32. Muhtarlar Toplantısında Yaptıkları Konuşma

14.12.2016

Çok değerli muhtarlarımız,

Kıymetli kardeşlerim;

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine, bu gazi mekana hoş geldiniz.

Muhtarlar Toplantımızın 32’ncisinde sizlerle birlikteyiz. Bugün de Adana, Bilecik, Burdur, Bursa, Giresun, İzmir, Karabük, Kastamonu, Kırıkkale, Mersin, Sivas, Tekirdağ, Trabzon, Yozgat ve Zonguldak illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı burada misafir ediyoruz.

Muhtarlarımızla olan her buluşmamızı adeta bir bayramlaşma, bir düğün, bir toy havasında geçirmek istiyoruz. Ama maalesef yaşadığımız günler buna pek de izin vermiyor. Yüreğimizin hüzünlü, gönlümüzün buruk, kalbimizin yaralı, öfkemizin had safhada olduğu şu günlerde sizinle dertleşmek istiyorum. ‘Sevinçler malum paylaştıkça çoğalır, acılar paylaştıkça azalır’; böyle derler büyüklerimiz. Bizim acılarımız öylesine çoğaldı ki artık paylaşmanın ötesinde birtakım adımlar atmak durumundayız.

Geçtiğimiz Cumartesi gecesi Dolmabahçe’de polislerimize ve vatandaşlarımıza yönelik biri araçta, diğeri yaya olarak iki canlı bomba saldırısına maruz kaldık. Bu saldırı sonucu 37’si polis, 7’si sivil 44 şehidimiz, yine çoğunluğu polis 238 gazimiz var. Sadece 20 Temmuz 2015 tarihinde o günden bugüne PKK ile mücadelede verdiğimiz şehit sayısı 843’ü güvenlik görevlisi, 335’i sivil vatandaş olmak üzere 1178’dir. DEAŞ saldırılarında güvenlik görevlisi ve sivil olarak bugüne kadar verdiğimiz kayıp sayısı 300’e yakındır. 15 Temmuz darbe girişiminde FETÖ ihanet çetesi tarafından şehit edilenlerin sayısı 248’dir, 2193 de gazimiz vardır. Fırat Kalkanı Harekatında 17 şehidimiz var. Tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, gazilerimize şükranlarımızı sunuyor, yaralılarımıza da acil şifalar temenni ediyorum.

Ne diyor şairimiz: “Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... / O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar, / Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, / Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!” Rüku dışında eğilmeyen o başları, hilal uğruna batan o güneşleri, yüreğimize gömdüğümüz o kahramanları en derin saygılarımızla yad ediyoruz.

Biz bu kayıplara uğrarken elbette terör örgütlerine de çok büyük zayiatlar verdirdik.  PKK’ya yönelik yurt içi ve yurt dışı operasyonlarda ölü, yaralı, yakalama olarak örgütün kaybı 9500’ü buldu. Bunların arasında örgütün eli kanlı birçok elebaşı da yer alıyor. Aynı şekilde bölücü örgütün yapılanmasına yönelik operasyonlarda 40 bini aşkın gözaltı, 10500’ün üzerinde de tutuklama var. Fırat Kalkanı Operasyonunda ve Irak’ta DEAŞ ve PYD kayıplarının sayısı 1800’e yakındır. FETÖ’ye yönelik operasyonlardaki tutuklu sayısı 40 bini geçti.

Öte yandan biliyoruz ki bunların hepsi birer piyondur. Hiçbir şehidimizin kanını yerde bırakmadık, bırakmayacağız; bunun böyle bilinmesini özellikle istiyorum. Hiçbir ihaneti cezasız bırakmadık, bırakmayacağız. Çünkü zalime merhamet, mazluma ihanettir. Bütün bunlarla beraber meselenin gerisinde asıl oyunu da gözden kaçırmıyoruz ve kaçırmayacağız.

