Danıştay'ın 150. Kuruluş Yıldönümü Yemeğinde Yaptıkları Konuşma

12.05.2018

Danıştay’ımızın çok kıymetli Başkanı ve mensupları,

Değerli misafirlerimiz,

Hanımefendiler, beyefendiler,

Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, saygıyla selamlıyorum.

Danıştay’ın 150’nci kuruluş yıldönümü ile Danıştay ve İdari Yargı Günü’nü bir kez daha tebrik ediyorum.

Bu vesileyle, yurt dışından teşrif eden misafirlerimize ülkemize ve İstanbul’a hoş geldiniz diyorum.

Değerli misafirler…

Bu yemeğimiz, Türkiye’nin, yasama, yürütme ve yargı erklerinin bağımsızlığı konusunda geçtiğimiz yıl attığı çok önemli bir adımın hayata geçme arifesinde gerçekleşiyor.

Biz, yeni yönetim sistemiyle neyi hedeflediğimizi, her fırsatta açıkça ifade ediyoruz.

Yeni sistemle Meclis’in yasa yapmaya ve hükümeti denetlemeye, hükümetin etkili icraata, yargının da bağımsız ve tarafsız bir biçimde adaletin tecellisine odaklanmasını hedefliyoruz.

Demokrasinin tesisi ve sürdürülebilirliği, toplumun, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına olan güvenilirliğiyle doğru orantılıdır.

Yargının, adaletin tecellisini sağlayamadığı bir yerde, diğer erklerin tek başına demokrasinin taşıyıcısı olabilmesi mümkün değildir.

Esasen, adalet özlemi, demokrasinin de ötesinde, insanlık tarihiyle eşit bir arayıştır.

Adaletin olmadığı yerde, diğer tüm tehditlerin ve tehlikelerin önü açık demektir.

Bunun için bizim inancımızda ve kültürümüzde adalet kavramının çok özel bir yeri vardır.

Bugün tüm adliye binalarımızın cephesinde, hakim ve savcılarımızın oturduğu kürsülerin arkasında “Adalet Mülkün Temelidir” diye yazar.

Aynı şekilde Hazreti Mevlana’nın adalet kavramıyla ilgili tanımlamaları, benzetmeleri, tüm insanlığa mesajlar verecek niteliktedir.

Adaleti, “bir şeyi yerli yerine koymak”, adaletsizliği de “bir şeyi layık olmadığı yere koymak” olarak tarif eden bir medeniyetin inceliği, bizi yargı konusunda sürekli teyakkuz halinde bulunmaya adeta zorlamaktadır.

Hazreti Mevlana hukuku, “ilahi adalet okyanusundan bir damla” olarak görüyor ve bu damlanın ne kadar küçük olursa olsun okyanusun saflığını taşıdığına işaret ediyor.

Bu yaklaşım, yargı mensuplarına büyük sorumluluklar yüklüyor.

Hukukun üstünlüğü ilkesi ve hukuk devleti yaklaşımı, adalete açılan kapıdır.

Bu kapının kapalı olması halinde, neyin adalet, neyin zulüm olduğunu tespit etmek mümkün olamaz.

Hukuka bağlı olmayan bir devlet yönetiminin, eninde sonunda keyfiliğe evrilmesi kaçınılmazdır.

Eğer bir ülkede mazlumların ahı göğe yükseliyorsa, orada ne adaletten, ne de hukuktan, ne de devletin geleceğinden söz edilebilir.

İşte bunun için, ne kadar sıkıntı verici olursa olsun, hukuktan, hukukun üstünlüğünden taviz veremeyiz.

Değerli misafirler…

Şahsen, Anayasa Mahkemelerimizden Yargıtay ve Danıştay’ımıza, ilk derece mahkemelerimize kadar yargının hoşnut olmadığım pek çok kararıyla karşılaştım.

Elbette hoşnutsuzluğumu, eleştirilerimi, itirazlarımı dile getirdim.

Ama bu kararlara uymaktan da asla imtina etmedim.

Çünkü, benim görüşüm, yaklaşımım, değerlendirmem sadece beni bağlar.

Uygulamada esas olan yasamanın çıkardığı kanunların ve ona göre karar vermekle yükümlü yargının ne dediğidir.

Açık konuşmak gerekirse, Türkiye’nin hukuk devleti niteliği, güya bu işin kalesi durumunda olan batı ülkelerinden çok daha güçlüdür, çok daha etkindir.

Biliyorsunuz Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinde alçak bir darbe girişimine maruz kaldı.

Bu darbe girişiminin gerisinde sadece askerler değil, aynı çetenin emniyet ve yargı içindeki mensuplarının da eli vardı.

Buna rağmen, darbe girişiminin anlaşıldığı ilk saatlerden başlayarak, yapılan tüm işlemler hukuk devleti ilkesine uygun şekilde yürütülmüştür.

Savcılarımız soruşturmalarını açmışlar, onlardan aldıkları talimatla emniyet güçlerimiz gereken müdahaleleri yapmışlar, mahkemelerimiz de önlerine gelen belgelere, bilgilere göre kararlarını vermişlerdir.

Türkiye’nin yaşadığından çok daha hafif tehditlere maruz kalan ülkelerin, adeta hukuku rafa kaldırdıkları gerçeğini kimse inkar edemez.

Bazı batılı ülkeler de buna dahildir.

Türkiye, her türlü saldırıya rağmen, hukuk devleti niteliğinden taviz vermeyerek, örnek bir duruş sergilemiştir.

Buna rağmen maruz kaldığımız eleştirilerin, hiçbir akılcı ve hakiki temeli bulunmadığından, tamamen siyasi saiklerden kaynaklandığından emin olunuz.

Geçmişte hukuka aykırı işlem ve eylemlerin acısını çekmiş bir siyasetçi olarak, hukuku devre dışı bırakmak gibi bir düşünceyi asla aklımdan geçirmedim.

Sadece bununla kalmadım, bu yönde herhangi bir adım atmak isteyenlerin karşısına da önce ben dikildim.

Birileri ülkemizdeki olağanüstü hal uygulamasını dillerine dolamış, bunun üzerinden hukuk devleti niteliğimizi sorguluyor.

Türkiye, geçmişte gerçekten çok sancılı, sıkıntılı olağanüstü hal uygulamaları yaşamıştır.

Ama bizim 15 Temmuz’un ardından getirdiğimiz olağanüstü hal uygulamasının terörle mücadele dışında herhangi bir alanda kullanıldığını kimse iddia ve ispat edemez.

Hatta, çok daha ileri giderek söylüyorum, mevcut uygulama, Anayasa ve yasalarımızdaki olağanüstü hal yetkilerinin belki yüzde 1’inin dahi kullanılmadığı bir yumuşaklıkta sürdürülmektedir.

Seçimlerin ardından, yeni yönetim sistemimizin oturmasıyla, kuvvetle muhtemeldir ki, bu uygulamaya da ihtiyaç kalmayacaktır.

Olağanüstü hal uygulaması görmek isteyenler gitsin, Avrupa ülkelerinde en küçük bir kargaşa, karmaşa çıktığında sergilenen hoyratlığa, orantısız şiddete, vicdansız sınırlamalara baksın.

Türkiye’de bu tür manzaralar asla olmamıştır, olmayacaktır.

Değerli misafirler…

Danıştay’ımızın 150’inci kuruluş yıldönümü vesilesiyle sizlerle bu güzel hasbihali gerçekleştirme fırsatı bulmuş olmaktan memnuniyet duyuyorum.

Bir kez daha İdari Yargı Gününüzü tebrik ediyorum.

Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Kalın sağlıcakla…