TÜBA Ödülleri Töreninde Yaptıkları Konuşma

01.02.2017

Değerli bilim insanları,

Kıymetli misafirler;

Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, saygıyla selamlıyorum. Türkiye Bilimler Akademisi ödüllerini kazanan tüm bilim insanlarını gönülden tebrik ediyorum.

Sosyal ve Beşeri Bilimler Akademi Ödülünün sahibi, bu alandaki çalışmalarıyla dünya çapında takdir toplayan Profesör Doktor Şerif Mardin’dir. Sağlık ve Yaşam Bilimleri Akademi Ödülünün sahibi, kanser konusundaki çalışmalarıyla öne çıkan Profesör Doktor Mary-Claire King’dir. Fen ve Mühendislik Bilimleri Akademi Ödülünün sahibi ise, kimya alanında önemli bir isim olan Profesör Doktor Omar Yaghi’dir. Hocalarımızı bilime ve insanlığa yaptıkları katkılar için şahsım, ülkem ve milletim adına tebrik ediyorum.

2016 yılı Genç Bilim İnsanları Ödül Programı GEBİP kapsamında çeşitli bilim dallarında 31 bilim insanımızı ödüllendiriyoruz. Bu bilim insanlarımızın her birini şahsım, milletim adına ayrı ayrı tebrik ediyorum. Bilimsel Telif ve Çeviri Programı TEÇEP çerçevesinde mühendislik ve sosyal bilimler alanlarında iki bilim insanımızı kayda değer telif ve çeviri eser ödülleri kapsamında da dört bilim insanımızı ödüllendiriyoruz. Kendilerini ayrı ayrı tebrik ediyorum. Bilimin, bilimsel çalışmaların gelişmesine verdikleri katkı sebebiyle Türkiye Bilimler Akademisinin Sayın Başkanını ve değerli üyelerini tebrik ediyorum.

Yeni ve büyük Türkiye’yi bilimin aydınlattığı yoldan ilerleyerek kurmak için çıktığımız bu süreçte gerçekten çok önemli mesafe kaydettik. Cumhurbaşkanlığı olarak TÜBA’nın, TÜBİTAK’ın projelerini, ödül törenlerini himaye etmemizin sebebi işte budur. Henüz hedeflerimizin uzağındayız, ‘hedeflerimizi yüzde 100 gerçekleştirdik’ diyemeyiz. Ama geçtiğimiz 14 yılda elde ettiğimiz neticelere baktığımızda gittiğimiz yolun doğru olduğunu görüyoruz. İnşallah önce 2023 hedeflerimize ulaşacak, ardından da 2053 ve 2071 hedeflerimizi gerçekleştireceğiz. İşte o zaman hem ülkemiz, hem dostlarımız, hem de tüm insanlık için çok daha güzel, çok daha adil, çok daha güvenli bir dünyanın inşasına da katkı sağlamış olacağız. Her şey gibi bilim de insan içindir. Beşer olarak kendimizi daha iyi bilmemiz, tanımamız içindir. Yunus Emre’nin dediği gibi, “İlim ilim bilmektir, / İlim kendin bilmektir, / Sen kendin bilmezsen / Ya nice okumaktır.”

Değerli kardeşlerim;

Günümüzde ülkelerin ve toplumların güvenlik anlayışları köklü bir değişime uğradı. Eskiden sadece sınırların ve çıkarların korunması olarak algılanan güvenlik kavramı, artık ekonomik, sosyal, kültürel tüm varlıklara yönelik tehditleri de içerecek şekilde genişledi. Askeri, adli, polisiye tedbirler, güvenlik yaklaşımının görünürdeki yüzleridir. Ve bu konularda başarılı olmak elbette önemlidir. Ama bunun yanında güvenlik döngüsünün tamamlanabilmesi için bilimden sanata, eğitimden spora, yatırımlardan medyaya kadar geniş bir alanda da mücadele edilmesi gerekiyor.

