Değerli kültür ve sanat insanlarımız,
Kültür ve Turizm Bakanlığımızın kıymetli mensupları,
Değerli misafirler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından düzenlenen 3. Milli Kültür Şûrasının ülkemize, milletimize, kültür ve sanat dünyamıza hayırlı olmasını diliyorum.
Şûraya açılış oturumunda ve komisyon çalışmalarında görüşleriyle, teklifleriyle, eleştirileriyle, değerlendirmeleriyle katkıda sağlayacak olan tüm kültür, sanat ve ilim insanlarımıza şimdiden şükranlarımı sunuyorum. Üç gün sürecek toplantılar sonunda yayınlanacak şûra sonuç raporunun kültür ve sanat ve politikalarımızın geleceğine ışık tutmasını, yeni bir kültür hamlesine vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum. Mili Kültür Şûrasının 28 yıl sonra yeniden toplanmasını sağlayan Bakanımız Nabi Avcı Hocamızı ve ekibini tebrik ediyorum.
Değerli arkadaşlar;
Türkiye, farklı kültürle zenginleşerek gelişmiş, insanlık tarihine damga vurmuş bir medeniyetin mirasçısıdır. Ecdadımız mimariden musikiye, görsel sanatlardan edebiyata kadar kültürün her alanında çok önemli eserler ortaya koymuştur. Bu büyük mirasın arkasında muayyen bir varlık tasavvuru ve dünya görüşü yatmaktadır. Buna göre tabiat alemi bize verilmiş bir emanettir. Tabiatı istimal ederek, yani kullanarak, üreterek ortaya koyduğumuz kültür ve sanat ürünleri de insana ve onun ahlaki kemale ulaşmasına hizmet etmelidir.
Toprağı işlemek anlamında kullanın “kültür” kelimesini Ziya Gökalp, Arapça “hars” kelimesiyle karşılamıştır. Kültür, insanın yeryüzünde kendine bir mekan kurmak, bir yurt edinmek için ortaya koyduğu eserlerin tamamını ifade eder. Bu manada kültür ve medeniyeti birbirinden ayırmak mümkün değildir. Aslında bir yanda da ‘ecdattan devralınan mirasın bütünüdür’ diye de tarif edenler vardır.
Her kültür tasavvuru, aynı zamanda bir medeniyet tasavvurunun da varlığını zorunlu kılar. Kültürümüz üzerinde kafa yorarken, medeniyetimizin inşası ve ihyası için de çaba sarf etmek zorunda olduğumuzu akılda tutmalıyız. Bu büyük mirasa hakkıyla sahip çıkabilmek için daha fazla çalışmak zorundayız. Burada sorumluluk sadece devlette değildir, toplum olarak, iş dünyası olarak, sivil toplum kuruluşları olarak, üniversiteler, sanat ve kültür insanları olarak el ele vermeli, özellikle de sahip olduğumuz imkanları iyi değerlendirmeliyiz.
Bulunduğumuz durumu ortaya koyması açısından şu örnekleri sizlerle paylaşmak istiyorum: Ülkemizin 2015 yılında en çok ziyaret edilen müzeleri olan Ayasofya’ya 3,5 milyon, Topkapı Saray’ına 3,2 milyon ve Mevlana Müzesine 2,3 milyon kişi geldi. Buna karşılık, sadece Paris’teki Louvre Müzesi aynı yıl 9 milyon kişi tarafından ziyaret edildi. Aynı şekilde UNESCO’nun ‘yaratıcı şehirler’ ağında 54 ülkeden 116 şehir bulunuyor, ülkemizden ise sadece 2015 yılında Gaziantep gastronomi alanında bu listeye girebildi.
Nitekim ülkemizin kültür harcamalarına baktığımızda, gerçi az önce Bakanımız bunları etraflıca açıkladı, ben de, ‘et tekraru ahsen velev kâne yüz seksen’ kabilinden açıklayayım; 2014 yılında 33 milyar liralık meblağın yarısına yakınını televizyon ve televizyon yayınları kategorisinin oluşturduğunu görüyoruz. Kitap, gazete, dergi harcaması yüzde 13’le, sinema, tiyatro, konser harcaması da yüzde 5,7’yle kültür ekonomisinde yer alıyor.
Bu rakamlar düşündürücü olmakla birlikte, esasen geçtiğimiz 14 yılda kültür alanında çok önemli işler de yapıldı. Mesela doğrudan Bakanlığa bağlı müze sayısı 93’ten 198’e, müze ve ören yeri ziyaretçi sayısı 7.4 milyondan 17.3 milyona çıktı. Destek verilen özel tiyatro sayısı 59’dan 216’ya, sinemaya verilen destek miktarı da 6 milyon dolardan 176 milyon dolara yükseldi. Ülkemizdeki sinema seyircisi sayısı 23,5 milyon dan 58 milyonun üzerine çıkarken, özellikle yerli filmler 31 milyon seyirciyle tarihimizin en yüksek seyirci potansiyeline ulaştı.