Değerli kardeşlerim;

Ülkemiz bir ateş çemberinden geçiyor. Hiç şüphesiz gelecekte bu yaşadığımız günlerin muhasebesi daha iyi yapılacak, önemi daha net anlaşılacaktır. Sadece şu kadarını söyleyeyim: Yaşadığımız dönem en az İstiklal Harbi kadar önemlidir, kritiktir, hayati sonuçlar doğuracak ehemmiyettedir. 1. Dünya Savaşı’nın ardından dönemin güçleri Türkiye’yi İç Anadolu’da sıkıştırarak Sevr’de tasarladıkları bir avuç toprağa mahkum etmek istiyorlardı. Aynen bugün Halep’te olduğu gibi... Doğu Halep’te yaptıkları da bu değil mi, aynen bu. İstiklal Harbimiz, milletimizin işte bu senaryoya verdiği cevaptır. Dönemin şartları içinde bu mücadeleyi başarıya ulaştırmış olmamız, sonrasındaki tüm eksikliklere rağmen gerçekten çok önemlidir.

Milletimiz aldığı bu nefes sayesinde yaklaşık 1 asır sonra yönünü yeniden geleceğe çevirme imkânı bulmuştur. Bugün de hem bölgemiz, hem de ülkemiz üzerinde çok sinsi, çok alçak, çok kanlı oyunlar oynanıyor. ‘Üst akıl’ dediğim şey, her gün yeni şeytanlıklarla karşımıza çıkıyor. Bölgemize yeni nifak tohumları ekmeye çalışıyor. Kanlı gözyaşıyla iç savaşta mezhep savaşlarıyla bölgemizin geleceğini karartmaya çalışıyor.

Elbette şu gerçeğin farkındayız. Bu bir güç savaşıdır, bu bir güç yarışıdır.  Ama bizim milletimizin güzel bir sözü var. Bizim insanımız, ‘zor, oyunu bozar’ der. Evet, İstiklal Harbimizde, daha öncesinde Çanakkale’de millet olarak en büyük gücümüz olan imanımızla, inancımızla ‘zor’u göstererek oynanan oyunu bozduk. Her ne kadar Misakı Milli hedeflerimizin tamamına ulaşamamış olsak da, Sevr’i paçavraya çevirmeyi başardık. Bugün de adı konulmamış bir Sevr tehdidiyle karşı karşıyayız. Geçtiğimiz üç yıldır yaşadığımız hemen her hadise bu oyunun bir parçasıdır, bir sahnesidir.

Gezi’de sokaklarda başaramadıklarını Emniyet, yargı darbesiyle elde etmek istediler. Orada neticeye ulaşamayınca seçimlere umut bağladılar. O da olmayınca bölücü terör örgütünün çukur eylemleriyle, orada da netice elde edemeyince, en nihayet darbeyle sonuca ulaşmaya çalıştılar. Bazıları sanıyor ki tüm bu saldırıların hedefi bizim şahsımızdır, hükümetimizdir, partimizdir. Kesinlikle öyle değil, mesele bundan ibaret değil. Ortada daha büyük bir oyun var. Saldırıya uğrayan bizim şahsımızda somutlaştırdıkları büyük Türkiye, yeni Türkiye, özgür ve müreffeh Türkiye mücadelesidir, buna saldırıyorlar. Şayet geçtiğimiz 14 yılda ekonomide ve demokraside kat ettiğimiz mesafe olmasaydı, bu saldırılara karşı böylesine güçlü bir mücadele veremezdik.

Elbette yitirdiğimiz her canla yüreğimiz parçalanıyor. Bununla beraber şu tarihi gerçeği de asla unutmuyoruz: Hep söylüyoruz ya, “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” Biz bin yıl önce bu toprakları kendimize vatan yapmaya karar verdiğimizden beri bunun, bu iradenin bedelini ödüyoruz.

Kardeşlerim;

İşte bunun için her fırsatta bir şey söylüyorum. Nedir o? Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet; bunu kendimizi şiar edineceğiz. 80 milyon biz tek milletiz ve bizim tek bayrağımız var. Kimse bize o paçavraları bayrak diye yutturmasın. Bunları asla kabul etmek söz konusu değildir. Ve 780 bin kilometrekareyle bizim tek vatanımız var. Ve bu vatanda kimse de operasyon düşünmesin, bedelini ağır öderler ve ağır ödüyorlar. Ve tek devlet, bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka devletimiz yok, bu da böyle bilinmeli.

