Üniversitelerimizin kıymetli yöneticileri,
Saygıdeğer hocalarım,
Sevgili öğrenciler,
Çok değerli misafirler;
Sizleri en kalbi duygularımla, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. 2017-2018 akademik yılının ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum. Hocalarımıza, öğrencilerimize ve ailelerimize yeni akademik yılda başarılı bir eğitim-öğretim dönemi temenni ediyorum.
Yükseköğretim Kurulumuzun Sayın Başkan ve üyelerini, ülkemizdeki üniversitelerin tamamının katılımıyla böyle güzel bir akademik yıl açılışı tertip ettikleri için gönülden tebrik ediyorum. Geçtiğimiz yıl başlattığımız bu güzel etkinliğin artık her yıl tekrarlanarak devam edeceğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlar;
Geçtiğimiz yıl yine bu salonda akademik yıl açılış töreninde yükseköğretim sistemimizde kaliteyi yükseltmenin özellikle yollarından birinin misyon farklılaşması ve ihtisaslaşma olduğunu ifade etmiştim. Bu çerçevede YÖK’ün koordinasyonunda yürütülen projede yer alan bölgesel kalkınma odaklı 5 pilot üniversitemizin ismini de açıklamıştım. Bunun yanında, ülkemizi uluslararası alanda en üst düzeyde temsil edecek araştırma üniversitelerinin tespit edilerek bunların özel olarak desteklenmesi, bununla birlikte uluslararasında çok daha güçlü, çok daha farklı bir konuma gelmemiz gereğini ifade etmiştim.
Geçtiğimiz yıl üzerinde durduğum bir başka husus da, bir yükseköğretim kalite kurulu oluşturulmasına olan ihtiyaçtı. Bugün tüm bu konularda önemli bir mesafe kat edildiğini memnuniyetle görüyorum. Misyon farklılaşması ve ihtisaslaşma projesi kapsamında araştırma üniversitelerinin belirlenmesiyle ilgili çalışma tamamlanmış durumda.
Şimdi sizlere araştırma üniversitesi olarak tespit edilen 10 üniversitemizi alfabetik sıraya göre açıklamak istiyorum: Ankara Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Gebze Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi. Bütün bu alanda yedek olarak belirlenen üniversiteler de şunlardır: Çukurova Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi. Asil ve yedek olarak isimlerini saydığım bu araştırma üniversitelerimize yükseköğretim alanındaki hedeflerimize ulaşma konusunda çok büyük görevler düştüğünü bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Diğer taraftan, Kalite Kurulu da oluşturulmuş durumda. Bu kurul sayesinde ülkemizdeki yükseköğretim çalışmalarını idari ve mali açıdan bağımsız bir kalite güvence sistemine kavuşturmuş oluyoruz. YÖK’ün üniversitelerimizi dünyada rekabet edebilir düzeye taşıyacak yenilikler konusundaki çalışmalarını da yakından takip ediyorum ve kendilerini tebrik ediyorum. Yükseköğretim programları ve kontenjanları ile meslek yüksekokullarının planlamasının artık YÖK’ün koordinasyonunda belirlenecek olmasının bu hususlarda yaşanan sıkıntıların önüne geçeceğine inanıyorum.
Her dönemde sözü edilmesine rağmen bir türlü arzu ettiğimiz seviyeye ulaşmayan üniversite-özel sektör işbirliği için de önemli adımlar atılıyor. Fen ve mühendislik alanlarındaki iş yeri eğitimlerinin teşviki için meslek yüksekokullarının organize sanayi bölgelerinde de kurulabilmesinin önü açıldı. Aslında bunlar 15-20 yıl önce bizim gündeme taşıdığımız konular idi, fakat maalesef bu kadar gecikmeyle açıldı.
Teknoloji transfer ofislerinden ücretli araştırma izinlerine ve doktora sonrası araştırmacı istihdamına kadar gelişmiş ülkelerdeki pek çok düzenleme ülkemize de böylece kazandırılmış oldu. Bu çalışmaları gerçekleştiren Yükseköğretim Kurumumuz ile sürece katkı veren ilgili tüm bakanlıklarımıza teşekkür ediyorum.
Üniversitelerimizin diğer sorunlarının çözümü için de gereken adımları atmaya hazırız. Bunun karşılığında üniversitelerimizden tek bir talebimiz var, o da, bilim üretmeye hız vermeleri ve ülkemizin kalkınmasına daha fazla katkı sağlamalarıdır. YÖK’ün üniversitelerimizin bilimsel performanslarını objektif olarak ortaya koymak suretiyle bu konuda Hükümeti ve kamuoyunu bilgilendirmesi, çalışmaların daha sağlıklı yürütülmesini sağlayacaktır.