Bu mücadelede başarılı olabilmek için her alanda var olmak, öncü olmak zorundayız, zira bize yakışan budur. Unutmayalım ki her medeniyet kendi teknolojisini, her teknoloji kendi kültürünü ve değerini üretir. Ecdadımızın en güzel ibadethaneleri inşa etme gayesiyle yaptığı camilerle birlikte, o camilerin inşasında kullanılan teknik ve teknoloji de bizim medeniyetimizi yansıtır. Ticaret yolları üzerindeki hanlar, kervansaraylar, köprüler, aynı şekilde birer medeniyet mirasıdır. Atın rengini ve yürüyüşünü yüzlerce kavramla ifade eden atalarımızın bu tasavvur zenginliği, dönemlerinin kültür zirvesini de ifade ediyor. Eğer siz kendi teknolojinizi, kendi biliminizi üretemiyorsanız, onun kültüründe ve değerinde de belirleyici olamazsınız.

Bakınız burada çok açık, çok yalın iki örnek vereceğim. TÜBİTAK bir dönem milli yazılım sistemi arayışının ürünü olarak Pardus’u üretti. Bu yazılımın kullanılacağı teknoloji bize ait olmadığı için tüm gayretlere rağmen Pardus yaygınlık kazanamadı. Geçerli ve yaygın kullanılan bir ürün haline de dönüşemedi. Aynı şekilde Başbakanlığım döneminde kamu kurumlarındaki bilgisayarlarda F klavye kullanılması konusunda bir genelge yayınlamıştım. Aradan geçen onca yıla rağmen bu konuda da ciddi bir ilerleme kaydedilemediğini görüyorum. Çünkü bu klavyenin kullanıldığı cihazı ve teknolojiyi üreten, dolayısıyla onun kültürünü belirleyen biz değiliz. Bu örnekleri olabildiği kadar çoğaltmak mümkündür.

Tabii bunu söylerken kategorik bir ret anlayışından asla hareket etmiyorum. Bizim medeniyetimizde ve kültürümüzde dünyada iyi olan, güzel olan, faydalı olan ne varsa onu almak, kullanmak, geliştirmek vardır, reddiye ilimde, bizde asla yoktur. Burada sorun bilgisayarın kendisi değil, o bilgisayarın insanların hayatına nasıl gireceğini ve nasıl kullanılacağını vazeden değerler sistemidir. Biz işte bu ilişkiyi kurmakta yaşadığımız tıkanıklıktan, yetersizlikten, eksiklikten şikâyetçiyiz.

Günümüzde dahi bilimin abide isimleri sayılan Farabi’yi, İbn-i Sina’yı, El-Cezeri’yi, İbn-i Haldun’u, Biruni’yi, Hayyam’ı, Ali Kuşçu’yu ve daha nicelerini yetiştirmiş bir medeniyetin mensupları olarak başka bir sıkıntımız kesinlikle söz konusu olamaz. Bu serzeniş hasetlikten değil bilim ve teknolojide öncülüğü kaybetmiş olmanın verdiği üzüntüden kaynaklanıyor. Neredeydik, nerede kaldık?

Nitekim biz geçtiğimiz 14 yılda bilime, bilim insanlarına, bilimsel çalışmalara verdiğimiz önemle bu konuda gerçekten çok önemli mesafe kat ettik. Şu anda biz çok kısa bir zaman içerisinde ulaşımda Boğazın gerek altından, derinliklerinden, 106 metre derinliğinden ve üstünden inşa ettiğimiz dünyada sayılı, ilk 5 içerisindeki gerek Marmaray’ımızla, gerek Avrasya’yla, gerek Yavuz Sultan Selim Köprüsüyle, gerek Osman Gazi Köprüsü’yle attığımız bu adımlarda kendi bilim, teknoloji anlayışımızı dünya bilim ve teknoloji anlayışıyla ne yaptık? Birleştirdik, özdeş hale getirdik ve onu insanımızın hizmetine sunmanın bahtiyarlığını yaşadık, yaşıyoruz.

