Değerli katılımcılar,
Hanımefendiler, beyefendiler,
Sevgili öğrenciler;
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Vefatının 79. Yıldönümünde Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin banisi ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle yâd ediyoruz. Gazi Mustafa Kemal’le birlikte ahirete irtihal etmiş tüm gazilerimize
ve şehitlerimizi de şahsım ve milletim adına minnettarlığımı ifade ediyorum.
Değerli kardeşlerim;
Ülkemizde eskiden beri hep bir Atatürk ve Atatürkçülük tartışması yaşanmaktadır. Özellikle tek parti CHP’si döneminde tarihimizin bu önemli kurucu liderinin ismi öylesine istismar edilmiştir ki, milletimizin gönlündeki Atatürk ile sonradan kavramsallaştırılan
Atatürkçülük arasında çok büyük bir fark ortaya çıkmıştır.
Milletimizin Gazi’ye hürmeti sonsuzdur, milletimizin Mustafa’ya saygısında en küçük bir tereddüt yoktur. Milletimizin Kemal’le de en küçük bir sorunu bulunmuyor. Milletimizin soyadı olarak kendisine verdiği Atatürk konusunda da hiçbir sıkıntısı olmadığını gayet iyi biliyoruz. Peki, buna rağmen niçin böyle bir tartışma hep süregelmiştir? Bunun cevabı, darbecilerin, cuntacıların, vesayet odaklarının ülkenin tarihine, milletin değerlerine düşmanlık eden kesimlerin kendilerini Atatürkçülük kılıfı altında gizlemeye çalışmış olmasıdır.
Bugün hala Atatürk’ün mirasçısı olduğu iddiasındaki CHP’nin Atatürk’le zaten çok daha önceden zayıflamaya başlamış olan ilişkisi 10 Kasım 1938’de tamamen kesilmiştir. Burada çok açık, net bir ispatı ortaya koymak zorundayım, o da şudur: Atatürk ebediyete irtihal ettikten sonra, o ana kadar Türk Lirası üzerinde biliyorsunuz Atatürk’ün resmi vardır; ama Atatürk’ün irtihalinden sonra o resim paranın üzerinden kaldırılmış ve onun yerine İnönü’nün resmi konmuştur. Bunu yapan kim? İşte o zamanki CHP zihniyetinin ta kendisidir.
Bugün Merkez Bankasındaki para serilerine baktığınız zaman bunu görürsünüz.
Bu tarihten sonraki CHP, önce İsmet İnönü’nün, daha sora da başına geçen diğer genel başkanlarının CHP’si olmuştur. Bugünkü CHP de malum şimdiki başında bulunan zatın CHP’sidir. Böyle bir partiyle Atatürk arasında ilişki kurmak, gaziye yönelik en büyük bühtandır.
Bilindiği gibi, Kurtuluş Savaşımız başladığında ülkemizin dört bir yanında kurulan130’a yakın müdafaa-ı hukuk cemiyetinin yarıya yakınının başında müftüler veya imamlar bulunuyordu. Çünkü milletimiz Anadolu’nun işgalini sadece topraklarına değil; dinine, inancına, namusuna, tüm kutsallarına yönelik bir saldırı olarak görmüş ve bu refleksle mücadeleye başlamıştır. Bunun içindir ki Kurtuluş Savaşımız, askeriyle, idareciyle, din adamıyla, her kesimden halkıyla milletimizin topyekun kıyamının adıdır.
Böyle bir mücadeleye liderlik eden ismin milletin gönlünde en kıymetli yere sahip olması kadar tabii bir şey yoktur. Geçtiğimiz yüzyılın o sıkıntılı döneminde her ülkenin kendine göre bir lider ortaya çıkardığını ve kurtuluşu onun öncülüğünde aradığını görüyoruz. Bu liderlerden pek azı ülkesini arz edilen zaferlerle tanıştırabilmiş, istenen başarılara ulaştırabilmiştir. Hiç şüphe yoktur ki, Atatürk işte bu liderlerden biridir.
Burada sorun, bir zihniyetin, milletimizin istiklalin sembolü olan Gazi Mustafa Kemal’i kendi ideolojik amaçlarının malzemesi haline dönüştürmeye çalıştırmış olmasıdır. İşte bu zihniyete gösterilen tepkinin Atatürk’e de yöneltilerek zaman zaman yanlış ifadelerle, zaman zaman da yanlış anlaşılmalarla ortaya konduğu bir gerçektir. Elbette herkes gibi Atatürk de eleştirilebilir, Yüce Allah dışında hiçbir güç layüsel değildir.