Saygıdeğer hocalarım, sevgili gençler, değerli misafirler;
Şimdi burada YÖK’e iki yeni hedef açıklamak istiyorum. Bunlardan ilki, öğretmen yetiştiren programların geliştirilmesidir. Çünkü eğitim-öğretim meselesi şu anda ülkemizin en ciddi sıkıntısıdır. Öğretmen kalitesi meselenin önemli boyutlarından biridir. Bunun yanında, müfredattan ders kitaplarına, ilk, orta, lise ve yükseköğretime geçişteki sistemlere kadar eğitim ve öğretimde çözmemiz gereken pek çok sorunumuz bulunuyor.
Hep ifade ettiğim gibi, geçtiğimiz 15 yılda Türkiye’de her alanda çok büyük reformlara imza attık, bu bir özeleştiridir aynı zamanda, iki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık; bunlar eğitim-öğretim ve kültürdür. Eğitim-öğretim nesillerin mimarlığıdır, eğitim-öğretim kurumları da nesillerin tasarlandığı ve inşa edildiği yerlerdir. Böylesine önemli bir konuda en küçük bir ihmale, aksaklığa, yanlışlığa tahammülümüz olamaz.
Mesela son günlerde şahsıma ders kitaplarının içerikleri konusunda giderek daha fazla şikayet gelmeye başladı. Tabii ben bu şikayetleri ilgili arkadaşlarımla, başta Hükümetimizin yetkilileri olmak üzere, zaman zaman YÖK Başkanımla bunları paylaşıyorum, demek burada bir sıkıntı var. Milli Eğitim Bakanımızla bu meseleyi konuştuk, ‘gerekli tespitler derhal yapılacak ve tedbirler alınacak’ dediler.
Eğitim-öğretimde istediğimiz neticeyi alamadıkça tabii olarak yeni arayışlar içine giriyoruz. Bu da, ayrı bir eleştiri konusu oluyor. Sınav sistemlerini defalarca değiştirdiğimiz halde, hala öğretmenlerimizi de, öğrencilerimizi de, velilerimizi de memnun edecek bir sonuca ulaşamadık. Biz bütün bu olaylara iki kere iki dört demek suretiyle bir matematik olarak bakamayız, sosyolojik bir olaydır. Bunu bu şekilde ele almak mecburiyetindeyiz, bir toplumun inşası burada söz konusu. Yaptığımız son düzenlemeye rağmen müfredat ve ders kitapları hususunda da istediğimiz neticeyi elde edemediğimiz anlaşılıyor. Ne yapıp edip eğitim-öğretim meselesini çözmek mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde 2053 ve 2071 vizyonlarımızın içi boş kalacaktır.
Değerli arkadaşlar;
Üzerinde önemle durmamız gereken konulardan biri de, öğretmenlerin niteliği meselesidir. YÖK’ün temel bilimlerde, yani matematik, fizik, kimya ve biyoloji alanlarında ülkemizin en başarılı öğrencilerini biraraya toplayarak onlara üstün nitelikli eğitim verme projesi bu doğrultuda atılmış bir adımdır. Ancak bunun ötesinde özellikle öğretmen kalitemizin yükseltilmesine yönelik çalışmalara da ihtiyacımızın olduğu açıktır. Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde bu hususun masaya yatırılması ve etkin bir eylem planı ortaya konulması şarttır.
TEOG’la ilgili görüşlerimi geçtiğimiz günlerde kamuoyuyla paylaşmıştım. Çocuklarımızı bu tür sınavların eziyetinden kurtarmakta kararlı olduğumuzu açıklamıştık. Özel nitelikli belli okullar dışında lise eğitiminde ortalama bir standardı tutturduğumuzda hiçbir öğrencimizin böyle bir arayışı zaten kalmayacaktır. Bunların çıkış yolları çok ama çok fazla. Öyleyse biz yavrularımızı sınav noktasındaki bu sıkıntılardan arındırmamız ve kendilerini tamamıyla derslerine ve okulundaki çalışmalarına yönlendirmeliyiz.
