“Türkiye’nin Yeni Güvenlik Konsepti” Konferansında Yaptıkları Konuşma

22.11.2016

Polis Akademisinin değerli yöneticileri,

Akademimizin değerli öğrencileri,

Hanımefendiler, beyefendiler,

Kıymetli misafirler;

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Polis Akademisinin 2016-2017 eğitim-öğretim yılının hayırlı olmasını, başarılarla dolu olmasını Allah’tan temenni ediyorum. 2015 yılı Nisan ayında yeniden yapılandırılarak günümüz Türkiye’sinin ihtiyaçlarına cevap verecek bir kurum haline dönüştürülen Polis Akademisinin tüm mensuplarını yönetici ve öğrenci olarak bu sürece verdikleri destekten dolayı tebrik ediyorum.

Türkiye 15 Temmuz gecesi Polis Akademisinin bu yeni insan kaynağı ve eğitim stratejisinin ne kadar isabetli olduğunu bizzat yaşayarak görmüştür. Bu vesileyle 15 Temmuz darbe girişimine karşı verdikleri kahramanca mücadele sırasında şehit olan tüm kardeşlerimizi, özellikle de 63 polisimizi rahmetle, minnetle yad ediyorum. Rabbim hepsinin mekânlarını cennet eylesin inşallah.

15 Temmuz gecesi bombalanan ve en çok şehidin verildiği Gölbaşı Özel Harekat Merkezinin hemen yanı başında yaklaşık 800 Polis Akademisi öğrencisi ve idarecisi de bulunuyordu. Bu kardeşlerimizi de ben doğrusu gazi olarak görüyorum. Aynı şekilde Didim’de kampta bulunan Akademi öğrencilerinin de darbecilere karşı direnmek üzere her türlü tedbiri alarak sabaha kadar teyakkuz halinde beklediklerini biliyorum, onlara da teşekkür ediyorum.

Darbe gecesi mücadelenin en ön saflarında son yıllarda Akademiden yetişmiş genç amir ve memur polis kardeşlerimin de bulunduğunu görmekten memnuniyet duydum. Bu tablo doğru yolda olduğumuzun işaretidir. Polisimiz artık şu grubun veya bu kesimin değil, sadece ve sadece Türk milletinin, Türk devletinin polisi olacaktır. Polis Akademisi; Akademi Başkanlığı, Güvenlik ve Adli Bilimler Enstitüleri, Polis Amirleri Eğitim Merkezi, Polis Meslek Eğitim Merkezleri, Polis Meslek Yüksekokullarıyla işte bu anlayışla çalışmalarını sürdürmektedir.

Akademinin kapıları 81 vilayetimizdeki tüm vatandaşlarımızın şartları tutan evlatlarının tamamına açıktır. Akademiye girmek için tek ölçümüz; ülkesine ve milletine sadakatle bağlı olmak, başka herhangi bir yere değil, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hizmet etmektir. Ruhunu Pensilvanya’ya, bölücü örgüte veya bir başka illegal yapıya satmış hiç kimseye bu Akademinin çatısı altında da, şehit kanlarıyla sulanmış bu mübarek topraklarda da yer yoktur, olamaz. Mesleki taassupla kariyerini, ilişkilerini, beklentilerini milletinin ve devletinin üzerinde tutan zihniyeti, bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde ortadan kaldırdık, kaldırmaya devam edeceğiz.

Çünkü bu kurum milletin kurumudur, devletin kurumudur ve sadece onlara hizmetle mükellef insanlar yetiştirmekle görevlidir. Müslüman aynı delikten iki kez ısırılmaz; bu şuurda olacağız. Geçmişte yapılan hatalardan gereken dersleri çıkararak kendimize yeni ve aydınlık bir gelecekte kurmakta kararlıyız. Bu konuda en büyük görev, işte bu anlayışla yeniden yapılandırdığımız Polis Akademisinin idareci ve öğrenci mensupları olarak sizlere düşüyor. Yeni Türkiye’yi inşallah gerek saygıdeğer hocalarımız, gerekse sevgili öğrencilerimiz sizlerle birlikte inşa edeceğiz.

Değerli kardeşlerim;

Bugünkü konferansımızın konusunu Türkiye’nin yeni güvenlik konsepti olarak belirledik. İnsanlar gibi devletlerin ve toplumların hayatları da sürekli değişir. İnsanlar doğar, gelişir, büyür ve ölür ya; devletler de aynen böyledir, gelişen, yenilenen dinamik bir yapıya sahiptir. Türkiye gibi çok farklı ve kadim medeniyetlerin, kadim geleneklerin mirasçısı bir ülkede bu değişimler, inişleri ve çıkışlarıyla çok daha sert yaşanıyor.

Biz, Cumhurbaşkanlığı forsunda ifadesini bulan devletler tarihi itibariyle 2200 yılı aşkın bir devlet geleneğine sahibiz. Sevgili gençler, biz kabile devleti değiliz, biz çadır devleti değiliz. Biz medeniyetler inşa etmiş bir devlet geleneğinin ta kendisiyiz. Biz onurluyuz, biz gururluyuz. Ama bu geleneğin içinden geldiğini zanneden bazı gafiller işte 15 Temmuz’u yapmışlardır. Bedelini ağır ödediler, ödemeye de devam edecekler. Hala bu gafletin içerisinde olanlar varsa bence bir an önce kendilerine gelmeli ve bu gittikleri yanlış yoldan dönmelidirler.

