Değerli eşim,
Sayın Başbakan,
Saygıdeğer eşleri,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın kıymetli mensupları,
Bizi bugün milletin evinde yalnız bırakmayan ve Dünya Kadınlar Gününü birlikte kutladığımız saygıdeğer hanımefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız tarafından hazırlanan Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nın ülkemiz, milletimiz, özellikle de kadınlarımız için hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum. Bu önemli çalışmanın ortaya çıkmasında emeği geçen Sayın Bakanımız ve ekibi başta olmak üzere herkese teşekkür ediyorum.
Sözlerimin hemen başında sizlerin ve tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü tebrik ediyorum. Bugün vesilesiyle bir kez daha hatırladığımız annelerimizi, eşlerimizi, kız evlatlarımızı, kız kardeşlerimizi, ülkemizdeki ve dünyadaki tüm kadınları sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Myanmar’da, Türkistan’da, Filistin’de, dünyanın dört bir köşesinde mağdur, mazlum, muhtaç duruma düşmüş tüm kadınlarımıza Rabbimden sabır ve ihsan niyaz ediyorum. Anneleri, babaları, eşleri, çocukları, yakınları gözleri önünde katledilen, ölümden beter muamelelere maruz bırakılan, istismar edilen tüm kadınların acılarını yürekten paylaşıyoruz.
Tek bir mazlumun ahının dahi arşı titretmeye yeteceğine inanan insanlar olarak bu durum karşısında sessiz, tepkisiz kalmamız düşünülemez. Nitekim ülkemize sığınan ve çoğunluğu kadınlardan, çocuklardan, yaşlılardan oluşan 4 milyon mazluma, 7 yıldır kendi kardeşlerimizden ayrı tutmayacak şekilde sahip çıkıyoruz. Dünyanın dört bir yanında yürüttüğümüz insani yardım çalışmalarında öncelikle hedefimiz hep kadınlar olmuştur. Ülkemizde de sırf kendi zihninin vehmi olan üstünlük duygusu sebebiyle kadınlara kötü muamele eden, hatta canına kıyan anlayışlara karşı mücadelemizi de kesintisiz devam ettiriyoruz.
Geçtiğimiz 15 yılda aile hayatında, iş dünyasında, eğitim-öğretimde, sağlıkta ve diğer tüm alanlarda kadınlarımızın statüsünü hak ve adalet eksenli bir anlayışla yükseltmek için çok önemli çalışmalar yaptık. Az önce değerli Bakanımız teferruatıyla anlattı, Sayın Başbakan aynı şekilde anlattı. Anayasamızdaki, kanunlarımızdaki ve diğer mevzuatımızdaki eksiklikleri tamamladık, varsa yanlışları düzelttik. Bitti mi? Hayır. Çünkü bütün bu yasalar sürekli güncellenmesi gereken yasalardır. Hayat dinamiktir, gelişiyor. Bu gelişmeler karşısında ‘zaten yapmıştık’ diyemezsiniz, güncellemeye mecbursunuz ve güncellemek suretiyle de yaşamı yeniden tanzim etmiş olursunuz. Tüm konuyla ilgili uluslararası sözleşmelere ilk taraf olan ülkeler arasında biz olduk, Türkiye oldu.
Başarımızın en önemli kriterlerinden biri, kadınlarımızın istihdamdaki yeridir. İş gücüne katılımlarını ve istihdamdaki yerlerini yaklaşık 9 puan artırdığımız kadınlarımız, bugün hayatın her alanında geçmişle mukayese edilemeyecek bir yere sahiptir. Hem kendi işini kuran, hem de iş gücüne katılan kadınlarımıza çok önemli destekler verdik. Doğum izninden çocuk bakım hizmetlerine kadar her alanda kadınlarımızın aile hayatından da taviz vermeden çalışmaya devam edebilmelerini sağlayacak düzenlemeler yaptık.