Ar-ge harcamalarımız tarihimizde ilk defa 2015 yılında 20 milyar doları aştı. Milli gelirimize oranını 14 yılda yüzde 0,5’ten yüzde 1,06’ya ki kesinlikle yeterli değil, inşallah bunu da yüzde 3’e çıkartacağız. Ama burada aslolan, özel sektörün de bu ar-ge çalışmalarında nasibini alması lazım, onların da burada payını alması lazım, onlar da buraya katkı vermesi lazım, her şeyde devlet dememeleri gerekir. Ve bu alanda şu anda ar-ge’de çalışan personel sayısı göreve geldiğimde 29 bin idi, hamdolsun şu anda 122 bine yükseldi. Tabi bu sayının da 200 binleri, hatta 300 binleri bulması gerekiyor. Yapılanlar önemli, ama yapmamız gereken daha çok şey olduğunu gayet iyi biliyoruz. İnşallah bilim insanlarımızla birlikte ben bunu başaracağımıza inanıyorum.

Değerli bilim insanları, kıymetli misafirler;

Bilim, sadece müşahhas, somut çıktıları itibarıyla değil, zihinlerde yol açtığı değişimle, dönüşümle, aydınlanmayla da ülkeler ve milletler için önemlidir. Tarihimizdeki çalkantılara, istikrarsızlıklara baktığımızda, hepsinin de arkasında cehaletin, ilmi geriliğin, kültürel yozlaşmanın bulunduğunu görüyoruz. Selçuklu’yu kalbinden vuran Haşhaşiler, işte bu boşluktan faydalanmışlardır. Osmanlı’yı uğraştıran pek çok sorunun da temelinde aynı sıkıntılar vardır. Esasen bu sorunla günümüzde de mücadele ediyoruz.

FETÖ denilen şer şebekesi milletimizin eğitim konusundaki, yardımlaşma konusundaki hassasiyetlerini istismar ederken, en çok bu tür eksiklerden faydalanmıştır. Bu örgütün içindeki akademisyenler, yargı mensupları, polisler, askerler, öğretmenler, iş adamları iyi eğitim almış, fiyakalı okullardan mezun olmuş olabilirler, ama bu durumlar hakikatler karşısındaki körlüklerini, cehaletlerini, kalplerini ve zihinlerini bir şarlatana kiralamış oldukları gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bunun için hep ilimle birlikte, atalarımız, ecdadımız dikkat ederseniz irfanı ilmin yanına koymuştur. Bir de, ilmin yanına atalarımız hikmeti koymuştur, ilimle hikmeti beraber anmıştır. İrfan olmazsa o ilmin hiçbir değeri yok, hikmet olmazsa aynı şekilde o bilginin hiçbir anlamı yok.

Bilgi dediğimiz somut birikim, ilmin aslında ilk safhasıdır. Eğer bilgiyi gönül süzgecinden geçirip hikmetle taçlandırırsınız işte o zaman irfana ulaşırsınız. Kâğıtla kalbi birlikte işlemeden sahip olunan birikim bizleri kurtarmaya, aydınlığa çıkarmaya, doğruya ulaştırmaya yetmez. Dikkat ederseniz, herkes Osmanlı’ya matbaanın geç girmesi üzerine ahkâm keser, ama hiç kimse kâğıdın Semerkand üzerinden dünyaya yayıldığını söylemez. Bizim coğrafyamızda rasathanelerde gözlemler yapılırken, gemiler pusulayla yolunu bulurken, şifahanelerde ameliyatlar yapılırken, dünyanın kalanında neler olduğunu hepimiz de çok iyi bilmemiz gerekir, çok iyi biliyoruz diye düşünüyorum.