Bizler mensubu olduğumuz inanç itibariyle 1400 yılı aşkın kesintisiz bir medeniyet geçmişimiz var. Coğrafi esaslı olarak baktığımızda Anadolu merkezli ilk devletimiz 1075 yılında İznik’te kurulan, daha sonra Başkentini Konya’ya taşıyan Türkiye Selçuklu Devletidir. Osmanlı Söğüt’te dikilen çınarın 600 yıl boyunca 3 kıta, 7 iklimi kucakladığı dünya tarihinin sayılı devletlerinden biridir. Türkiye Cumhuriyeti ise, yapabileceğimiz tüm fedakârlıkların ardından elimizde kalanla kurduğumuz son devletimizdir.

Türkiye Cumhuriyeti ilk devlet değil, kendimizi aldatmayalım. Biz 22 milyon kilometrekarelik dünya ölçeğinde toprağı görmüş bir devletin varisleriyiz. Biz daha şurada daha yeni Cumhuriyetin kuruluşunun biraz öncesinde yaklaşık 3 milyon kilometrekarelik topraklara sahiptik, düştük düştük düştük, 780 bin kilometrekareye geldik.  Lozan ifadesini kullandığımda birileri rahatsız oldu, niye rahatsız oluyorsunuz? Lozan’da da işte o 3 milyon kilometrekareden maalesef bir yerler yine tırmıklandı 780 bin kilometrekareye kaldık. Burnumuzun dibindeki yerler bizden alındı. O burnumuzun dibindeki yerler bile bizden alındığında onunla iftihar edenler oldu. ‘Bu sözleşmeden, bu anlaşmadan çok başarıyla çıktık’ diyenler oldu. Nasıl oluyor? Elindekini veriyorsun, hala ‘başarılı çıktık’ diyorsun.

Geçtiğimiz hafta kardeş Pakistan’a ve uzun bir aradan sonra yeniden kardeş Özbekistan’a ziyaretlerimiz oldu. Her iki ülkede de şahit olduğumuz manzaralar bize çok uzak gibi görünen bu coğrafyaların aslında canımızdan birer parça olduğunu bir kez daha gösterdi. Zaten kendilerinin de sürekli ifadesiyle ata yurdu. Ama bunlarla olan hemhal, bu anlayış ne yazık ki bizlere çok uzak. Bunları yeniden bizim yaşamamız ve yaşamakla kalmayıp bunları yeni nesillere, kuşaklara da öğretmemiz gerekiyor. Neydik, ne olduk? Üçüncü soru, ne olacağız; bu bizim için çok önemli. Aynı fotoğrafı Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Kuzey Afrika’dan Kırım Yarımadasına kadar her yerde görmek mümkündür. Ankara’dan saatlerce uçuş mesafesindeki bu coğrafyaları bize böyle hissettiren tarihi arka planı, doğru okumalı ve geleceğimizi buna göre planlamalıyız.

Bunları şunun için anlatıyorum sevgili gençler: Türkiye terör örgütleriyle mücadelesini elbette kesintisiz ve kararlı bir şekilde yürütecektir. Ama kafasını sadece bu soruna gömüp çevresinden kopmayacaktır. PKK, FETÖ, DEAŞ ve diğer terör örgütlerinin asıl amacının bizi işte biraz önce ifade ettiğim büyük fotoğraftan kopartıp kendi içimize hapsetmek olduğunu çok iyi biliyoruz. Sanmayın ki PKK’nın asil veya asıl amacı ülkemizin belirli bir bölgesinde ayrı devlet kurmaktır. Sanmayın ki FETÖ’nün temel gayesi bürokraside, iş dünyasında, eğitimde daha fazla etkin olmaktır. Sanmayın ki DAEŞ’in tek hedefi, Suriye’de ve Irak’ta iddia ettiği gibi bir İslam devleti kurmaktır. Asla, bu örgütlerin hiçbiri de dışarıya karşı ifade ettikleri iddialar için mücadele etmiyorlar. Bu örgütlere sağlanan muazzam destek, onların söylemlerini hayata geçirmeleri için de verilmiyor.

Gençler, saygıdeğer hocalarım;

