33. Muhtarlar Toplantısında Yaptıkları Konuşma

04.01.2017

Çok değerli muhtarlarımız,

Kıymetli kardeşlerim;

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine, bu gazi mekâna hoş geldiniz.

Muhtarlar Toplantımızın 33’üncüsünde, 2017 yılının ilk buluşmasında sizlerle birlikteyiz. Bugün de Adıyaman, Balıkesir, Bolu, Çankırı, Çorum, Düzce, Elazığ, Hatay, Isparta, Kayseri, Kırklareli, Ordu, Osmaniye, Samsun ve Şanlıurfa illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı Külliyemizde misafir ediyoruz.

Yeni yıla yeni umutlarla girmenin heyecanı içindeyken, maalesef terör bir kez daha en kalleş, en alçak, en sinsi yöntemleriyle ülkemizi hedef aldı. 2017’nin henüz ilk saatlerinde İstanbul-Ortaköy’deki bir eğlence mekanını basan terörist, aralarında yabancı misafirlerimizin de bulunduğu 39 kişiyi katletti, 71 kişiyi yaraladı. Bu vesileyle bir kez daha Ortaköy saldırısında hayatını kaybedenleri teessür ve saygıyla yâd ediyor, yaralılara Allah’tan acil şifalar diliyorum.

Kardeşlerim;

Türkiye ve Türk milleti terör örgütleri üzerinden adeta ateşle imtihana tabi tutuluyor. Tarihimiz boyunca defalarca maruz kaldığımız bu imtihanın günümüzdeki versiyonu farklı terör örgütlerinin aynı amaç için kullanıldığı asimetrik bir saldırı şeklinde karşımıza çıkmıştır. Allah’ın izni ve milletimizin desteğiyle bu saldırılarla başa çıkabilecek güce ve kararlılığa sahibiz, bunda hiç şüphe yok.

Her mücadele gibi bu asimetrik saldırılarda maalesef kayıplarımız oluyor. Toprağa düşen her can kor bir ateş gibi yüreğimizi yakıyor. Biliyorum ki milletimizin öfkesi büyüktür. İnanın bana bizler de yaşananlar karşısında en az sizler kadar öfkeliyiz, en az sizler kadar yaralıyız. Ama şu gerçeği de biliyoruz: Bu saldırıların asıl amacı; bizim muvazenemizi bozmaktır. Duygularımızı aklımızın önüne geçirmektir, bizi birbirimize düşürmektir. Toplumumuz içinde var olan o fay hatlarını derinleştirme ve kırma amacı güdenler her fırsatı değerlendirmekten, her yöntemi kullanmaktan çekinmiyor. İşte bu oyuna gelmeyeceğiz. Gerekirse ‘kan kusup kızılcık şerbeti içtik’ deme pahasına dik duracağız, soğukkanlılığımızı her daim muhafaza edeceğiz. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız.

Esasen Türkiye’nin büyüklüğü karşısında, Türk milletinin gücü karşısında maruz kaldığımız terör saldırıları yüreğimize düşürdükleri acı bir yana, ‘yel kayadan ne götürür’ mesabesinde hadiselerdir. Bakınız 1900’lerin başında Osmanlı nüfusu 15 milyonu Müslüman, 5 milyonu diğer inançlardan olmak üzere yaklaşık 20 milyondu. Biz sadece Balkanlar’dan çekilirken, en az 2 milyonun üzerinde kayıp vermiş bir milletiz. Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki kayıplarımız da yine milyonlarla ölçülüyor. Mübadeleler ve diğer nüfus hareketlerinin ardından Cumhuriyetimizi kurduktan sonraki ilk nüfus sayımını yaptığımız 1920’de yaklaşık 13,5 milyon nüfusumuzun bulunduğunu görüyoruz.

