Bahreyn’de “Türkiye’nin Ortadoğu’da Barışa Yönelik Girişimci Vizyonu” Konulu Konferansında Yaptıkları Konuşma

13.02.2017

Kıymetli misafirler,

Aziz Kardeşlerim,

Hanımefendiler, Beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum, esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü. Körfez’in incisi Bahreyn’e gerçekleştirdiğim bu ziyaret vesilesiyle sizlerle biraraya gelip özellikle bir hasbihal etmekten gerek şahsım, gerek heyetim olarak gerçekten memnuniyet duyuyorum. Bu etkinliğin icrasında emeği geçen Bahreyn makamlarına, Uluslararası Barış Enstitüsü yetkililerine teşekkür ediyorum.

Dost ve kardeş Bahreyn’de büyük bir hüsnükabulle ve geleneksel Bahreyn konukseverliğiyle karşılandık. Şahsıma ve heyetime gösterilen bu misafirperverlik için huzurunuzda aziz kardeşim Bahreyn Kralı Hamad Bin İsa El Halife’ye bir kez daha en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, yeni devraldıkları Körfez İşbirliği Dönem Başkanlığı vesilesiyle Bahreyn makamlarını tebrik ediyorum. Kendilerine Dönem Başkanlıkları boyunca Allah’tan muvaffakiyetler diliyorum.

Türkiye olarak Bahreyn’le ilişkilerimizi özel bir önem veriyoruz. Bahreyn’in güvenlik, huzur ve istikrarını kendi güven ve istikrarımızdan ayrı görmüyoruz. Terörle mücadelesinde Bahreyn’in yanında olduğumuzu ve olacağımızı bu vesileyle tekrar vurgulamak istiyorum.

Zira Bahreyn, başta 15 Temmuz darbe girişimi olmak üzere, son dönemde Türkiye’nin terör örgütlerine karşı verdiği mücadelenin en büyük destekçisi olmuştur. Burada hiçbir zaman unutmayacağımız bir dayanışma örneğini dile getirmeyi arzu ediyorum. 15 Temmuz gecesi milletimizin bir varlık-yokluk mücadelesi verdiği o zor anlarda Bahreynli kardeşlerimiz bizi yalnız bırakmamıştır. Darbe teşebbüsünün ilk anlarından itibaren sabah 5-6’ya kadar, yani darbe tamamen savuşturulana kadar Manama’da ve diğer şehirlerde Bahreyn halkının bize dua ettiğini, gözyaşı döktüğünü çok iyi biliyorum.

Bu işe bu kadar sıcak yaklaşan, adeta bunu bir kader ortaklığının nişanesi olarak gören aziz kardeşim Ebu Selman ülkemize Arap aleminden gelen ilk Devlet Başkanı oldu, en sıkıntılı günümüzde yanımızda durduğunu, desteğinin bizimle ve milletimizle olduğunu gösterdi. Bu ziyaretim diğer boyutları yanında tabi bu açıdan da ayrıca bir önem taşıyor. O gece gönlünü ve gözünü ülkemize kilitlemiş, bizim için, Türkiye’nin ve Türk milletin selameti için dua etmiş tüm kardeşlerime bu kürsüden şükranlarımı sunuyorum.

İnşallah Türkiye de Bahreyn’i her alanda ve her konuda desteklemeye devam edecektir. Bu desteğimizi savunma sanayi, askeri işbirliği, ticaret, yatırımlar, sağlık ve bölgesel ortaklıklarla perçinlemeyi sürdüreceğiz. Her açıdan kritik bir döneme tekabül eden bu ziyaretimin Bahreyn’le dayanışmamız bağlamında önemli mesafeler ve önemli mesajlar kat ettiğine, içerdiğine inanıyorum.

Değerli misafirler,

Küresel bir dönüşüm sürecinde dünyanın en sıkıntılı bölgesinde acıların ve umutların kol kola yürüdüğü bir coğrafyada hep birlikte yaşıyoruz. Ne bizim, ne de sizlerin başka bir vatanları olmadığına göre, bu coğrafyada yaşamayı sürdüreceğiz. Öyleyse hep birlikte bölgemizdeki sorunların çözümü, huzurun, refahın, kardeşliğin, istikrarın güçlenmesi için neler yapabileceğimiz noktasında oturup konuşmalıyız. Artık kuru sözlerle, hamasetle, taktik manevralarla geçiştiremeyeceğimiz zor ve kritik tercihlerde bulunmak durumunda olduğumuz bir süreçteyiz.