Bütün bunlarla beraber, özellikle üzerinde durmak istediğim konu, Yunus Emre Kültür merkezlerini, TİKA’nın kalkınma yardımlarında, Maarif Vakfımızın eğitimde yaptığı işi, kültürümüzün, dilimizin, sanatımızın dünyaya tanıtılması konusunda gerçekleştirmek üzere kurduk. İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere dünyada pek çok örneği bulunan bu merkezlerimizi daha canlı, daha etkin hale getirmeliyiz. Bunun için Yunus Emre Enstitüsünü bürokrasinin çarkları arasında ezilmesine yol açmayacak, tıpkı Maarif Vakfı gibi özerk bir çerçeve içinde faaliyetlerini yürütecek yeni bir yapıya kavuşturmalıyız, kavuşturacağız.
Diğer taraftan, yurt dışındaki kültürel varlıklarımızın korunması hususunda da geçtiğimiz 14 yılda önemli mesafeler aldık. TİKA başta olmak üzere, Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kuzey Afrika’dan Kafkasya’ya kadar geniş bir alanda ata yadigarı eserlere sahip çıktık, onardık, gerekiyorsa yeniden inşa ettik. Ülkemiz içinde de dünya kültür mirası listesinde yer alan alanlarımızın sayısını 9’dan 16’ya çıkartırken, geçici listedeki alan sayısını da 69 yükselttik.
Değerli dostlar;
Bütün bunlar elbette çok önemli, çok kıymetli hizmetlerdir. Fakat önümüzde yapmamız gereken çok büyük ve hayati işler olduğunun da farkındayız. Öncelikle kültür faaliyetleri adı altında niteliksiz, milli kültürümüze uymayan, kültür hayatımıza katkı sağlamayan etkinlikler konusunda dikkatli olmalıyız.
Çağımızın en büyük sorunlarından biri, kültürel sığlaşmadır. Hiçbir derinliği ve kalıcılığı olmayan, günlük üretilip günlük tüketilen işlerle bir kültür ve medeniyet inşa edilemez; kalıcı ve uzun vadeli işlere yoğunlaşmak zorundayız. Özellikle gençlerimizi bir ustanın, bir üstadın dizinin dibinden oturtarak gerçek sanat ve kültürü öğrenmeye teşvik etmeliyiz. Benim siyasetteki tecrübem bunu gösteriyor. Kültürün her alanında birikimimizi sahiplenecek, değerlerimizi yaşatacak çalışmaları ön plana çıkarmalı ve desteklemeliyiz.
Televizyonunun, internetin, özellikle de sosyal medyanın kültürümüzü adeta yiyip bitirmesine göz yumamayız. Tam tersine, bu imkanları kendi kültürümüzü yeni kuşaklara aktarma konusunda etkin bir şekilde kullanmanın yollarını aramalıyız. Osmancık ve Küçük Ağa gibi Osmanlı tarihini, Kurtuluş Savaşı yıllarımızı anlatan dizilerin bir neslin üzerindeki etkilerini çok iyi hatırlıyoruz. Şimdi de Diriliş Ertuğrul dizisi benzer bir şekilde ülkemizin içinde ve dışında ilgiyle takip ediliyor. Eğer benim 6-7 yaşındaki torunum, 12-13 yaşındaki torunum sadece normali izlemekle kalmayıp, tekrarını da izlemek suretiyle buna aşinalık kesp ediyorsa, demek ki bunu kazanmışız. Öyleyse bundan sonraki süreçte de yatırımlarımızda bunlara çok daha yer vermek durumundayız.
Son yıllarda hat, tezhip ve ebru sanatlarında çok ciddi bir inkişafın yaşandığını görüyoruz. Bu sanatların büyük üstatlar nesiller boyu anılacak eserlere imza atıyorlar, Allah kendilerinden razı osun. Müzik alanında yaşanan yozlaşmaya rağmen ve hatta ona inat müziğimizin farklı alanlarında çok nitelikli çalışmalar yapılıyor. Aşık Veysel’in, Muharrem Ertaş’ın, Neşet Ertaş’ın eserleri 7’den 70’e bütün insanlarımız tarafından tekrar keşfediliyor, yeni yorumlarla her gün bir kez daha hayat buluyor. Itri’nin, Dede Efendi’nin, Tamburi Cemil Beyin ve diğer üstatların ölümsüz eserleri hem icra ediliyor, hem yeni eserlere ilham kaynağı oluyor. Demek ki uğraşınca, emek verince, kaynak ayırınca netice alınabiliyor. Bu tür örnekleri çoğaltmalıyız.
