27. Muhtarlar Toplantısında Yaptıkları Konuşma

29.09.2016

Çok değerli muhtarlarımız,

Değerli kardeşlerim;

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz.

Muhtarlar toplantımızın 27’ncisinde sizlerle biraradayız. Bugün de Adıyaman, Ankara, Artvin, Bitlis, Bolu, Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Elazığ, Hatay, Isparta, Karabük, Kastamonu, Kırşehir, Niğde, Ordu ve Samsun illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz.

Muhtarlarımızla en son toplantımızı 8 Haziran’da mübarek Ramazan ayında iftar soframızda yapmıştık. Aslında normal şartlarda muhtarlarımızla her ay ortalama 2-3 buluşmamız oluyordu. 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmeler sebebiyle 3,5 ayı aşkın süredir toplantılarımıza ara vermek zorunda kaldık. İnşallah bundan sonra muhtarlarımızla olan bu buluşmalarımızı yeniden sıklaştıracağız. Zira hedefimiz, Türkiye’deki tüm muhtarlarımızı milletin evine en az bir kere olsun davet etmek ve kendileriyle bu buluşmamızı gerçekleştirmektir. Zaten yeni tesislerimizi yaptığımız zaman bunlar daha da artmış olacak. Bu vesileyle 15 Temmuz’daki tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmetle, minnetle yâd ediyorum.

Muhtarlarımız mahalleleriyle birlikte ülkelerine, milletine sahip çıkma konusundaki kararlılıklarını 15 Temmuz’da canlarıyla, kanlarıyla ortaya koydular. 15 Temmuz şehitlerimizin içinde iki tane de muhtarımız var. Ankara Kazan Ahi Mahallesi Muhtarı Ali Anar ve İstanbul Üsküdar Acıbadem Mahallesi Muhtarı Mete Sertbaş kardeşlerimiz darbecilere karşı verdikleri kahramanca mücadele sırasında şehit oldular. Ayrıca, Ankara Sincan Osmaniye Mahallesi Muhtarı Hakan Yiğit’in kardeşleri Erkan Yiğit ve Volkan Yiğit, o gece Külliyemizin önünde darbecilerin saldırısına uğradılar. Erkan Yiğit şehit olurken, Volkan kardeşimiz yaralı olarak kurtuldu ve kendisi şu anda Külliyemizde görev yapıyor.

Şehit muhtarlarımızın ve yakınlarının aileleriyle tüm muhtarlarımıza tekraren başsağlığı, gazilerimize sağlık, hayırlı ve uzun ömürler diliyorum.

Değerli kardeşlerim;

Sizlerle toplantılarımızı başlattığımız 2015 yılının Ocak ayından bu yana muhtarlarımıza özellikle şunu ifade ettim: ‘Sizlerle biraraya gelmek, sizlerle birlikte olayları yakinen takip etmek için bu buluşmalar çok önemli’ dedim. Açıkçası aramıza bir darbe girişiminin de girmeye çalışacağı aklıma gelmemişti. Türkiye’nin son 14 yılında maruz kaldığımız ihanetler içinde bu darbe girişimi gerçekten çok farklı bir yere sahip. Daha önceki ihanet girişimlerinde hedef genellikle doğrudan biz oluyorduk, başında bulunduğumuz hükümet oluyordu. Ülkemiz ve milletimiz yaşananlardan dolayı olarak bunlardan etkileniyordu. Bu defa bizimle birlikte canıyla, kanıyla, varlığıyla bizatihi milletimizin kendisi hedef alındı, ülkemiz hedef alındı, demokrasimiz hedef alındı. Evet, adını doğru koymak lazım; 15 Temmuz’da Türkiye hem bir darbe girişimine, hem bir dizi terör eylemine, hem de örtülü bir işgal girişimine maruz kaldı.