Değerli kardeşlerim;

Eğer bu dört temel direği sağlam tutamazsak, emin olun gök kubbeyi başımıza yıkarlar. Eğer bunların herhangi birinden taviz verirsek, bizi buralarda 1 gün bile yaşatmazlar.

Ey muhtar kardeşlerim;

Size ve sizin şahsınızda bu ülkenin 80 milyon vatandaşının her bir ferdine soruyorum: Bizim bu topraklardan başka gidecek vatanımız var mı? Şahsen benim yok, kimsenin de olduğunu sanmıyorum. Arif Nihat Asya öyle diyor: “Ey şimdi süzgün rüzgârlarda dalgalı / Barışın güvencini, savaşın kartalı / Yüksek yerlerde açan çiçeğim, / Senin altında doğdum, senin dibinde öleceğim.”

Biz de işte bu bayrağın altında doğduk, inşallah onun dibinde öleceğiz. Bizi bayrağımızdan, ezanımızdan, vatanımızdan, devletimizden etmek isteyenlere canımız pahasına geçit vermeyeceğiz. Milletimizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine kastedenin başını ezmezsek bekamızı sağlayamayız. Bayrağımızı indirmeye kalkanın kolunu, kanadını kırmazsak şehitlerimize mahcup oluruz. Vatanımızın tek bir karşı toprağına dahi göz dikenin gözünü çıkarmak bizim namus borcumuzdur, bunu da böyle bilelim.

Öyle tweetlerle-mivitlerle bizlere yollama yapanlar, bilsinler ki bunun bedelini her an ödeyeceklerdir. Devletimizi yıkmaya çalışanları ezip geçmek, Cumhurbaşkanlığı forsunda temsil edilen 2200 yıllık devlet geçmişimizin bize yüklediği tarihi bir mesuliyettir. Şayet bunları yapmazsak, başımıza neler geleceğini görmek için şöyle bir kafamızı kaldırıp çevremize bakmamız yeterlidir.

Ülkemizi viraneye çevirmek isteyenlere izin vermeyeceğiz. Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, daha pek çok yerde bunu yaptılar, ama bize yapamayacaklar. Yıkıntıların arasında kucağımızda çocuklarımızın, sevdiklerimizin cansız bedenleriyle çaresizce ağlamamızı bekleyenlere o günleri göstermeyeceğiz, bu da böyle biline. İşte en son Halep’te bunu yaptılar, hala yapıyorlar, ama inşallah bizim hiçbir şehrimizde bunu başaramayacaklar. Başarmaya çalıştılar, ama yer ile yeksan oldular. Ülkemizi terk etmek zorunda kalıp Akdeniz’in karanlık sularında boğulmayacağız. Avrupa’da veya başka bir yerde kapıları yüzümüze kapanan sınır boylarında insanlık dışı muamelelere maruz kalan bir topluluk haline asla gelmeyeceğiz. Bu acıların hiçbir yerde yaşanmaması için de elimizden geleni yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Birileri çıkar, sömürgecilik adına, petrol adına, güç mücadelesi adına, iktidarda kalma adına insanlığını kaybetmiş olabilir; biz kaybetmeyeceğiz. Biz biliyoruz ki, yaratılmışların en şereflisi insandır. Birilerinin vicdanı sükut etmiş olabilir, biz vicdanımızın sesini dinlemeye devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim, aziz milletim,

Millet olarak yeni bir ahitleşmeye gitmemiz, yeni bir mefkure birliği oluşturmamız gerekiyor. Gün, çekiş günü, çatışma günü, husumet günü, eski defterleri karıştırma günü değildir. Eğer birliğimizi, beraberliğimizi güçlendirmez, bu saldırıların karşısında çelik gibi bir iradeyle, tam bir kararlılıkla durmazsak, hiçbirimiz yarınlarımıza güvenle bakamayız. Hepimiz aynı gemide olduğumuza göre, bu gemiye yönelik her saldırı, hepimize yapılmış bir saldırıdır. Buna karşı gereken mücadeleyi vermek de hepimizin görevidir.