En iyi okul, aslında evladımızın evine en yakın okuldur; bu benim şu anda ortaya attığım bir iddiadır. Artık bina, derslik ve personel konusunda ciddi bir eksiğimiz, hamdolsun aşırı derecede yok. Ancak, idealist öğretmen noktasında sıkıntımızın olduğunu söyleyebilirim. Şimdi kuralar çekiliyor, Güneydoğu-Doğu, buralara gidecek öğretmenlerimiz, bakıyorsunuz hemen bir gider gibi yapıyor, ondan sonra tekrar Ankara, İzmir, İstanbul, Orta Anadolu, buralara doğru gelmenin yollarını arıyor; yok eş durumuydu, yok şuydu, yok buydu vesaire. Ama o gün kura çekildiğinde çıkınca sevinçten sıçrıyor. Ben de diyorum ki; burada süre meselesini halletmek suretiyle özellikle bu bölgelerde terör zihniyetiyle idealizmi birleştirmiş olan öğretmenlerin eline bırakmayalım. Çünkü oradaki yavrularımız için malum bölücü terör örgütünün zihniyetiyle zehirlenmiş öğretmenlerimiz yok mu? Var. Ve onlar bizim o yavrularımızı okullarımızda birer terörist olarak yetiştiriyorlar.
Benim şu anda en çok mutlu olduğum, hamdolsun üniversitelerimizde, geçmiş dönemlerde olduğu gibi terörün ciddi manada azaldığıdır. Terör eylemleri hatta bizim dönemlerimizle zaten mukayese edilmez, çok çok düşmüş vaziyette, neredeyse sıfırlanma noktasına doğru geliyor. Bu bizim için çok ciddi bir tekamül. Bunu daha ileriye taşımamız lazım.
Fakat ben öğretmen adayı olan tüm evlatlarımıza sesleniyorum; kurada Güneydoğu Anadolu’dan bir il çıktı, Doğu Anadolu’dan bir il çıktı, Doğu Karadeniz’den bir il çıktı, gitmemek diye bir şey yok. 780 bin kilometrekarelik vatan toprağının her yerinde görev yapmaya hazır olan öğretmen idealist öğretmendir; bunu bizim yapmamız lazım. Ve onlara orada bütün o yerli-milli duyguları vermek aslolandır.
Yükseköğretime geçiş sınavı konusunda da öğrencilerimizin işlerini kolaylaştıracak formüller geliştirmemizde fayda var. Az önce YÖK Başkanımız bazı müjdeler verdi, teşekkür ediyorum. İnşallah bunları daha da kolaylaştırırız. Öğrencilerimiz üniversiteye geçişte de hakikaten bu kolaylıkla birlikte öyle eskiden olduğu gibi sağdan-soldan, dışarıdan, müfredatı bırakıyor, milli eğitim müfredatının dışında sorular çıkıyor. Böyle şey olur mu? O FETÖ terör örgütü denilen ahlaksızlar bunu da yaptılar. Bu ülkede kalktılar, kendilerinin dershanelerinin verdiği sorularla üniversite imtihanını da yaptılar. Ve o kitaplarla maalesef çocuklarımız belli istikametlere yönlendirildi.
Artık bunlardan kurtulmaya başladık, fakat tamamıyla kurtulmamızın gereğine inanıyorum. Onun için milli eğitimin müfredatı noktasında Milli Eğitim Bakanlığımızla YÖK’ün işbirliği burada büyük önem arz ediyor. Ve daha sade, daha kolay ulaşılabilir, evlatlarımızın üzerinde daha az baskıya yol açan bir sistemi hep birlikte geliştirmeli ve bir an önce hayata geçirmeliyiz.
YÖK’ten benim bir başka talebim var; ülkemizin kalkınması için, sanayimizin ihtiyaç duyduğu kalitede eğitim ve öğretime, beceriye sahip eleman ihtiyacını karşılayacak adımların atılmasıdır. Bu çerçevede özellikle meslek yüksekokullarının müfredatından yeterliliklerine kadar baştan sonra gözden geçirilerek yeniden yapılandırılması dahil gereken her türlü çalışma yürütülmelidir.