Böylesine büyük acılarla yoğurularak bugüne gelen bir millet için 3-5 terör örgütü kullanılarak gerçekleştirilen saldırılar can yakıcı olsa da teslimiyet gerekçesi asla olamaz. Tam tersine tıpkı Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi en zor şartlar altında dahi mücadeleye yeniden başlayacak ve zafere ulaşacak gücümüz her zaman vardır, ben buna inanıyorum. Ne diyor Köroğlu? “Mert dayanır namert kaçar, /Meydan gümbür gümbürlenir. Şahlar şahı divan açar, / Divan gümbür gümbürlenir.” Evet, kaçmak namertlerin işidir, bizim milletimiz her zaman mert olmuştur, her zaman meydanları gümbür gümbür inletmiştir.

Değerli kardeşlerim;

Zaman zaman ifade ettiğim gibi, bugün Türkiye yeni bir istiklal mücadelesi içindedir. Bu mücadeleyi kazanırsak, 2023 hedeflerimize de ulaşacağız, 2053 ve 2071 vizyonlarımızı da şekillendireceğiz. Kaybedersek, 100 yıl önce başarılamayan -buranın altını çiziyorum- bir Sevr tezgahı yeniden önümüze getirilecek. Tüm vatandaşlarımızın sorumluluk sahibi herkesin bu bilinçle meseleye yaklaşması, üslubunu, tavrını, sözünü ona göre belirlemesi gerekiyor. Bulundukları makamın gerektirdiği mesuliyetten tamamıyla uzaklaşarak bu mesuliyetten uzak tavırlar ve ifadeler içinde olanların hezeyanları milletimizle birlikte elbette bizi de üzüyor.

Çok açık konuşuyorum; ‘Türkiye teröre teslim oldu’ demek, teröristle, terör örgütleriyle aynı safta yer almaktır. Çünkü terör örgütlerinin tüm amacı birilerine işte bu sözü söyletmektir. Bu sözü ifade eden kişi siyaset yapmıyordur. Sadece kendi ülkesinin karşısında oluşturulan şer ittifakının değirmenine de su taşımış oluyor. Türkiye’nin kendi güvenliği için bölgesinde yürüttüğü mücadeleyi ‘başka devletlerin iç işlerine karışmak’ olarak gören bir kafa, olup bitenlerden hiçbir şey anlamıyor demektir. DEAŞ’a karşı en etkili mücadeleyi veren bir ülkeyi hala ‘bu alçak örgüte destek sağlıyor’ imasıyla suçlamak, tam da terör örgütleri üzerinden Türkiye’ye saldıranların istedikleri türden bir söylemdir. Üstelik bu zihniyet, sadece ülkesine iftira atmakla kalmıyor, milletin arasına fitne sokmak için de her türlü yola başvuruyor.

Türkiye’de etnik kimlik ve inanç üzerinden siyaset yapılmasına benim kadar karşı çıkan başka birisi daha var mıdır bilemiyorum. Tüm siyasi hayatım bu mücadeleyle geçmiştir. Ülkemizde yıllarca Kürt sorunu kavramını istismar edenlerin dertlerinin, Kürt kardeşlerim olmadığı çukur eylemleriyle ortaya çıkmıştır. Daha 2005’te bu ifadeleri tam aksini o zamanlarda da kullandım. Çünkü bunların Kürt kardeşlerimin sorunlarıyla bir ilgisi, alakası yoktu. Bunlar hep bu işi istismar ettiler. Dürüst davranmadılar, hep yalan söylediler. Ama şimdi gerçekler ortaya çıkıyor. Mezhepçilik üzerinden kendilerine alan açmaya çalışanların dertlerinin de aslında bu vatandaşlarımız olmadığı her cinayetle, kurulan her yeni ittifakla o da ortaya çıkıyor.

Her konuda olduğu gibi bu meselede de yanlış yapan varsa, hesabını güvenlik ve adalet kurumlarına verir, zaten veriyor da. Bölücü örgüte, dinimizi istismar eden FETÖ gibi, DEAŞ gibi örgütlere fiili, yazılı, sözlü destek verenlere ne yapılıyorsa, mezhep ayrımcılığı veya hayat tarzı üzerinden milletimizin bir kesimini istiskal etmeye çalışanlara da aynı muamele yapılacaktır, bu böyle bilinmeli.