Ancak, eleştirmek başkadır, hakkını teslim etmek başkadır. Bizim saygı sınırları içindeki eleştirilere diyecek bir sözümüz yoktur. Bununla birlikte, Atatürk’ün ailesini de hedef alacak şekilde ve hakaretamiz bir tarzda ortaya konan ifadeleri doğru bulmadığımızı da özellikle belirtmek istiyorum. Biz Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin banisi olarak kendisinin hakkını milletimizin huzurunda teslim etmeyi bir görev telakki ediyoruz. ‘En büyük eserim’ dediği Cumhuriyetimize, en büyük hedef olarak gösterdiği muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma mirasına sahip çıkarak, aslında Atatürk’ü ve hatırasını işte bu istismarcıların zulmünden de kurtarıyoruz, kurtarmak zorundayız.
Şimdi birileri çıkmış, biz Atatürk’e Atatürk dedik diye kendilerine göre bir sürü senaryo yazıyor. Cumhuriyetimizin kurucusunun adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise, bizim bunu ifade etmemizden daha tabii ne olabilir? Ülkemizin ve milletimizin bu önemli değerini darbecilerin, vesayetçilerin ruhu faşist, söylemi Marksist marjinal çevrelerin tekeline mi bırakacağız? CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz, bu da böyle biline.
Hele hele Atatürk’ün özellikle bunların o zihinsel fetişizmine kurban edilmesine de hiç rıza göstermeyeceğiz. Onu Kurtuluş Savaşımızın Gazisi, milletimizin Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyetimizin Atatürk’ü olarak tüm yönleriyle anlayacak ve anlatacağız. Bundan hiç kimsenin rahatsız olmaması, tam tersine ülkemizin bu olgunluğa ulaşmasından dolayı herkesin memnuniyet duyması gerekir.
Değerli arkadaşlar;
Türkiye’nin son yıllarda yaşamış olduğu tüm gelişmeler, bir önce başımıza gelen hadiselerden bağımsız değildir. Bölgemizle ve ülkemizle ilgili kanlı senaryolar yenilenerek tekrar tedavülde sokulmuştur. Son iki asırdır öylesine büyük kayıplar verdik, öylesine büyük acılar yaşadık, öylesine büyük fedakarlıklarda bulunduk ki artık geriye doğru gidecek tek bir santim yerimiz yoktur.
Bakınız biz Kurtuluş Savaşımıza başlarken ilan ettiğimiz Misaki Millimize dahi sahip çıkamadık. İşte şimdi Suriye’de, Irak’taki gelişmelerde zaman zaman dikkat ederseniz bir şeyi dillendiriyorum, nedir o? ‘Biz Misaki Millimize yeniden sahip çıkmak zorundayız’ diyorum. Bizim Misaki Milli hudutlarımızdan eğer taciz ediliyorsak, eğer o hudutlar içerisinden ülkemize saldırılar oluyorsa, burada buyurun devam edin deme lüksümüz yoktur. Gereği neyse, bunun gereğini gerektiği şekilde yapma zorunluluğumuz vardır.
İşte Fırat Kalkanı Harekatı budur. Şu anda İdlib’deki yapılmakta olanlar budur. Açıklıyorum, Afrin’de yapılmakta olan da budur. Biz burada seyirci kalamayız, gereği neyse bunu yapmak zorundayız. Birilerinin 12 bin kilometre uzaklıktan gelmek suretiyle buralarda parselasyona girmesine başımızı sallama lüksümüz de yoktur. Neyse bunun hakkını vermek durumundayız. Orada olanlar bizim akrabalarımız, onların değil. Öyleyse akrabalarımızın hukukuna da sahip çıkma mecburiyetimiz var. Orada bizim soydaşlarımız var, onların da hukukuna sahip çıkma mükellefiyetimiz var. Her ne kadar içerideki bazı dost görünen düşmanlar bu işi yadırgıyorsa da, biz onlara rağmen bunu yapmak zorundayız.