Eğitim-öğretimde fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırmak için kız çocuklarımızın okula gönderilmesini teşvik edecek pek çok tedbiri hayata geçirdik. Örneğin, Başbakanlığımın ilk döneminde eşimle birlikte Şanlıurfa’dan ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyasını başlatmak suretiyle, okula gönderilmeyen kızlarımızın önünü açtık. Bu sayede ilk, orta ve lise düzeyinde erkek-kız çocuklarımızın okullaşma oranları eşitlendi. Üniversitede ise kızlarımız yüzde 44 ile yüzde 40 olan erkeklerin önüne geçti.
Kadınların karar alma mekanizmalarına ve siyasete katılımında da tarihi ilerlemeler kaydettik. 2002 yılında Parlamentoda 24 olan kadın milletvekili sayısı 2015 seçimlerinde 81’e yükseldi. Aynı şekilde belediye başkanı ve belediye meclis üyesi sayısında da geçmişe göre ciddi ilerlemeler sağlandı. Kadınların oranı akademisyenler içinde yüzde 411’i, yargı mensupları içinde yüzde 31’i, üst düzey bürokraside yüzde 12’yi buldu. Bunların yanında daha pek çok alanda, pek çok düzenlemeyi de hayata geçirdik.
Değerli arkadaşlar;
Bu çerçevede attığımız adımları geleceğe taşımak için Bakanlığımız tarafından 2018-2023 dönemini kapsayan Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı hazırlandı, kutluyorum. Ülkemizde ilk defa böylesine kapsamlı ve bütüncül bir strateji belgesi ortaya çıkmıştır. Kadınların ekonomik ve sosyal hayata katılımlarını daha da güçlendirmek için gereken tüm planlar, programlar bu belgede yer alıyor.
Belgenin amaçlarından biri de, bu konuda çalışan tüm kurumların, kuruluşların ve tarafların işbirliği içinde hareket etmesini sağlamaktır. Böylece bu belgeyle kadınların güçlendirilmesi konusunda yapılan ve yapılacak olan tüm çalışmaların dayandığı bir politika rehberi ortaya konmuştur, aslolan budur. Yani bir yol haritanız ortaya çıkıyor. Ve siz de bu yol haritanıza göre bundan sonra bu düzeni kuracaksınız. Bu belge az önce yine izledik, atalarımızın güzel bir sözü var; ‘et- tekraru ahsen velev kâne yüz seksen’ diye. Yani ‘yüz seksen kere de tekrar etsen tekrarda fayda vardır.’ Ve bu beş temel politika alanında yürütülecek faaliyetlerin kılavuzu niteliğindedir. Eğitim, sağlık, ekonomi, karar alma mekanizmalarına katılım ve medya başlıkları altındaki amaçlar, hedefler, faaliyetlerin yer aldığı bu belgeyi gerçekten ben de çok ama çok önemli görüyorum.
Eğitim-öğretimde zaten önemli mesafe kat ettiğimiz kızlarımızın örgün ve yaygın eğitimdeki etkinliklerini geliştirmeyi amaçlıyoruz. Sağlıkta kadınların kendi özel durumlarına uygun şekilde sağlık hizmetlerinden en ileri düzeyde yararlanmalarını hedefliyoruz. Ekonomide kadınların iş kurma ve emek bakımından çalışma hayatındaki yerlerini güçlendirme ve geliştirme gayreti içinde olacağız. Karar alma mekanizmalarına katılım hususunda siyasetten bürokrasiye, özel sektörden sivil topluma ve meslek kuruluşlarına kadar her alanda kadınların aktif temsilini yükseltmek için çalışacağız. Medyada içerik ve temsil bakımından kadınların yerlerini tahkim etmeyi, bunun yanında iletişim araçlarının verimli kullanımını teşvikini öngörüyoruz.
Her bir başlığın altında hedeflere ve stratejilere ayrıntılı şekilde yer verilerek konu efradını cami ağyarını mani bir şekilde ortaya konuyor; bu bakımdan çok çok önemli. Bir kez daha ben emeği geçenleri kutluyorum. Belirlenen hedeflerden geriye düşülmemesi için bu belgenin ve planının uygulamadaki her aşamasını Bakanlığımızla birlikte takip edeceğimin de bilinmesini istiyorum.
