Aliya İzzetbegoviç’i Anma ve Aliya Dizisinin Tanıtımı Toplantısı’nda Yaptıkları Konuşma

23.10.2017

Saygıdeğer Hanımefendi,

Kıymetli Misafirler,

Değerli Sanatçılar,

Basın Dünyamızın Kıymetli Mensupları,

Geleceğimizin Teminatı Olan Genç Kardeşlerim,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Böylesine anlamlı bir program vesilesiyle siz “Aliya dostlarını” Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde, milletin evinde, bu gazi mekânda ağırlamaktan büyük bahtiyarlık duyuyorum.

Sözlerimin hemen başında birkaç gün önce 14’üncü vefat yıldönümünü idrak ettiğimiz, Bosna-Hersek’in kurucu lideri, ilk Cumhurbaşkanı, Bilge Lider Aliya Izzetbegoviç’i rahmetle, tazimle yâd ediyorum.

Aynı şekilde, bu sene Mayıs ayında alem-i bekaya uğurladığımız kalem erbabı, gönül insanı, hepsinden öte Bosna aşığı Gazeteci Akif Emre kardeşimize de Cenâb-ı Mevla’dan rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum.

Rabbim her ikisini de cennetiyle, cemaliyle muamalede bulunsun.

Buradan başta Aliya’nın ailesi ve yakınları olmak üzere tüm Boşnak kardeşlerime bir kez daha başsağlığı diliyorum.

Peygamber Efendimiz (SAV) hadisi şeriflerinde bize “Âlimlerin, peygamberlerin varisleri ve yeryüzünün kandilleri” olduklarını müjdeler.

Ve “Bir âlimin ölümü de âlemin ölümü gibidir”; geride öyle büyük bir boşluk oluşturur.

Bu hikmetli sözlerin hiç şüphesiz şahsında tecessüm ettiği, adeta ete kemiğe büründüğü isimlerden biri merhum Aliya Izzetbegoviç’tir.

Çünkü Aliya sadece bir siyasetçi, bir düşünür ve aksiyon adamı değildir.

Merhum Aliya bunların tamamıdır, hatta çok daha ötesi, fazlasıdır.

O, sırf Müslüman olduğu, Müslümanca düşündüğü için atıldığı zindanda fikrini ilmek ilmek dokuyan genç bir mütefekkirdir.

O, yüreğinin bir yarısında Bosna’yı, diğer yarısında Fas’tan, Endonezya’ya, Türkiye’den Cezayir’e bütün İslam dünyasını taşıyan bir gönül adamıdır.

1970’lerin kasvetli ortamında kaleme aldığı ''İslam Deklerasyonu”yla Aliya, İgman Dağı gibi yükselen bir özgüven abidesidir.

O, savaş meydanlarında cesur bir asker, ailesine müşfik bir baba, arkadaşlarına aziz bir dost, milletini bağımsızlığa taşıyan bilge bir liderdir.

Günümüzde çokça rastladığımız fildişi kulelerinde ahkâm kesen kifayetsizlere inat, yeri geldiğinde üniformasını giyip cenk meydanlarına atılan bir uçbeyidir Aliya…

Biz Aliya’yı “Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler” tespitiyle hatırlıyoruz.

Biz onu “Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır!” niyazıyla biliyoruz.

Biz onu, “Asla intikam peşinde koşmayın, adalet arayın, ama yapılanları da kesinlikle unutmayın” tavsiyesiyle hatırlıyoruz.

Biz Aliya’yı “Her şeye kadir olan Allah’a ant olsun ki; köle olmayacağız” haykırışıyla biliyoruz.

Biz onu “'Boşnaklar ülkelerinde kendilerini özgür hissetsinler, sadece Allah'tan korksunlar. Gururlu olsunlar, çok çalışsınlar, gerçeği konuşsunlar” vasiyetiyle hatırlıyoruz.

Biz o büyük gönül insanını, vefatından birkaç gün önce yazdığı;

Dik dur!

