkiye olarak girişimci ve vicdani bir dış politika izliyoruz. İnsani yardım konusunda dünyada en ön sıralarda yer alıyoruz. Bildiğiniz gibi, dünyada insani yardım konusunda Amerika birinci sırada, biz ikinci sıradayız, İngiltere 3’üncü sırada; milli gelire oranla baktığımızda Türkiye birinci sırada, Amerika ikinci sırada, İngiltere daha sonra. İnsani yardımın milli gelire oranında Türkiye olarak açık ara dünyanın en cömert ülkesiyiz. Bölgesel ve küresel vizyonumuzun özünde ‘herkes için barış, herkes için güvenlik, herkes için refah’ ilkeleri vardır, çok taraflı işbirliği bu bakımdan önemlidir.
Türkiye olarak hem bölgemizde, hem de dünyada dostluklarımızı kazan-kazan anlayışı etrafında kurmaya veya yükseltmeye çalışıyoruz. Bu vesileyle kadim medeniyetlerin beşiği olan Ortadoğu bölgesindeki durum üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak durmak istiyorum.
Sekizinci yılına giren Suriye ihtilafı, siyasi, insani, güvenlik ve ekonomik boyutlarıyla İkinci Dünya Savaşından bu yana görülmemiş bir yıkıma yol açmıştır. En başından itibaren Suriye ihtilafının çözümü yolundaki gayretlere biz dahil olduk, Cenevre sürecine aktif katkıda bulunduk. ‘Muhalefetin garantörü’ sıfatıyla Cenevre’nin tamamlayıcı unsuru olarak gördüğümüz Astana toplantılarından somut neticeler çıkması için büyük gayret sarf ettik.
Sahada gerginliklerin azaltılması için gözlem noktaları tesisinden gerektiğinde terör örgütlerine fiili müdahaleye kadar her türlü inisiyatifi üstlendik. Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Harekatıyla toplamda 4 bin kilometrekarelik alanı teröristlerden temizledik. İdlib bölgesinin güvenliği için, Rusya ve İran’la birlikte başlattığımız çalışmaları önemli bir noktaya getirdik. Doğu Guta ve özellikle Duma’da yaşanan vahşete engel olamamanın ise derin üzüntüsü içerisindeyiz.
Türkiye, Suriye’de yürüttüğü operasyonlarda rejim başta olmak üzere diğer herkesten farklı bir yöntem kullanıyor. Biz sivillere asla zarar vermeyecek şeklide operasyonlarımızı yürütüyoruz. Sivilleri kendilerine kalkan yapan teröristler karşısında gerektiğinde biz kayıp vermeyi göze alıyoruz, ama sivillere kesinlikle zarar vermiyoruz. Buna karşılık Suriye’nin her yerinde hem rejim güçleri, hem teröristler, hem de rejimle ve teröristlerle birlikte hareket eden ülkelerin güçleri kesinlikle böyle bir hassasiyete sahip değildir. Bunun için ülkede çoğunluğu çocuk, kadın, yaşlı olmak üzere 1 milyona yakın insan hayatını kaybetmiş, tarihi şehirler yerle bir edilmiştir.
Türkiye’nin El Bab ve Afrin’e girdikten sonra bu şehirlerde çekilen fotoğraflarla, Halep’te, Doğu Guta’da, Rakka’da yapılan operasyonlar sonrasındaki fotoğrafları lütfen bir karşılaştırın, hiçbir söze gerek yok, farkı orada göreceksiniz. Türkiye’nin güvenli hale getirdiği yerler, Doğu Guta ve Humus başta olmak üzere rejimin katliamlarından kaçan Suriyelilerin sığındığı yerler haline dönüştü.