Kıymetli hanımefendiler, değerli misafirler;
Tabii burada bir şeyi özellikle ifade etmem lazım. Eğitim-öğretimin başlığını şahsen sadece okulla sınırlı görmüyorum. Çünkü kadın, tüm insanlığın ilk öğretmenidir. Çocuk doğumu öncesinden başlayarak hayata gözlerini açtığı andan itibaren uzunca bir süre her şeyi annesinden öğrenir. Doğumdan sonra başlamıyor eğitim öğretim. Ya? Doğumdan önce başlıyor, işin ilahi boyutu budur.
Çocuk, beslenmeyi nerede öğreniyor? Anne karnında öğreniyor; ilahi tecelli bu. Orada başlayan bu süreç, o yaşam süreci, işte doğumdan sonra da adeta çok ciddi bir eğitim-öğretimden geçmiş o yavru doğumdan sonra nereden aldın sen bu eğitim-öğretimi? Bakıyorsunuz aynı şekilde devam ediyor. İşte ilahi takdir planının içerisindeki bu eğitim öğretim bizim için öneme haiz. Onun için benim gözümde kadınlar insanlığın öğretmenidir. Ve aile içinde kadının kimi zaman görünen, kimi zaman görünmeyen belirleyici rolü, işte bu öğretmenlik vasfından geliyor. Kadınlarda zaten Allah vergisi bir kabiliyet olan güçlü bir sezgi var. Öğretmenlik yetenekleriyle birleştiğinde ortaya elleri ayakları öpülesi analar, ömür boyu sırtımızı yasladığımız eşlerimiz, gözümüzün nuru kızlarımız çıkıyor.
Şu anda bizi ekranları başında izleyen tüm milletime sesleniyorum, dolayısıyla sizler vesilesiyle, dün de yine HAK-İŞ Konfederasyonu’nun Dünya Kadınlar Günü Toplantısı Ankara Arena Spor Salonundaydı, yaklaşık içeride ve dışarıda 15 bin kişi vardı, orada da söyledim. Buradan ayrıldığınızda dedim, muhakkak annelerinin ayaklarının altını öpün. Çünkü cennet annelerin ayakları altında. Ve yine bir şey daha söyledim, anneler nazlıdır dedim. Siz öpmeye kalkarsınız o ayağını çeker. Çektiği zaman da; ‘Anneciğim, sen bana Cennet’in kokusunu çok mu görüyorsun?’ deyin, onun nazına naz ilave edin. Ve bakın Peygamber Efendimizin o hadisinde ‘babaların ayakları altındadır’ demiyor, ‘annelerin ayakları altındadır’ diyor.
Ve bir başka işin önemli boyutu, erkek-kadın. Bizim dinimiz İslam, Sevgili Peygamberimiz o görevi üstlendiğinde eve geldiğinde Hazreti Hatice validemiz onun tek dayanağıydı. Çünkü Sevgili Peygamberimiz yetimdi, öksüzdü, her şeyi Hatice validemizdi ve Hatice validemize dayandı, ‘beni örtün, beni örtün’ dediğinde bir ürpertisi vardı ve o anda Hazreti Hatice validemiz Sevgili Peygamberimize o gücü, kuvveti verdi.
Biliyorsunuz Hazreti Hatice validemiz aynı zamanda Mekke’nin en önemli zenginlerindendi, güçlüydü ve Sevgili Peygamberimize karşı en ufak bir onun merhamette, şefkatte ‘ben zenginim, sen zengin değilsin’ veyahut da ‘güçlü değilsin, fakirsin’ böyle bir şeyi olmamış, tam aksine sahiplenmişti. Ve o dayanışma, o bütünleşme gerçekten Hazreti Hatice validemizin şahsında, evet, bizim inancımızda kadını çok farklı yere doğru çıkartıyor.