Geldiğimiz noktada artık savunmada kalma imkanına da sahip değiliz. Mademki bize terör örgütleri üzerinden tarihimizin en büyük saldırılarından biri yapılıyor, öyleyse bizim de misliyle cevap vermek hakkımızdır. Terörün sokağa inmesi, bu ülkenin 80 milyon vatandaşının her birini hedef aldığı anlamına iniyor. Sokakta bomba patlatan teröristin tek gayesi vardır, o da mümkün olduğu kadar çok kan dökmek, can almaktır, acı çektirmektir. Bu yöntemle eylem yapan terörist için ölenin kökeni, inancı, meşrebi önemsizdir.

Kardeşlerim;

Şunu unutmayın, ‘kurşun adres sormaz’ derler, bomba da bunların hiçbirini sormaz. Öyleyse mücadelemizi sadece kurumlara, sadece güvenlik güçlerine bırakamayız, bu mücadeleyi hep birlikte vereceğiz. Muhtar dediğimiz nedir? Bulunduğu köyün, bulunduğu mahallenin hangi evinde, hangi dairesinde kim var, bunları enine boyuna bilendir.

Buradan tüm vatandaşlarıma da sesleniyorum, Anayasamızın 104. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başı olarak PKK’sıyla, DEAŞ’ıyla, FETÖ’süyle, DHKP-C’siyle ve tüm diğerleriyle, adı, söylemi, yöntemi ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşı milli bir seferberlik ilan ediyorum. Her kim bu örgütlerin çalışmalarıyla, elemanlarıyla ilgili herhangi bir şey görürse, duyarsa, malumat sahibi olursa hemen güvenlik güçlerimize bilgi vermelidir.

Terör örgütlerinin meselesinin, hak elde etme meselesi, bir davayı savunma meselesi olmadığını artık herkesin anladığına inanıyorum. Çok açıktır ki, terör örgütlerinin tek meselesi, Türkiye’yi bölgedeki ülkeler gibi köken, inanç ve meşrep farklılıkları üzerinden çatışmalarla parçalamak, yıkıp yok etmektir.

Esasen ülkemizdeki hiçbir kesimin, hiçbir kişinin hakkını aramak için terör yöntemlerine başvurmasını mazur kılacak en küçük bir sebep yoktur. Türkiye’deki demokratik hak arama yollarının çeşitliliğini ve toleransını emin olun Avrupa ülkelerinde dahi bulamazsınız. Hani Avrupa Avrupa diyorlar ya, hikâye… Bu toleransı hiçbirinde bulamazsanız. Bugün terörle mücadelemiz için bizi eleştirenlerin kendilerine yönelik en küçük bir tehdit karısında ne kadar katı ve hoyrat olabildiklerini biz çok iyi biliyoruz.

Açıkçası onların ne düşündüğü, ne söylediği bizi çok da ilgilendirmiyor. Bizim ölçümüz şudur: Hiç kimsenin bu memleketin herhangi bir yerinde kendi kirli amaçları için bomba patlatma, pusu kurma, eylem yapma, propaganda yapma hakkı ve özgürlüğü yoktur. Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliklerine tehdit oluşturan her terörist, 80 milyonun tamamının düşmanıdır ve ona göre de muamele görecektir.

İşte bu anlayışla şimdi de buradan tüm güvenlik güçlerimize sesleniyorum: Terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı devletimiz de, milletimiz de sizin yanınızdadır, arkanızdadır. Yetkilerinizi sonuna kadar kullanmaktan asla çekinmeyin. Şehitlerimizin tek bir damla kanı, teröristlerin tamamının canlarına karşılık gelemez. Güvenlik güçlerimiz yürüttükleri mücadelede elbette ölürlerse şehittir, kalırlarsa gazidir. Ama askerimiz, polisimiz bu memlekete sağ olarak, sağlam olarak lazım. Bunun için güvenlik güçlerimizden terör örgütlerine ve teröristlere karşı kanunların el verdiği en ağır, en sert muameleyle kararlı bir şekilde mücadele etmelerini istiyorum.