Diğer hususlarla birlikte medya alanındaki faaliyetlerimizin de ölçüsü, bilmekle anlamak arasındaki farkı ifade eden, kültür ve irfan kavramları olmalıdır. İrfandan yoksun bir kültür, açık konuşayım, hamallıktan başka bir şey değildir. Aynı şeklide ahlaktan yoksun bir kültür anlayışı bizi ancak yozlaşmaya götürür. Oysa sanat ve kültürün amacı, insanı akli ve ahlaki kemale ulaştırmaktır. İyinin, güzelin ve doğrunun peşinde koşan bir sanat ve kültür anlayışına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Çünkü İstanbul’a Fatih’in gözüyle bakmazsanız, sadece taş ve beton yığınlarıyla denizin karışımından ibaret bir şehir görürsünüz. Bursa’yı Orhan Gazi’nin gözünden, Edirne’yi Sultan Murat’ın zaviyesinden temaşa etmezseniz, bu şehirlerin ve temsil ettikleri medeniyetin sırlarına vakıf olamazsınız. Bir defa, gönderde dalgalanan bayrağımıza şehitlerimizin, gazilerimizin nazarıyla bakmazsanız, o renk de, o ay da, o yıldız da size birer grafik unsuru olmanın ötesinde söz söyleyemez.
Halbuki merhum Arif Nihat Asya ne diyor? “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, / Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, / Işık ışık, dalga dalga bayrağım! / Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.” Evet, bayrağımızı işte bu şekilde görmek için milli kültür şuuruna ihtiyacımız bulunuyor. Unutmayın, siyasi iktidar seçimle, oyla, sandıkla olunabilir;, ama kültür iktidarı için çok daha farklı bir birikime, emeğe, çalışmaya, dirsek çürütmeye, alın teri dökmeye ihtiyacımız var.
Kültürel yabancılaşmaya ve kültür emperyalizmine karşı yerli ve milli olan kültür değerlerimizi evrensel dille yeniden keşfetmeli, yeniden inşa etmeliyiz. Bir kültür ürününün formunun yerli ve milli olması, onun manasının ve mesajının evrensel olmasına asla engel değildir. Aslında bütün kültürler son tahlilde belli bir toplumun, muayyen bir coğrafyanın içinde doğar, büyür ve gelişir, onu evrensel yapan verdiği mesajın derinliği ve enginliğidir. Hazreti Mevlana’nın bugün bütün dünyada okunan bir arif şair olması bunun en güzel ispatıdır.
Kendi tarihimizden, kendi değerlerimizden beslenen kişi ve kuruluşların da artık kaliteli, mahalli olandan doğup küresele doğru akan bir kültürel üretim yapmaları gerekiyor. Türk kültürü, güzel olanı, iyi olanı, kıymetli olanı bünyesine katmakta sıkıntısı olmayan, bunları mevcutla birleştirip çok daha üst bir noktaya çıkmayı kazanç sayan bir anlayışa sahiptir. Bizim kültürümüz bırakınız gelişmeye mani olmayı, tam tersi gelişmeyi teşvik eder. Bir dönem bilinçli bir şekilde yürütülen, inancımıza ve kültürümüze yönelik aşağılama kampanyalarının amacı, işte bu değerli varlığımızı önce gözlerden uzlaştırmak, sonra da tarihe gömmektir. Halbuki üzerine çamur sıçratıldı diye mücevherin değeri düşmez, Türk kültürü de maruz kaldığı tüm saldırılara ve tahribat çabalarına rağmen hala dünyanın en kadim, en derinlikli, en kıymetli kültürleri arasındaki yerini korumaktadır. Bize düşen, günümüzün ihtiyaçlarıyla yeniden yorumlayarak kültürümüzü ihya etmek, ayağa kaldırmak, geleceğe taşımaktır. Bunun için teslimiyeti değil, tahkimiyeti esas alan bu yaklaşımla milli kültürümüzü yaşatma ve geliştirme yolunda üzerimize düşenleri hep birlikte yapmalıyız.
Değerli arkadaşlar;
Kültür sadece kitap, sadece müzik, sadece mimari de değildir. Kültür, bütün bunları içine alan aslında bir hayat biçimidir. Selamlaşmamızdan başlayan, oturup kalkışımıza, giydiğimize, yiyip içtiğimize, evimizin düzenine kadar kimliğimizin tüm unsurlarını sahip olduğumuz kültür belirler. Dünya son birkaç asırdır kültürel bakımdan tek düzeleşme yolunda hızla ilerliyor. Bu durum sadece Türk kültürü değil, diğer tüm kültürler bakımından da büyük bir tehdittir. Aslında bunu biz fırsata dönüştürebiliriz.