DEAŞ’ın Gaziantep’te bir kına töreninde yaptığı ve yarıdan fazlası çocuk, 56 masum vatandaşımızı katlettiği canlı bomba saldırısı ile her yönüyle profesyonel bir eylem olduğu görülen Ortaköy saldırısı arasında Allah aşkına ne fark var? Şu anda Ortaköy’le ilgili bu kadar fevvaren edenler, bu kadar farklı şekilde yazanlar, söylemde bulunanlar, acaba Gaziantep’teki o 56 kişiyle ilgili ne yazdılar, ne söylediler, ne konuştular soruyorum? O da bir büyük vahşet, büyük katliam değil miydi? Orada niye sustunuz, orada niye konuşmadınız?

Kardeşlerim;

İşte bizim farklılığımız burası, bizim Gaziantep’teki olay da canımızı yakar, Ortaköy’deki olay da, Beşiktaş’taki olay da, Kayseri’deki olay da canımızı yakar, çünkü biz sorumluluğumuzun dört dörtlük farkındayız. Bunların hepsi de terör eylemidir. Mesela Gaziantep saldırısına gösterilmeyen bu türden tepkiler ve yapılmayan değerlendirmeler Ortaköy saldırısına yapılınca, oraya soru işaretini koymamız gerekiyor. Hemen bunu yaşam biçimleri vesaireye, kaydırmanın hiçbir anlamı yok. Bunlar tamamıyla ülkemizi veya ülkemizdeki siyasi iradeyi bir kenara öteleme, ülkemizi bölme operasyonundan başka bir şey de değildir veya zihin karıştırmadan başka bir şey değildir.

Saldırgan o gece orada değil de ertesi gün mesela bir pazar yerinde aynı eylemi yapsa, aynı sayıda insanı katletse, yine benzer tavırlar sergilenecek miydi acaba? Buradaki amacın Ortaköy’de ölenlerin hakkını korumak, onların yasını tutmak değil, olaya atfedilen değerler üzerinden bir çatlak oluşturup toplumu kutuplaştırmak olduğu çok açıktır. Bu gerçeği görmek için aynı çevrelerin her iki olayla ilgili ifadelerini yan yana koyup öyle zannediyorum ki buna bakmak, bu şeklide herhalde kafidir.

En iğrenç istismar, Ortaköy saldırısında olduğu gibi ölü bedenler üzerinden yapılmaya çalışılan istismardır. Bir kez daha söylüyorum, Türkiye’de kimsenin hayat biçimi sistematik bir tehdit altında değildir, buna asla müsaade etmeyiz. Buna 14 yıllık iktidarımız döneminde fırsat vermedik, aksini iddia eden varsa somut örnekleriyle bunu ortaya koymak mecburiyetindedir.

Ben daha yakın zamanda, 6-8 Ekim olayları sırasında sadece ve sadece sakalından, kıyafetinden dolayı sokaklarda dövülen, hatta hayatını kaybeden insanlara dair örnekler verebilirim. Yine halen kıyafetleri yüzünden aşağılanmaya maruz kalmış kızlarımıza, kadınlarımıza dair örnekler verebilirim. Hayat tarzı hassasiyetiyle hareket edenlerin bu yöndeki iddiaları zaten medyada çarşaf çarşaf günlerce işleniyor. Şayet olay gerçekse faili kısa sürede tespit edilip en ağır şekilde de cezalandırılıyor, bize göre de böyle olmalıdır. 79 milyon vatandaşımızın tamamının Cumhurbaşkanı olarak, herkesin hakkını, hukukunu, özgürlük alanını korumak benim görevimdir.