Diğer taraftan kültür konusundaki kuraklığımızın emarelerini medyadan akademiye, edebiyattan plastik sanatlara kadar her alanda görüyoruz. Teknolojiyi, interneti, sosyal medyayı kültürel kuraklığımızın sebepleri olmaktan çıkartarak kültürel yükselişimizin altyapısı haline dönüştürmeliyiz. Ecdadımızın en zor şartlarda başardığı bir işin üstesinden biz elimizdeki bu imkanlarla gelemezsek, her şeyden önce dönüp kendimizi sorgulamalıyız. Kaybettiğimiz kültür ve bilim insanlarının yerine yenilerinin yetişmediğinden şikayet ediyorsak, sebepleri çok daha derinlerde aramalıyız. Bu iki konu benim için böylesine önemlidir. İlgili tüm kurumlarımızdan bu doğrultuda içi dolu, tutarlı, uygulanabilir ve netice almaya yönelik çalışmaları özellikle bekliyorum.
Değerli arkadaşlar;
Eskiden beri Türkiye’nin en büyük zenginliği insan kaynağıdır deriz. Ama bu eksik bir tespit. İnsan gücümüzü zenginliğimiz haline dönüştürebilmemiz, ancak kaliteli bir eğitim-öğretimle mümkündür. Eğitim-öğretim meselesi öyle önemlidir ki, Türkiye’yi dershaneler ve kolejlerde yetiştirdikleri kişiler üzerinden teslim almaya teşebbüs eden örgütlerin saldırılarına dahi bu ülkede maruz kaldık.
15 Temmuz, daha öncesinde 17-25 Aralık işte böyle bir organizasyonun ürünüdür. Türkiye’nin en parlak beyinlerini eğitim ve öğretimin cazibesini kullanarak devşirip zihinlerini kendi ülkesine ve milletine karşı kullanacak derecede iğdiş eden bir örgüte karşı en büyük mücadeleyi vereceğimiz yer yine aynı alandır. Çocuklarımızı tarihlerinden, kültürlerinden, medeniyetlerinden uzak tutmaya yönelik eğitim-öğretim anlayışı bu tür arızalar doğurmaya mahkumdur. Biz çocuklarımıza doğruyu göstermezsek, birileri gelip kendi hain emellerini o doğruların yerine koymaktan çekinmezler. Bunun için diyoruz ki; insanımızı sadece kuru bilgiyle donatmak, yani öğretmek yetmez. Onu aynı zamanda dürüst, vicdanlı, ahlaklı, ülkesini seven, milletine hizmet aşkıyla dolu bir şekilde eğitmek zorundayız.
Eğer biz ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ idealimizi evlatlarımızın gönüllerine ve düşüncelerine nakşedemezsek, birileri gelip kendi bölücü fikirlerini, sapkın inançlarını oraya zerk eder. Bu mesele doğrudan doğruya kendinizi nereye, hangi inanca, hangi topluma, hangi toprağa, hangi geleceğe ait hissettiğinizle ilgilidir. Biz yerli ve milli dedikçe rahatsız olanlar, kendilerinin örnek aldığı kişilerin ve kurumların gerisine baktıklarında hepsinin de benzer bir anlayışla çalıştıklarını göreceklerdir.
80 milyon bu ülkede tek millet olmadıkça bu sıkıntıyı aşamayız. Bayrağımızın etrafında, uzağında, şurasında-burasında çeşitli paçavralarla ona emsal çıkarmaya çalışanlar bu ülkede rağbet görüyorsa burada bir sıkıntı var demektir. Biz bayrağımızı tartışılmaz değerler arasında görüyoruz. Bu milletin bayrağı malum, rengi şehidimizin kanından alınmıştır, hilal bağımsızlığımızın ifadesidir, yıldız şehitlerimizin ta kendisidir. 780 bin kilometrekareyle biz bu toprakları tek vatan olarak gördük ve bu vatan toprakları, ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır’ anlayışıyla inşa edilmiştir. Ve dört; tek devlet… Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka bizim başka bir devletimiz bu ülkede yoktur, kimse buna gayret etmesin.
Ülkemizde birileri terör örgütleriyle ilişkileri yüzünden kamudan ihraç edilen öğretmenler için dünyayı ayağa kaldırıyor. Ama aynı çevrelerin tüm masumiyetleri ve samimiyetleriyle çocuklarımıza eğitim hizmeti veren öğretmenlerin terör örgütü tarafından alçakça katledilmesi karşısında sus-pus olduklarını görüyoruz. Aybüke evladımızı nereye koyacağız? Necmettin evladımızı nereye koyacağız? Bunlar bu ülkede öğretmenlik için Güneydoğu’ya gittiler, ama şehit edildiler, fakat bir söz çıkmadı onlardan. Bu iddialı çıkışımız Aybüke’ler içindir, Necmettin’ler içindir ve bunların sayısının artması lazım. Ama onların varlıkları için de biz mücadelemizi sürdürmemiz lazım. Fakat o sessiz kalanların derdi, bir birey veya meslek mensubu olarak öğretmen değildir, açıkçası o tutuklu şahıslar da onların umurunda değildir.