Herkes bu ülkenin, bu milletin istiklaline ve istikbaline kastetmenin bedelinin ne olduğunu görmelidir. Eğer bu şekilde hareket etmezsek, milletimiz, ‘ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ demeye başlar ki, asıl tehlikeyi o zaman yaşarız. Böyle bir serzenişe meydan vermeden, devlet olmanın gereğini yerine getirmek mecburiyetindeyiz. Bundan sonra dağdaki teröristte de, şehirdeki teröristte de, onları destekleyen hiç kimseye bir an bile huzur yok, rahat yok, bu böyle biline.  Devletimiz tüm birimleriyle, milletimiz de her bir ferdiyle terör örgütlerine inşallah nefes aldırmayacak.

Onun için muhtarlarımıza birinci derecede görev düşüyor. Adeta hangi evde kim var, kim yok, bunları emniyet güçlerinize sizler bildirmelisiniz. Zaten bir muhtar mahallesinde, köyünde kimlerin olduğunu, gelenin gidenin kimler olduğunu bilemiyorsa, o da görevini tam manasıyla yapamıyor demektir. Ve bunlar hepsi güvenlik güçlerimize bildirilmeli. Değerli kardeşlerim, eğer bu iletişim sağlanırsa, işte o zaman bunlar kendilerine kaçacak delik arayacaklardır.

Hiç birimizin şu gerçeği unutmaması lazım: Bölgemizdeki hadiselerin hiçbiri de ülkemiz sınırları içinde yaşadığımız terör olaylarından, darbe girişimlerinden bağımsız değildir, hepsi de aynı senaryonun parçalarıdır. Hatay sınırlarımızın, Şanlıurfa, Mardin sınırlarımızın yanı başında PYD, YPG kullanılarak kurulmaya çalışılan tezgâh ortadadır. Halep’te yapılan katliama ses çıkartılmamasıyla ülkemizdeki terör eylemlerine duyarsız kalınmasının aynı saiklerden kaynaklandığı gayet açıktır. Şehit polislerimizin tabutları başında gözyaşı döken, hiçbir şeyden habersiz oynayan çocuklarla Halep’te yıkıntılar arasından cansız bedenleri çıkartılan çocuklar, aynı alçak oyunun kurbanlarıdır.

Ah Halep… “Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer, / O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer.” Gerçekten de bugün Halep’te savrulan oradaki masumların canı, namusu değildir, Halep’te savrulan aslında insanlığın enkazıdır.

Bildiğiniz gibi yoğun bir müzakere sürecinin ardında dün akşam bir ateşkes sağlandı, sürekli takip ediyoruz. Bizzat takip ettiğim bu müzakereler neticesinde şimdi sivillerin ve muhaliflerin Doğu Halep’ten çıkartılması için bir tahliye süreci başlıyor umudundaydık, tekrar ne yazık ki füzeler atılmaya başlandı. Yine takip ediyoruz. Bugün Sayın Putin’le akşama doğru tekrar bir görüşmem olacak, Dışişleri Bakanımız takip ediyor, Milli İstihbarat Müsteşarımız aynı şekilde takip ediyor, hala takip ediyoruz bir netice alır mıyız diye.

Tabi sahadaki durum çok kırılgan ve karmaşık, nitekim daha varılan uzlaşmanın üzerinden saatler geçmeden rejim güçleri ateşkesi bozup yeniden sivillere saldırmaya başladı, o yüzden temkinli hareket ediyoruz. Arkadaşlarımız gece-gündüz bu konuyu takip ediyor. Halep’ten kurtulan kardeşlerimize insani yardım ulaştırmak için bütün tedbirleri aldık.

Ey Birleşmiş Milletler, neredesin? Bakın her türlü biz desteği vermeye hazırız, vereceğiz. Ama bir koridor, bunun için gayret sarf ediyoruz. İdlip ve civarına gideceklerin yanı sıra, Türkiye’ye gelebilecek olanlar için de hazırlıklarımız tamam. Türkiye’ye mi gelecekler? Onları da bağrımıza basmaya hazırız. O ufacık yavruların nasıl çığlıklar attığını görüyorsunuz, nasıl ölümle baş başa kaldıklarını görüyorsunuz, aç, susuz, bu noktada olduklarını görüyorsunuz. Ama insanlık buna sessiz ve utanmadan sıkılmadan hala yok öyle, yok böyle konuşup duruyorlar.