Değerli kardeşlerim;

Bu kardeşiniz İstanbul’da 4,5 yıl Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı, 2003 yılının Mart ayından 2014 yılı Ağustos ayına kadar da 11 yılı aşkın kesintisiz Başbakanlık görevini yürüttüm. 2,5 yıldır da Cumhurbaşkanı olarak ülkeme hizmet veriyorum. Görev verdiniz, ben de görevimin gereğini yerine getiriyorum. Buradan siz kıymetli muhtarlarıma ve sizlerin şahsında milletime soruyorum; yaptığım her işin, attığım her adımın, ağzımdan çıkan her sözün kamuoyunun gözü önünde cereyan ettiği bu sorumluluk dönemimde hayat tarzı baskısı altında kalan acaba tek bir kişi var mıdır? Ben bunu hepinize sormak isterim. Yani acaba bu ülkede ‘ben şu şekilde yaşamak istiyordum da yaşayamadım’ veya ‘şöyle giyinmek istiyordum da giyinemedim’ diyen var mı?

Bütün bunlar ortadayken bakıyorsunuz birileri sosyal medyayı kullanıyor, birileri Facebook’tan, birileri bakıyorsunuz gazetelerinde, köşelerinde vesaire, hala utanmadan, sıkılmadan bunları yazabiliyorlar. Bu yalanı, bu iftirayı, bu istismarı yapanların kendileri en başta olmak üzere kimin yediğine, içtiğine, giydiğine, gezdiğine, aldığına, sattığına karışılmıştır, soruyorum?

Herkes gibi ben de tasvip etmediğim görüntüleri, ifadeleri eleştirmişimdir, bunları da bireysel ifade özgürlüğümün sınırları dahilinde söylemişimdir; ama asla temsil ettiğim kamu gücünü kullanarak kimsenin hayat tarzına müdahale sayılabilecek bir yola başvurmadım, bu yönde bir uygulamaya asla tevessül etmedim. Kurucusu olduğum siyasi partinin de hiçbir zaman bu yönde bir girişimi, adımı olmamıştır. Zira 14 yıl önce bu yola bu kararlılıkla çıktık, bu anlayışla çıktık ve bu anlayışla da bu süreç devam ediyor. Bugün de Cumhurbaşkanı olarak böyle bir yola başvurduğuma dair en küçük bir örnek gösterilemez.

Hayatı Türkiye’yi bir kesimin diğerleri üzerinde tahakküm kurduğu bir ülke haline getirmek isteyenlere karşı mücadeleyle geçmiş şahsımdan, özellikle bunu söylüyorum, farklı bir davranış bekleyenler, açık söylüyorum, daha çok beklerler. Çünkü biliyorum ki, dünyadaki ve ülkemizdeki herkesin aynı hayat biçimine sahip olma mecburiyeti yoktur. Bununla birlikte, hayat biçimlerine saygı anlayışı tek yönlü değildir, karşılıklıdır. Ezan okunmasına tahammül edemeyenlerin müezzinin üzerine yürümesi ne kadar yanlışsa, namaz kılmayana karşı zor kullanılması da aynı derecede yanlıştır. Geçmişte örtülü olduğu için okullara alınmayan kız çocuklarımıza yapılanlara nasıl rıza göstermemişsek, bugün aksi yönde bir davranış sergilenmesi halinde aynı tavrı ortaya koyarız. Çoğunluğun azınlığa tahakkümüne karşı olduğumuz gibi, azınlığın çoğunluğa tahakküm etmesine de karşı olduğumuzu açıkça ifade etmek isterim. Ama tüm bu hassasiyetleri birlikte ve herkes için göstermeliyiz. Her birimiz kendi mahallemizi savunurken, diğer tarafta olanlara ‘oh olsun’ mantığıyla yaklaşırsak, arzu ettiğimiz toplumsal huzur ve barışı tesis edemeyiz.