Ve ben de diyorum ki, bu dayanışmamız, bu birlikteliğimiz inşallah sadece burada kalmayacak. İşte bakın bugün Afrin’de, az önce perdede izledik, ekranda izledik, o kızlarımızın, o polislerimizin, şehitlerimiz ve şu anda Afrin’de savaşlarımız, nasıl yürekleri var değil mi? Hangi yürekle oraya gidiyorlar değil mi? İşte o yürektir ki bakın bugün Afrin’de… Salona gelirken neticeyi aldım, durum nedir diye sordum, hamdolsun netice şu anda etkisiz hale getirilen teröristlerin sayısı 3089. Ve bunların en önemli yerler olarak gördüğü yerler de artık hepsi tek-tek düşüyor.
İnşallah Afrin de bitecek, aynen Cerablus gibi orayı nasıl bitirip sahiplerine teslim ettiysek, 140 bin insan geri döndü, şimdi Afrin’de de en az 140-150 bin, belki 200 bin kişi geri dönecek. Şu anda 800 kilometrekareye yakın bir alan kontrolümüz altında, Cerablus 2 bin kilometrekareydi kontrolümüze aldık, burası da yaklaşık 2 bin kilometrekare, bunun tamamını da inşallah aldığımızda kontrolümüz altına ve buraya da Afrinli olan kardeşlerimiz gelip yerleşecek. Biz işgal için girmedik, biz sadece teröristlerden buraları temizlemek için oradayız ve işimiz bittiği andan itibaren gerçek sahiplerine orayı teslim ederek asıl görev alanımıza döneceğiz.
Değerli kardeşlerim;
Ailede kadın iyi bir öğretmense, babanın eksiğini de, okulun eksiğini de, toplumun eksiğini de o giderir. Her bir kanalı ayrı bir sorun, ayrı bir adeta kanalizasyon haline dönüşmüş olan medyanın şerrinden evlatlarımızı, ailelerimizi ve milletimizi koruyacak olan ilk ve güçlü kalkan yine kadınlar, yine annelerdir. Siz varsanız yavrular kurtulur, yoksa Allah muhafaza.
Annenin bıraktığı boşluğu dolduracak pek az alternatif vardır, hatta yoktur, bunu söylesek de yeridir. Bunun için öksüz, yani annesiz büyüyen çocukların durumu, yetim, yani babasız büyüyen çocuklardan çok daha vahimdir. Anne şartlar ne olursa olsun evlatlarına göz kulak olur, evlatlarına sahip çıkar, çekip çevirir. Çok anneler tanıdık, anne başka, annesiz yaşamak kolay değil. İnanın baba ölür gider bir gün, iki gün ağlarsın, anne ölüp gittiği zaman bir gün, iki günle bitmiyor, o çok daha farklı. Babanın hayatın çetin şartları içinde bu konuda anne kadar başarılı olması şüphesiz ki daha zordur, ama anne bu mücadeleyi ayrı veriyor. Bu sebeple kadının anne ve öğretmen olarak aile ve toplum hayatımızdaki yerini çok ama çok önemli görüyoruz.
Zaman zaman kadın meselesi konuşulurken anne vurgusu yapmamızdan rahatsız olanlar bulunduğu biliyorum, bunlarla karşı karşıya çok geldim. Halbuki Allah’ın kadınlara verdiği en büyük ayrıcalık, işte bu annelik vasfıdır. İstiklal şairimiz Akif ne diyor:
“Ne hisli validelerdir bizim kadınlarımız!
Yazık ki anlatacak yok da yanlış anladınız.
Yazık ki onları tasvir eder birer umacı,
Beş-on romancı, sıkılmaz beş-on da maksatçı.”
Evet, Akif’in sıralamasını tamamlamak gerekirse, bunlara 5-10 televizyon dizisini, 5-10 medya maydanozunu da eklemek gerekir. Gerçekten de birileri ısrarla bizim validelerimizi, kadınlarımızı yanlış anlatamaya, yanlış göstermeye çalışıyor. Kadını annelik vasfından ayırmak demek, onun en büyük ayrıcalığını elinden almak, aynı zamanda tabii sıfatı olan öğretmenliğini de yok saymak demektir. Ülkemizde kadınlarımızın hakları, hukukları, sorunları konusunda şahsım kadar duyarlı, şahsım kadar somut politikalar üretmiş, şahsım kadar icraat ortaya koymuş bir başka siyasetçi, bir başka cumhurbaşkanı var mı bilmiyorum, bu işi çok önemsedim.