Türkiye’nin girişimi ve yoğun çabalarıyla varılan bu ateşkesin hayata geçirilmesi Halep’teki masumlar için belki de son umuttur. Bu yüzden bütün tarafları ve uluslararası toplumu bu ateşkese riayet etmeye ve destek olmaya davet ediyorum. İnsani koridor derhal ve hiçbir engelleme ve sabotaj olmadan açılmalı ve masum insanların Doğu Halep’ten salimen çıkmasına izin verilmelidir.

Esed rejimi Halep’te açıkça savaş suçu, insanlık suçu işlemektedir. Bu gerçeği ona destek verenler dâhil artık herkesin görmesi gerekiyor. 600 binden fazla insanı katleden, kimyasal silah kullanan, her tür insanlık dışı eylemi gerçekleştiren bu rejimin cinayetleri karşısında biz sessiz kalamayız ve kalmayacağız. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası toplumu harekete geçirmek için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz. Dün yeni Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle yaptığım görüşmede bu konunun aciliyetini bir kez daha getirdim, bu hafta yapacağım temaslarda da aynı hususu dünya liderlerinin dikkatlerine getirmeye devam edeceğim. Mazlumun umudu olan Türkiye, Halep halkını yalnız bırakmadı, bırakmayacak. Ne pahasına olursa olsun tek bir masum canı kurtarmak için bile elimizden geleni yapacağız.

Emin olun ki, Türkiye’yi El-Bab’tan uzak tutmak için uğraşanlarla terörle mücadelemizi hafifletmemizi isteyenlerin niyetleri ortaktır. DEAŞ’la mücadele bahanesiyle Irak’a yığınak yapanların, ülkemizin orada yıllardır bu mücadeleyi yürüten askeri birliklerden rahatsızlık duymaları sahnelen oyunun perde arkasını ele veriyor. Bölücü terör örgütü mensupları Avrupa’nın sokaklarından parlamentolarına her yerde cirit atarken, ülkelerini desteklemek isteyen vatandaşlarımıza tahammül edemeyenler böylece yüzlerindeki sahte demokrat maskesini düşürüyorlar, bunu da görüyoruz, biliyoruz. Dün Afganistan’da, Çeçenistan’da, Bosna’da, Kosova’da, bugün Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Myanmar’da sergilenen vahşete karşı aynı sahte dili, aynı sahte duruşu gösterenlerin riyakarlıkları deşifre olmuştur. Artık sözün bittiği yerdeyiz.

Hani diyor ya: “Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; / Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.”  Evet, karşımızdakilerin çehreleri, lisanları, derileri farklı olabilir; ama bize karşı besledikleri niyetler aynı. Bundan sonrası önümüzdeki bu gerçekler ışığında yeni Kurtuluş Savaşımızı, hatta yeni Çanakkale Savaşımızı verme ve zafere ulaştırma dönemidir. Türkiye’ye terör örgütleri ve ihanet çeteleri üzerinden savaş açanlar bugüne kadar attıkları hiçbir adımda istedikleri neticeyi elde edemediler. Milletimiz imanı, cesareti ve dirayetiyle tüm oyunları birer birer bozdu. Ödediğimiz bedel büyüktür, ama kesinlikle kardeşlerim boşa gitmeyecektir. Şu ana kadar milletimizi ne köken, ne mezhep, ne meşrep farklılıkları üzerinden birbirine düşürmeyi başaramadılar. İnşallah hiçbir zaman da başaramayacaklar. Biz 80 milyon bir ve beraber oldukça, Allah’ın izni ve yardımıyla üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur.

Ben bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, bu gazi mekanı teşrifleriniz için her birinize ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki kardeşlerime en kalbi muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum. Aman bir olun, aman iri olun, diri olun, kardeş olun, hep birlikte Türkiye olun diyorum ve buyurun yemeğe diyorum.