Değerli misafirler
Kültür ve sanat dünyamızın kıymetli temsilcileri,
Hanımefendiler, beyefendiler;
sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum.
Atatürk Kültür Merkezi Projesi tanıtım toplantısının şehrimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bakanlığımızdan Belediyemize ve mimarlarımıza kadar bu projenin ortaya çıkmasında emeği geçen herkesi şahsım, milletim adına tebrik ediyorum.
İnşallah az önce de değerli mimarımızın ifade ettiği gibi, 2019’un ilk çeyreğinde nasip olursa tamamlanıp hizmete girdiğinde Atatürk Kültür Merkezi İstanbul’umuz ve ülkemiz için gerçekten yüz akı, gerçekten sembol bir mekân haline gelecektir.
Sevgili dostlar;
Gerek mimarımız Murat Bey, gerekse diğer arkadaşlarımız; Atatürk Kültür Merkezi’nin yapılışından bugüne kadar geçirdiği süreci çeşitli yönleriyle gerek ikili görüşmelerimizde, gerekse bugün burada ifade ettiler. Sizlerin de gördüğü gibi, Atatürk Kültür Merkezi maalesef talihsiz bir mekândır.
İlk gündeme geldiği 1930’larda başlayan macerası, yaklaşık 40 yıl sonra ancak 1969 yılında fiziki gerçekleşmeyle sonuçlanabilmiştir. Açılışının üzerinden 1 yıl geçtikten sonra ise bu defa yangın felaketi sebebiyle kapılarını tekrar kapatmak zorunda kalmıştır. 1977 yılında yeniden açılışının ardından depreme dayanıksız olduğunun ortaya çıkmasına kadar verdiği hizmetler elbette önemlidir. 2007 yılından itibaren çeşitli vesilelerle farklı kurumlar tarafından yapılan incelemeler, bu binanın artık kullanılamayacağını göstermiştir.
Bilimsel verilere rağmen bu yapının yıkılıp yeniden inşasına karşı yürütülen direnişin, kültür sanat hassasiyetinden değil ideolojik saplantılardan kaynaklandığını gayet iyi biliyoruz. Protestolar, davalar, kampanyalar ve onca kavga-gürültünün ardından sonunda nihayet bilimin, aklın, mantığın yoluna gelinmiştir. Bugün tanıtımı yapılacak projeyle Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılarak yeniden inşa süreci başlamış oluyor. Türkiye 10 yıl önce yapması gereken bir işe ancak bugün başlayabiliyor, bundan dolayı çok üzgünüm. Çünkü çoktan biz AKM’yi bitirmiş ve milletimizin hizmetine sunmuş olacaktık.
Şimdi ben ekranları başında bizi izleyen tüm milletime sesleniyorum; ülkemizin kaybettiği bu 10 yılın hesabını kim verecek? Çünkü bu engellemeyi yapanların sırtlarında yumurta küfesi yok. Kaybettikleri hiçbir şey de yok. Sadece ülkemize kaybettirdikleri var.
Bu zihniyet bizim karşımıza her alanda çıkıyor. Ülkemizde taş üstüne taş koydurmamayı maharet sanan, bunun için sistemin açıklarını, tüm zaaflarını kullanan, hatta dışarıdan da ciddi destek alan adeta kurumsallaşmış bir lobi bulunuyor.
Biz ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum gün bu lobiyi tespit ve teşhir etmiştik. Başbakan olduk, bu lobinin Türkiye’nin her işinde, her yerinde aynı faaliyeti gösterdiğini gördük. Cumhurbaşkanı olduk, Avrupa’dan Amerika’ya kadar dünyanın dört bir yanında yine aynı lobinin uzantılarıyla karşılaştık. AKM’nin yeniden inşasına karşı çıkan zihniyetle Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesini engellemeye çalışan anlayış aynıdır.
İstanbul’da inşa ettiğimiz yeni havalimanı ve diğer büyük projelerimizi engellemek için uğraşan güçlerle Suriye ve Irak’taki operasyonlarımızı sabote etmeye çalışan eller de aynıdır. Günümüzde küresel ve bölgesel güç mücadeleleri öylesine kural, kaide, ahlak tanımaz bir hale gelmiştir ki bedeli milyonlarca insanın hayatı olan alçakça bir oyun her gün yeniden sahnelenmektedir.