Yıldızların altında nasıl başı eğik durursun

Hangi yoldan gidersen git

Sonunda ölüm bekliyor

Ve her şey felaketle sonuçlanıyor

Sen de öleceksin

Bu dünya da ölecek

Bu yüzden dik dur” mesajıyla hatırlıyoruz.

Ve elbette biz kendisini, ölümün gölgesi artık iyice yüzüne düştüğü o son anlarında… Viyana’dan geliyordum, bu haberi aldığımda durum sıkıntılı diye… Pilotumuza dedim ki “Hadi bakalım Sarayevo’ya in”. Ve Sarayevo’ya inip hastaneye gittim, Bakir kardeşim oradaydı. Orada yanına çıktığımda elimi avuçlarının içine alıp “Buralar Evladı Fatihandır, Bosna'mı koruyun, Bosna'ma sahip çıkın” emanetiyle hatırlıyoruz. İnşallah biz de Bosna’yı korumaya ve oradaki kardeşlerimizle beraber Bosna’yı yüceltmeye devam edeceğiz. Tabii orada birkaç önemli siyasi, stratejik vasiyetleri de olmuştu ama onları burada söylemem uygun düşmez.

Bugün bir kez daha, işte bu anlamlı merasim sebebiyle, Aliya’nın teslimiyetine, cesaretine, bilgeliğine ve sarsılmaz imanına hep birlikte şahitlik ediyoruz.

TRT Yönetimini böylesine abidevi bir şahsiyetin hayatını diziye aktardığı için gönülden kutluyorum.

Özgün ve yoğun bir çalışmanın ürünü olan bu dizinin, Aliya’nın çok daha geniş kitlelerce tanınmasına vesile olacağına inanıyorum.

Bilhassa içinde bulunduğumuz sancılı dönemde Aliya’nın siyasi, sosyal ve ilmi mirasına çok iyi sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum.

Değerli Kardeşlerim,

Her canlı fanidir, vakti saati gelince muhakkak ölümü tadar ve ölümü tadacağız. Kalmak yok, hepimiz yolcuyuz ve gideceğiz.

Ancak bu dünyadan göçse bile insan eserleriyle yaşar, geride bıraktıklarıyla nesilden nesile aktarılır.

Aradan asırlar geçmesine rağmen bugün halen yolumuzu aydınlatan kitaplar var.

Yıllar geçse eskimeyen, her okuduğumuzda içimizi ısıtan şiirler var.

Kısacık ömrüne koca bir tarihi sığdıran ilham kaynağımız şahsiyetler var.

İşte Aliya da böyle bir karakter, böyle müstesna bir insandır.

Elbette onun gibi çok yönlü birini tarif etmek, birkaç kelimeye, birkaç cümleye sığdırmak kolay değildir.

Ancak her insanın temayüz eden bir tarafı, diğer yönlerini aşan bir alamet-i farikası vardır.

Benim için Aliya Izzetbegoviç’in en büyük eseri Bosna, en önemli mirası da asaletidir.

Aliya’nın her tavrında, her söyleminde Müslümana has vakar, özgüven ve tevazuu bir aradadır.

Komünist rejimin tüm şiddetiyle üzerlerine geldiği ilk gençlik yıllarından 78 yaşında son nefesini verdiği ana kadar Aliya, Müslüman olmanın, Müslüman kalmanın, Müslümanca yaşamanın mücadelesini vermiştir.

Ne inancından, ne medeniyetinden, ne de Boşnak kimliğinden hiçbir zaman vazgeçmemiştir.

Yeri geldiğinde en keskin kelimelerle kendini eleştirmiş, nefis muhasebesi yapmaktan çekinmemiştir.

Kutlu mücadelesini kavmiyetçiliğin sınırlarına hapsetmemiştir.

Batı karşısında eğilmektense, onlara benzemektense ölmeyi tercih edecekten kadar asildir.

Zira onun nazarında savaş, ölünce değil, asıl düşmanına benzeyince kaybedilen bitmez-tükenmez bir mücadeledir.

İçimizdeki sözde aydınların aksine, batı karşısında el pençe divan durmayı, batılı efendilerine şirin gözükmeyi milletine ihanet sayar.