Hani zaman zaman söylüyorum, en az üç çocuk diyorum, birileri rahatsız oluyor. Rahatsız olanlar niye rahatsız oluyor biliyor musunuz? Bu millete düşman oldukları için rahatsız oluyorlar. Çünkü bir milleti millet yapan nedir? Ailedir. Aile nereden oluşuyor? Tabi ki anne-baba. Eğer biz bu milleti güçlü kılarsak, nüfusumuzu, ki dinamik, genç nüfusumuzu eğer artıracak olursak, inanın Batı bizim bu yükselişimiz karşısında çok kaçacak delik arar. Onlar zaten eriyor, ama bizim güçlenmemiz lazım; onun için nüfus çok önemli.
Ve benim tahsilim ekonomi, mesela ekonomide getirirler, ekonomide başarının sırrını, söylerler, insan, emek, sermaye, üretim filan... Ben de diyorum ki, hayır, başarının sırrı sadece insandır. Sermaye insanın türevidir, emek insanın türevidir, tüketim, üretim insanın türevidir, insan varsa bunlar var, insan yoksa bunların hiçbiri yok, öyleyse bunu artırmamız lazım.
Bu konuda slogandan öteye geçen hiçbir çalışması ve gayreti olduğunu duymadığımız, görmediğimiz kişilerin bizi eleştirmesini de pek önemsemiyoruz zaten, biz işimize bakacağız. İşte göreve geldik 15 yıl, 16 yıl oldu, ülkemiz nereden nereye geldi her şey ortada, rakamlar ortada, gerçekler ortada. Bütün yurtdışından gelen liderler vesaire, ülkemizi gördüğü zaman söyledikleri tek şey var, ‘tanıyamadık’ diyorlar. Türkiye şu anda böyle gidiyor. Bunları tek tek söylememize gerek yok, eğitimde gelinen yer ortada, sağlıkta gelinen yer ortada, bunların neyini anlatayım.
Hele hele şehir hastaneleri devreye girdiği andan itibaren ki, 3-4 tanesi girdi, Türkiye’de şehir hastaneleriyle birlikte artık millet Cleveland’a gitmeyecek Türkiye’ye gelecek. Onun için tıp fakültelerine ağırlık verdik, üniversitelerimizde yoğun bir şekilde buralardan doktorlarımızı yetiştirelim, inşallah hemşirelerimizi, sağlık memurlarımızı, bunları bol miktarda yetiştirelim istiyoruz ki hastanelerde artık bu noktada kaliteyi de yükseltelim. Fiziki mekan tamam, o oluyor, insan kalitesini de yükselttiğimiz andan itibaren göreceksiniz gelinen yer burası olacak. Bizim genlerimizde bu var, biz bunu başaracağız göreceksiniz.
Varoluş gayesi sadece istismar olan, milletin ve bu noktada bütün dinimizin değerleriyle hesaplaşmaktan başka hiçbir hedefi olmayan marjinalleri asla dikkate almayız. İşte son günlerde bakıyorsunuz, din adamı olarak ortaya çıkıp da ne yazık ki kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup, dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı kendine göre içtihatta bulunan kişiler çıkıyor ortaya; anlamak mümkün değil. Yani bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada, farklı bir asırda, zamanda yaşıyorlar. Çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14 asır, 15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız, böyle bir şey yok. Onun için de bugün İslam’ın uygulanması, yer, zaman, koşullar, her şeyiyle o da ne yapıyor, değişiyor, İslam’ın güzelliği burada zaten, önemi burada. Şimdi birçok hoca efendi tabii beni tefe koyup çalacak, o ayrı mesele. Rabbim bizi tefe koymasın, mesele orada.