Adeta bir ateş çemberiyle kuşatılan İslam coğrafyası gerçekten çok sancılı günler yaşıyor, ağır bir imtihandan geçiyor. Yüzyıllardır barışın adresi olan bu coğrafya maalesef günümüzde acıyla, terörle, gerilimle, yıkımla, bombalarla anılıyor. 6 yıldır Suriye’de çocuklar gökyüzüne baktıklarında gökyüzünün maviliğini değil ölüm saçan uçakları, hayallerini ve bedenlerini parçalayan varil bombalarını görüyor. Binlerce yıllık İslam medeniyetine ev sahipliği yapmış, mimarisi, kütüphaneleri, camileri, türbeleri ile, ilim, hikmet ve irfanın merkezi olmuş bu topraklar, ateş, kan ve gözyaşıyla yeniden dizayn ediliyor.

Etnik kimlik, din, kabile, renk ve mezhep temelinde birbirlerine yabancılaştırılan Müslümanlar, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de ve daha pek çok yerde kendi kendilerini tüketiyor. Arap ve İslam medeniyetinin gözbebeği şehirlerin terör örgütlerinin, yabancı güçlerin vekalet ve yıpratma savaşlarının sahası haline getirilişini hep birlikte takip ediyoruz. İnsanlık vicdanının suskun kaldığı bu durum karşısında, muktedirler ellerini ovuşturmakla, riyakarlar ise ne yazık ki timsah gözyaşları dökmekle meşguldür.

Peki, tüm bu olup bitenler, tüm bu olayların karşısında bizler, yani bu bölgenin binlerce yıllık sakinleri ve sahipleri olarak ne yaptık? Bu kanı, gözyaşını ve zulmü engellemek için ne çaba harcadık? Mazlumların gözyaşlarını dindirecek, kardeş kavgasını engelleyecek ne tür adımlar attık? Maalesef bu sorulara birçoğumuz gönül rahatlığıyla tatmin edici cevaplar veremiyoruz.

Her birimizin kendi bağımsız devletimizin sınırları içinde yaşıyor olması kafi değildir. Tüm bölgenin, tüm İslam aleminin, hatta insanlığın geleceği için birlik olma, birlikte hareket etme zamanı çoktan gelmiştir. Komşuları zillet içinde yaşarken, aynı dili konuştuğu, aynı kıbleye yöneldiği kardeşleri zulüm görürken, hiçbir ülke, hiçbir toplum sadece kendi konforunu, sadece kendi geleceğini düşünemez. Zira bu coğrafyada kaderimiz de, kederimiz de ortaktır. Bu topraklarda mazimiz de, istikbalimiz de müşterektir. Bugün Suriye’nin, Irak’ın, Libya’nın, oralarda yaşayan kardeşlerimizin başına gelenlerin yarın bizlerin de başına gelmeyeceğinin garantisi yoktur, bu sebeple daha sonra değil, hemen harekete geçmemiz gerekiyor.

Değerli misafirler;

Böylesi sancılı dönemlerde yapılacak ilk iş, şöyle kapsamlı bir durum muhasebesi yapmaktır. Bu durum tespitini yapmadan vizyon geliştiremeyiz. Bugün burada durum tespitine müsaade ederseniz Suriye ile başlamak istiyorum. Zira sizler de bunu merak ediyorsunuz biliyorum; çünkü bizim Suriye ile 911 kilometre bir sınırımız var, en büyük sınırdaş ülke biziz. İlk tehdit bize; bu tehditleri yaşadık, yaşadığımız için adımları atmak zorunda kaldık. Ardından Irak’a 350 kilometre sınırımız var.

Suriye’deki kriz bizim gibi komşu ülkeler yanında, Avrupa’nın derinliklerine kadar uzanan geniş bir bölgede güvenlik tehditlerine yol açıyor. Mevcut durum terör örgütlerinin kadrolarını genişletmeleri, söylemlerini etkili kılabilmeleri bakımından hayal bile edemeyecekleri uygunlukta bir ortam tesis ediyor; buna artık bir son verilmesi gerektiği ortadadır. Önümüzdeki süreçte Suriye’de en önemli husus, 2016 yılının son günlerinde hayata geçirilen ateşkesin tahkim edilerek, güçlendirilerek yeniden başlatılabilmesi için gerekli zeminin oluşturulabilmesidir. Bu ateşkesin tesis edilebilmesi için, doğrusu biz büyük çaba sarf ettik, büyük fedakarlıklarda bulunduk, hala da buna devam ediyoruz.

Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün korunarak tüm dini, mezhepsel, etnik unsurların içinde yer aldığı, meşruiyet zemini güçlü bir siyasi geçiş sürecinin hayata geçirilmesi şarttır. Bu doğrultuda Türkiye tüm uluslararası platformlarda başlattığı aktif diyaloğu ve girişimleri sürdürecektir.

Bunun yanında, Türkiye olarak terörle mücadele hususunda da üzerimize düşenleri yapıyoruz. Fırat Kalkanı Harekatıyla terör örgütü DEAŞ’ı ve PYD’nin bir bölümünü sınırlarımızdan uzaklaştırdık. İlk etapta Cerablus’tan başlattık ve Cerablus’u DEAŞ’tan temizledik. Hemen arkasından El-Rai’ye girdik, El-Rai’yi bu noktada DEAŞ’tan temizledik ve ardından Dabık’a indik, Daık’ı temizledik. Şimdi El-Bab’da anbean orayı da inşallah DEAŞ’tan temizlemek suretiyle bizim attığımız adım bir hedefe kilitlemiştir. Ondan sonra doğruya yönelerek Münbiç ve Rakka’da eğer koalisyon güçleriyle müşterek adımı atarsak, bu müşterek adımla birlikte de oradaki belirli bir hedef ki o da terörden arındırılmış bir güvenli bölge hedefidir, terörden arındırılmış bu güvenli bölgeye özellikle ağırlıklı olarak Arap kardeşlerimiz, Türkmenler yerleşme imkânını bulacaktır.

Tabii burada daha birkaç ay önce teröristlerin cirit attığı 2 bin kilometrekarelik şu anda alanı güven ve umut alanı olarak halletmiş durumdayız, ama yeterli değil. Hedefimiz burada en az 4-5 bin kilometrekarelik bir alanı terörden arındırılmış güvenli bölge haline getirmektir. Burada ciddi sıkıntı var, bu çalışma şu anda devam ediyor. Şehitlerimiz var, Özgür Suriye Ordusunun şehitleri var; ancak buralarda şu anda 3 bini aşkın DEAŞ’tan etkisiz hale getirilen terörist var.

Burada kararlıyız. Çünkü DEAŞ’ın İslam’la yakından-uzaktan alakası yoktur ve DEAŞ bir terör örgütüdür. Çünkü bizim dinimiz bir barış dinidir. Ne yazık ki DEAŞ sürekli olarak terör estirmiştir, savunmasız insanları acımasız bir şekilde öldürmüştür. Bu insanlar hiçbir zaman Müslüman olamaz. Biz şu anda DEAŞ tarafından devamlı tehditteyiz. Gaziantep’te bir düğün merasiminde çoluk-çocuk demeden, genç-yaşlı demeden 56 vatandaşımızı bunlar ne yazık ki bir canlı bombayla öldürmüşlerdir. Biz o ana kadar hep sabrettik. Ama o andan itibaren ‘artık bitmiştir’ dedik ve onun üzerine Cerablus’a girdik ve DEAŞ’ı oradan da defettik.

Değerli kardeşlerim;

DEAŞ, Müslümanların yüzkarasıdır ve tüm dünyada Müslümanlar bunlardan dolayı karalanmaktadır. Biz bunu hak etmedik, çünkü bizler bir barış dininin mensupları olarak asırlar boyu sevgili Peygamberimizden bu yana biz hep güvenin temsilcisi olduk. Sevgili Peygamberimizin, Medine şehir devletini kurulurken Müslüman olmayanlar tarafından seçilmesi, o zamanki devletin başına getirmelerinin en önemli özelliği neydi? Sevgili Peygamberimizin ‘Muhammed’ül Emin’ olmasıydı, o emindi, o güvenilirdi ve ondan kimsenin endişesi yoktu. Ama şimdi bunlar bizim yüzkaramız olmuştur ve bunlar teröristtir.

Şu anda dünyanın bazı yerlerinde terörle İslam’ı yan yana getirenler var. Buradan yine sesleniyorum; kimse terörle İslam’ı yan yana getirmesin. Radikalizmle İslam’ı da kimse yan yana getirmesin. Çünkü İslam radikalliği kabul etmez. “Hayrul umuri evsatuha”; işlerin en hayırlısı orta olanıdır. İslam bunu emreder, aşırılıklarda asla fayda yoktur. Böyle yürüdük, böyle yürüyoruz, böyle yürüyeceğiz; böyle yürürsek başarıyı yakalarız. Suriye’nin ve bölgenin geleceğinde terör örgütlerine ve eli kanlı katillere yer yoktur, olmayacaktır.

Bakınız, biz ilk günden beri Suriye meselesinde insani, vicdani ve demokratik bir tavır ortaya koyduk, Suriye’deki insani krizin çözümü konusunda da atılması gereken adımları her platformda dile getirdik. Başından beri bu adımların neler olduğunu söylüyoruz; güvenli bölge oluşturulmasını az önce söyledim. Ama terörden arındırılmış bir güvenli bölgeden bahsediyorum. İki, buranın uçuşa yasak bölge ilan edilmesi gerekir. Bunu koalisyon güçlerine, başta Amerika olmak üzere hep söyledik, ama buna yanaşmadılar. Bunun olması lazım, bu olmadığı takdirde tabii oranın güvenli bölge olması da mümkün değil. Üçüncüsü, eğit-donat dediğimiz olaydır ki şu anda bunu bizler yapıyoruz ve eğitilmiş-donatılmış bir milli orduyu biz bu terörden arındırılmış güvenli bölgede ne yapmamız lazım? İstihdam etmemiz lazım ki oralara yerleşmiş olan insanlar kendilerini güvenlikte hissetsinler. Ve bununla ilgili çalışmaları Türkiye olarak biz şu anda yürütüyoruz, yürüttük ve yürüteceğiz. İşte Özgür Suriye Ordusu aslında bunun en önemli örneğidir.

Bu noktada Körfez’deki kardeşlerimize de diyorum ki, elinizi lütfen taşın altına siz de koyun. Gerekli adımlar atılmazsa, Suriyeli kardeşlerimiz hayatta kalmak için, çocuklarına daha iyi bir gelecek sunmak için başka diyarlara göç etmeyi sürdürecektir. Çoğu zaman da hedeflerine ulaşmadan Aylan bebekler gibi Ege sahillerine vuran ve jandarmamızın kucağında alınıp, evet, mezara götürülen yavrularımız da olacaktır. Biz Aylan bebekleri Batının dergilerinde gördüğümüz zaman mı ah-vah edeceğiz? Ümran bebekleri Batının dergilerinin kapaklarında gördüğümüz zaman mı ah-vah edeceğiz? Bunlar olmadan bizim tedbirimizi almamız lazım.

Kardeşlerim;

Açık, samimi söylüyorum, bakınız Suriye’de herkes 600 bin kişi öldü diyor; hayır. Suriye’de bugüne kadar katil Esad 1 milyona yakın insanı öldürmüştür. Uçaklarla öldürmüştür, varil bombalarıyla öldürmüştür, tanklarla öldürmüştür ve hala da acımasız bir şekilde öldürmeye devam etmektedir. Peki, biz bunlara sabırla bakabilir miyiz? Biz biliriz ki, ‘zulme rıza zulümdür.’ Burada bir zulüm var ve biz bu zulme sessiz kalamayız. Ya buna elimizle müdahale edeceğiz, ya da dilimizle mücadele edeceğiz. Bu da yetmiyorsa kalbimizden buğz edeceğiz. Ama bakıyorum ki, İslam dünyasında ne yazık ki bu hassasiyet birçok yerde yok. Ben bu hassasiyete davet ediyorum.

Şu anda 2 milyon 800 bin mülteci bizde, çadırlarda, konteyner kentlerde, ülkemizin değişik vilayetlerinde şu anda yaşıyorlar. 300 bin de Iraklı mülteci şu anda Türkiye’de, çadırlarda, konteyner kentlerde, şehirlerde. Ve bizim şu ana kadar yaptığımız harcama ne biliyor musunuz? STK’larla birlikte 25 milyar dolar. Peki, bize Avrupa Birliği’nin verdiği söz neydi? Temmuz 2016 başında bize 3 milyar avro ödeyeceklerdi. Geldi mi? Hayır, gelmedi. Peki, şu ana kadar ne geldi? Onu da söyleyeyim; 725 milyon dolar geldi. Birleşmiş Milletler Mülteciler Konseyi tüm donörler olarak onun üzerinden ne geldi? O da yaklaşık 520 milyon dolar geldi. Şu anda Türkiye olarak biz tabi ki böyle devası bir bütçeyi karşılamakta zorlanıyoruz. Ama durmayacağız, biz kapımızı Batının bu mültecilere kapadığı gibi biz kapımızı bombalardan kaçan bu mazlum insanlara kapayamayız, öyle veya böyle onları alacağız.

Şimdi, az önce ifade ettiğim terörden arındırılmış güvenli bölge, uçuşa yasak bölge, 4 veya 5 bin kilometrekarelik böyle bir alan… Bunu Sayın Obama’ya, şimdi de Sayın Trump’a ifade ettim. Dedim ki; ‘Gelin, tamamıyla terörden arındırılmış güvenli bölge olarak biz buralarda hemen konut inşasına başlayalım. Biz konut inşasında başarılı bir ülkeyiz, biz bu inşaatları yaparız. Ama mali noktada sizler de bize destek olun. Hatta bizler gerekirse buralarda 500 metrekarelik bahçeler içerisinde özgün mimariyle konutları yapalım. Mültecileri buralarda yerleştirelim. Hatta bize iltica etmiş olan Suriyeli kardeşlerimizi de biz tekrar kendi topraklarına geri gönderelim. Ve onların sosyal donatı alanları, her şeyi olsun. Onlar oralarda o 500 metrekarelik yerin içerisinde evi, bir de bahçesi olmak suretiyle orayı da eksin biçsin, böyle bir adım atalım.’ dedim. ‘Çok güzel, biz de gerekeni yapalım’ dediler. Ama o günden bugüne 2 yıl geçti, henüz bir adım yok.

İşte buradan sesleniyorum, diyorum ki; şimdi Körfeze de burada önemli iş düşüyor, hep birlikte bu adımı atalım ve biz oradaki kardeşlerimizin mağduriyetini engelleyelim. Ve böyle bir adeta orada şehirler kurmuş olmamız hem o kardeşlerimizin kendi topraklarından kopmasını engelleyecektir, hem de kendi topraklarına dönmenin özlemi içerisinde olan Suriyeli kardeşlerimiz topraklarında kendileri için yapılmış olan bu konutlara yerleşmiş olacaklardır. Bu adımı uluslararası toplantılarda, ikili görüşmelerde vesaire herkese dillendiriyorum, anlatıyorum.

Kıymetli kardeşlerim, sevgili dostlar;

Ortadoğu’da yaşanmakta olan pek çok sorunun kökeninde yatmakta Filistin meselesi kalbimizin, vicdanımızın en derinlerine işlemiş bir acıdır. Filistinlilerin on yıllardır kendi öz yurtlarında vatansız, topraksız, devletsiz bırakılmaları asla kabul edilemez. Bu tarihi adaletsizlik giderilmediği müddetçe, Filistin meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulunması, İslam dünyasının yaşadığı sıkıntıların aşılması mümkün değildir.

Türkiye, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da tüm imkanlarıyla Filistinli kardeşlerinin yanında olmaya, onların haklı davalarını desteklemeye devam edecektir. Bölgede kalıcı barışın tesisinin öncelikle Filistin halkına yönelik baskılara son verilmesinden ve 1967 sınırları içinde Filistin Devletinin kurulmasından geçtiği unutulmamalıdır. Bunu ben daha önceki Başkan Bush’la da görüştüm, sonra aynı şekilde Obama’yla da görüştüm, şimdi Sayın Trump’la da telefon görüşmemizde konuştuk, bundan sonra da görüşeceğiz: Bizim ilk kıblemiz olan Kudüs’te sadece Müslümanların değil, tüm uluslararası camianın huzurunu bozacak, vicdanını yaralayacak, teamülleri değiştirecek uygulamalara karşı herkesin duyarlı olması şarttır. Bu tür adımların gerilimi tırmandırmaktan başka bir faydası da olmayacaktır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2334 sayılı kararına rağmen İsrail’in Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri inşa etme kararı ise tam bir provokasyondur. Uluslararası hukuk ve insan hakları hiçe sayılarak Filistin’e uygulanan abluka ile yasa dışı yerleşimlerin sona erdirilmesi, Ortadoğu’da kalıcı barışın ve istikrarın ön şartıdır.

Biliyorsunuz İsrail’in özür, tazminat ve ambargoya dair üç şartımızı kabul etmesinden sonra bu ülkeyle ilişkilerimizi normalleştirmeye başladık. Bu adımımızın gerisinde Filistin sorununun çözümü yönündeki çabalara ve bölgemizin istikrarına olumlu katkı sağlama hedefi de bulunuyor, bunun meyvelerini de almaya başladık. Geçtiğimiz Haziran ayında özellikle de iki ayrı insani yardım sevkiyatımız Gazze’ye ulaştı. Yine Gazze’de inşa ettiğimiz 200 yataklı Türkiye-Filistin Dostluk Hastanesini ve 320 konutluk inşaat projesini de şu anda bitirmek üzereyiz, hastane bitti, açılışını yapacağız.

Değerli misafirler;

Huzur, barış, istikrar ve güven içinde yaşayan bir Ortadoğu arzu ediyorsak, Libya’daki gelişmeleri de yakından takip etmemiz gerekiyor. Kadim tarihi ilişkilere ve güçlü akrabalık bağlarına sahip olduğumuz Libya’nın içerisinde bulunduğu duruma kayıtsız kalmamız mümkün değildir. 2015 yılında imzalanan Libya Siyasi Anlaşması, ülkede yeni bir sayfa açılması için önemli bir fırsattır.