Dert başka. Bu örgütler, diğer güçlerin planlarını rahatça uygulayabilmelerini sağlamak üzere Türkiye’yi iç meselelerine odaklamak için üzerimize salınmış birer araçtan ibarettir. Çünkü biz tarihi perspektifimizin gerektirdiği politikaları hayata geçirdiğimizde diğerlerinin kendi planlarını uygulama şansı yoktur. Öyleyse ne yapacağız? 15 Temmuz gecesi yapılanı yapacağız. 15 Temmuz gecesi ben milletimde şunu gördüm: F16’lar bombalarını yağdırırken, helikopterlerden aynı şekilde o bütün bombalar atılırken, mermiler gönderilirken vatandaşımın çiftçisi traktörüyle, öbürü kamyonuyla-kamyonetiyle hepsi yola çıktılar. Ama hepsinden öte benim vatandaşım, benim insanım tankın altına yatabiliyorsa, paletleri arasına yatabiliyorsa ve onlar Allah Ekber diyerek şehadete koşabiliyorlarsa bu millet yıkılmaz; işin aslı burada. 29 gece sabahlara kadar demokrasi nöbetini tuttuysalar işin perde arkasındaki hedef başkadır, onun adı şehadettir. Akif merhumun “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda. / Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda, / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.” derken işte ifade ettiği budur. Çanakkale’de biz güçlü müydük? Çanakkale de bizim elimizde güçlü silahlar mı vardı?  Bugüne göre çok daha zayıftık. Ama dikkat edin, oradaki anlayış da neydi? Genci-yaşlısı, hepsi bir şeye inanmıştı. Şehadet; ona koşuyorlardı. Biliyorlardı ki ben burada ölürsem şehidim, yaralanırsam gaziyim. Ama ne oldu? İşte bu vatan bize öyle kaldı.

Şimdi ben buradaki gençlerin hepsine sesleniyorum, bak annenize-babanıza şunu söylemeniz lazım: ‘Siz bizi bu vatan için yetiştirdiniz mi? Yetiştirdiniz. Anacağım-babacığım; bak benim mesleğimin hedefinde şehadet var, benim mesleğimin hedefinde gazilik var, benim mesleğimin hedefinde bu vatanın geleceği var, bu milletin birliği, beraberliği, geleceği var.” Bunu söylemeniz lazım. İşte gittiğimiz her yerde ‘ikinci evladım var, o da bu vatana feda olsun’ diyen anneleri-babaları gördük. Onun için sizlerin bu mesleği tercih etmesinin bir anlamının olduğunu gayet iyi anlıyorum. Onun için bu meslek rastgele bir meslek değil. Bu mesleğin manevi boyutu çok büyük ve siz bu meslekte manen de güçlüsünüz. Ve sizler bu mesleğin içerisinde inşallah Türkiye’nin içinde farklı bir makamı, farklı bir mevkii temsil ediyorsunuz, teşkil ediyorsunuz.

Ben şimdi uluslararası toplantılarda ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyorum ya sevgili gençler, şunu özellikle bilmenizi istiyorum: Türkiye inşallah kendisinden büyük Türkiye’yi inşa edecektir. Neyle? Sizlerle. Doğu ve Güneydoğu böyle gidecek mi? Yok. İşte son dönemlerde hep birlikte bir mücadele veriyoruz. Ve şu anda teröristi vesairesi hepsi kaçacak delik arıyorlar. Ama tüm bu güvenlik güçlerimizin, Silahlı Kuvvetlerimiz, tüm Emniyet Teşkilatımız, polisimiz ve bunun yanında köy korucularımız, hep birlikte milletçe şu anda başta Güneydoğu-Doğu olmak üzere Türkiye genelinde bir mücadele veriyor.

Bu neyi getirecek biliyor musunuz? Bölgede yaşayan tüm insanımızın da kendine olan özgüvenini arttıracak. ‘Kepenk indir’ dediği zaman, artık kepenk indiren bir Güneydoğulu-Doğulu olmayacak ben buna inanıyorum. Çünkü böyle bir şey yaptığı takdirde onlar da bedel ödeyecekler. ‘Efendim, işte geldiler bizi tehdit ettiler, onun için kepenk indirdik’ yok. Bu görev sadece askerin, polisin, köy korucusunun görevi değil, aynı zamanda milletçe senin de görevin, sana kepenk indir diyene sen meydan okuyacaksın. Ve bu teröristlere bu caddeleri, bu meydanları hep birlikte dar edeceğiz. Gelecek senin caddenin, sokağın her yerini hendekler açmak üzere bu hallere getirecek ve sen buna kalkacaksın hala evinin içinde ‘buyur otur’ diyeceksin, yedireceksin, içireceksin, ondan sonra bir evden öbür eve koridorlar açacaksın; böyle saçmalık olur mu? Buna vatanseverlik denmez, buna milliyetperverlik denmez, buna terör örgütüne yardım-yataklık denir, başka bir şey denmez.

Onun için ben Polis Teşkilatımızın, askerimizin, köy korucularımızın hep birlikte dayanışma halinde bu mücadelenin geldiğimiz bu son safhasında inşallah bu işi bitireceğimize inanıyorum. Şu anda en önemli noktadayız. Gerek Başbakanımız, Bakanımız, tüm yönetici kadrolarımız hepsi inşallah bu son safhada darbeyi en güzel şekliyle indirecek ve işi bitirecektir.

Bugün bir Batılı geldi, “Öğleden sonra cezaevlerindeki milletvekilleriyle alakalı bir karar çıkacak, şu anda işte Türkiye’deki bazı uygulamalarla ilgili karar çıkacak.” dedi. Tabii anlattım ben. Bu kişilerin neler olduğunu tekrar kendisine anlattıktan sonra da bir şey söyledim, “Yapabiliyorsan şunu yap: Hemen bir telefon aç, de ki; ‘Bu Türkiye’nin iç hukukuna fazla karışmayın, çünkü bunlar öyle kararlı gidiyorlar ki gönderdiğiniz mektubu hemen size geri iade ederler ve bildiklerini de okurlar, boşuna uğraşmayın’ de” dedim. Onlarda buna benzer şeyler olduğu zaman iç hukukumuz, yargı bağımsız. Türkiye’de olduğu zaman? Bizim iç hukukumuza kimse karışamaz, biz kendi kararımızı kendimiz veririz. Bizde de hukuk var, bizde de hukukçular var, bizde de hakim var, bizde de yargı var; kusura bakmasınlar, onlar kendi işine, biz kendi işimize.