Bu toprakların ve üzerinde yaşayanların yıllardır ayakta kalabilmesinin sırrı, tüm farklılıklarının üzerinde ortak bir vatan ve millet bilinci inşa edebilmesi, müşterek bir gelecek tasavvuru oluşturulabilmesidir. Bu birikime saldıran herkes milletimizden hak ettiği dersi almıştır, almaya da devam edecektir. Milletimizin varlığına ve birliğine yönelik saldırıların hesabını sormak da bizim en başta gelen görevimizdir. Hiçbir sıfat, hiçbir konum bu hesabın sorulmasına mani değildir. Daha da ötesi, bu ülke ve bu devlet, hem ekmeğini yiyip, hem de kendisine ihanet edenleri sırtında taşımak mecburiyetinde bırakılamaz. Biz milletimizle birlikte yürüttüğümüz istiklal ve istikbal mücadelemizi bu tescilli ‘Ali Kemal’lere rağmen zafere ulaştıracağız, hiç merak etmeyin.

Vatandaşlarımdan şu gerçeği de unutmamalarını istiyorum: Türkiye bir hukuk devletidir, ülkemizde hesap sormayı yaptırıma dönüştürebilecek tek merci de hukuktur, devletin ilgili kurumlarıdır. Kimsenin sokağa çıkıp da bu işi kendi başına yapma hakkı ve salahiyeti yoktur. Tüm kesimleri bu konuda dikkatli olmaya, hukuka riayet etmeye davet ediyorum.

Türkiye’nin hayat biçimi yüzünden en çok saldırıya maruz kalmış siyasetçisi herhalde bu kardeşinizdir. Hakkımda demediklerini bırakmadılar, yetinmediler eşime, çocuklarıma saldırdılar. Benim gibi Karadeniz kökenli, Kasımpaşa’da yetişme, her türlü mücadelede aktif rol almış birisi bile bu durum karşısında yasal haklarımı kullanmanın dışında bir yola başvurmadım. Bazı şeyleri elle düzeltmek mümkün değilse dilimizle, eğer bu da mümkün değilse kalbimizle buğz ederek mücadelemizi yürüteceğiz. Dikkat ederseniz, burada meşru olmayan yöntemleri kullanmak, hele hele şiddete başvurmak kesinlikle yoktur. Ülkemizde kimlerin şiddete başvurduğunu görüyoruz değil mi? İşte bölücü terör örgütü, PKK, FETÖ, DHKP-C, bunların neler yaptığını görüyoruz ve bunların siyasi uzantıları şiddetle belli bir yere gelebildiler. Eğer bu şiddet olmamış olsaydı, belki de oralara bunlar gelemeyecekti.

Kardeşlerim;

Her ne kadar ilk saatlerine üzüntülü başlamış olsak da, 2017 yılı ile ilgili ümitlerimizi, beklentilerimizi güçlü bir şekilde muhafaza ediyoruz. Terörle mücadelede tarihimizin en büyük başarılarını elde ettik, ediyoruz. Bölücü terör örgütünden DEAŞ’a, FETÖ’den diğerlerine kadar tüm terör örgütleri bir yandan devletimizin, diğer yandan milletimizin kuşatması altındadır.

Suriye’de El-Bab operasyonunu inşallah kısa sürede bitirilecek şekilde yeni bir tertiplenmeye gidildi, inşallah bu çok yakın bir zamanda hallolacak. Ardından Münbiç başta olmak üzere terör örgütlerinin yuvalandığı diğer bölgeleri de temizlemekte kararlıyız. Rusya’yla birlikte yürüttüğümüz Suriye’de kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve ardından anlaşmazlıklara görüşmeler yoluyla siyasi çözüm aranması çalışmalarında umut verici gelişmeler var. Bu sürecin başarıyla neticelenip Suriyeli kardeşlerimizin yaşadıkları acıların ve uğradıkları mağduriyetlerin bir an önce sona ermesi en büyük temennimizdir.