‘Atatürkçüyüm’ diyorlar, az önce Yemen Türküsünü dinledik değil mi? Ne diyor? Redif sesi var diyor. O redif dedikleri ne? Onlar 13-14 yaşındaki çocuklardı. İşte o redifleri Yemen’e gönderen bir ecdadın torunlarıyız biz. O rediflerin komutanı kimdi? Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tü. Aynı şeyi Çanakkale’de yaşamadık mı? Çanakkale’de 15, 16, 17 yaşında, diş hekimleri Çanakkale’de savaşmadı mı, tıp fakültesinin o genç çocukları oralarda savaşmadı mı? Önlerinde kim vardı? Gazi Mustafa Kemal vardı. Öyle bu iş lafla olmuyor, bu iş yürekle oluyor, imanla oluyor, o varsa bu olur.
Razı olabileceğimizin en asgarisi olarak ilan ettiğimiz bu sınırların dahi gerisinde bir anlaşmayı Lozan’da şartlar gereği kabul etmek zorunda kaldık. Lozan, kazanımları yanında kayıpları da olan bir anlaşmadır. Lozan’ın kayıplarını konuşmak o kazanımları; kazanımlarını konuşmak da kayıplarını ortadan kaldırmaz. Ekonomik ve siyasi boyutunu bir kenara bırakarak söylüyorum; ülkemizin bugün güney sınırlarında yaşadığı güvenlik sorunlarının en önemli sebebi; Misaki Milliden verilen tavizlerdir. O tavizler verilmeseydi şu anda nerede olduğumuzu anlayın, hatırlayın.
Dün bizi Misaki Millinin gerisine düşürenler, bugün Lozan’ı da bir kenara bırakıp Sevr’e doğru giden bir hesap içindeler. Ancak göremedikleri bir şey var; bugünkü Türkiye, dünün Türkiye’si değildir, bu böyle biline. 200 yıllık bir yıkılışın yükünü omuzlarında taşıyan bir ülkenin Çanakkale’de, Kut’ül Amare’de, Kurtuluş Savaşı’nda ortaya koyduğu başarı çok önemliydi. Oysa bugün kurtuluş döneminin ardından rahmetli Menderes ve rahmetli Özal’ın ülkemize kazandırdığı vizyonla en son da geçtiğimiz 15 yılda bizim ortaya koyduğumuz büyük dönüşümle şekillenmiş yepyeni bir Türkiye var.
Tıpkı bir asır önceki zaferlerde olduğu gibi milletimiz, devletiyle bütünleşerek hedeflerine doğru ilerliyor. Gezi olayları gibi toplumsal kaos projelerini, 17-25 Aralık gibi sofistike darbe girişimlerini, bölücü örgütün çukur eylemleri gibi hain tuzakları, 15 Temmuz gibi ihanet girişimlerini boşa çıkarta çıkarta yolumuza devam ediyoruz.
Suriye ve Irak’ta milyonlarca insanın kanının dökülmesi pahasına kurulan tezgahların amacına ulaşmasını engellemek için elimizden geleni yaptık, yapıyoruz. Bu konuda hiç de azımsanamayacak bir mesafe kat ettiğimize de inanıyorum. Onun detaylarına, teferruatına girecek değilim. Oyun öylesine büyük, kullanılan malzemeler öylesine elverişli, bu uğurda seferber edilen kaynaklar ok adar zengin ki, işimiz gerçekten çok zor. Ama aslolan, zoru başarabilmektir. Tıpkı bir matruşka gibi açtıkça içinden sürekli yeni figürlerin çıktığı bu karmaşık düzeni Allah’ın yardımı ve siz milletimizin desteğiyle eninde, sonunda bozacağız, bundan hiç endişeniz olmasın.
Bölgemizi ateşe ve acıya boğarak adeta dilim dilim bölenlerin, ülkemizi de aynı sürece dahil etmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakacağız. Yeter ki biz kendi içimizde birliğimizi, beraberliğimiz, kardeşliğimizi güçlü tutabilelim. Birbirimizi Allah için sevelim, Yaratandan ötürü sevelim. Irkçılığa gerek yok, kavmiyetçiliğe gerek yok; yatırılanı Yaratandan ötürü sevmek... Onun için bir olalım, iri olalım, diri olalım, kardeş olalım, hep birlikte Türkiye olalım, mesele bu.