Bugüne kadar bu ülkeyi karıştıranlar onların zaten ta kendisi olmuştur. Ve şu anda Avrupa’nın değişik ülkelerinde teröristler kol geziyor, onlara yardım-yataklık yapıyorlar. Türkiye’den kaçan terörist milletvekilleri Brüksel’in meydanlarında nutuk atıyorlar, bu nasıl iştir? Bunları çok iyi bilmemiz lazım, bu şuurla geleceğe yürümemiz lazım. Biz bunları tanıyoruz, biliyoruz. Ama bunların cibilliyetlerin gereği bu, onun gereğini yapıyorlar. Onun için de biz işimize bakıp kararlı bir şekilde mücadelemizi sürdüreceğiz ve inşallah ülkemizi refaha, huzura kavuşturacağız.

Değerli kardeşlerim;

Suriye’de, Irak’ta, Kuzey Afrika ülkelerinde, hatta Balkanlar’da ve diğer kardeş coğrafyalarda yaşanan olayların hemen hepsinin de bir yönüyle Türkiye’yi oralardan uzak tutmayı hedeflediği gayet açıktır; dertleri bu. Peki, Türkiye Suriye’den veya diğer yerlerden uzak durunca ne olacak? Bu bölgeler huzura, güvene, refaha mı kavuşacak? Elbette böyle bir durum söz konusu değil. Türkiye oralardan uzak durduğunda olacak şey; etnik ve mezhep temelli kavgaların çok daha rahat çıkartılabilecek, insanların tarihleri ve kültürleriyle bağlarının çok daha kolay kopartılabilecek, doğal kaynakların çok daha rahat yağmalanabilecek olmasıdır.

Bu kardeş coğrafyaların hepsi için de Türkiye, günümüz dünyasının kuralları belirli ülkeler tarafından konulmuş ahlak dışı şartları içinde dahi siyasi, ekonomik ve kültürel bağımsızlığını elde edilebileceğinin ispatıdır. Birinci Dünya Savaşının galipleri tarafından konulan bu kurallar aslında Türkiye gibi bir devletin yaşamasını öngörmüyordu, böyle bir hesapları, böyle bir planı yoktu. Sevr bugünkü Türkiye’yi 7-8 parçaya bölen haritasıyla bize biçilen asıl misyonun ifadesidir.

Fakat milletimiz Çanakkale Savaşıyla, Kut’ül Ammare zaferiyle ve nihayet İstiklal Harbiyle bu taksimi reddedip onun yerine bize yine de dar gelen bir gömlek olmasına rağmen bugünkü sınırlarımızla iktifa etmiştir. Lozan tartışması işte buradan çıkıyor. Milletimiz İstiklal Harbine başlarken bir hedef belirlemiştir, bu hedef Misak-i Milli’dir.

Lozan’daki tüm kazanımları elbette takdirle karşılıyoruz, ama bu durum Misak-i Milli hedeflerimiz arasında olup da İstiklal Harbini kazanarak yaklaştığımıza inandığımız, ama Lozan’la feragat etmek zorunda kaldığımız bazı haklarımızı dile getirmemize mani değildir. Lozan tartışılmaz bir metin değildir, kutsal bir metin asla değildir. Elbette tartışacağız, elbette daha iyisine ulaşmanın çabası içinde olacağız. Birinci Dünya Savaşı geride kaldı, İkinci Dünya Savaşı, o da geride kaldı, soğuk savaş geride kaldı. Soğuk savaş sonrası oluşan dengeler birer-birer yıkılıyor. Buna rağmen bizi hala Lozan’a hapsetmeye çalışıyorlar. Kimse kusura bakmasın, bizim milletimize sözümüz var. Biz Türkiye’yi 2023 hedeflerine ulaştırmak, yani her alanda dünyanın en büyük 10 ülkesinden biri haline getirmek için tüm şartları zorlayacağız.

Bunu yaparken birçoklarının ayağına basacağımızın, birçoklarını rahatsız edeceğimizin, birçoklarının çıkarlarına dokunacağımızın farkındayız, ama bunu sizlerle yapacağız, ama yine de yapacağız. Çünkü öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, şayet ileriye yürümezseniz yerinizde kalmazsınız, geriler, hatta yok olur gidersiniz. Biz Türkiye’yi adım-adım ileriye götürmekte kararlıyız. Terör örgütleriyle, darbe teşebbüsleriyle, ekonomik saldırılarla, siyasi ve diplomatik kumpaslarla boğuşarak da olsa hedefimize yürümeyi sürdüreceğiz.