“Avrupalı bir Müslümanım” derken de, “Ben Avrupa'ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik” derken de sadece ve sadece hakikati haykırır. Çünkü Batı yediden yetmişe öldürdü ve hala öldürüyor.

Aliya’nın batı karşısında bu kadar cesur, bu kadar açık sözlü olmasının sebebi, elbette yaşadıkları ve şahit olduklarıdır.

Hapis, baskı, yıkım, savaş dâhil belki de görülebilecek bütün acıları 78 yıllık ömrüne sığdırmış birisidir. Cezaevini de görmüştür, bunun yanında savaşı da görmüştür. Bu, her şahsa nasip olmaz. İşte bu, bana göre, asaletinin en temel harcıdır.

Medeni Avrupa’nın göbeğinde, tüm dünyanın gözü önünde tam 3,5 yıl boyunca yüzbinlerce vatandaşı vahşi bir şekilde katledilir.

O, Srebrenitsa’da tarihin en utanç verici soykırımlarından birine şahit olur.

Birleşmiş Milletlerin güvenli bölge ilan ettiği Srebrenitsa’ya sığınan, çoğu kadın ve çocuk 8 bin 372 kişi, Hollandalı askerler tarafından yamyamlarına teslim edilir.

Ne yaptı Batı, bu olaylar karşısında ses çıktı mı? Hala bu yamyamlar yaşamıyor mu? Hala yaşıyor. İşte son seçimlerde Hollandalıların o yamyamlarıyla bizim insanlarımıza nasıl saldırdıklarını, hatta hatta Bayan Bakanımıza varıncaya kadar nasıl saldırdıklarını gördük. Benim Trabzonlu Hollanda’da çalışan işçimi köpekleri saldırtmak suretiyle nasıl üzerine çullandırttıklarını gördük.

Bakın şimdi yine aynı şey oldu. Türkiye’ye gelecek olan Batıdaki benim vatandaşıma kalkıyorlar köpeğe üstünü arattırıyorlar. Böyle bir rezalet olabilir mi? Sen kendin arayamıyor musun? Kendin arasana. Bayansa bayan polisine arat. Niye? Çünkü bunların karakterinde var. Bunların cibilliyetinde bu var. Ama bir Müslümanda bu olamaz, çünkü Müslüman zulmetmez, edemez.

Aliya, her fırsatta diğer ülkelere demokrasi, insan hakları, özgürlük dersi verenlerin, karanlık ve kanlı yüzüne bizzat tanık olur.

Ancak bütün bunlara rağmen o, hakikatin onurunu, hiçbir hesaba, hiçbir diplomatik manevraya feda etmemiştir.

Müslüman duruşundan asla taviz vermemiştir.

Şahsının ve halkının yaşadığı onca zulme, şiddete ve vahşete rağmen, intikam peşinde koşmamıştır.

Duygularının aklını esir almasına izin vermemiştir.

Savaş kolay, barış ise çok daha zordur.

Barış için akıl gerekir, fedakârlık gerekir; vizyon gerekir.

Hepsinden önemlisi affedebilecek yüce bir gönül gerekir.

Aliya, Bosna’nın geleceği için, barış, huzur ve istikrarı için, bu fedakârlığı göstermekten çekinmemiştir.

O başkomutan olarak halkının önüne düştüğünde de, Dayton’da barış masasına oturduğunda da hep zor olanı şeçmiştir.

Ve Dayton’la ilgili -Bakir, sen de hatırlıyor musun bilmiyorum- şu ifadeyi kullandı: “Kabul etmek zorundaydım” dedi. Evet, şu anda üç parçalı bir Bosna var. Ben ne sıkıntı çektiklerini biliyorum. Böyle bir devlet anlayışının neler getirip-götüreceğini bir siyasetçi olarak biliyorum. Temenni ederim ki, Dayton masaya yatırılır ve oradaki sıkıntılar da bir an önce hayırlısıyla aşılır.

Sıkıntılarına, sorunlarına rağmen, Bosna-Hersek, Aliya’nın bir başarısı, onun engin vizyonun bir meyvesidir.