Ben burada da ifade ediyorum, Doğu Almanya-Batı Almanya ayrışmasında yaklaşık 600 bin memuru görevden almışlardır, kimse onları gündeme getirmiyor. Batıda, gittiğimiz yerlerde filan kimsenin, ‘Doğu Almanya-Batı Almanya birleştiğinde, 500 bini aşkın, 600 bine yakın memur görevden alındı, sizinki ne’ diyen yok. Kaldı ki, biz bir darbe ile karşı karşıya kalmışız, Almanya’da normal bir ayrışma olmuş; bunları kimse gündeme getirmiyor. Bunların tek amacı var, ülkemize ve milletimize zarar verecek malzeme üretmektir.
Saygıdeğer hocalarım, sevgili öğrenciler;
İşte Almanya’da bir seçim oldu, bizde de bir referandum oldu, bu referandum sürecinde Türkiye’ye nasıl saldırdıklarını gördünüz. Şimdi kendi seçimlerinde bize saldırıyorlar. Seçimin bizimle ne alakası var? Almanya’da seçim yapıyorsunuz, Almanya’da yaptığınız seçimde bizi niye kullanmaya çalışıyorsunuz? Ne oldu? Şimdi hükümet kuramayacaklar bak göreceksiniz, bu da birkaç aylarını alır, en az birkaç aylarını alır. Hollanda saldırdı saldırdı, hala hükümet kuramıyor. Niye? Dürüst siyaset, dürüst politika çok önemli. Zannediyorlar ki, ‘Türkiye’ye vurursak çok puan alırız, netice alırız’; hiç de alamıyorsunuz ve alamayacaksınız ve kaybedeceksiniz. Ama biz dürüst siyaset yapmaya devam edeceğiz.
Zihinlerini ya bir terör örgütünün ya da başka bir gücün emrine vermiş olanlarla ne eğitimi, ne adaleti, ne de başka bir meseleyi konuşma, müzakere etme imkanı bulamazsınız. Elinde sadece çekici olan her şeyi çivi gibi görür. Niye? Çünkü çekiç çivi çakmaya yarar. Bunların da ellerinde sadece ihanet çekici olduğu için sürekli Türkiye’ye ve Türk milletine zarar vermek için uğraşıyorlar; olay bu. Ama meydanı bunlara bırakmadık, bırakmayacağız, büyük ve güçlü Türkiye yolunda çalışmayı sürdüreceğiz.
Değerli arkadaşlar;
Kküresel ve bölgesel ölçekte eşine yüzyılda bir rastlanabilecek bir dönüşüm sürecinden geçiyoruz. Türkiye olarak çevremizde yaşanan tüm insani krizlere, çatışmalara, istikrarsızlıklara rağmen kendi hedeflerimiz doğrultusunda yolumuza devam ediyoruz. Bugüne
kadar bize yöneltilen her saldırı, devlet ve millet olarak sergilediğimiz güçlü duruş sayesinde amacına ulaşamadan etkisiz hale geldi. Toplumsal kaos çıkarma planlarından bölücü eylemlere, ekonomik kriz senaryolarından siyasi istikrarsızlık gayretlerine kadar
sayısız saldırıyı milletimizle birlikte göğüsledik.
Fakat sizin duruşunuz, sizin durumunuz bizler için çok önemli. Çünkü sizin eserleriniz var; şu gençlerimizi sizler yetiştiriyorsunuz, sizler yetiştireceksiniz ve yarınların Türkiye’sinin, evet, gerçek sahibi bu gençlerimiz olacak. Ve hocalarımız bizim varlık sebeplerimiz, biz onların eseriyiz. Ve onlar bizim inşamızda bu kadar önemli yere sahip olduklarına göre, artık yeni süreçte bu işe çok daha önem vereceğiz, helvayı yapacağız.
Fiziki imkanlar güzel, işte biz 75 kişilik sınıflarda okuduk, şimdi artık 30 kişilik sınıflar, hatta daha az sayıda öğrencinin olduğu sınıflarda öğrencilerimiz okuyor, buralardan yetişerek üniversitelere geliyor. Dolayısıyla ortaöğretimde, hatta ilk’ten başlayalım, üniversitelerimize gelecek bu öğrencilerimiz sizlere teslim edildiği zaman, sizlerin de bu öğrencilerimizi en ideal şekilde yetiştirmeniz Türkiye’yi çok farklı bir yere taşıyacaktır.