Biz diğer tüm alanlarda olduğu gibi proje tanıtım töreninde birarada bulunduğumuz AKM’nin yeniden inşası konusunda da sabırlı ve kararlı bir duruş sergiledik. Dikleşmedik, ama dik durduk. Ötekiler gibi ahlakı ve hukuku bir kenara bırakmadan, ama hedeflerimizden de taviz vermeden hamdolsun işte bugüne geldik.
Yeniden, ama daha büyük, daha işlevsel, daha modern bir şekilde inşa edilecek yeni Atatürk Kültür Merkezinden en çok yıllardır bu projeyi sabote etmek için uğraşanların yararlanacağını da biliyorum. Fakat onların yanlış yolda gidiyor olmaları bizi doğru işler yapmaktan alıkoyamazdı, alıkoyamaz.
Nitekim benzer görüntülere Marmaray’dan Avrasya Tüneline ve Yavuz Sultan Selim Köprüsünden Osman Gazi Köprüsüne kadar nice projelerde şahit olduk. Biz, ‘kıymetini balık bilmezse Halik bilir’ anlayışıyla hareket ediyoruz, yola böyle devam ediyoruz. Milletimizin yapılanları ve bunları inşa edenleri olduğu gibi, engel olanları da gördüğüne inanıyoruz.
Şimdi AKM’yi inşallah 2019 ilk çeyreğinde, Murat Beyden sözünü aldım, bitireceğiz. Zaten mermerlerine varıncaya kadar her şeyini geldiler sundular, beraberce Bakanımla birlikte şu uygundur, şu uygun değildir vesaire, şimdiden bütün hazırlıklarını yaptık, adım adım bunları ay be ay takip edeceğiz. Çünkü eğer işimize sahip çıkmazsak bunun sonucunu yakalamak da mümkün değildir. Buna sahip çıkacağız, bu bizim için olmazsa olmaz adeta bir süreç. Nasıl ki Harbiye Kongre Merkezini 17 ayda yerin dibine girerek orayı bitirdiysek, inşallah bunu da kısa zamanda bitireceğiz.
Biz artık bu süreçlerde eserleri inşa etmeye alışmış bir iktidarız, inşallah burayı da bitireceğiz. Şimdi gördüğünüz, Taksim Meydanı’nda inşallah araçları da görmeyeceğiz. Gümüşsuyu’ndan gelen araçlar oradan yerin altından Mete Caddesi’nden Taşkışla’ya doğru devam edecek. Dolayısıyla Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde bir araç trafiğini görmeyeceksiniz. Aynı şekilde Marmara Oteli’nin önünde de bir araç trafiği görmeyeceksiniz, orada da yine yerin altına almak suretiyle tamamen yayalaştırılmış bir Taksim Meydanını göreceksiniz. Dolayısıyla Taksim Meydanı’nın bu yayalaştırma süreci yeni peyzaj düzenlemeleriyle birlikte meydana farklılık kazandıracak, farklı bir zenginlik getirecek.
Az önce dev ekranda malum bayrağımızın o ekrana yayılışını gördünüz, inşallah şimdi 2500 kişi içeride programları izleyecek; ama bunun dışında da dışarıda dev ekrandan inşallah halkımız meydanda gelecek icabında çimlerin üzerinde veyahut da oradaki banklar üzerinde oturarak veya ayakta ekrandan orayı izleme imkânını bulacak.
Dünyada gelişmiş ülkeler meydanlarıyla anılır, hepsinin kendilerine has dev meydanları vardır. Bizim maalesef bu tür meydanlarımız hep yok edildi, yok oldu. İnşallah Taksim yeniden o özelliğine kavuşacak. Ve bu trafiğin tamamen yeraltına alınmasıyla Taksim Meydanı inşallah ortaya çıkacak. Ve bunun yanında yeni bazı adımları inşallah Ankara’mızda da atacağız, orada da yine bu tür meydanlarımıza kavuşacağız ve bunlar tabi çevre düzenlemeleriyle, peyzajlarıyla da aynı zamanda örnek hale gelecektir, bunu kısa zamanda gerçekleştireceğiz.