Bizim kuşağımız deyimlerden kimi araç-gereçlere kadar mahalli kültürümüzün zenginliklerinin önemli bir kısmının son şahitleri, son kullanıcılarıdır. Yeni kuşakların önemli bir bölümü maalesef bu zenginlikten mahrum kalmıştır, bu gidişle kalacaktır. Eğer bugün İstanbul’un sokaklarında yürüyen bir kişinin kıyafetinden, ayakkabısından, şapkasından, vücut çalımından hangi kültüre mensup olduğunu çıkartamıyorsak, kültürel kuraklığın pençesindeyiz demektir. Bir sofranın başına geçtiğimizde, örtüsünden tabaklarına, yemeklerinden sunumuna, tüm unsurlarıyla hangi milletin ürünü olduğunu anlayamıyorsak durum gerçekten vahimdir.
Bu tartışmalar dünyanın pek çok yerinde yapılıyor, aynı sancılar oralarda da çekiliyor. Fakat bizim bir farkımız var; biz hem medeniyet birikimi, hem tarihi geçmişi, hem de devlet geleneği bakımından çok farklı bir milletiz. Çağ kapatıp çağ açmış bir ecdadın torunları olarak, kendimize yeni ve büyük bir gelecek inşa etme gücüne, iradesine, imkanına sahibiz. İşte onun için ‘büyük Türkiye’ diyoruz, işte onun için ‘güçlü Türkiye’ diyoruz, işte onun için 2023 hedeflerimize ulaşmak istiyoruz, işte bunun için gençlerimize 2053 ve 2071 vizyonlarını miras bırakıyoruz ve işte bunun için anayasa değişikliğiyle ülkemizi yeni bir yönetim sistemine kavuşturmanın mücadelesini veriyoruz. Her konuda siyasetimizin, hareket noktamızın merkezine yerli ve milli olanı yerleştirmemizin sebebi de işte budur. 2023 vizyonu çerçevesinde kendimize yeni kültür hedefleri belirlemek durumundayız. İşte bugün yapmakta olduğumuz bu 3. Milli Kültür Şûrası bu açıdan çok büyük önem arz ediyor.
Benim sizden ricam ve beklentim şudur: Bize 2023 vizyonumuza uygun, derinliği ve gelecek vizyonu olan uygulanabilir bir yol haritası hazırlayın, bunu çok iyi çalışın; biz de bunu hem çalışalım, hem uygulama alanına koyalım. Bu şûrada ortaya konacak her makul ve uygulanabilir önerinin bizzat takipçisi olacağımı, bununla ilgili bir heyeti de oluşturacağımı burada özellikle açıklamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar;
Bugün burada Milli Kültür Şûramızı topluyor olmamız da işte bu gayeye yöneliktir. Unutmayalım ki, medeniyetimizden koparsak her şeyimizi kaybederiz. Kültürümüzü kaybedersek yok oluruz. Kimliğimizi, kişiliğimizi, özgünlüğümüzü terk edersek yığınların içinde kaybolup gideriz: Onun için her fırsatta ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ diyoruz. Bu ilkeler istiklalimizin ve istikbalimizin emniyet kilididir. Geleceğimize güvenle bakabilmek için, dağılıp parçalanmamak için, bizim bölmek, bölüştürmek isteyenlerin karşısında çok daha diri olabilmek için bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız, bu amaca yönelmek için milli kültürümüze sahip çıkmalıyız.
Rahmetli Cemil Meriç üstadın deyimiyle, fırtınaya tutulduğumuzda sığınacağımız yegane liman olan kitaplarımıza, kültürümüze, medeniyetimize sahip çıkmalıyız. Kültürümüzden uzaklaştıkça kendimize yabancılaşacağımızı, kendimize yabancılaştıkça da güçlü olanların boyunduruğuna biraz daha gireceğimizi biliyoruz.
Akif’in ifade ettiği gibi: “Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; / Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! / Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!” Yeni nesilleri işte bu şuurla yetiştirmek mecburiyetindeyiz, zira bu Asım’ın neslidir. Bu sebeple sık sık eğitimdeki ve kültürdeki eksiklerimize dikkat çekiyor, yeni dönemde bu alanlara yoğunlaşmamız gerektiğini ifade ediyorum. 3. Milli Kültür Şûrasında tüm bu meselelerin enine-boyuna tartışılacağına ve ortaya geleceğimize ışık tutacak müşahhas teklifler konacağına inanıyorum.
Bir kez daha şûranın düzenlenmesinde emeği geçenleri tebrik ediyorum. Şûra çalışmalarına katkı verecek kültür, sanat ve ilim insanlarımıza şimdiden şahsım, milletim adına şükranlarımı sunuyorum. Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.