Kıymetli Dostlarım,

Bizim Aliya’dan, onun hayatından, siyasetinden, duruş ve asaletinden öğrenecek çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.

Gerek bizim gibi devlet adamlarının, gerekse öğrencisinden akademisyenine, askerine kadar farklı kesimlerin, Aliya’nın mirasını çok iyi idrak etmesi gerekiyor.

Çünkü Aliya’nın ömrü hepimiz için ibret vesikasıdır.

Aliya’nın uğruna hayatını adadığı kavga, günümüzde de sürmektedir.

Zaman değişse de, mekanlar ve aktörler değişse de, maalesef benzer acılar bugün de yaşanıyor.

7 senedir komşumuz Suriye’de şahit olduklarımızın, bundan 25 sene önce Bosna’da yaşananlardan Allah aşkına ne farkı var?

Aynı şeyleri yaşıyoruz. Dram aynı, acı aynı; değişen bir şey yok. Ama emperyalistler, kan emiciler sömürüyü devam ettiriyor. İşte Arakan’ın halini görüyorsunuz. 650 bin Rohingyalı Müslüman şu anda Bangladeş’te yaşam mücadelesi veriyor. Çözemezler mi bu işi, o güçlü bildiklerimiz çözemezler mi? Bal gibi de çözerler! Ama ölen Müslüman olduğu zaman umurlarında değil.

Peki, terör estirenler kim? Onlar da bir kısım Budistler. Müslümanların içinden çıktığı zaman “terörist”, yaygara büyük, ama Hıristiyanların içinden çıktığı zaman ses yok. Musevilerin içinden çıktığı zaman ses yok. Ama Müslümanların içinden çıktığı zaman yaygara büyük. Biz Müslümanların içinden de çıksa ne diyoruz? DEAŞ teröristtir diyoruz ve DEAŞ’a karşı biz savaş veriyoruz, mücadele veriyoruz. Niye? Çünkü biz onların İslam’la alakası olmadığını açıkça haykırıyoruz bütün dünyaya. Zira bir Müslüman bir insanın öldürülmesini veya öldürmesini tüm insanlığın öldürülmesi olarak görüyoruz.

Bosna’daki vahşeti görmeyenler, Arakan’daki vahşete de kör-sağır değiller mi? Halep’ten İdlib’e insanlar kaçarken, sürülürken ses çıkardılar mı? Hayır

O gün Srebrenica’daki soykırıma ses çıkarmayanlar, bugün de Halep’teki, Hama’daki, Guta’daki soykırıma da ses etmiyorlar.

O gün kadın ve çocukların vahşice katledilmesine kayıtsız kalanlar, bugün de Myanmar’daki “Budist terörüne” benzer bir tavır takınıyor.

O gün katillere alan açanlar, bugün de terör örgütlerini silaha boğuyor. Bir kuruş para almadan onlara 3 bin 500 tır silah gönderiyorlar

İnsan hakları, demokrasi, millet iradesi ve özgürlükler dün Boşnaklara çok görülüyordu, bugün de Suriyelilere, Filistinlilere, Libyalılara lüks görülüyor.

Mazlumlar ve zalimler değişse de zulmü tribünden seyredenler değişmedi, değişmiyor.

Avrupa bosna’da ölmüş, suriye’de gömülmüştür.

Sahile vuran masum çocuk bedenleri ise Batı medeniyetinin mezar taşlarıdır, bunu böyle biliniz.

Maalesef son 7 yılda kadim Avrupa değerleri, bizzat bu değerlerin sahipleri tarafından itibarsızlaştırılmış, tek tek yok edilmiştir.

Açık söylüyorum: Bugün Avrupa’nın dünyadaki milyarlarca insan nazarında hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır.

Mevcut siyasi tablo devam ederse, korkarım ki gelecek, bugünden de çok daha kötü olacaktır.

Irkçılığın yükseldiği, ayrımcılığın arttığı, Neonazi partilerin hükümet ortağı olacak güce ulaştığı bir Avrupa, felakete doğru sürükleniyor demektir.

İlkelerini kendi elleriyle boğan bir Avrupa’nın geleceği karanlıktır.