Her fırsatta doğrudan veya dolaylı olarak ‘İslam mani-i terakkidir’ diyenler, yani ‘İslam gelişmeye manidir’ diyenler, tarihimizdeki bu ‘İslam amir-i terakkidir’ yani İslam’ın gelişmeyi, terakkiyi emreden örneklerini asla gündeme getirmezler, işin gerçeği o. Kendimize gelebilmemiz, ancak kendimizi bilmemizle mümkündür. Şayet biz kendimizi bilmezsek, birileri gelir bize ne olduğumuzu anlatmaya, bunun sınırlarını çizmeye başlar. Pek çok sapkın yapı gibi, FETÖ’cüler de işte burada yollarını kaybetmişlerdir. Ne olduklarını, kim olduklarını unutarak, her biri sadece sahiplerinin emrettiğini yapan birer mankurta dönmüşlerdir veya dönüşmüşlerdir.

Öyle ki, 15 Temmuz’da bu örgüt mensuplarının yaptıkları ihanetin büyülüğünü ancak bir asır önceki işgal günleriyle mukayese edebiliriz. Mesela FETÖ’nün Türkiye Büyük Millet Meclisini bombalamasıyla Osmanlı Meclisi Mebusan’ın kapatılması aynı şeydir, aynı amaca yöneliktir, orada bir fark yok. Her ikisi de milli iradenin tecelligahı olan bu kurumları işlemez hale getirerek ülkenin işgaline zemin hazırlama amacı gütmektedir. Ülkenin en parlak beyinlerini bünyesine toplamakla övünen bir örgütün böylesine bir ihanet çukuruna yuvarlanmasının sebebi, ilmini irfana dönüştürmek yerine iradesini karanlık bir güce teslim etme tercihinden kaynaklanıyor.

Bizim dinimizde, inancımızda iki kavram var ki çok çok önemlidir. Bunun bir tanesi ubudiyettir, bir tanesi de uluhiyettir. Biz ilah olarak Allah’tan başka bir güç asla tanımayız, tanıyamayız. Bu bizim inancımızın, itikadımızın en önemli başlıklarından bir tanesidir. Bir diğeri de, ubudiyettir, yani kulluktur, Allah’tan başka hiçbir güce biz kul olmadık, kul olamayız, bu da bizim aynı şekilde ubudiyetimizin gereğidir. Fakat kalkıp da siz Pensilvanya’ya bu iki önemli itikadi başlığı teslim ederseniz, işte orada her şey kaydı demektir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bize defalarca ne emrediyor biliyor musunuz? ‘Akletmez misiniz, düşünmez misiniz?’ Hep bu uyarılar var. Buna karşılık onlar da ne diyor biliyor musunuz? ‘Akletme, düşünme, sadece sana söyleneni yap’; söyledikleri bu. Bunun adı yine Kur’anî bir ifadeyle değerli kardeşlerim, cehalettir. Bunu da Rabbimiz yine buyuruyor. Ve bu cehaletin ne yazık ki havuzuna düşmek çok büyük tehlike getiriyor. Bu kör teslimiyetin ne inancımızda, ne kültürümüzde, ne de bilimde yeri vardır.

Ülkemizdeki bilim ve eğitim kuruluşlarımızdan beklentimiz; akleden, düşünen, tecessüs eden, araştıran, soruşturan, sürekli daha ileriye gitmeyi hedefleyen bir anlayışı toplumumuza yerleştirmeleridir. TÜBA’ya da bu konuda önemli görevler düşüyor. Bugünkü ödül töreninde olduğu gibi ‘marifet iltifata tabidir’ anlayışıyla bilim insanlarımızı teşvik eden TÜBA, bilim ve teknoloji alanında kendi kültürümüzü, değerlerimizi oluşturacağımız bir zeminin inşasına da öncülük yapmalıdır.

Ben bu duygularla bir kez daha ödül alan bilim insanlarımızı tebrik ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla.