Çok değerli muhtarlarımız,
Kıymetli kardeşlerim,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Öncelikle sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Geciktim, hakkınızı helal etmenizi özellikle sizlerden istirham ediyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne, milletin evine, bu gazi mekâna hoş geldiniz.
Muhtarlar toplantısında bugün 36. kez muhtarlarımızla biraradayız. Bugün, Adana, Bartın, Burdur, Bursa, Gaziantep, Giresun, İzmir, Karabük, Kastamonu, Mersin, Niğde, Sivas, Yozgat ve Zonguldak illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz.
Ülke ve millet olarak kritik günlerden geçtiğimiz bir dönemde gerçekleştirdiğimiz bu buluşmaların çok önemli olduğuna inanıyorum. Biliniz ki, bu buluşmalar tüm dünyadan takip ediliyor. Burada sizinle Türkiye’ye dünyaya sergilediğimiz birlik, beraberlik, dayanışma görüntüsüyle verdiğimiz mesajlarla tarihe adeta not düşüyoruz. Türkiye’de işleyen bir demokrasinin bulunduğunun en somut ispatı, işte bu salonda sizlerle birlikte 36’ncı defadır tekrarladığımız kucaklaşmadır. Tamamı milletin özgür iradesiyle seçilen muhtarları, belediye başkanları, milletvekilleri, Cumhurbaşkanı ile ülkemiz, tabandan tavana demokrasinin tüm unsurlarıyla yaşandığı, yaşatıldığı bir yerdir.
Geçmişte Türkiye’nin, ‘demokrasiye mücadele etmeden, bedel ödemeden sahip olduğu’ imasında bulunanların, 15 Temmuz’la birlikte artık böyle bir iddiaları da kalmamıştır. Milletimiz o meşum gece canı pahasına istiklaline, istikbaline ve demokrasisine sahip çıktığını, çıkacağını göstermiştir. Bu sadece Türkiye için değil. Dün Etiyopya Devlet Başkanı buradaydı, o geceyi bizzat kendisinden dinledim ve şu ifadeyi kullandı: ‘Siz ekranda görünüp de Facetime’dan, İstanbul’a geleceğinizi açıkladığınız anda ben rahatladım’ dedi. Çünkü Ankara’da daha Büyükelçilik döneminden tanıştığımız bu arkadaşımız, oradan, Etiyopya’dan takip ederek de ‘bu iş şimdi halloldu’ diyor.
Çünkü demokrasi mücadelesi öyle lafla olmaz. Millet, şairin dediği gibi, ‘Eğer sen yürürsen millet arkandan yürür.’ Hep söylüyorum ya, eğer lider taşın arkasına saklanırsa millet dağın arkasına saklanır. En modern silahların karşısına yüreğindeki imanı ve çıplak elleriyle dikilen Türk milleti, dünya demokrasi tarihine altın harflerle yazılacak bir zafer kazandırmıştır. O gece benim milletimin elinde silah yoktu. Vardı, bayrak... Onunla yürüdü onların üzerine ve onunla o gece o saldırıları durdurdu. Ve şahadete yürüdü, Allah’a yürüdü, vatan dedi, millet dedi ve böylece de 17 saatte bu işi evvel Allah sona erdirdi.
Biz seçilmişlere düşen, milletimizin bu fedakârlığını, bu kahramanlığını, bu sağlam duruşunu kendi görev alanlarımızda hakkıyla hizmet vererek taçlandırmaktır. Bunun için muhtarsak en iyi hizmeti vermek için çalışacağız. Belediye başkanıysak, ilçemize, beldemize, ilimize en güzel hizmetleri gerçekleştirmenin çabası içinde olacağız. Milletvekiliysek, şehrimize ve ülkemize en faydalı projeleri kazandırmanın peşinde koşacağız. Cumhurbaşkanıysak, ülkemizi ve milletimizi her alanda dünyada en ileriye taşımanın mücadelesini vereceğiz. Memurundan daire başkanına, kaymakamından valisine, genel müdüründen müsteşarına kadar tüm kamu görevlileri de seçilmişlerin ortaya koyduğu vizyon doğrultusunda çalışmalarını yürüteceklerdir. Aksini savunan, demokrasiye ihanet eden bir vesayetçidir. Demokrasiye inandığını söyleyen herkes bunu kabul etmek zorundadır.
Değerli kardeşlerim;
Türkiye 1923 yılında Cumhuriyet’e geçerek rejim tercihini yapmıştır, artık milletimizin böyle bir meselesi yoktur. Şu anda ana muhalefetin başındaki zat ikide bir böyle rejim-mejim deyip duyuyor ya, Türkiye’nin böyle bir sorunu yok. Rejim olayı artık 1923’te atılan adımla yoluna devam ediyor. Cumhuriyet’ten geri adım atmaya çalışanlar karşılarında herkesten önce milletimizi ve milletimizle birlikte şahsımı bulur.
Bununla birlikte yönetim sistemi arayışı, hangi rejimde olursa olsun veya hangi rejimde olursak olalım, son 200 yıldır sürekli devam eden bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Bugün dünyadaki devletlere baktığımızda, monarşiyle parlamenter sistemin, cumhuriyetle başkanlık sisteminin birarada bulunabildiğini görüyoruz. Nitekim bizde de İstanbul’daki Meclisi Mebusan şehrin işgali üzerine 11 Nisan 1920’de kapanırken, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi adıyla bir bakıma yeniden açıldı. Üstelik aynı Meclis 1923 yılında Cumhuriyeti ilan ederek ülkemizi yeni bir rejime geçirmiştir, aynı Meclis geçirmiştir.
İşin doğrusu, hiçbir rejim ve hiçbir yönetim sistemi tek başına ülkeleri belirli bir kategoriye yerleştirmeye kâfi değildir. Ülkemizde asırlardır süren yönetim sistemi arayışı ise, dünyadaki yönelimlerin yanında ortada milletimizi mutmain etmeyen bir durumun olduğuna işaret ediyor. Biz damdan düştük, damdan düştüğümüz için bu işi iyi biliriz. Ama damdan düşmeyenler bu işin farkında değil. Cumhuriyet dönemimizin darbelerle, muhtıralarla, krizlerle dolu olması herhalde mevcut yönetim sistemimizin mükemmeliyetinden kaynaklanmıyordu.
Dikkat ediniz, burada eksikliği Cumhuriyette veya demokraside değil, yönetim sisteminde arıyoruz, aramak zorundayız. Çünkü doğrusu budur. Biliyorsunuz Türkiye Büyük Millet Meclisinde geçtiğimiz haftalarda görüşülerek kabul edilen ve Cumhurbaşkanı olarak şahsımın onayına sunulan bir anayasa değişikliği var. Bu değişiklik paketi asırlara sâri yönetim sistemi arayışımızda yeni ve çok önemli bir reformun ifadesidir.
Türkiye, yetki ve sorumluluğunun cumhurbaşkanında toplandığı, yürütme, yasama ve yargı arasındaki sınırların daha açık ve net bir şekilde çizildiği yeni bir yönetim sistemine inşallah geçiyor. Meclis anayasa değişikliğini görüşüp kabul ederek üzerine düşeni yapmıştır. Cumhurbaşkanı olarak ben de incelememi tamamladıktan sonra mesele milletimizin önüne gelecektir, sizin önünüze gelecektir. Artık söz de, karar da milletin, milletimizindir.
Kardeşlerim,
Milletten bu kararı kaçırmak isteyenler olmuştur; öyle mi? Niye korkuyorsunuz, bırakın millet versin kararı. Niye ‘hadi biz bunu millete gönderelim, hava edelim’ demediler? Milletten korkuyorlar da onun için. Ama hak galip geldi ve şimdi millete gidiyor ve millet de kararını ne yapacak? Verecektir.
Ülkemizde bir kesim var ki, gündeme gelen her konuda aynı tavrı gösteriyor. Bunların memlekete ve millete faydalı olacak hiçbir teklif, hiçbir proje ortaya koydukları vaki değildir. Köprü yaparsın karşı çıkarlar, Marmaray’ı yaparsın karşı çıkarlar, hızlı tren yaparsın karşı çıkarlar, yeni yeni havalimanları yaparsın karşı çıkarlar, bombalarlar. Hakkari’de havan toplarıyla Hakkari Havalimanı’nı maalesef havan toplarıyla vurdular ve biz mecburen oraya uçuşları durdurduk, bunları yaşadık. Bunlarda insanilik yok. Yani burada Hakkari’nin halkına, benim oradaki Kürt kardeşlerime, ‘Hakkari’nin Havalimanına in, oradan köyüne git, oradan dünyanın değişik ülkelerine git, bütün bu imkanları sana devlet veriyor, burada Kürtler yaşıyor’ demiyor, ‘burada insan yaşıyor’ diyor. Ve burada benim vatandaşım yaşadığı için biz ne yaptık? Hakkari Havalimanını yaptık, Iğdır’ı yaptık, Ağrı’yı yaptık, Kars’ı yaptık, hiçbir ayrım gözetmedik. Niye? İstanbul’da ne varsa, Ankara’da ne varsa, İzmir’de ne varsa Güneydoğu’da da, Doğu’da bu olacak dedik ve bunun için bunları yaptık. Çünkü ayrımcılık yapamazdık, bu bizim tabımıza, yaratılışımıza ters. Çünkü biz yaratılanı Yaratandan ötürü sevdik, bu yola böyle çıktık. Onun için de bundan sonraki süreçte, yine bunlara sesleniyorum; sizler bu ülkede hangi hayırlı iş yapılırsa yapılsın bunun karşısına dikildiniz.
Kardeşlerim,
Sadra şifa olacak, ülkeyi büyütecek hiçbir adımın yanında bunlar yer almazlar. Tam tersine, müzmin muhalifler gibi sürekli çarpıtmayla, yalanla, iftirayla meseleleri ters yüz etmeye çalışırlar. Son anayasa değişikliğinde de aynı taktiği izlediler, izliyorlar. Türkiye’nin yaşadığı darbelerin, muhtıraların, krizlerin, sıkıntıların müsebbibi olan mevcut sistemi göklere çıkartarak sürekli cumhurbaşkanlığı hükümeti sistemini karalıyorlar. Tarihimizin en büyük yönetim reformlarından biri olan bu anayasa değişikliğini engellemek için Mecliste sergilenmedik çirkinlik bırakmadılar, tekme, tokat, her şeyi yaptılar; şimdi aynı işi meydanlarda yapmaya çalışacakları anlaşılıyor.
Halbuki milletimiz için bu yeni bir mesele değildir, geçmişi vardır. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi sırasında sorunu aşmak için atılan adım ülkemizi işte bugünkü noktaya getirmiştir. Cumhurbaşkanının seçimini Meclisten alıp doğrudan halka veren anayasa değişikliğinin 21 Ekim 2007’deki halk oylamasında halkımız hangi oranda oy verdi. Yüzde 69. Görüyor musunuz, bu yüzde 69 bunları çıldırttı. Yüzde 69 ‘evet’ oyuyla kabul edilmesiyle asırlık arayış yeni bir yola girmiştir. Bu sistemin ne anlama geldiğini pek çok kimse ancak ilk uygulaması olan 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından anlayabilmiştir. Orada da yüzde 52’yle malum, kardeşiniz Cumhurbaşkanı oldu, siz yaptınız.
Türkiye, 10 Ağustos’un akabinde her ikisi de meşruiyetini milletten alan iki ayrı yürütme gücünün olduğu bir sistemle karşı karşıya kalmıştır. Mevcut anayasanın Meclisin seçtiği cumhurbaşkanına çok fazla yetki verdiği hep tartışılmıştır. Cumhurbaşkanı bir de meşruiyetini doğrudan halktan aldığında bu yetkileri daha güçlü şekilde kullanmak durumunda kalacaktır. Nitekim ülkemizin 2014 yılından beri yaşadığı krizleri Cumhurbaşkanlığı makamının işte bu meşruiyet gücüne dayanarak ortaya koyduğu liderlikle aştığı inkâr edilemez bir gerçektir.
Burada söz konusu olan sevgili kardeşlerim, şahsım değildir; elbette bu süreç şahsımla birlikte yaşandı. Ama o makamda kim oturuyor olursa olsun, kendisinden aynı liderlik beklenecekti. Sorunun şahıslardan değil, sistemden kaynaklandığını kabul etmediğimiz sürece çözüme ulaşamayız. Siyasi hayatları birçok krizlerle geçen rahmetli Özal’ın ve rahmetli Demirel’in nihai aşamada geldikleri yer bugünküyle aynıdır. Aynı şekilde merhum Erbakan’dan rahmetli Türkeş’e kadar tarihimizde iz bırakan tüm liderlerin de benzer görüşlere sahip olduklarını biliyoruz.
Milletimiz, 2007 yılında ilk adımı atılan düzenlemeye verdiği destekle bu yol ayrımında tercihini cumhurbaşkanlığı hükümeti sisteminden yana kullandığını ilan etmiştir. Nisan ayında milletimizin takdirine, onayına sunulacak olan anayasa değişikliğine 10 yıl önce atılan bu adımın tamamlanması olarak bakmak gerekiyor. Milletimizin o zaman yüzde 69 ile evet dediği reformun nihai hedefine ulaşmasını sağlayacak bu değişikliği de aynı şekilde sahip çıkacağına doğrusu ben inanıyorum.
Değerli kardeşlerim,
Ülkemizde eskiden beri bir ‘hayır’cı blok vardır. İstanbul’a, az önce söyledim ya, ilk köprü yapıldığı zaman bu ‘hayır’cılar, neler yapmadılar ki. Baraj inşasına başlanır, bunlar hemen engellemeye çalışır. Özelleştirme denilir, bunlar hemen ortalığı velveleye verir. Uluslararası sermaye ülkemize gelsin, yatırım yapsın, istihdam oluştursun denilir, bunlar yine homurdanmaya başlanır. Cebinden para çıkmıyor, adam geliyor her türlü riski alıyor, buraya o yatırımı yapıyor. Sen de ne diyorsun? Diyorsun ki, ‘Al, 15 yıl burayı sen çalıştır ama bak benim cebimden para çıkmayacak. 15 yıl çalıştıracaksın, yılda şu kadar da bu devlete ödeme yapacaksın, paranı da kazanacaksın.’ Biz gelene kadar böyle bir anlayış Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yoktu.
Biz geldik, aman ya Rabbi, borç yığını; bu borçla biz bu ülkede nasıl yatırım yapacağız? O zaman arkadaşlarıma dedim ki, ‘arkadaşlar, kaynak çeşitlendirme denilen bir olay var, bizim bunu yapmamız lazım, kaynakları çeşitlendireceğiz, kendimize farklı kaynaklar üreteceğiz.’ Kasa ortada, delikli kuruşa muhtaç olan bir Türkiye vardı, hatırlayın o günleri. Memurlarının maaşını ödemeyen bir Türkiye vardı, hatırlayın o günleri. İşçisinin maaşını ödemeyen bir Türkiye vardı, hatırlayın o günleri. Kasaların fırlatıldığı bir Türkiye vardı, hatırlayın o günleri. Nereden nereye geldik. Şimdi elhamdülillah Türkiye’de her olayda, kullandığı arabasından evindeki beyaz eşyasına kadar sürekli olarak bunları değiştiren, yenileyen bir Türkiye var. Bu belli imkanlar olduğu için oluyor, daha iyisi olacak, ben buna inanıyorum.
Ve bakın bir şeyi söyledik, ilk Başbakan olduğum dönemde bunu işlemeye başladık, ‘dört temel direk üzerinde Türkiye’yi yükselteceğiz’ dedik; eğitim, sağlık, adalet, emniyet.. Daha sonra buna ulaşımı ilave ettik, enerjiyi ilave ettik, gıda-tarımı ilave ettik ve sürekli olarak Türkiye bir değişim dönüşüm içerisinde hamdolsun muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkma yarışını hızlandırdık. Ve buna toplu konutları ilave ettik ve şu an itibariyle 760 bini bulan toplu konut var. Bunları niye yaptık? Modern şehirlere kavuşalım diye yaptık. Bakın özel sektörün yaptığı konutları söylemiyorum, sadece TOKİ olarak bizim yönetimimizde olan bir idareyi söylüyorum. Bununla şehirler güzelleşmeye başladı. Şimdi yeni bir süreç, kentsel dönüşüm değişim dedik. Bununla da çirkin yapılaşmaları şehirlerimizden kaldıralım diyoruz.
Ben buradan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinden milletime sesleniyorum; kentsel dönüşüm değişimde gelin devletimize, hükümetimize yardımcı olun. İnanın bu yapılacak değişim dönüşümle beraber çok daha mutlu olacaksınız, çok daha memnun olacaksınız ve sürekli olarak bu güzelliklerle anılacaksınız. Ve devlet-hükümet hiçbir zaman kentsel dönüşüm değişimde halkını sömürmenin peşinde değildir, onları dara sokmanın peşinde değildir. Tek derdimiz var, bunu yapalım ki şehirlerimiz çok daha güzel olsun. Çünkü biz bir Medine şehir devletinden tevarüs etmiş kültürün mensuplarıyız, onun için biz medeniyiz. Bu medeni olan topluluk, bu güzellikleri de geleceğe ne yapsın, miras olarak bıraksın.
Dikkat ediniz, bunların karşı çıktıkları şeylerin hiçbirinde de dertleri ülkenin ve milletin menfaati değildir. Nitekim bu meselede neye karşı çıktıklarını, niçin karşı çıktıklarını bilmedikleri ve ifade edemedikleri için tamamı yalan, tamamı yanlış sloganlar üzerinden milletin kafasını bulandırmaya çalışıyorlar. Ne diyorlar? ‘Parlamento yok.’ El insaf. ‘Her şey tek adamda bütünleşecek.’ El insaf. ‘Yargı yok.’ El insaf. Hepsi yalan. Niye? Bunlar yalanla yattılar, yalanla kalktılar, bunların cibilliyetinde bu var. Atalarımız ‘doğru yerinden kalkana kadar yalan dünyayı dolaşırmış’ derler. Anayasa değişikliğini karalamak isteyenlerin yalanları da şimdiden her tarafta dolaşmaya başladı. Bize düşen doğruyu biraz daha hızlı şekilde harekete geçirmektir, buna var mısınız?
Şimdi tüm Türkiye’deki muhtar kardeşlerime sesleniyorum; buna hazırsınız inşallah? Bak burada 450 tane muhtar kardeşim var, onların şahsında tüm Türkiye’deki muhtarlarımıza sesleniyoruz. Şimdi sizlere madde madde Anayasa değişikliğinin ne getirdiğini kısaca anlatmak isterim. Sizlerin de mahallelerinizde, köylerinizde bu hakikatleri milletimize aktarmanızı özellikle istiyorum.
İşin aslının müzmin muhaliflerin söylediği gibi olmadığını, asıl meselenin ‘Yeni Türkiye’yi inşa, 2023 hedeflerine ulaşma, 2053 ve 2071 vizyonlarımızı hayata geçirme olduğunu lütfen milletimize anlatın. Cumhurbaşkanlığı sisteminin ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ ilkelerinin sistemi olduğunu çevrenizdeki herkesle paylaşın.
Tek millet; yani biz 80 milyon Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abhaza’sıyla, Roman’ıyla, Boşnak’ıyla, Arnavut’uyla vesaire tek milletiz. Bize Milleti İbrahim denir. Biz İbrahim milletindeniz, orada toparlanıyoruz. Eninde sonunda bizim anamız-babamız Adem ile Havva değil mi, bizim inancımızda bu yok mu? Biz oradan gelmiyor muyuz? Oradan geldiğimize göre, bizi bölmek isteyenler ihanet içindedir.
İki, tek bayrak. Bizim bayrağımızın rengi belli, şehidimizin kanı. Hilal, bağımsızlığımızın ifadesi. Yıldız, şehidimizin ta kendisi. Ve bunun dışında asla kimse bize bayrak yutturmacası yapmasın, bizim o paçavralara bakacak yüzümüz yok. Onlar oralarda bu tür çalışmaları, kampanyaları dahi yapamamışlardır bugüne kadar. Bir kere gitti, bir kere gitti, kimin gittiğini anlıyorsunuz ve ne yazık ki terör örgütüyle anlaşarak gitti. Onlar kendi adamlarını gönderdiler ve bunlar kendi bayraklarını bile dalgalandıramadılar, onların paçavralarını dalgalandırdılar. Kendisi çıktı orada bir şeyler konuştu o kadar. Bu mesele yürek meselesidir, yürek.
Üç, tek vatan… ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.’ Bu ülke 780 bin kilometrekareyle tek vatandır, bölünemez. Ve dört tek devlet; bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka bir devletimiz söz konusu olamaz. Kim ki böyle bir gayretin içerisine girerse bunun bedelini ağır öder. Ödemeye başladılar, daha da ödeyecekler. Kararlıyız. Milletimiz bize böyle bir görev verdi, ‘Bizi bu teröristlerden kurtarın, bizi bu vatan hainlerinden kurtarın, bu vatana ihanet edenlerden kurtarın. Bunların bedeli neyse bu bedeli bunların ödemesi gerekir.’ Dediler. Gittiğimiz her yerde de bize bunu söylüyorlar. Ne diyorlar biliyor musunuz? ‘Bunlara hala niye maaş veriyorsun?’ diyorlar; vatandaş bu noktada o kadar hassas. ‘Benim verdiğim vergiyle bunları niye doyuruyorsunuz?’ diye soruyor vatandaş. Dolayısıyla işlenen suçların bedelini hukuk içerisinde yargı soracaktır ve yargının da görevi budur.
Kardeşlerim,
Biliyorsunuz 18 maddelik Anayasa değişikliğinin 4 maddesi farklı hususlarla ilgiliyken, kalanları doğrudan yönetim sistemindeki değişikliği düzenliyor. Birinci madde, yargının ‘bağımsız’ olduğu ibaresinin yanına ‘tarafsız ilkesi ilave ediyor. Yani nedir? Yargı bağımsızdır, tarafsızdır; bu kadar basit. Bundan kim, niçin rahatsız olabilir ki?
İkinci madde, milletvekili sayısının 550’den 600’e çıkmasıyla ilgilidir. Bizim ülkemizde hatırlayın eskiden çift kamaralı sistem vardı; yani milletvekilleri ve senatörler... Ve çift kamaralı sistemde toplamda 600 seçilmişle çalışan bir meclis vardı, Türkiye buradan geliyor buraya. Bu değişiklik, Türkiye Büyük Millet Meclisinin temsil tabanını genişletirken, milletvekili başına düşen nüfusumuz dikkate alındığında, dünyadaki örneklerine de gayet uygundur. 550 ile değil de 600 milletvekiliyle tek kamara; sistemimiz öyle, hem senatör, hem milletvekili olmayacak, sadece milletin vekilleri olacak.
Üçüncü madde ne? Seçilme yaşını 25’en 18’e indiriyor. Daha önce Başbakanlığım döneminde hatırlayın biz bunu 30’dan nereye indirmiştik? 25’e. Bana göre Anayasa değişikliğinin en önemli maddelerinden biri budur. Gençlerimizin kendilerine 18 yaşında seçme hakkı veren, ama seçilmelerine rıza göstermeyen bu sistemi değiştirmek için halk oylaması sürecinde gece-gündüz çalışacaklarına inanıyorum.
Kardeşlerim,
Böyle bir saçmalık olur mu? Seçilmek mi zordur, seçmek mi zordur? Seçmek zordur. Neyi? Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırt edecek bir erdeme ulaşmak; bu seçmektir. Seçilmek, onun kadar zor değil. Bir zamanlar bir siyasetçi ne demişti, hatırlayın o günleri; ‘Taksim meydanına dört ayaklı çıkarsam seçilir’ demişti, bu ülke bunları gördü. Biz öyle değil, adam gibi adam 18 yaşında genç, dinamik, eğer seçilme hakkını kazanıyorsa benim milletim o genci de ne yapar, Parlamentoya gönderir. Bugün dünyada 57 ülkede seçme-seçilme yaşı 18’dir. Dünyada oluyor da bizde niye olmasın? Bakıyorsunuz 25, 26, 27 yaşında bakan oluyor adam dünyanın değişik ülkelerinde, niye çekiniyoruz? Bu konularda bir defa gencimize güveneceğiz, onları dışlamayacağız. Ve inanıyorum ki gençlerimize bu farklı bir sınıf atlatacak.
Şimdi çıkmışlar ne diyorlar? ‘Askerlik ne olacak?’ Allah Allah, sanki Türkiye genelinde 7 milyon gencin 7 milyonu da milletvekili oluyor da ‘askerlik ne oluyor’ diye bu soruyu soruyor. Parlamentoya kaç kişi girecek? Diyelim ki bu şekilde gençlerden 10 kişi, 15 kişi girdiğini kabul edin, ha bunların durumunu düzenlemek gayet kolay. Nedir? Bunları tutarsın askerlikten muaf kılarsın olur biter. Bakın tecil demiyorum, bunu da söylüyorum; muaf tutarsın olur biter. Biz bakın bunu polise getirdik, polisi muaf tuttuk. Şu anda Parlamentoda görev yapmak kadar önemli bir görev olabilir mi? Bu gencimiz gelecek, Parlamentoda vatanına, milletine, orada bir hizmet verecek, hala orada ‘askerlik ne olacak’ diye bunu soracaksın. Bu kadar açık söylüyorum, açık konuşuyorum. Ben inanıyorum ki; bu konuyla ilgili de inşallah hükümet kendi düzenlemesini bu referandum veyahut da halk oylamasından sonra yapacaktır. Bunlar zor şeyler değil kimse kimseyi de kandırmasın. Dördüncü olarak da, Anayasa değişikliğinin metninin 13. maddesinde yer alan disiplin haricindeki askeri mahkemeleri kaldıran değişikliği sayabiliriz.
Değerli kardeşlerim;
Diğer maddeler büyük ölçüde mevcut sistemden cumhurbaşkanlığı hükümeti sistemine geçişi düzenliyor. Yeni düzenlemenin en basit ve doğru ifadesi, cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık makamlarının birleştiriliyor olmasıdır. Böylece her ikisi de gücünü halktan alan iki yürütme yerine bir tek makam ortaya çıkıyor. Bunun anlamı şudur: Millet kime oy verdiğini, kimden icraat beklediğini, kime hesap soracağını bilecektir. Bu kişi artık cumhurbaşkanıdır. Yürütme gücü tamamen cumhurbaşkanında toplandığı için, artık bu görevde bulunan kişinin ne hükümeti, ne meclisi, ne başka bir bahaneyi öne sürerek sorumluluktan kaçma imkanı kalmıyor, hesabı verecek.
Yardımcılarını, bakanları, üst düzey bürokratları atayan cumhurbaşkanı, yürütmenin tüm icraatlarından sorumlu olarak çalışacak, seçimlerde de yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını millete verecektir. Hükümet ağırlıklı olarak Meclis dışından isimlerle kurulacağı için, -Meclis içinden de hükümete alınabilecek isimler olabilir- yürütme ile yasamanın iç içe geçmesinin sebep olduğu sıkıntılar da ortadan büyük ölçüde kalkacaktır.
Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimleri 5 yılda bir ve aynı gün yapılacak. Bu neyi getirecek? Bu kadar büyük maliyetlerle, bizim zamanımız bu kadar bol mu? Zaman oluyor bakıyorsunuz aynı yıl içinde üç seçim, dört seçim. Bu ülkede neler yaşadık biz, ayda bir seçim oldu ülkede. Bunları yaşadık mı bu ülkede? Yaşadık. Ayda bir seçimin olduğu bir ülkede, ayda bir başbakanın değiştiği bir ülkede istikrar olur mu? Ayağa kalkmak olur mu? Ortalamasını alıyoruz Cumhuriyet tarihinde, çok partili hayatta daha doğrusu, bu ülkede 16 ayda bir hükümet değişmiş, 16 ayda bir; burada istikrar olmaz. Bunu kim kaldırdı? Biz kaldırdık elhamdülillah. Biz geldik, dedik ki; 5 yılda bir yapılacak ve 5 yıl aşkıyla başladık. Ama ne yazık ki o zaman da işte bu adımı atalım dedik, o günden bu adımı atmanın gayretine girdik aldatıldık ve bize dediler ki; bunu 4 yıla indirirseniz, çekerseniz, biz size gerekli desteği vereceğiz. Tabii vermediler. Vermeyince, 4 yıla indirdik orada kaldık. Halbuki 4 yılda bir seçimin olmasını şahsen içinde yaşayan birisi olarak doğru bulmuyordum, doğru da bulmadım. Çünkü 4 yıla istikrarı sığdıramazsınız. Şimdi ne olacak? Şimdi nasıl belediyeler 5 yılda birse, aynı şekilde Parlamento seçimleri de, başkanlık seçimi de ne olacak 5 yılda bir olacak. Böylece ülkenin kesintisiz 5 yıl süreyle istikrarlı bir yönetime kavuşması krizler döneminin kapanması sağlanmış olacaktır.
Bir diğer önemli husus; cumhurbaşkanına kararname çıkarma yetkisi verilerek yürütmenin daha hızlı ve kapsamlı çalışmasının sağlanıyor olmasıdır. Dikkat ediniz, cumhurbaşkanına kanun değil kararname çıkarma yetkisi veriliyor. Değişiklik metninde bu kararnameyle ilgili oldukça ayrıntılı sınırlamalar var. En önemlisi de değerli kardeşlerim; kanunun kararnameden üstün olduğunun belirtilmesidir. Kararname kanundan değil, kanun kararnameden üstündür. Yasama organı Meclis olduğuna göre, elbette bu konuda öncelik ve üstünlük oraya verilmelidir, nitekim öyle de yapılıyor.
Cumhurbaşkanına verilen tek kanun teklif etme yetkisi, bütçeyle ilgilidir. Bunun dışındaki tüm kanun yetkileri kime ait? Milletvekillerine aittir. Mevcut sistemde belli şartlarda cumhurbaşkanı Meclisi seçime götürebiliyor şu anda, ama kendi görevi sürüyordu. Bu Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanıyla Meclis, seçimleri hangisi talep ederse etsin, eğer cumhurbaşkanı talep ediyorsa ikisi beraber olacak, eğer Parlamento teklif ediyorsa yine ikisi beraber olacak, yani birisi olup birisi kalmayacak. Hangisi talep ederse etsin birlikte olacak. Hani ‘anca beraber kanca beraber’ denir ya, cumhurbaşkanı ile Meclis arasında işte öyle bir ilişki tesis ediliyor.
2007 Anayasa değişikliğinde cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesi sağlanırken, adayların partileriyle ilişkisini kesmesi şartı koşularak gerçekçi ve doğru olmayan bir yöntem öngörülmüştü. Mesela benim kurucusu olduğum partimle ilişkim kesildi, çünkü yasa buna amir. Yeni değişiklikle bu yanlış düzeltiliyor. Zaten siyasi sorumluluğu bulunan cumhurbaşkanının partili olmasının da önü açılıyor. Yine mevcut sistemde cumhurbaşkanı, vatana ihanet suçlaması dışında yaptığı tüm işlemlerden sorumsuzdur. Yürütme yetkisinin cumhurbaşkanında toplanması, beraberinde denetim mekanizmalarının kurulmasını da zorunlu hale getiriyor. Bu denetimi yapacak olan da şüphesiz ki Meclistir. Meclis araştırması, Meclis soruşturması, genel görüşme, yazılı soru gibi yollarla Meclisin cumhurbaşkanıyla birlikte yardımcılarını ve bakanlarını da denetleyebilmesine imkân sağlanıyor. Mecliste yeterli çoğunluk sağlanması halinde cezai sorumluluk gerektiren durumlarda cumhurbaşkanının yüce divanda yargılanabilmesinin yolu açılıyor. Böylece yürütme yetkisi verilen cumhurbaşkanının layüsel olmadığı, millete hesap vermenin yanında Meclis tarafından da denetlenebildiği demokratik bir tablo ortaya çıkıyor. Diğer maddeler büyük ölçüde değerli kardeşlerim, mevcut anayasa ve yasalardaki kavramların yeni sisteme uygun şekilde değiştirilmesini içeriyor.
Değerli kardeşlerim;
Görüldüğü gibi, ülke ve millet olarak çok uzun zamandır yaşadığımız, şahsımın da son 14 yıldır, ama özellikle son 3-4 yıldır maruz kaldığı tecrübeler ışığında Türkiye için en iyi olanı yapmaya çalışıyoruz. Açıkçası, tıpkı 2007 reformu gibi bu anayasa değişikliği de eksiktir. Aslolan, yeni anayasayı 80 milyon hep birlikte kafa kafaya verip inşa etmemiz, yazmamızdır. Yeni anayasa Türk milletinin ve Türk Devletinin geleceğini aydınlatarak 2023 hedeflerimizden aldığımız güçle, 2053 ve 2071 vizyonlarımızın şekillenmesini sağlamalıdır. Milletimizin bu anayasa değişikliğine tarihi bir oranla ‘evet’ diyerek yeni Türkiye’nin müjdecisi haline getireceğine inanıyorum. Bu, büyük Türkiye olacaktır, bu muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkacak büyük Türkiye…
Bu mesele Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel meselesi veya AK Partinin parti meselesi değildir, MHP’nin parti meselesi değildir. Şu anda şahsımın ve AK Parti’nin uyum sorunu da, icraat sorunu da aslında yoktur. Benim hükümetle şu anda böyle bir sorunum yok. Bu sorunları ben yaşadım çünkü geçmişte. Ben yaşadığım sorunları dönemimin hükümetine yaşatmak istemem, çünkü devletin başında kavga olmaz. Bu kavgaları bu ülke gördü mü? Gördü. Ama elhamdülillah, ne Sayın Gül’ün döneminde, ne benim dönemimde Hükümet-Cumhurbaşkanlığı böyle bir kavgayı biz ne yaşadık, ne yaşattık. Niye? Bizim derdimiz vatandı vatan, milletti millet, biz böyle yürüdük.
Ama bu durum sistemin doğruluğundan değil, şahsımla Hükümetin uyumundan kaynaklanıyor. Biz işte bu durumu şahsi olmaktan çıkartıp sisteme bağlamak istiyoruz. Biz bugün varız yarın yokuz. Öyle bir sistem inşa edelim ki yarın da bu sıkıntılar yaşanmasın, onun için bu anayasa değişikliğini, yani kısmi anayasa değişikliğini önemli görüyoruz. Bu dünyadan hepimizin götüreceği, hep söylüyoruz ya değerli kardeşlerim, 9 metrelik bir kefen, 2 metreküplük bir mezar; öyle mi, başka bir şey götürebiliyor musun? Multimilyarder olsan ne yazar, cumhurbaşkanı olsan ne yazar, başbakan olsan ne yazar, milletvekili, belediye başkanı olsan ne yazar? Ne diyecekler? Koyacaklar musallaya, ‘er kişi niyetine’ diyecekler, ‘hatun kişi’ niyetine diyecekler. Hemen seni gömecekler, ayrılıp gidecekler, bir daha ya yanına uğrarlar, ya uğramazlar, böyle. Yani vefalı evlatların, vefalı yakınların varsa arada sırada bir uğrarlar, ki o da tartışılıyor tabii. Onun için de ne diyeceğiz biz? Baki gibi, ‘Bâki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş meğer.’
İşte burayı yaptık, ne dediler? ‘Kendisine saray yaptı.’ Yahu eline, diline dursun. Burada kalkıp da 340 bin metrekarelik yeri kendimize saray olarak neyini yapacaktık? 2 metreküp, gideceğin yer orası ya. Biz tarih yazacak bir millete burayı miras olarak bırakalım diye yaptık. Başbakan olduğum zaman, affedersiniz, Başbakanlıktaki tuvaletin içinde karafatmalar dolaşıyordu biliyor musunuz, inanın böyle. Bir Başbakan böyle bir odada çalışabilir mi? Çok tasarruf sahibiymişler maşallah.
Kardeşlerim;
Bunların yönetimleri döneminde hastanelerimizin halini biliyorsunuz. Beyefendi genel müdür değil miydi? Neydi o hastanelerin hali. Rahmetli Savaş Ay güzel bir program yapmıştı, o programda o hastanelerin halini gördük. SSK maalesef, sağlam gir hasta çıkarsın, o durumdaydı. Değerli kardeşlerim, bunların dikili taşı yok, hayatları bunların böyle geçti, hayatları böyle geçti.
Şimdi buranın (şehir hastanelerinin) yüklenici firmaları buradan her yıl bir bedel alacaklar, o bedeli kim ödeyecek onlara? Devlet ödeyecek. Bu iş hep belli, protokolde yeri var, belli bir rakamı tabii ki bu yüklenici firma alacaktır ve bu rakamı kim ödeyecek? Devlet ödeyecek. Kim adına? Milleti adına. ‘Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.’ Ecdadımız bir sağlıklı nefes için devleti feda etmeyi göze almış. Biz istiyoruz ki, bu millet asil bir millettir, bu millet güçlü bir millettir, bu millet 20 milyon kilometrekarelik dünya topraklarına hükmetmiş bir ecdadın torunlarıdır, bu millet böyle bir millet. Dolayısıyla biz bu millete yakışanı yapıyoruz, yapmak zorundayız.
Şimdi cumhurbaşkanlığı hükümeti sistemi şahsım için değildir, şahsımla baki hiç değildir, hiç merak edilmesin. Her sistem kendi liderini, kendi önderini üretir, Türkiye’de Allah’ın izniyle Tayyip Erdoğan’lar bitmez. Milletin yarısından fazlasının teveccühünü kazanmak zorunda olan bir Cumhurbaşkanın bu sistemi kullanarak yanlış yola sapma ihtimali yoktur. Ülkemizde artık milletin değerleriyle, tarihiyle, kültürüyle kavgalı hiç kimsenin ülkenin başına bela olma ihtimali de kalmamıştır.
Bu sistemde hiçbir etnik grubun, hiçbir inanç grubunun, hiçbir yaşam biçiminin ortadan kaldırılması, tehdit altında olması mümkün değildir. Çünkü yeni dönemde devletin sahibi şu veya bu kurum değil, bizatihi milletin ta kendisidir. Millet doğrudan denetimi altında tuttuğu Meclisi ve cumhurbaşkanı aracılığıyla demokrasisine de, istiklaline de, istikbaline de sahip çıkma imkânına kavuşuyor.
Bu düzenleme aceleye getirilmiş değil, bilakis geç kalmış, hem de çok kalmış bir reformdur. Keşke bu sisteme, darbelere, darbe teşebbüslerine, vesayet güçlerinin tahakkümüne, krizlere maruz kalmadan geçmiş olsaydık.
Diyorlar ki, ‘Ama gensoruyu kaldırıyorsunuz.’ Gensoru kalsın da devlet çalışamaz hale mi gelsin? Türkiye’de gensoru mekanizması bir denetim mekanizması olarak kullanılmamıştır. Sevgili kardeşlerim, gensoru mekanizması hükümeti işlemez hale getirmek için, devleti çalışamaz hale getirmek için kullanılmıştır. Sen biliyorsun ki, verdiğiniz bu gensoru geçmeyecek, adam kalkıyor yine gensoru veriyor. Günlerce geliyorsun onu tartışıyorsun; yazıktır, günahtır. Parlamentoyu bu hale getirdiler. Biz sınıf atlamak istedik, biz Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmak istedik. Geç de olsa işte bu fırsatı yakaladık.
Güçlü Türkiye için, büyük Türkiye için, istiklalimiz ve istikbalimiz için, anayasa değişikliğine, cumhurbaşkanlığı hükümeti sistemine, muhtar kardeşlerime soruyorum, evet diyor muyuz? Rabbim sizlerden ve milletimizden razı olsun.
Bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, bu gazi mekanı teşrifleriniz için her birinize ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki kardeşlerime en kalbi muhabbetlerimi, selamlarımı iletmenizi rica ediyorum. Sandıklara, seçmen kütüklerine lütfen sahip olun diyorum. Sağ olun, var olun, çok teşekkür ediyorum.