İstisnaları genelleştirmek, tarihin belirli bir dönemine, toplumların kendi özel şartlarına uygulamaları, geleneksel davranışları taşımaya çalışmak sadece meseleyi sulandırmaya yarar. Halbuki biz ortada bir sorun olduğunu görüyoruz ve bunu çözmeye çalışıyoruz. Eksikler elbette olabilir, hatta kimi durumlarda yanlış da yapılmış olabilir. Bunların iyi niyetle ve yapıcı bir tutumla ortaya konması halinde derhal düzeltilmesi mümkündür. Fakat sırf, reklamın iyisi-kötüsü olmaz, bu mantıkla dikkat çekmek, popüler olmak, ispatı vücut yapmak için söylenen sözleri biz asla kabul edemeyiz. Hele hele bu tartışmayı dinimizin kavramlarıyla yürütmek sadece kadınlara değil, inanın inancımıza da, dinimize de haksızlıktır.
Tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, dini hususların tartışılmasında da seviyeler vardır. Kur’an’a, sünnete, icmaya, kıyasa vakıf olmayan insanlara misal kabilinden bile olsa istisnai birtakım uygulamaları anlatmaya kalktığımızda, zücaciye dükkanına giren fil misali bir sürü başka şeyi kırıp dökmeniz kaçınılmaz hale geliyor. Birisi bakıyorsunuz sünneti tartışıyor, öbürü bakıyorsunuz icmayı tartışıyor; bırak bu işleri. Aslolan nedir? Bizim mukaddes kitabımız Kur’an’dır, Kur’an’a ters değilse mesele bitmiştir.
Eskiler, yani kudema, ‘vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir’ derdi, yani ‘bir neticeye kavuşmak ancak doğru usullerle mümkündür’ derdi. Amacın hasıl olması için sizi oraya götürecek yolun da doğru ve düzgün olması şarttır. Farazi tartışmaları günümüz hayatının bir parçası gibi anlatmak hiç kimseye fayda sağlamaz. Bu konularda söz söyleyen, görüş beyan eden herkesi dikkatli olmaya, kendileriyle birlikte değerlerimize zarar vermemeye, kadınlarımızı da rencide etmemeye davet ediyorum.
Bilhassa da ilim erbabımızın bu konuda azami hassasiyet göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Geçenlerde Diyanet’ten sorumlu olan Başbakan Yardımcıma da söyledim, ‘Bizim Diyanet Teşkilatımızın Din İşleri Yüksek Kurulu var ve Din İşleri Yüksek Kurulunda da çok çok vasıflı ve bütün ilim dallarında yetki sahibi olan hocalarımız var, tefsirde, hadiste, fıkıhta, birçok. Bütün bu hocalarımız ne iş yapıyorlar, niye sessiz kalıyorlar? Sessiz kalıp bu alanı niçin bu adamlara kaptırıyorlar?’ FETÖ olayı da böyle oldu, FETÖ konusu da böyle oldu, söyledik söyledik, sonunda bir şûra yaptırdık. Şimdi tabii asıl konuşması gereken konuşmayınca meydan kime kaldı? FETÖ’ye kaldı, maalesef FETÖ’nün arkasından gelen tiplere kaldı. Onların da zaten vasıfları ortada, FETÖ’nün kalitesi, vasfı ortada, arkasından gidenler ne yazık ki ona tabi olduklarına göre onlar ondan daha da geri.
Değerli misafirler;
Kadınlarımıza müteşekkir olduğumuz bir diğer husus da, ülkemizin ve milletimizin içinden geçtiği şu kritik dönemde gösterdikleri sağlam duruştur. Şehit annelerimizin, şehitlerimizin eşlerinin, evlatlarının metanetlerini gördüğümüzde geleceğe olan güvencemiz güçleniyor. Dün Çanakkale’de vatan uğruna onları kurban ettiklerinin işareti olarak saçlarına kına yakıp evlatlarını cepheye gönderen anneler, bugün de aynı bilinçle, aynı inançla evlatlarını mücadeleye, savaşa uğurluyor.