Bizden sonraki nesillere büyük ve güçlü Türkiye’yi miras bırakmak için milletimizle birlikte yürüttüğümüz bu mücadeleyi gerekirse canımız pahasına vermeye devam edeceğiz. 15 Temmuz bu konuda milletimizin ne kadar kararlı olduğunu, gerektiğinde hangi fedakârlıkları göze alabileceğini gösterdi. Ölümden korkmayan bir milleti durduracak hiçbir güç yoktur. Allah’ın izni ve yardımıyla yeni Türkiye’nin ufukta belirmeye başladığına ben inanıyorum.

Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Bölgemizdeki çatışmalar, terör örgütlerinin canhıraş gayretleri, ekonomik, siyasi ve diplomatik hücumlar sonuç almaya yaklaştığımızın göstergeleridir. İşte böyle dönemler milletlerin ve devletlerin tarihlerinin dönüm noktalarıdır. Gençler şu anda siz öyle bir sürece giriyorsunuz ki kendinizi o dönüm noktasına bir defa hazırlayın. Şayet azmeder, sabreder, dirayet gösterir, birlik ve beraberliğimizi güçlendirir, kararlı şekilde yolumuza devam edersek kısa sürede önümüzün açıldığını, aydınlandığını göreceğimizden hiç şüpheniz olmasın.

Dört şeyi unutmayacağız: Bir, tek millet… Biz şu anda 80 milyon tek milletiz. Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Abhaza’sı, hepsi tek millet. Aslında bizim şöyle geçmişimize baktığımız zaman, nereden geliyoruz? Âdemle Havva’dan geliyoruz. Millet olarak baktığımızda milleti İbrahim, oradan geliyoruz, tek milletiz. Ama bölme gayreti içerisinde olanlar ne yazık ki bizi bölmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar ki bunun adı da tam manasıyla bir ırkçılıktır. Biz buna prim vermeyeceğiz. Biz birbirimizi sen Türk’sün, sen Kürt’sün, sen Laz’sın, sen Çerkez’sin, sen Gürcü’sün, sen Abhaza’sın, sen şusun-sen busun diye sevmeyeceğiz, biz birbirimizi seni beni yaratan Allah yarattı diye seveceğiz, bağımız bu olacak. Bizi hapsetmeye çalıştıkları şey hep bu ırkçılık oldu. Asabiye; tehlikeli olan bu…

İkincisi, tek bayrak... Bizim bayrağımız belli, alternatif bir bayrak çıkarmaya kimse gayret etmesin. Kendileri bunun bedelini ödüyorlar, ödemeye de devam edecekler. Ve bayrağımızın rengi bellidir. Şehidimizin kanıdır, rengini oradan alıyor. Hilal, malum bağımsızlığımızın ifadesidir. Yıldız, her şehidimiz bizim işte onu süsleyen bir yıldızdır.

Üçüncüsü, tek vatan… “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” Ne demek bu? Hani bir benzetme yapıyor; normal bir toprak tarladır veya arazidir, ama buraya imar girerse, plan girerse bunun adı o zaman arsa olur, işte o anda değer kazanır ya, vatan da şehit-gazi kanıyla sulanıp yoğrulduğu zaman ne olur? Toprak olmaktan çıkar, o zaman vatan olur. Onun için vatan çok kıymetli. Bu vatan öyle kolay kolay elde edilmedi. Çok şehitler verdik. Yüz binler, milyonlar şehitler verdik. Ve 780 bin kilometrekarelik bu vatan toprakları üzerinde kimse hesaba girmesin, faturasını-bedelini çok ağır öderler ve ödüyorlar.

Ve dördüncüsü de tek devlet... Devletimiz tek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Yok şu devlet, yok paralel devlet, bilmem ne devleti, öyle bir şey yok. Ve bu gayretin içerisine girenler de bedel öder. Onun için hedefimizi öyle belirledik ki; “Yarın elbet bizim, elbet bizimdir. / Gün doğmuş, gün batmış, ebet bizimdir” diyerek biz yolumuza devam edeceğiz.

Sevgili gençler;

Türkiye’nin yeni güvenlik konseptini işte bu gerçekler ışığında oluşturuyoruz. Artık tehditlerin kapımıza dayanmasını, canımızı acıtmasını beklemeyeceğiz. İçeride ve dışarıda hangi tehdit söz konusu olursa olsun biz üzerine gidecek, sorunları bizzat kaynağında çözeceğiz, kapıya geldikten sonra değil. Buradaki güvenlik kavramı sadece asayişi, sadece sınırların korunmasını kapsamıyor. Savunmadan emniyete, adaletten sağlığa, ekonomiden ulaşıma, enerjiden eğitime, bilişimden şehirleşmeye her konu yeni güvenlik konseptimizin içindedir.

Biliyoruz ki günümüzde tüm hızıyla süren küresel mücadele her alana sirayet etmiştir. Biz sınır güvenliğinizi istediğiniz kadar iyi sağlayın, ekonominizi güvenceye alamamışsanız o sınırlar kendi kendini bir defa tehdit ederek çöker. Siz istediğiniz kadar en modern teknolojileri kullanarak mükemmel bir asayiş düzeni kurun, enerji güvenliğinizi sağlayamamışsanız hiçbiri işe yaramaz. Bu örnekleri olabildiğince çoğaltmak mümkündür. Ülkemizin yeni güvenlik konsepti tüm alanları kapsamakla birlikte, mutlaka önceliklerimiz olacaktır ve vardır.