Yemen’de iki yıldır süren çatışmaların sona erdirilmesi ve ihtilafa siyasi çözüm bulunmasına yönelik çabaları da yakından izliyoruz. Körfez İşbirliği Konsey Girişimi, Ulusal Diyalog Konferansı sonuçları ve 2216 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı çerçevesinde soruna barışçı bir çözüm bulunmasının mümkün olduğuna inanıyoruz. Hafta sonunda Birleşmiş Milletler’in yeni Genel Sekreteri İstanbul’da idi, Sayın Guterres’le bu konuları uzun uzadıya konuştuk ve bu sıkıntıları kendileriyle paylaştık. Temennim odur ki, bu yeni dönemde bunların aşılması için de adımları atarız. Yemenli tarafların halkın acılarına son vermek üzere anayasal meşruiyetin yeniden tesis edilmesine imkan sağlamalarını bekliyoruz.

Görüldüğü gibi bölgemizde hangi ülkeye baksak, maalesef hangi meseleyi ele alsak karşımıza terör konusu çıkıyor. Terörizmle mücadelede kalıcı başarı, ancak uluslararası düzeyde müşterek ve samimi çabalarla sağlanabilir. Bu amaçla Birleşmiş Milletler çerçevesi başta olmak üzere, bugüne kadar geliştirilmiş olan hukuki çerçeve elbette önemlidir; ama yeterli değildir. Çünkü terör değişen şartlara kendisini hızla uyarlayabiliyor. Hiçbir insani ve ahlaki değeri bulunmayan terörün kökünün kurutulabilmesi için daha fazla çaba ortaya koymamız lazım.

Özellikle de ülke olarak DEAŞ’ı, El Kaide’yi, Boko Haram’ı, Eş-Şebab’ı, PKK’yı, YPG’yi, FETÖ’yü aynı samimiyetle ve kararlılıkla lanetliyoruz. Yabancı teröristlerin çatışma bölgelerine seyahatlerinin engellenmesi konusunda hiçbir ülkenin göstermediği ölçüde çaba harcıyoruz. Buna karşılık DEAŞ veya El Kaide’ye karşı gösterilen duyarlılığın PKK için de özellikle gösterilmesini, DHKP-C ve FETÖ için de geçerli olmasını bekliyoruz. Zira bunların hepsi terör örgütleridir. Bazı terör örgütlerine karşı tedbirler alınırken, diğerlerine karşı hareketsiz kalmak, hatta desteklemek, bu örgütleri meşrulaştırmak mücadelenin inandırıcılığını zedeliyor, zedeler.

Biz terörün alçak yüzünü yaklaşık 35 yıldır görmüş bir ülkeyiz. 15 Temmuz’da farklı bir yüzüne muhatap olmuş bir milletiz. 15 Temmuz’da kanlı bir darbe girişiminde bulunan FETÖ, yeni nesil bir terör örgütüdür. 248 insanımızı şehit eden, 2193’ünü yaralayan bu terör örgütüyle de diğerleri gibi kararlılıkla mücadele ediyoruz, edilmelidir. Ve ben bu konuda özellikle Bahreyn’in gösterdiği hassasiyete teşekkür ediyorum, bunu da dün akşam Kral Hazretleriyle özellikle paylaştım.

Terör konusuyla bağlantılı bir başka soruna da değinmek isterim. Dünyada, özellikle de Batıda mukaddes dinimizi terörizmle ilişkili hale getirmek, yan yana anmak gibi art niyetli provokatif çabalara şahit oluyoruz. Özellikle Batıda son zamanlarda Müslümanların ibadethanelerine yönelik saldırılar bizleri üzmektedir ve bunları biz kesinlikle bir tahrik olarak görüyoruz. Ve bu tahrik hayırlı neticeler doğurmaz. Bunu o ülkelerin liderlerine de her görüşmemizde söyledim, söylüyorum, söyleyeceğim. ‘Bu tahrikten lütfen çekinin’ diyeceğiz. Bir Müslüman olarak, bu aziz dinin bir müntesibi olarak kimden gelirse gelsin İslam ile terörü ilişkili hale getiren tüm iftiraları reddediyorum, reddediyoruz. Terörü belirli bir dine mensup kişilerle veya belirli etnik grubun üyeleriyle bağdaştırma yaklaşımı, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi insanlık tarihinin yüzkarası akımların güçlenmesine zemin hazırlıyor. Özellikle bu yanlıştan derhal dönülmesi, teröre karşı ilkeli bir mücadele yürütülmesini temenni ediyorum.

Değerli misafirler;

Türkiye, 2200 yıllık devlet geleneğine sahip, tarihi ve coğrafi özellikleri nedeniyle farklı fay hatlarının kesişim noktasında bulunan bir ülkedir. Böyle bir ülke ve milletin cumhurbaşkanı olarak, tüm kardeş devletlere, fitneye fırsat vermeden, birlik ve beraberlik içinde yaşamayı temin edecek, ayrıştırıcı değil bütünleştirici politikalar izlemelerini tavsiye ediyorum. Biz işte bu anlayışla dış politikamızı, girişimci ve vicdani bir temel üzerine inşa ediyoruz. Bölgemizde barış ve istikrar istiyoruz, bu doğrultuda inisiyatif alıyor, bir vizyon ortaya koyuyor, imkanlarımızı seferber ediyoruz.

Bu süreçte üzerinde durulması gereken en önemli iki grup kadınlar ve gençlerdir. Bütün kesimlerin ekonomik faaliyetin ve demokratik katılımın parçası olmaları sağlıklı bir toplumun ön şartıdır. Bölge ülkeleri olarak tüm kesimleri içine alan, ekonomiyi kapsayan seferberlik ruhuyla hareket etmeliyiz. Son yıllarda Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleriyle başlattığımız süreçler bu noktada cesaret verici bir örnek teşkil ediyor.

Ben bu düşüncelerle sözlerime son verirken şu hususu bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Coğrafyamız bizim ortak kaderimizdir. Özellikle ortak kaderimizi, geleceğimizi başkalarının merhametine bırakamayız. Gelin huzur, barış ve refah dolu ortak bir geleceği hep birlikte kuralım. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla.

Soru: Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, iki sorum olacak. Askeri çözüm eğer işe yaramaz ise siyasi çözüm olarak neyi öngörmektesiniz? İkinci sorum da; bizler düşünce kuruluşu olarak nasıl barışçıl bir şekilde barış çabalarına katkı sağlayabiliriz?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: Askeri yönteme başvurulmadan önce siyasi yöntemle, diplomatik ilişkilerle bu tür gelişmeleri çözmek en ideal olanıdır, ne yazık ki Suriye’de bu başarılamadı. Tabi üzülerek söyleyeceğim, Esad doğrusu ailece görüştüğüm bir kişiydi ve kendisiyle bütün bu gelişmeleri ta Tunus’ta başlayan gelişmelerden sonra paylaştığımda, kendisi önceleri farklı bir yaklaşım içerisindeydi. Ama maalesef daha sonra olaylar farklı gelişmeye başladı. O, gücüne çok çok inanıyordu, kendi ülkesinde bu tür gelişmelerin olmayacağını zannediyordu. Ben kendisine birkaç kez arkadaşlarımı gönderdim, dışişleri bakanımı gönderdim. Kendileriyle saatlerce görüşmeler yaptılar. Daha sonra kendisine, bir Ramazan ayıydı gece kendisini aradım ve dedim ki, ‘Esad, bu gidiş iyi değil. Kendi halkına, kendi vatandaşına bak bombalar yağdırıyorsun, tanklarla vatandaşının üzerine gidiyorsun. Yarın cuma. Yarınki Cuma, başlangıç olsun, bu işi bitir, artık vatandaşının tanklarla üzerine gitme. Huzurlu bir şekilde vatandaşın bir cuma namazı kılsın.’ Sağa vurdu, sola vurdu. ‘Benden gelmiyor bu, bunlar terörist’ dedi. Dedim ‘Ben sizi yakından takip ediyorum, yanlış yapıyorsun, gel bu işten vazgeç.’ Ertesi 360 kişiyi öldürdü. Ve bu acımasız gidişle, cuma namazında olan insanları şehit ettiler, öldürdüler.

Şimdi arayışımız diplomasi, siyasi arayış içerisindeyiz, Astana bunun önemli adımlardan şu anda bir tanesi oldu. Biliyorsunuz Doğu Halep’ten Türkiye olarak 45 bin insanı çıkarttık. Şu anda bunların büyük bir kısmı İdlib’de, bir kısmı ülkemizde. Tabii bunları bütün gıdaydı, giyim-kuşamdı, ilaçtı, her türlü ihtiyaçlarını Türkiye olarak karşılıyoruz, karşılamaya da devam edeceğiz.

Şimdi Cenevre süreci başladı Astana’dan sonra. Bu sürecin içerisinde bildiğiniz gibi Türkiye, Rusya, İran, tabii bunu üst düzeyde yürütmedik, en üst düzey burada dışişleri bakanlarıyla oldu ve Cenevre süreciyle bunu biraz daha yükseltmek istiyoruz. Ve Cenevre’de atılacak adımlarla birlikte, orada tabii Amerika’nın da katılımı söz konusu, özellikle bölgeden de yine katılımlar söz konusu olacak, buradaki siyasi süreç, temenni ederim ki inşallah bu bölgedeki ateşkesi sağlamlaştırıcı bir süreç olur.