Yahya Kemal öyle diyor:
“Şu kopan fırtına Türk Ordusudur ya Rabbi,
Senin uğrunda ölen ordu, budur ya Rabbi
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.”
Ve şimdi 15 Temmuz’da olduğu gibi yine askerimiz bu inançla, bu aşkla yürüyor, hiç çekinmiyor, dağ-taş demeden yürüyor. Eşler, kız kardeşler, evlatlar, şehit olan asker-polis yakınlarının elbiselerini giyerek katıldıkları cenaze törenlerinde aynı vakur duruşu sergiliyorlar. Böyle bir milletin ferdi, böyle annelerin evladı, böyle kadınların kardeşi olduğum için Rabbime binlerce kez hamt ediyorum.
Dün Fırat Kalkanı bölgesinde, bugün Zeytin Dalı Harekatını yürüttüğümüz Afrin’de terör örgütlerinden temizlediğimiz yerlerde ocakları tüttürecek, kesintiye uğrayan hayatlarını yeniden kuracak olan yine kadınlardır.
Türkiye olarak Suriye topraklarında yürüyen bu operasyonun hedefleri bizce belli. Durmayacağız, şu ne der-bu ne der, bunların hiçbirisi bizi ilgilendirmiyor. Biz adaletin tesisi için ne gerekiyorsa bunu yapacağız. Amerika, Batı, tamam da sizin burada ne işiniz var? Bizim 911 kilometre sınırımız var, biz devamlı tacize uğruyoruz, sizin ne işiniz var burada? 20 tane üs kurmuşsun kuzey Suriye’de, ne işin var? 5 bin tır silah getiriyorsun, 2 bin kargo uçağıyla silah mühimmat getiriyorsun, kime karşı? ‘DEAŞ’ı temizledik’ diyorsun, mademki DEAŞ’tan burayı temizledin, şimdi bu silahlar burada niye, neden? Yoksa bizim için mi bunları getiriyorsun? Bak dedim, şunu bilin: Biz bir ölürüz, bin diriliriz ve bu yolda böyle gideceğiz. Zira bizi bu tür teknoloji, şu-bu vesaire bütün bunlar korkutmaz. Bizim bu noktadaki hedefimiz başkadır. Onların füzeleri, nükleer füzeleri, ne bileyim zırhlı şu-bu filan falan, insansız hava araçları, her şeyi olabilir. Bunlar bize vermiyorlardı bunları, şimdi biz de üretmeye başladık. Artık bunlar bizde de var. Diğerleri de olacak, olmayanlar da olacak. Ama bizim bunların ötesinde Allah’ımız var, bu bizim için çok çok büyük bir zenginlik. Çünkü biz şehadete koşuyoruz, onlar nereye koşuyor bilemem, arada böyle bir fark var.
Suriyeli kadınların kendileri ve aileleri için yeni bir gelecek kurma mücadelelerinde yanlarında olmayı sürdüreceğiz. Dünyada kadın hakları diye ortalığı ayağa kaldıranlardan tek birinin dahi dönüp bakmadığı, derdini sormadığı, sıkıntısına ortak olmadığı bu hanım kardeşlerimiz için elimizden geleni yapacağız. Biz hiçbir zaman güya eşitlik adına kadınların sırtına en ağır yükleri sararak onları metalaştıranlar gibi olmayacağız, öyle davranmayacağız. Nisa olan, insan olan kadına gerçek anlamda insan gibi muamele edilmesini sağlarken onun tüm haklarını korumak toplum ve devlet olarak elbette boynumuzun borcudur. Bu borcu ifa etmek için çıktığımız yolda bugüne kadar hep kadınlarımızla birlikte yürüdük, inşallah bundan sonra da mücadeleyi yine onlarla birlikte vereceğiz.
Bu duygularla bir kez daha sizlerin ve tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününüzü tebrik ediyorum. Sayın Başbakanın da ifade ettiği gibi, bizim için sadece bir gün değil her an, her gün Dünya Kadınlar Günüdür. Hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.