Değerli katılımcılar; son günlerde giderek tırmanan bir başka sorun alanı da, İran konusudur. Biz bölgemizin istikrarı için, İran’ın yapıcı katkılarından istifade etmekte yarar görüyoruz. İran ile siyasi diyalogumuzun uluslararası toplumun da menfaatine olduğunu kesinlikle düşünüyoruz. İran’ın nükleer programı konusunda ortaya konan kapsamlı ortak eylem planı, korunması gereken önemli bir diplomatik başarıdır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın tüm raporlarında İran’ın bu plana uyduğu belirtiliyor. İran’la tesis edilecek iyi ilişkiler, aynı zamanda istikrarlı, demokratik, müreffeh ve birleşik bir Irak’ın geleceği bakımından da önemlidir. Seçimlerin henüz yeni yapıldığı bu ülkede uzlaşma ve kapsayıcılık ilkeleri çerçevesinde bir hükümetin kurulmasını bekliyoruz.
Bölgemizdeki bir başka önemli sorun; Yemen ve Libya’daki gelişmelerdir. Yemen’deki kriz dördüncü yıla girmiştir, giderek daha karmaşık bir hal almıştır. Ülkedeki insani kriz ve kaos en çok DEAŞ ve El Kaide gibi terör örgütlerine yarıyor. Türkiye olarak Yemen’in toprak bütünlüğü temelinde kapsayıcı bir siyasi çözümden yanayız.
Libya da birlik içinde olmayı ve hızla normale dönmeyi hak eden bir ülke ve 2015 yılında imzalanan Libya Siyasi Anlaşması bu konuda önemli biri imkandır. Libya’da uzlaşmayı sağlamak ve ülkeyi yeniden inşa etmek için çalışan Libya halkını, Başkanlık Konseyini ve Milli Mutabakat Hükümetini destekliyoruz. Körfez ülkeleri arasındaki gerilimi de yakından takip ediyoruz. Dileğimiz; Körfez Bölgesinde barışın ve huzurun kalıcı olmasıdır.
İsrail-Filistin gerilimi Ortadoğu bölgesini on yıllardır istikrarsızlığa sürükleyen en önemli sorunların başında geliyor. Biz 1967 sınırları dahilinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen ve coğrafi devamlılığa sahip bir Filistin Devletinin kurulmasının bölgede kalıcı barış ve istikrarın tesisi için yegane yol olduğunu hep söyledik ve söylüyoruz.
Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma yönündeki kararını özellikle de uygulama noktasında çok çok talihsiz buluyoruz. Uluslararası hukuku çiğneyen, Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı bu kararı bir kez daha reddediyoruz. Son adımıyla Amerika, çözümün değil sorunun bir parçası olmayı tercih ederek Ortadoğu barış sürecindeki arabuluculuk rolünü yitirmiştir, kaybetmiştir. Uluslararası toplum bir an önce üzerine düşeni yaparak İsrail’in artan saldırganlığını ve Filistin halkına yönelik ihlallerini sona erdirmek için süratle harekete geçmelidir.
Bu arada İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı olarak bu atılan adımın insanlığın barışına hizmet etmediğini, tam aksine bölgenin ve insanlığın birbirine düşmesi için, bölgeyi karıştırmak için adeta bir fitil ateşlemesi olduğunu da hatırlatmak isterim.
Değerli katılımcılar;
Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri tarihi derinliğe sahiptir. Avrupa’nın ve neredeyse tüm Avrupa kurumlarının bir parçası, çoğunun da kurucusu olan bir ülkeyiz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik her şeye rağmen stratejik hedefimiz olmayı sürdürüyoruz. Türkiye olarak katılım sürecinde üzerimize düşeni en başından itibaren samimi bir gayretle yerine getirdik. Buna rağmen teknik bir konu olan müzakere süreci ziyadesiyle siyasileştirilmiş, zorlaştırılmıştır.
Diğer yandan Türkiye’de Arnavutluk nüfusundan daha fazla Arnavut, Bosna Hersek’tekinden daha fazla Boşnak yaşıyor; Türkiye böyle bir ülke. Buna rağmen bölgeye sınırı dahi bulunmayan bazı ülkeler Türkiye’yi Balkanlar’da hasım bir güç gibi göstermeye çalışıyor. Böyle şey olur mu? Biz Balkanlar’ı bir nüfuz alanı olarak değil işbirliği alanı olarak görüyoruz.