Tabi bütün bu süreçte şu anda başında dönem başkanı olarak Bahreyn’in olduğu Körfez İşbirliği Konseyine önemli görev düşüyor ve bu süreci hep birlikte, bizler de İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığı olarak bu işi yakın takibe almamız lazım. Ve bunun en ideal yolu, siyasi dayanışmayla, diplomatik yollarla bu işi tabii ki çözmektir ve askeri müdahaleleri kalıcı hale dönüştürmektir. Şu anda tabii ki bizim güvenlik güçlerimiz Özgür Suriye Ordusuyla özellikle terör örgütlerine karşı orada önemli bir mücadeleyi sürdürüyoruz. Bu terör örgütlerinden de Suriye’yi, Irak’ı, buraları tabi temizlememiz de şart…

Soru: Bu çok güzel, net, şeffaf konuşmanızdan dolayı da size teşekkür etmek istiyorum. Konuşmanızda bölgenin çok önemli meselelerine derinlemesine girdiniz. Suriye’de güvenli bölgeden bahsettiniz ve mülteci krizine çözüm olacağından bahsettiniz. Sizce mülteci sorunun tek çözüm yolu mudur, gerek Türkiye’de, gerek diğer ülkelerde bulunun ve Avrupa’da bulunan mültecilerin probleminin çözümüne yönelik?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: Şu anda tabii Avrupa’ya veyahut da Kanada’ya gidenler, bunlar çok ciddi bir sayıyı teşkil etmiyor. Şu anda ağırlıklı olan sayı bizde, 2 milyon 800 bin. Avrupa’nın ve Kanada’ya gidenlerin toplam şöyle sayısına baksak 1 milyonu bile bulmaz, böyle bir durum var ortada. Ve biz bütün bunlara rağmen şu anda gelebilecek olan mültecileri yine alabileceğimizi söylüyoruz. Çünkü onları biz varil bombalarına terk edemeyiz, onları biz ölüme mahkum edemeyiz. Gelmek durumunda olanlar varsa yine alacağız. Ama Batı almaktan kaçıyor, dikenli tellerle duvarlar örüyor ve dikenli teller yetmiyor normal duvarlar örüyor, ‘biz alamayız’ diyor. Bunlar insan değil mi? Bizim Uluslararası İnsan Hakları Beyannamemiz nerede, vicdan nerede? Bunlar vicdanlarının sesini de dinlemiyor; ama biz dedik alacağız.

Ve şu anda biz yeni bir çalışmayı daha yapıyoruz. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin belli bir kısmını vatandaş da yapacağız. Çünkü rahatlıkla iş bulsunlar. Çünkü bunların içerisinde kalifiye elemanlar var, kariyer sahibi insanlar var. Doktor var, mühendis var, avukat var, öğretmen var. Bütün bunlara yönelik çalışma yapacağız. Çünkü bu insanlar Suriye’de yaşarken çok farklı yaşadılar, şimdi bu tür insanları çadıra mahkum etmek doğru olur mu? Bu insanları konteynerlere mahkum etmek doğru olur mu? Bunlara adeta normal yaşamına döndürecek bir ortamı, bir zemini hazırlamayı biz insani, vicdani ve kardeşlik görevi olarak görüyoruz. Şu anda bunun da inşallah adımını atacağız. Dolayısıyla bizler tabi Avrupa’ya vesaireye gidenlerden, bu dediğim terörden arındırılmış güvenli bölge eğer inşa edilir, yapılırsa buraya döneceklerine inanıyorum.

Tabii bunların dışında çok daha önemlisi, biz Suriye’nin parçalanmasını istemiyoruz, Suriye’nin bölünmesine karşıyız. Ama biliniz ki, birileri de hem Suriye’nin, hem Irak’ın bölünmesini istiyor. Irak’ın bölünmesi çalışmalarını yapanlar da var. Oradaki, mezhebi mücadele, aynı zamanda etnik mücadele. Çünkü orada da bir Fars Milliyetçiliği olayı var, bu Fars Milliyetçiliği olayıyla da bir bölünme, orada da söz konusu. Bunların önünü kesmemiz, önünü almamız gerekiyor. Benzer durum Suriye’de var, Suriye’deki gelişmenin de önünü almamız lazım. Bunun için de tabi Körfez’in, bizim; üzerimize düşen neyse bunları hep beraber yapmamız gerekiyor, çünkü biz zulme seyirci kalamayız, kalmayacağız.