Irak’ta mezhep çatışması çıkartmaya yönelik her adımı yakından takip ediyoruz. İnşallah Cuma günü Başbakanımızın da bakanlarımızla Irak seyahati olacak ve Irak’la uzun zamandır kesintiye uğramış olan bu diplomatik ilişkilerimizi çok daha iyi bir noktaya yeniden taşıyacağız. Gerekirse bölgedeki gücümüzü daha da arttırarak bu tür felaketlerin ortaya çıkmasını önleyecek her türlü adımı atacağız. 2017 yılı içinde tüm bu meselelerinin önemli ölçüde çözüm yoluna gireceğini düşünüyoruz. Bölge halkının özellikle son gelişmeler ışığında oynanan oyunu gördüğüne inanıyorum.

Diğer taraftan, ülkemizin en az terör meselesi kadar önemli bir diğer önceliği de malumunuz ekonomidir. 2013 yılından beri arka arkaya yaşadığımız hadiseler, olaylar, saldırılar sebebiyle ekonomimizin dinamiklerinde bir yorgunluk ortaya çıktığı açıkça görülüyor. Ekonominin can damarı istikrar ve güven ortamıdır. Türkiye’nin istikrarına ve güvenliğine yönelik saldırıların öncelikli hedeflerinden biri de ekonomimizin o düzgün giden ritmini bozmak, çarkları durdurmak ve hatta kırmaktır. Şu ana kadar genel bir durgunluğun ve yorgunluğun ötesinde kalıcı hasar hamdolsun almadık. İhracatımız bu yıl itibarıyla yeniden toparlanmaya başlandı, dış ticaret açığımız giderek kapanıyor. Gerilemenin durduğu göstergelerdeki okların yeniden yükselişe işaret ettiği bir döneme girdik. Turizm, yaşanan olaylardan en çok etkilenen bir başka alandır. Sektörde önce Rusya, sonra terör olaylarıyla Avrupa tarafında ortaya çıkan kayıpların yakında sona ereceğini, bu sezondan itibaren yeniden yükselişin başlayacağını düşünüyorum.

Döviz kurundaki artışın ithal hammaddeye dayalı üretim yapan iş yerlerimizi sıkıntıya soktuğu bir gerçektir. Bu sıkıntı zincirleme olarak tüm piyasayı etkiliyor. Döviz kuru üzerindeki spekülasyonların amacı da zaten budur. Kur seviyesinin geldiği yer, ekonominin gerçeklerine uygun değildir. Bu tabii olmayan yüksek kur birilerine kazandırırken, birilerine de kaybettiriyor.

Vatandaşlarımdan ricam, daha önce bazı ricalarım oldu ve vatandaşlarım gerçekten bu işi sahiplendiler, yastıklarının altında varsa bunu Türk Lirasına çevirin dedik, sağ olsun yüklendiler, Türk Lirasına çevirdiler. Ve kaybedenler tarafında benim vatandaşım yer almamalıdır diyorum. İçinden geçtiğimiz günler döviz alınacak değil, döviz satılacak günlerdir, bunu özellikle söylemek istiyorum.

Kardeşlerim;

Hiçbir kriz sürdürülebilir değildir, ülkemize yönelik saldırılar da aynı şekilde ilanihaye devam edecek değildir. Bunun bize olduğu kadar, bu saldırıları yönlendirenlere de giderek artan bir maliyeti vardır. Hem terörün yayılma eğilimi, hem de ekonomik yönüyle ortaya çıkan bu maliyeti hiçbir gücün uzun süre göze alamayacağına inanıyorum. Bizim dayanma gücümüzü bir süredir sınadılar, sınıyorlar. Mücadele gücümüzün ve inancımızın çok yüksek olduğunu, birlik ve beraberliğimizin kolay kolay bozulamayacağını gördüler. Ben milletimle iftihar ediyorum, çünkü bu birlik, bu beraberlik onların bütün hesaplarını bozdu. Ama ben onlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, onlarda bu tür birlik, beraberlik söz konusu değil. Özellikle Batı ülkelerinin en küçük bir terör eylemi veya ekonomik kriz karşısında nasıl büyük panik yaşadıklarının gayet iyi farkındayız.