Son olarak Kıbrıs meselesine de kısaca değinmek istiyorum. Kıbrıs Türk Tarafı, Türkiye’nin güçlü desteğiyle yarım asırdır hep çözüm yönünde çaba harcamıştır. Kıbrıs Rum Tarafı ise, bir türlü Kıbrıslı Türklerle siyasi eşitlik temelinde ortaklık kurmaya yanaşmamıştır. Rum tarafı Doğu Akdeniz’deki tek taraflı hidrokarbon faaliyetlerini sürdürmekte ısrar ederse, bölgedeki güvenlik ve istikrar sürekli tehlikede olacaktır, bunu açık ve net söylüyorum.
Bir başka önemli kriz alanı olan Güney Kore ve Kuzey Kore arasındaki gerilimin yerini barış atmosferine bırakmış olmasından memnuniyet duyuyoruz. Geçtiğimiz günlerde yaptığımız Güney Kore ziyaretimizde bu düşüncemizi muhataplarımızla da paylaştık.
Çin, bölgede ve dünyada son derece önemli bir aktör... Çin’in kuşak ve yol girişimi uzun vadede son derece önemli etkileri olabilecek bir projedir. Ve biz bu projenin içerisinde önemli bir aktörüz. Türkiye olarak Çin ile Avrupa arasında önemli bir ticari ve insani bağlantı olacak tarihi İpek Yolu’nun canlandırılması girişimine destek veriyoruz.
Kafkasya ve Orta Asya’da da kalıcı barış, kalkınma ve refah için tüm girişimleri destekliyoruz. Bu olumlu tabloda eksik olan tek ülke Ermenistan’dır. Ermenistan yönetiminde makul bir yaklaşım ve aklıselim göreceğimiz günleri de özellikle bekliyoruz. Afganistan’daki güvenlik durumu kırılganlığını sürdürüyor. İstikrar ve güvenlik sağlanması için NATO’nun Afganistan’daki kararlı destek görevinde yer almaya devam edeceğiz. Afganistan odaklı bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi konusunda da çalışmalarımız var.
Rohingyaların yaşadığı insani trajedi, bölgenin ötesinde küresel boyutta sorunlara ve güvenlik risklerine neden olabilecek niteliktedir. Bangladeş’te bulunan ve yakın bir gelecekte de evlerine dönmeleri pek mümkün görülmeyen Rohingya mültecilerinin hayat şartlarının iyileştirilmesi gayretlerini destekliyoruz. Uluslararası toplumun Rohingya Müslümanlarına daha çok destek sağlamasını bekliyoruz.
Değerli katılımcılar;
Bilindiği gibi Türkiye 24 Haziran’da cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine gidiyor. Ülkemizin geçtiğimiz 16 yılında iktidarda olan bir partinin genel başkanı olarak vesayetten darbeye kadar maruz kaldığımız tüm saldırılara rağmen demokrasiden, hukuktan, hak ve özgürlüklerden asla geri adım atmadık. Türkiye demokraside ve ekonomide tarihinin en büyük reformlarını bizzat bizim dönemimizde gerçekleştirdi. 24 Haziran’da milletimizin bir kez daha teveccühüne mazhar olarak reformlarımızı devam ettirme kararındayız.
Dış politikada da aynı şekilde bölgesel ve küresel barışın, istikrarın ve adaletin sağlanmasına yönelik çabalarımızı bundan sonra da sürdüreceğiz. İngiltere ile yakın işbirliğimizi yeni dönemde daha da ilerleteceğimize inanıyorum.
Burada sözlerime son verirken dikkatiniz ve sabrınız için sizlere özellikle teşekkür ediyorum. Kalın sağlıcakla.