Tabi ki proje üretemeyenlerin, icraat ortaya koyamayanların, bu konuda topluma güven veremeyenlerin milleti hedef alan, millete hakaret eden tavırları ise içinde bulundukları çaresizliğin ifadesidir. Halbuki çalışsalar, terleseler, dirsek çürütseler, ufuklarını genişletseler, kendi küçük dünyalarından kafalarını kaldırıp gerçek Türkiye’yi, milletimizin ulaştığı seviyeyi görseler tüm sorunlar çözülecek. Bunun yerine, ‘sen-ben, bizim oğlan’ mantığıyla hareket ederek, ‘küçük olsun benim olsun’ kolaycılığına kaçtıkları sürece milletimiz onları yedek kulübesinde tutmayı sürdürecektir.
Değerli arkadaşlar;
Ülkemizde bir kesim eskiden beri belirli alanları kendi tekelinde görmekte, kimseyi buralara yaklaştırmamaya çalışmaktadır. Kültür-sanat da bu alanların başında geliyor.
Şu acı gerçeği hep birlikte tespit etmek durumundayız: Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Osmanlı döneminde 3 tarzlı siyasetten muasırlaşma yolu konusunda kati bir tercih ortaya konmuştur. Ancak, sorun bu tercihin altının doldurulamamış olmasıdır.
Türkiye taklit seviyesinin bile gerisinde bir kültür üretimine mahkûm edilmiştir. Sonuçta karşımızda, bir yandan kendi tarihine sırtını dönmüş, diğer yandan ise benimsediğini iddia ettiği Batı dünyasında esamisi okunmayan bir ülke manzarası bulduk.
Ağızlarını her açtıklarında muasırlıktan, Batılılıktan, Avrupalılıktan, modernlikten, çağdaşlıktan söz edenlere soralım bakalım, dünya çapında hangi eserleri ortaya koyabilmişler. Örneğin dünya çapında bir opera sanatçısı, bir pop sanatçısı, bir aktör, bir gitarist yetiştirebilmişler mi? Nasıl dünya çapında kabul gören bir otomobil, bir uçak, bir bilgisayar, bir telefon, bir işletim sistemi ortaya çıkartamamışsak, kültür ve sanat alanında da aynı başarısızlığı ne yazık ki yaşadık.
Çünkü bu bir ortam meseledir, bu bir iklim meselesidir, bu bir zihniyet meselesidir. İklim çorak olunca bir taraf kavurulurken, diğer taraf yeşermiyor. Aslında hedef doğruydu, ama yöntemler yanlış olunca neticeye ulaşılamadı. Bugün biz de Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında ortaya konmuş olan muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma hedefini isabetli buluyor ve ona sahip çıkıyoruz. Sadece bu hedefe ulaşmak için daha farklı yöntemler kullanıyoruz.
Geçtiğimiz 15 yılda Türkiye’yi 3 kat büyütmüş olmamız, Cumhuriyet tarihinin en büyük, en iddialı, en başarılı çağdaşlaşma ve modernleşme hamlesidir. Atatürk Kültür Merkezi’nin yerine inşa edeceğimiz yeni eser de işte bu anlayışın bir yansıması olacaktır. Projenin ilk AKM’nin tasarımcısı olan merhum Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu tarafından yapılacak olması, hem hedefin aynı olduğunun, hem de tarihe sırt dönülmeden tam tersine tarihten güç alınarak geleceğe doğru yüründüğünün ifadesidir. Diğer alanlarda da sadece geçtiğimiz yarım asra, bir asra değil, coğrafyamızdaki bin yıllık birikimimizin tamamına sahip çıkan bir anlayışla çalışmalarımızı sürdürmekte kararlıyız.