Çok ciddi sayılara sahip olduk ve 184 üniversitemiz var, her ilde üniversitemiz var. Her ilde üniversitemiz olduğuna göre benim Güneydoğu’daki evladımın akıbeti ne olacak diye düşünme diye bir durum da yok. İsterse kendi ilindeki üniversitesine gidebilir, isterse farklı bir ildeki üniversiteye gidebilme şahsına sahip.
Suriye ve Irak - başta olmak üzere, dört bir yanımızda yaşanan çatışmaların ateşinin ülkemize sıçramasını engellemekle kalmadık, oralardaki mağdur kardeşlerimize de el uzattık, sahip çıktık. Henüz mevcut çatışmaların önü alınamamış, istikrarsızlıklar ortadan kaldırılamamışken, bir süredir yeni bir krizle daha karşı karşıyayız. Nedir o? Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi tüm ikazlarımıza, tüm karşı çıkmalarımıza rağmen ilk olarak 7 Haziran’da duyurduğu bağımsızlık referandumunu yapmakta ısrarcı davrandı.
Esasen bu referandumun mevcut Irak Anayasası bakımından hiçbir hükmü yok. İsrail dışında bu girişimi destekleyen hiçbir ülke ve uluslararası kuruluş da yok. Kuzey Irak’ın inanç ve köken bakımından çok renkli bir yapıya sahip ikliminde tek bir grubun böyle bir teşebbüse girişmesi, yeni çatışmaların ve acıların habercisi olmaktan başka anlam taşımıyor. Şimdi yaptın; neymiş, yüzde 90-92 ile onaylanmış. Bunun bir kıymeti harbiyesi var mı, senin bağımsızlığını kim kabul edecek? İsrail. Dünya İsrail’den ibaret değil ki. Kosova’yı 114 ülke kabul etti, ama hala Kosova dünyada maalesef devlet olamadı, hala sıkıntı içinde. İşte Birleşmiş Milletler’de Cumhurbaşkanıyla görüştük, ‘Ne olur siz İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanısınız, diğer Müslüman ülkelere de söyleyin de onlar da desteklesinler ve böylece devlet olma yolundaki gerekli oy sayısına ulaşalım’ diyor. Ey Kuzey Irak, ya sen bir İsrail’le ne elde edeceksin? Bunlar siyaseti de bilmiyorlar, devlet nasıl olunur, bundan da bihaberler. Ama sadece ‘biz yaptık oldu’ demekle olacağını zannediyorlar; olmayacak, olamaz zaten.
Şimdi biz yaptırımlarımızı uygulamaya başladığımız andan itibaren, zaten ortada kalacaksın. Bir vanayı kapadığımız anda iş bitti, bütün gelirimi-meliri hepsi ortadan kalkıyor. Tırlar Kuzey Irak’a çalışmadığı anda, bunlar yiyecek, giyecek bulamayacaklar, öyle bir duruma gelecekler. Niye? Mecburuz, yaptırım. O zaman bunlara İsrail nereden neyi nasıl gönderecek? Buyursun göndersin.
Amerika’da Jewish Committee ile bir görüşmemiz oldu, Netanyahu’yla münasebetleri sordular. Ben de kendilerine dedim ki, ‘Her şeyden önce bir münasebetin kurulabilmesi için, Türkiye’yle ortak paydada buluşmak lazım. Önce kendilerine söyleyin, nereden çıktı bu Kuzey Irak Yerel Yönetimi’nin şu anda attığı adımı desteklemek? İsrail’den başka destekleyen var mı? Bunu kendilerine söyleyin, önce bunu gözden geçirsinler, bunu gözden geçirmedikçe atacağımız birçok adımı da bundan sonra İsrail’le de atamayız.’ Yani Türkiye’yi bölgede oyun kurucu olarak görmeyenlerle bizim adım atmamız mümkün değil;
Türkiye bu bölgede oyun kurucudur. Şu anda Kuzey Irak’ta Araplar var, Türkmenler var ve ciddi bir nüfusa sahip, bunun yanında Asuriler, Keldaniler var, Süryaniler var, bütün bunlar var. Bunlar kendilerinden başka kimseyi tanımıyorlar. Türkiye’nin, İran’ın, Irak Merkezi Hükümetinin, yani çevresindeki tüm ülkelerin karşı olduğu bir bağımsızlık girişiminin fiilen mümkün olması ve orada yaşayanları mutlu etmesi düşünülemez.