Şu anki manzara, istikbalimiz açısından bir kıyamet senaryosunu çağrıştırmaktadır.

Tabii ki bu kötü gidişatı engelleyecek olanlar, öncelikle Avrupalı siyasetçiler, akademisyenler ve topluma rol model olan sanatçılardır.

Onun için salonda bulunan sanatçılara da çok büyük bir görev düşünüyor, onu hatırlatayım. Çünkü sanatçılar bir toplumun rol modelleridir. Onların tavırları, onların mesajları tüm gençliği etkileyecektir. Bunun da böyle bilinmesi lazım.

Biz Türkiye olarak önce vatandaşlarımızın ve dindaşlarımızın güvenliği, sonra da tüm Avrupa halklarının esenliği için doğru bildiklerimizi açık yüreklilikle söylüyor; tıpkı Aliya gibi hakikati hesaplara kurban etmiyoruz.

Avrupalı liderlerden de Türkiye’yi hedef almayı artık bir tarafa bırakıp, sağduyuya, aklıselime dönmelerini bekliyoruz.

Yabancı düşmanlığını tırmandırmak hiç kimseye bir fayda sağlamaz.

İslam karşıtlığı üzerinden iktidar hayali kurmak, sizi bir yere taşımaz.

Türkiyesiz bir Avrupa’nın varacağı yer yalnızlıktır, çaresizliktir, iç çekişmelerdir.

Türkiye, Avrupa’ya muhtaç değildir, asıl muhtaç durumda olan Avrupa’dır.

Onlar görmek istemese de, giderek kronikleşen sorunlarının reçetesi, Türkiye’dedir, Türkiye’nin tam üyeliğindedir, bu böyle biline.

Ve Türkiye, altını çizerek ifade ediyorum, bunun için şahsiyetinden, değerlerinden ve onurundan asla taviz vermeyecektir.

Biz kimsenin oyuncağı değiliz, olmayacağız.

Biz birilerinin keyfine göre muamele edeceği kapıkulu değiliz, olmayacağız.

Çünkü biz, tıpkı Bosnalılar gibi, kanlarıyla tarih yazan, hürriyetin bedelini gencecik fidanlarını toprağa vererek ödeyen bir milletiz.

Tehditlerle Türkiye’yi esir alacaklarını zannedenler, kendi tarihlerinden bihaber gafillerdir.

Yaptırımlarla bize diz çöktüreceklerini sananlar, büyük bir yanılgı içinde olduklarını pek yakında anlayacaklardır.

Her zaman ifade ettiğim gibi havlu atmayacak, pet etmeyeceğiz.

Ucuz ayak oyunlarına prim vermeyeceğiz.

Kendini bilmez siyasetçilerin provokasyonuna gelmeyeceğiz.

Milli gururumuzdan da stratejik hedeflerimizden de taviz vermeyeceğiz.

İnşallah, eninde sonunda Türkiye’nin sabır ve sağduyusunun meyvelerini toplayacağımıza inanıyorum.

Her imtihandan altının akıyla çıkan milletimizin, inşallah bu kuşatma teşebbüslerini de boşa çıkaracağını biliyorum.

Ancak bu süreçte; tıpkı Aliya’nın dediği gibi “hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır”.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, vefatının 14’üncü sene-i devriyesinde iman, ahlak ve teslimiyet abidesi Aliya İzzetbegoviç’i bir kez daha hasretle, rahmetle, tazimle yad ediyorum.

Bosna Hersek’in bağımsızlığı için canlarını feda eden tüm şehitlere Allah’tan rahmet diliyorum.

TRT’ye böylesine anlamlı bir proje için teşekkürlerimi, tebriklerimi sunuyorum.

Aliya dizisinde görev alan tüm sanatçılarımıza, kameramanından şoförüne kadar bütün emektarlara şükranlarımı sunuyorum.

İnşallah dizinin hak ettiği ilgiyi başta gençlerimiz olmak üzere milletimiz nezdinde de göreceğine inanıyorum.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyor, sizleri muhabbetle selamlıyorum.

Kalın sağlıcakla.