Tabi binanın kendisi kadar burada ortaya konacak kültür-sanat faaliyetlerinin zenginliği de önemli. Az önce Murat Beyin şu tespitine katılıyorum: Yani burada belli bir elitin gelip programları izlediği yer olmayacak, Sayın Bakan da bunu tespit ettiler; burada tüm halkımızın, milletin gelip bu programları izlediği bir yer olacak. Eğer mazruf vasatsa, zarf istediği kadar şatafatlı olsun oradan bir şey çıkmaz. İkisi birbirini tamamlayacak ki dünya çapında isimler yetiştirebilelim, eserler ortaya koyabilelim. İnşallah yeni proje böyle bir misyon üstlenecektir.
Değerli dostlar;
Türk milleti olarak bizim kültür-sanat kaynaklarımız belki de başka hiçbir millete nasip olmayacak derecede geniştir, zengindir, mümbittir. Doğuya doğru gidin, Kafkasya kültürü, Orta Asya kültürü, bunlar bizim kültürümüzdür. Batıya doğru gidin, Balkan kültürü, Doğu Avrupa kültürü bizim kültürümüzdür. Kuzeye gidin Kırım kültürü, Kazan kültürü bizim kültürümüzdür. Güneye doğru gidin Mezopotamya kültürü, hatta Güney Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada ecdadımızın ayak izlerini sürebileceğiniz kültürlerin hepsi de aslında bizim kültürümüzdür. Anadolu zaten başlı başına bir kültür vahası, bir kültür membaıdır.
Sorun, aslında bizim sahip olduğumuz bu kıymetli hazinenin yeteri kadar farkında olmayışımızdır. Bununla birlikte şu gerçeğin de elbette farkındayız, geçtiğimiz yüzyıldan beri hakim kültür haline geline Batı medeniyetinin yol açtığı sorunlar sadece bize mahsus değildir. Dünyanın hemen her yerinde benzer sancılara, benzer tartışmalara rastlıyoruz. Açıkçası bugün artık devasa bir tüketim canavarı gibi önüne gelen her şeyi yutan Batı kültürü denilen olgunun kesin bir tarifini yapmak da çok mümkün görünmüyor.
Amerikalı bir sosyal antropolog, ortalama bir Amerikan vatandaşının günlük hayatındaki kültürel unsurların aslını şu şekilde anlatıyor: “Sabah uyanan bir Amerikalının altındaki karyola Yakın Doğu’da icat edilmiş, Kuzey Avrupa’da uğradığı değişikliklerle bu hale gelmiştir. Üzerindeki yorganın hammaddesi pamuksa Hindistan, ketense Yakın Doğu, ipekse Çin menşeilidir. Ayağına giydiği makosen terlik, Kızılderililerin icadıdır. Giydiği elbiselerin aslı Asya bozkırlarında yaşayan göçebelerin kullandığı deri kıyafetlerdir. Ayakkabısı eski Mısır, kravatı Hırvat, şemsiyesi Güney Asya mahreçlidir. Başına geçirdiği şapka, Asya stepleri, cüzdanındaki bozuk para Lidya, yani Anadolu, yemeğini koyduğu tabak Çin, eline aldığı bıçak Hindistan, çatal İtalya kaynaklıdır. Sofrasındaki yemeklerin her biri başka bir coğrafyaya aittir. Okuduğu gazete, Almanya’da icat edilen bir yöntemle Çin’de geliştirilmiş bir maddenin üzerine, Sami uygarlığının icat ettiği işaretler ortaya çıkmıştır. İşte bu kişi, gazetesinde söz konusu coğrafyalardaki karışıklıklara ilişkin haberleri okuduğunda yüzde 100 Amerikalı oluşu sebebiyle şükredecektir.” Evet, Batı medeniyeti işte böylesine kadim bir birikimin üzerine kendi kültür kodlarını inşa ederek bugünkü gücüne ulaşmıştır.