Şimdi bu sabah güzel bir istihbarat geldi, Kuzey Iraklı bir şoföre sormuş, ‘Referandumda ne yaptın, ne oy verdin?’ ‘Evet oyu verdim’ demiş. ‘Peki, bağımsızlığınız tanınmazsa ne olacak?’ diye sorunca, ‘Çoluğumu çocuğumu alacağım Türkiye’ye gideceğim’ demiş. Şimdi bu nasıl iştir? Yani işin mantığı yok. Yani memurunun maaşını ödeyemiyorsun. Ta başbakanlığım döneminde bunlara biz kredi açıyoruz, yaklaşık 1,5 milyar dolar bunlara kredi veriyoruz memurunun maaşını öde diye, sen kalkıp böyle bir adımı atarken, bir soralım demiyorsun. Tabii ki Türkiye buradaki süreci yorumlayacaktır, ona göre de bir adım atacaktır.
Açıkçası biz son ana kadar Barzani’nin böyle bir yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk, demek yanılmışız. İlişkilerimizin tarihteki en iyi seviyesinde olduğu bir dönemde önceden hiçbir danışma ve görüşme yapılmadan alınan bu karar, açıkçası ülkemize de ihanettir. Bu mesele, öyle Barzani tarafının iddia ettiği gibi Kürtlerin hakkı meselesi değildir. Sen orada zaten huzur içinde yaşıyordun. Neydi? Ha bir eyalet devleti olarak bunu sürdürüyordun. Aynı şekilde sürdür, ne gerek var bu tür yollara girmene? Eğer haktan söz edeceksek, oradaki Arapların, Türkmenlerin, Ezidilerin, Süryanilerin, Keldanilerin haklarını da konuşmamız gerekiyor; onu nereye koyacaksın?
Bu referandumda onların haklarına dair hiçbir şey yok. Buyur, Türkmenler, Araplar sandığa gitmedi. Kuzey Irak’taki diğer etnik grupların varlıklarından ve haklarından söz etmek Kürt düşmanlığı değil, binlerce yıllık bir hakikati dile getirmektir. Bu girişim onların haklarının gaspı anlamına gelmektedir. Dünyanın ve bölgemizin içinde bulunduğu şartlar, Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü özellikle o temelde halkların tercihlerine saygılı yöntemlerle idare edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Kimse kimseyi kandırmasın. Referandumu Kuzey Irak Yönetimi gerçekleştiriyor. Tek desteği İsrail veriyor. Daha sandıklar açılmadan kutlamayı PKK’lılar yapıyorsa, orada masumiyet de, meşruiyet de yoktur; bu böyle bilinsin.
Nasıl ve hangi şartlarda fiiliyata geçirildiği meçhul olan bu referandumla ilgili açıklanan katılım oranı da, çıkan sonuçlar da şaibelidir. Çünkü yapılan iş şaibeli. Özellikle Türkmen ve Arap nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde nüfus kayıtlarının imhasından, zorla göçe kadar her türlü hukuksuzluğun yaşandığı bir sürecin ardından yapılan bu referandumu meşru kabul etmek mümkün değildir.
Kadim Irak coğrafyası, önümüzdeki dönemde en az DEAŞ tehdidi kadar, hatta ondan çok daha fazla yıkıcı ve acı sonuçları olacak olayların içine itilmeye çalışılmaktadır. Türkiye, sınırlarının yanı başında yaşanan böyle bir rezalete, böyle bir çarpıklığa, böyle bir tehlikeye sessiz kalamaz. Biz şu anda başta İran olmak üzere, merkezi yönetim olmak üzere, yani çevresindeki üç ülke zaten bu konularda sürekli görüşme halindeyiz ve burada bütün istihbarat örgütlerimiz aynı zamanda bütün bu çalışmaları da sürdürmektedir. Yakın takip içerisinde süreci değerlendiriyoruz. Barzani ve Kuzey Irak Yönetimi bir an önce bu yanlıştan dönmezlerse, bölgemizi bitip tükenmez bir köken ve mezhep savaşının içine itme utancıyla tarihe geçeceklerdir.