Terörle mücadele bu önceliklerin başından geliyor. Tabii Türkiye’nin terörle mücadelesi sadece kendi topraklarıyla sınırlı değildir. Terörizmin sınır aşan özelliği sebebiyle Türkiye’nin mücadelesi de geniş bir alanda sürüyor. Suriye’de ve Irak’ta yürüttüğümüz operasyonlar bu ülkelerin topraklarına göz dikmemizden kaynaklanmıyor. Ülkemize yönelik terör tehditlerinin kaynakları bu ülkelerde olduğu için Suriye’de ve Irak’ta askeri varlık bulunduruyoruz.

Sabrettik, sabır sabır sabır… Hiç bulaşmadık; ama ne zaman ki Gaziantep’teki o kına töreninde, orada 56 vatandaşımız çocuk, kadın, yaşlı demeden canlı bombayla öldürüldükten sonra, şehit edildikten sonra dedik ki, ‘Artık beklemek yok gireceğiz.’ Ertesi günden itibaren Özgür Suriye Ordusuyla biliyorsunuz Cerablus’a girdik. Bir anda DEAŞ oraları terk etmeye başladı, ama onunla da kalmadık, ardından da Er-Rai’den girdik ve Rai’den de DEAŞ koptu ayrıldı, orayı da boşalttı.

Fakat bizim başından itibaren söylediğimiz bir şey vardı. Hepsine bunu söyledik, Batılılara söyledik, başta Amerika olmak üzere hepsine söyledik; ‘terörden arındırılmış kuzeyde bir bölge’ dedik. Buna hep ‘güzel, evet doğru söylüyorsunuz’ dediler; ama hiçbir zaman bizimle hareket etmediler. Ne zaman ki biz girdik, oturalım konuşalım demeye başladılar. Ve şu anda biz El Bab’a dayandık, El Bab’ı da batıdan da ayrıca çevreledik, kuşattık. Yetmez, biz şimdi oradan da ne yapacağız? Münbiç’e doğru ayrıca gideceğiz. Niye Münbiç’e gideceğiz? Çok meraklı olduğumuz için değil. Münbiç’te PYD var, YPG var. Onlar da orayı terk etsin, doğuya gitsin; bunu söyledik. Gidecekler dediler, gitsin dedik. Şu ana kadar bir miktar gittiğini söylüyorlar. Biz tamamen orayı PYD ve YPG’nin boşaltmasını istiyoruz. Çünkü o topraklar bu terör örgütlerinin toprakları değil, Arapların toprakları, oraya gelsin Araplar yerleşsin. Biz Türkiye olarak gidip oraya yerleşecek değiliz, bunu da onlara söyledik, oraya gideceğiz.

DEAŞ’la mücadele de samimi misiniz? Rakka’ya mı müdahale edelim diyorsunuz? Gelin Rakka’ya da beraber müdahale edelim. Rakka’ya müdahale ederken de yine orada PYD’yle, YPG’yle değil. Onları koyun bir kenara, onlar terör örgütü, ne işin var senin terör örgütüyle? Türkiye’yle koalisyon güçleri eğer biz beraber bu işi yapamıyorsak, orada 1500-2000 tane DEAŞ’lıyı söküp atamıyorsak yazıklar olsun bize, nasıl devletiz biz? Şimdi bekliyoruz. Temenni ederim ki, bu konuda bir birliktelik olur ve Rakka’yı da yine DEAŞ terör örgütünden temizleriz, bu adımı atarız. Böylece güneyimizden bir terör tehdidini almak istemiyoruz.

Tabii aynı şey Irak’ta… Musul, Musul’un kuzeyinde Telafer ve Sincar. PKK şimdi Kandil’in yanında yeni bir adım daha atıyor. Nedir bu adım? Sincar’ı da kendisi için aynen Kandil gibi bir terör bölgesi yapmak istiyor. Sincar dağlarından bize saldırı gibi bir havası var. Ama onlara bunu da yar etmeyeceğiz, hesabını onlara da soracağız. Orada da koalisyon güçlerine gerekenleri söyledik; gelin beraber çalışalım, beraber hareket edelim ve burayı bunlardan temizleyelim. Peki diyorlar, şu anda askerimiz en üst düzeyde kendileriyle görüşmeleri sürdürüyor ve biz de bunların takibini yapıyoruz.

Şimdi ülkemizde pek çok canlı bomba saldırısı gerçekleştiren DEAŞ gücünü nereden alıyor? Tabii ki Suriye’den ve Irak’tan alıyor. 30 yılı aşkın bir süredir ülkemizde kanlı eylemler yapan PKK terör örgütünün üsleri nerede? Bu üsler Irak’ta ve Suriye’de bulunuyor. Kandil’deki PKK üslerini Irak Devleti yok etti de biz mi engel olduk? Ben daha önceki dönemde -Başbakanım o zaman- Maliki’ye; ‘Sayın Maliki, bakın Kandil’e müdahale edin.’ Dedim. ‘Bizim gücümüz yok’ dedi. ‘Eğer siz etmiyorsanız biz oraya ederiz’ dedim. ‘Edin’ dediler, etmediler. Biz bu defa Kandil’e müdahale ederken acaba birileri izin verecek mi diye bakmadık, uçaklarımızı kaldırdık Kandil’e gerekli müdahaleleri yaptık. Bugünde yaparız, yarın da yaparız. Niye? Bize tehdit oluşturuyor da onun için. Sincar, aynı şekilde. Telafer’in çözülmesi lazım. Telafer de bizim için sıkıntılı bir yer ve orada aslında 400 bin Türkmen var. Yarısı Şia, yarısı Sünni, ayrı bir mesele. Ama şu anda öyle bir tehdit sebebiyle boşalma var ki 60 bine düştü. Buraları bizim kontrol altına alıp yeniden buraların sahiplerini tekrar buralara da döndürüp iskân etmemiz lazım. İşin siyasi, politik analizlerine filan girmeyeceğim, onlar ayrı bir konu, ama bu tür durumlarla karşı karşıyayız.