Onun için tüm yatırımcılarımızdan, iş adamlarımdan, esnaflarımızdan, sanatkarlarımızdan, vatandaşlarımızdan şunu rica ediyorum: Lütfen elinizdeki tüm imkanları harekete geçirin, üretin, alın, satın, istihdam edin, yatırım yapın, piyasayı hareketlendirin.

Şimdi burada hemen tekrar finans sektörüne de geçiyorum, başta kamu bankaları olmak üzere, lütfen faiz oranlarını düşürün. Faiz oranlarını düşürün ki yatırımcı, girişimci çok daha rahat bir şekilde yatırımını yapabilsin. Çünkü yatırım olursa üretim olacak, üretim olursa bu sıkıntılı süreç başarıyla atlatılacaktır. Çok kazanacaktın, biraz az kazan. Zaten kendi paranla kazanmıyorsun ki, bütün vatandaşın sana gelip yatırdığı parayla kazanıyorsun. 10 kazanma 5 kazan ve yatırımcı da bu şekilde yatırımlarına devam etsin, genişlesin ve istihdam sağlasın.

Ekonomideki dar boğazın içinde en önemli sıkıntılardan bir tanesi de; Allah göstermesin, istihdamdaki, işsizlikteki sıkıntı olacaktır. Biz bu işsizliğe de fırsat vermemeliyiz. Yani bu oranın süratle bir defa tek haneli rakama düşmesi lazım, bunu başarmamız gerekiyor. Ve bu aralar yine başta kamu bankalarımız olmak üzere, tabii bir numara Merkez Bankası olmak üzere bu çalışmayı süratle yaparak bunu aşağıya çekmemiz gerekiyor.

Ve şunu da söyleyeyim: Türkiye’nin şu andaki sorunu paranın yokluğu değildir, paranın stabil hale geçmiş olmasıdır. Herkes birden alacağını tahsil etme, borcunu öteleme gayretine girdiğinde işin içinden hiç kimse çıkamaz. Herkes elindeki parayı piyasaya sürdüğü zaman bu sorun kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Hiç kimse ‘önümü göremiyorum’ deme lüksüne sahip değildir. Herkes bir arkasındakinin önünü açarak, bu fedakarlığı yaparak, bu riski alarak ilk adımı atmalıdır. Kimse bu ilk adımı atmadığında, herkes yerinde sabit kaldığında işte şu anda olduğu gibi varlık içinde yokluk çekmeye mahkum oluruz.

Bunun için diyorum ki; gelin ülkemiz için, vatanımız için, milletimiz için hep birlikte harekete geçelim. İşimizi ve işimize dört elle şöyle kucaklayalım, sarılalım. Yapacağımız yatırım varsa hemen yapın, Bismillah deyip işe koyulalım. Üretimimizi azaltmışsak, stoklarımızı bitirmişsek, hemen yarın yeniden makineleri, tezgahları tam kapasite çalıştırmaya başlayalım. İptal ettiğimiz, iade ettiğimiz siparişlerimiz varsa, tedarikçilerimizle, müşterilerimizle temasa geçip derhal talebimizi yenileyelim. İçeride ve dışarıda yeni pazarlar bulmak için hemen çalışmaya başlayalım. Bunları yaptığımızda 2017’nin gerçekten çok parlak bir yıl haline dönüştüğünü göreceğiz. Buna hepimizin ihtiyacı var. Devlet olarak iş dünyamızın finanstan vergiye, istihdamdan ihracata kadar her alanda yanındayız, yanında olmayı da sürdüreceğiz.

Muhtarlarımız olarak sizlerden bu mesajlarımızı milletimize ulaştırmanızı, herkesi bu yönde teşvik etmenizi özellikle rica ediyorum. Bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesini, bu gazi mekanı teşrifleriniz için her birinize şahsım milletim adına ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki kardeşlerime en kalbi muhabbetlerimi, selamlarımı iletmenizi rica ediyorum.