Değerli arkadaşlar;
İstikrarsızlığı bölgede kalıcı hale getirme ve yayma amacı taşıyan her girişim, doğrudan bizim milli güvenliğimize tehdittir. Irak’ın bölünmeye değil birliğini, beraberliğini, kardeşliğini, dayanışmasını pekiştirmeye ihtiyacı vardır. Aynı durum Suriye için de geçerlidir. Bu tür girişimlerde kendilerine devlet kuracaklarını sananlar, birilerinin oyuncağı olacaklarını, işleri bitince de kaldırılıp bir köşeye atılacaklarını unutmamalılar. Geçmişte bunun pek çok örneği var. Kendi ülkelerindeki çok parçalı yapıları bütünleştirmek için uğraşanlar, bölgemizdeki binlerce yıllık birliktelikleri parçalamaya çalışarak asıl niyetlerini ele veriyorlar. Bölgemizde ayrılıkları teşvik edenler eğer bölünme, parçalanma, küçülme iyi bir şeyse, önce bunu kendi topraklarında tatbik ederek dünyaya emsal teşkil etmelidir. Ama böyle bir niyeti ve çabayı asla göremezsiniz.
Buradan Irak’taki ve Suriye’deki tüm aklıselim sahibi kardeşlerimize sesleniyoruz: Gelin bu oyuna düşmeyin, gelin kendinizi kullandırtmayın. Bugün sizi kışkırtanlar yarın çekip gidecekler, unutmayın. Ama bizler inşallah binlerce yıl birlikte yaşamaya devam edeceğiz. Bugünün hırsı için yarınlarınızı heba etmeyin. İsrail bayraklarının orada dalgalanması sizi kurtarmaz, bunu bilesiniz.
Ve şu anda bunların durumu aynen devekuşunun haline döndü. Çünkü tarihte elimizde belgeler var bunlarla ilgili, şimdi onlar meydana çıktı. Dolayısıyla bu belgeler bu vesileyle çok açık-net artık müzakere edilmeye ve gündeme gelmeye başlayacak. Biz Kürt kardeşlerimizi de, Arap kardeşlerimizi de, soydaşlarımız Türkmenleri de, diğer grupları da barış içinde, huzur içinde, güven içinde, refah içinde görmek istiyoruz, bunun için elimizden gelen her şeyi yapmaya hazırız. Gerekirse ekmeğimizi bölüşmeye, gerekirse kol-kola girip birlikte mücadele etmeye, hatta icap ederse kanımızı aynı toprağa birlikte akıtmaya hazırız. Yeter ki birlik yolundan, beraberlik yolundan, kardeşlik yolundan ayrılmayalım.
Türkiye’nin gücü ve imkanları bu tür tehditlerle mücadele etmeye ziyadesiyle yeterlidir. Biz sadece meselenin sulh yoluyla çözülmesini istiyoruz. Bu yol kapandığında elimizdeki imkanları kullanmaktan asla tereddüt etmeyeceğimizi bir kez daha ifade ediyorum.
Ülkemizi Suriye’de oyaladıklarını, dolayısıyla Irak’la ilgilenemeyeceğini sananlar, bizim en zor zamanımızda dahi gerektiğinde yedi düvelle mücadele edebilecek gücümüzün olduğunu unutmasınlar. Ekonomik yaptırımlardan askeri seçeneklere kadar tüm ihtimaller şu anda masadadır. Hava sahaları, kara, hepsi masadadır. Bütün bu opsiyonlar şu anda masada görüşülmektedir. Ümit ediyorum ki bunların hiçbirine gerek kalmadan Kuzey Irak Yönetimi aklını başına alır ve bu sonu karanlık olan maceradan vazgeçer.
Değerli arkadaşlar;
Sadece bu gelişmeler dahi bizim her alanda çok daha fazla çalışmamızın, çok daha fazla üretmemizin, çok daha fazla büyümemizin ne derece önemli olduğunu göstermektedir.
Yeni eğitim-öğretim yılının resmi açılışını yaptığımız üniversitelerimize bu konuda çok büyük görevler düşüyor. Üniversitelerimizin hem yetiştirecekleri öğrencilerle, hem yapacakları bilimsel çalışmalarla kendilerinden beklediğimiz öncülüğü ortaya koyacaklarına inanıyorum. İşte öncüler ve öncülerin mimarları bu salonda.
Bu duygularla bir kez daha saygıdeğer hocalarımıza ve sevgili öğrencilerimize başarılı, verimli, huzurlu bir akademik yıl diliyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.