Şimdi Şengal’de benzer bir çaba içinde olan PKK’nın önünü Irak Devleti kesti de biz mi mani olduk? Suriye Devleti kendi toprakları içinde cirit atan PKK’nın uzantısı terör örgütünü, yani PYD’yi, YPG’yi, aynı şekilde DEAŞ’ı tepeledi de biz mi elini tuttuk? Ne PKK’yla, ne DEAŞ’la baş edemeyen bu ülkelerde şimdi göz göre göre mezhep çatışması fitili ateşlenirken biz nasıl burada rahatça oturabiliriz? Ne dedik? Sorunun kapımıza dayanmasını, canımızı yakmasını beklemeyeceğiz, dedik. Öyleyse PKK meselesini de, DEAŞ meselesini de, mezhep çatışması tehdidini de kaynağında önlemek için ne gerekiyorsa yapacağız.

Suriye’de terörden arındırılmış güvenli bölge oluşturma çabamızın önüne kimse geçemez. Ne yapıp edip Suriye sınırımızı tüm terör örgütlerine karşı güvenli hale getireceğiz. Irak’taki terör ve mezhep çatışması tehditleri konusunda da aynı şekilde askeri güç destekli aktif politika izlemeye devam edeceğiz. Kendi ülkesinde egemenliğini tesis edemeyen, topraklarına hâkim olamayan, terör örgütlerinin canımızı acıtmasına mani olamayan hükümetlerin, Türkiye’yi eleştirmeye hakları yoktur. Türkiye vatandaşlarının can güvenliğini sağlamak için ne gerekiyorsa onu yapmaktan asla imtina etmeyecektir.

Bölgemizde yoğun bir askeri ve siyasi etkinlik içinde olan güçlere verdiğimiz mesajı burada bir kez daha tekrarlıyorum, ekranları başında bizi izleyen milletimize de sesleniyorum: Suriye ve Irak konusu, Türkiye için enerji meselesi değildir, siyasi etkinlik alanını genişletme meselesi değildir, keyfe keder bir mesele hiç değildir. Bu mesele bizim için öncelikle bir beka meselesidir. Suriye ve Irak kaynaklı tehditleri çözmeden 2023 hedeflerimize ulaşma imkânımız bulunmuyor.

Aynı zamanda bu mesele bizim için bir insani meseledir. Her iki ülke halkıyla bin yıllık kardeşlik hukukumuz var. Suriye’de, Irak’ta çatışmalar başladığında oradaki insanlar hemen Türkiye’ye yöneldiler. Bu 3 milyon nereden geldi? 2 milyon 700 bini Suriye’den, 300 bini Irak’tan geldi. Niye buraya geldiler de başka yere gitmediler? Batı ‘10 bin alırım’ diyor, ‘20 bin alırım’, ‘30 bin alırım’ diyor. Türkiye 3 milyon aldı. Parasal bütün harcamaları yapan Türkiye; ne verdin şu ana kadar? Ciddi bir şey ortada yok. Tıpkı geçmişte Balkan ülkelerinden, Kafkasya’dan olduğu gibi güney komşularımızdan milyonlarca mazlumu bir kardeşin bir kardeşe olan hissiyatıyla bağrımıza bastığımız gibi. Bu millet büyük bir millet, bu millet elindeki ekmeğini kalkıp kardeşiyle ikiye bölen, bir tas çorbasını kardeşiyle beraber yudumlayan bir millet.

İşte bunu 15 Temmuz gecesinde de aynen gördük. Tüm insanlığa o gece benim milletim bir ders verdi. Ama bu ders bir demokrasi dersiydi. Ve bu dersi verirken kimseden iane beklemedi. ‘Ben Allah için yürüyorum, ben şehadete yürüyorum’ dedi, öylece adımını attı. Ülkemizin bu alicenaplığı da meselenin kökünden çözümü için uğraşmamıza engel değildir, tam tersi kardeşlerimizi yuvalarına kavuşturma çabalarımızı destekleyen bir husustur.