Değerli arkadaşlarım;
Son iki asrımıza damgasını vuran arayışların, hayal kırıklıklarının, kavgaların ve bunların gölgesinde canlılığını daima sürdüren ümitlerimizin merkezinde hep bu tartışma yatmıştır. Mesela rahmetli Mehmet Akif Ersoy, Batının ilmini, tekniğini, iş disiplinini tasvip ederken, onun ahlakını, mücadele yöntemlerini, insani tarafını tek dişi kalmış canavara benzetmektedir. Her ne kadar kendileriyle ilgili farklı değerlendirmeler yapılıyor olsa da, aslında Reşit Paşa’dan Enver Paşa’ya, Namık Kemal’den Mehmet Akif’e kadar dönemin tüm devlet ve fikir insanları, ülkenin ve milletin selameti için hep en iyisini aradılar.
Unutmamalıyız ki o dönemde ülkemizin başına gelen felaketleri biz kitaplardan okuyoruz, ama bu kişiler bizzat yaşamışlardır. Tıpkı bugün bizim terör örgütleriyle, bölgemizdeki envaı çeşit kumpasla mücadele ettiğimiz gibi onlar da devletin başına gelen felaketlere karşı kendilerince hep çareler aralamışlardır. Sonuçta tarih bizi yeni bir devlete kavuştururken, bu devleti kuran kadro vasıtasıyla yeni bir kültür ve medeniyet tercihiyle de yüz-yüze getirmiştir.
Cumhuriyet’imizin 94 yılını geride bırakarak başarılı olduğunu iftiharla söylerken maalesef kültür konusunda aynı duyguları ifade edemiyoruz. Bugün şöyle geriye dönüp baktığımızda Avrupa’nın hukuk sistemini, sosyal hayatını, kültür ürünlerini aynen alıp kullanmanın bizi arzu ettiğimiz hedeflere ulaştıramadığını görüyoruz. Çünkü biz muasır medeniyet anlamında Batılı olmakla, şeklen Avrupalı olmayı maalesef birbirine karıştırdık.
‘Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak’ küresel bir iddia sahibi olmak demekken, kültürel taklitçiliğin asırlarca sizi kendisine rakip, hatta düşman görmüş bir dünyaya teslimiyet demek olduğunu ne yazık ki göremedik. Biz teslimiyeti reddediyor, Türkiye’yi her alanda küresel düzeyde söz ve iddia sahibi bir ülke haline getirmenin mücadelesini veriyoruz. Siyasetteki en büyük farkımızın da bu olduğuna inanıyorum. Türkiye’nin son 15 yılında bu doğrultuda yaptığımız hizmetleri önümüzdeki dönemde yeni ve çok daha büyük eserlerle taçlandırmak istiyoruz.
Bugün projesinin tanıtım toplantısını yaptığımız Atatürk Kültür Merkezi’nin yeni dönemin sembol eserlerinden biri olacağına inanıyorum ve Taksim Meydanı inşallah çok daha farklı hale geliyor, çok daha zenginleşiyor. Atatürk Kültür Merkezi sadece 2500 kişilik salonunda yapılan veya yapılacak toplantılarla anılmayacak. Tüm içerideki etkinliklere imkân hazırlayacak, gerek tiyatro noktasında, gerek kitap teşhir alanlarıyla, ben tabii cafe demeyeceğim, oralardaki dinlenme noktasında adeta kıraathaneleriyle inşallah çok daha farklı bir zenginliğe sahip olacağız.
En üst katındaki Boğaza nazır lokantası, herhalde İstanbul’da inşallah benzeri olmayacak. Ama tabii oradaki takdim çok çok önemli… İnşallah Türk mutfağının oradaki takdimi, inşallah bir çekim alanını orada ayrıca oluşturacak. Yani sadece belli günlerde, belli saatlerde akşamları değil her an hareket halinde olan bir mekân olarak tüm dünyaya hizmet verecek.
Ben bu duygularla bir kez daha bu projenin ortaya çıkmasında emeği geçenleri tebrik ediyorum. Gerek daha önceki Kültür Bakanımız Nabi Avcı Hocamızı, gerek Numan Kurtulmuş kardeşimizi, gerekse diğer mimar kardeşlerimizi, özellikle de tabii Murat Beyi ve kardeşlerini bu noktada kutluyorum, tebrik ediyorum. Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlarken bir kez daha hep birlikte projemizi şöyle ekranda izleyelim diyorum. Teşekkür ediyorum.