Son dönemde üzerimize öyle bir yüklendiler ki, ellerindeki malzemeyi de büyük ölçüde tükettiler. Demokrat görünümlü faşistler ifşa oldu. Hak, hukuk makyajlı tezgâhlar ifşa oldu. Yıllardır özenle devletin tüm kurumlarına, toplumun tüm yapılarına yerleştirilen hainler ifşa oldu. Sınırlarımız boyunca oluşturulmaya çalışılan terör kuşatmasının amacı ve aktörleri ifşa oldu. Bunca oyunu bozan Türkiye’nin önünde artık bambaşka hamdolsun imkânlar, bambaşka ufuklar vardır.
Şimdi önümüzde geçmemiz gereken bir imtihan daha var, o da 2019 seçimlerini kazasız, belasız geçirmektir. Zira cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bir reform ve reformla beraber Türkiye yeni bir sistem, yeni bir yönetim anlayışını ikame ediyor. Yeni sistemle bütünüyle birlikte ülkemizi geçmişte krizden krize sürükleyen, istikrarsızlık dönemini bir daha yaşanmamak üzere geride bırakıyoruz. Türkiye’nin bu şekilde çok daha güçlü, çok daha kararlı, çok daha süratli bir şekilde yoluna devam edeceğine inanıyorum.
Yeni dönemin özeti nedir? Yeni dönemin özeti şu Rabia’mızdır; tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. 80 milyon biz tek milletiz, Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abhaza’sıyla, Roman’ıyla, Boşnak’ıyla, Arnavut’uyla vesaire, tek millet. Hiçbir etnik unsurun bir diğer etnik unsura üstünlüğü yoktur, bunu bir defa böyle kabullenmek durumundayız, onun için tek millet…
İki, tek bayrak; bizim bayrağımızın dışında bir bayrak asla kabullenmemiz mümkün değildir. Kimse paçavraları bize bayrak diye dayatmaya kalkmasın. Bayrağımızın rengi şehidimizin kanından kaynaklanıyor, hilal bağımsızlığımızın ifadesidir, yıldız şehidimizin ta kendisidir.
Ve üç, tek bayrak; ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.’ İşte vatan, 780 bin kilometrekareyle bu ülke tek vatandır. Kimse operasyona yeltenmesin, yeltenirse bedelini ağır öder. İşte Tendürek Dağları’nda, Gabar’da, Cudi’de, gerekirse Kandil’de, gerekirse Sincar’da askerimiz, Genelkurmay Başkanımız, kuvvet komutanlarımız, hepsi en üst noktalara varıncaya kadar çıkmak suretiyle oralarda karda, kışta şu anda bütün operasyonları yönettiler, yönetiyorlar. Niye? Dedik ya mağaralarına kadar, inlerine kadar girecek ve bunları bitirinceye kadar bu yola, bu mücadeleye devam edeceğiz.
Ve dört; o da tek devlet; bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka bir devletimiz asla yoktur. Kimse öyle basit hesapların içerisine girmesin, yok paralel devletmiş, yok bilmem şu devletmiş, yok bilmem bu devletmiş, yok öyle bir şey. Bu hesapların içerisine girenler, işte bedelini aynen diğerlerinin akıbetine uğramak suretiyle onlar da öderler. Bu devlet öyle kolay kurulmadı, bugünlere de öyle kolay gelinmedi. İşte en son 15 Temmuz’da 250 şehit verdik değil mi? 2194 gazimiz var. Ama millet işte bu vatan toprakları için, devleti için taviz verdi mi? Vermedi. Milletimiz F-16’ların bütün o bombaları yağdırmasına rağmen kaçtı mı? Kaçmadı. Tanklardan kaçtı mı? Kaçmadı. Helikopterlerden kaçtı mı? Kaçmadı. Niye? Bu millet şahadeti her şeyin üzerinde görmüştü, vatan sevgisi her şeyin üzerindeydi, onlar üzerine üzerine gittiler, 16 saatte işi bitirdiler. Ben şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Gazilerimize, esenlikler diliyorum.
Cumhuriyetimizin tüm önemli tarihleri gibi 10 Kasım’ları da artık bu anlayışla değerlendirmeli, Atatürk’ü sadece anmakla kalmamalı, anlamaya da çalışmalıyız.
Bu duygularla bir kez daha vefatının 79. Yıldönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle, tazimle yâd ediyorum. Bu toprakları bizlere vatan haline getirmek için bin yıldır gözlerini kırpmadan ölümün üzerine yürüyen tüm şehitlerimize, tüm gazilerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumunu, Sayın Başkanı düzenledikleri bu Anma Toplantısı için tebrik ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.