Bu durum aynı zamanda yeni güvenlik konseptimizin kendimizle birlikte kardeşlerimizin de huzurunu kapsadığını gösteriyor. Öyle ya, yanı başınızda yangın varken siz kendinizi nasıl güvencede hissedebilirsiniz? Kardeşiniz ağlarken siz nasıl ferah bir yürekle işinize bakabilirsiniz. ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ anlayışına sahip bir medeniyetin mensupları olarak kendi çıkarlarımız için çevremize sırtımızı dönemeyiz. Millet olarak tarihimizin her döneminde bizim yerimiz mazlumun ve mağdurun yanı olmuştur. Aksi yönde bir davranış içine girerek ecdadımızın kemiklerini sızlatamayız. Bunun için hem kendimizin, hem kardeşlerimizin güvenliğini sağlayana kadar Suriye’de ve Irak’ta aktif politika izlemeyi sürdürmek mecburiyetindeyiz.

Değerli kardeşlerim, sevgili gençler;

Çevremizdeki tehditlerle mücadele ederken bunların içimizdeki araçlarına ve uzantılarına karşı da gereken her tedbiri alacağız. 17-25 Aralık polis-yargı darbe girişimi sonrasında aldığımız tedbirlerin faydasını 15 Temmuz darbe girişiminde gördük. Şayet aradan geçen 2,5 yılda tüm eksikliklerine rağmen o tedbirleri almamış olsaydık, hiç şüphesiz 15 Temmuz gecesini çok daha kanlı, çok daha tehlikeli geçirirdik. Türk milleti ülkesini ve devletini bu ihanet şebekesine elbette teslim etmezdi. Ama bugün 248 şehidimiz yerine belki 248 bin şehitten, belki 2,5 milyon şehitten söz ediyor olurduk.

Devletin bu ihanet çetesinden tamamen temizlenmediğini biliyoruz. Sizlere çok açık söylüyorum; hala Silahlı Kuvvetlerimizin içinde bunlar var, Polis Teşkilatımızın içerisinde hala bunlar var, yargının içerisinde hala bunlar var, devletin çeşitli kurumlarının içerisinde hala bunlar var, bunu bilmenizi istiyorum, sorumluluk makamında olan bir Cumhurbaşkanınız olarak söylüyorum. Çünkü bu ülke bizim, bu millet bizim. Ne ülkeyi bunlara yedireceğiz, ne  bu milleti bunlara ezdireceğiz; gereği neyse bunu yapacağız. Çünkü ecdat bize bunların mantalitesi içerisinde bir ülke devretmedi.

Ne diyor, işte tweet’lerinden duymuşsunuzdur; ‘O bize şahdamarından daha yakın’ diyor. Sizin şu anda okuduğunuz okuldan geçen bir tanesi bunu diyor. Şu hale bak. Bu ifade o kadar tehlikeli bir ifade ki, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz buyuruyor: “Size şahdamarınızdan daha yakınım” diyor, bunun dışında hiçbir güç bize şahdamarından daha yakın olamaz. Bu ifadeyi kullanmak küfürdür, bu ifadeyi kullanmak şirktir şirk; bunu bir defa bilmemiz lazım. Nerelere oturtuyorlar, nasıl bir bakış bu, nasıl bir beyin yıkama ameliyesi bu; bunu çok açık, net görmek durumundayız.

Her şeyi yalan, her şeyi riya, her şeyi ikiyüzlülük, her şeyi gizlilik üzerine kurulu böyle bir şer çetesiyle mücadelenin kolay olmadığı ortadadır. Bununla birlikte FETÖ’nün devlet içindeki operasyonel gücünü önemli ölçüde kırdığımızı düşünüyorum. Silahlı Kuvvetlerimiz, Emniyet Teşkilatımız, Adliye Teşkilatımız, Milli Eğitim ve diğer kurumlarımız, tüm kamu kurumlarımız gerçekleştirilen açığa alma ve ihraçlarla en azından tespit edilen örgüt üyeleri pasifize edildi. Bunların örgüt içinde belirli pozisyonlarda bulunanları da tutuklanarak etkisiz hale getirildi.

Diğer yandan PKK’nın ve diğer terör örgütlerinin devlet içindeki elemanları da birer birer tespit edilip gereken muameleye tabi tutuluyor. İşte görüyorsunuz, dokunulmazlık tahtındaki milletvekillerinden tutunuz belediye başkanlarına varıncaya kadar bütün bu teröre malzeme olanlar, malzeme taşıyanlar bunun bedelini ödüyorlar ve ödemeye devam edecekler.

Aynı mücadele iş dünyasında, sivil toplum kuruluşları içinde, uluslararası düzeyde de sürdürülüyor. Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesi son teröriste kadar, son teröristi etkisiz hale getirene kadar devam edecektir. Bu mücadele olağanüstü hal bittikten sonra da sürecektir.

Terör örgütleriyle yürüttüğümüz mücadelenin siyasi iradesini biz temsil ediyoruz. Sahadaki sorumluları da siz olacaksınız, ona göre. Şayet sizler bu davaya sahip çıkmazsanız, siyasi irade tek başına neticeye ulaşamaz. Görevinizin, sorumluluğunuzun ağır olduğunu biliyorum. Ama ben sizlere inanıyorum, sizlere güveniyorum. Rabbim yar ve yardımcımız olsun.

Bir kez daha sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Eğitim hayatınızda ve daha sonra başlayacağınız çalışma hayatınızda başarılar diliyorum. Sağlıcakla kalın. Rabbim gücünüzü, kuvvetinizi artırsın, önce sizleri vatanımıza, ardından annenize-babanıza bağışlasın. Sağ olun.