15 Temmuz Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yuvalanan üniformalı bir grubun, bir cuntanın eseri olması dolayısıyla elbette bir darbe girişimiydi. Darbecilerin milletimize karşı hedef gözetmeksizin uyguladıkları şiddet, gerçekleştirdikleri eylemler ve kullandıkları yöntemler itibariyle 15 Temmuz aynı zamanda bir terör saldırısıydı. Bunlar milletin verdiği vergilerle, milletin imkânlarıyla, onlara emanet ettikleri F16’ları, helikopterleri, tankları, topları o envai çeşit silahları zannediyorlardı ki ‘bunlarla birlikte biz bu işi başarırız.’ Ama bunlar bir şeyi düşünmüyorlardı, neydi o düşünmedikleri? ‘Bu millet şöyle ortaya çıkar, meydanlara dökülür, havalimanlarına dökülür, eğer bedenini, göğsünü, her şeyini siper ederse o zaman biz ne yaparız’ diye düşünmemişlerdi. Hem projenin gerisindeki siluetler, hem de darbenin başarılı olması halinde hayata geçirilecek niyetler itibariyle 15 Temmuz, 1912’den 1923’e kadar geçen kısa sürede 5’te 1’e düşen topraklarımızdan elimizde kalan son parçanın işgali teşebbüsüydü. İşte millet o toprakları bunlara teslim etmedi.

Sonuçları itibariyle benim milletim yüce bir millet, çok aziz bir millet, çok kararlı bir millet. Hani ‘o çılgın Türkler’ diyorlar ya, işte o millet... 15 Temmuz Türk milletinin ikinci bir Kurtuluş Savaşı’dır, bunu böyle bilelim.

Tarihte bize ne yaptılar? 1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar, her şey ortada. İşte şu anda Ege’yi görüyorsunuz değil mi? Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik; zafer bu mu? Oralar bizimdi, oralarda hala bizim camilerimiz var, mabetlerimiz var. Ama şu anda hala ‘Ege’de kıta sahanlığı ne olacak, havada ne olacak, denizde ne olacak’; bunları konuşuyoruz, hala bunun mücadelesini veriyoruz. Niye? İşte o anlaşmada masaya oturanlar sebebiyle. O masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını vermediler. Veremedikleri için şimdi onun sıkıntısını biz yaşıyoruz. Şayet aynen bu darbe de başarılı olsaydı herhalde Sevr’i dahi aratacak bir dayatmayla karşımıza çıkacaklardı. Hamdolsun milletimiz o gece her kritik dönemde şaşmaz bir şekilde işlediğine şahit olduğumuz engin ferasetiyle sahneye konmaya çalışılan senaryonun tüm safhalarını, perde arkasındaki tüm hazırlıkları anında deşifre etmiş, buna karşı tavrını da net bir şekilde göstermiştir.

Şundan hiç kimsenin şüphesi olmasın: O gece Türk milleti sadece bir darbeyi önlemekle kalmamış, aynı zamanda ülkesini bir işgalden kurtarmıştır. Biz de milletimizden aldığımız güçle darbecilerin karşısında dimdik durduk ve böylece oyunu bozduk. Kardeşlerim, şunu hiçbir zaman unutmayın, eğer lider taşın arkasına saklanmazsa, o millet dağın arkasına saklanmaz. Ama lider taşın arkasına saklanırsa, millet de dağın arkasına saklanır. Gerçekten de biz o gece milletimizle yürüdük, sizinle yürüdük. Şayet o gece İstanbul’da milletimiz havalimanını ve bulunduğumuz Devlet Konukevi’ni çepeçevre kuşatmamış olsaydı, FETÖ’nün gözü dönmüş katillerinin uçakları, helikopterleri, tankları bize de ölüm kustururdu. Fakat demek ki şehadet nasibimizde yokmuş ki bugün burada sizlerle birlikteyiz, biraradayız. Ne mutlu o kutlu makama ulaşan kardeşlerimize, ne mutlu onların yakınlarına, ne mutlu gazilerimize.

Bugüne kadar şahsen görüştüğüm veya arkadaşlarımın ziyaret ettikleri şehit yakınlarımızın, gazilerimizin vakur duruşları beni ayrıca duygulandırıyor. Şehitlerimizle ilgili öyle hikâyeler, öyle anekdotlar işitiyoruz ki tüylerimiz diken diken oluyor. Milletimiz bu imanla, bu inançla, bu azimle, bu dirayetle mücadelesini sürdürdüğü müddetçe yedi düvel bir olup üzerimize gelse, Allah’ın izniyle bizi bir adım geriletemez.

İstiklal Marşımızda Akif merhum ne diyor: “Ben ezelden beri hür yaşadım, hür yaşarım, / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım. / Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım, / Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.” Yine diyor ya; “Siper et göğsünü dursun bu hayasızca akın.” İşte millet göğsünü siper etti. Bu millet gerektiğinde bendini de çiğner, gerektiğinde dağları da yırtar, gerektiğinde enginlerden de taşar ve bunu yaptı. Onun için diyoruz ki, bu milletin sabrını zorlamayın. Onun için diyoruz ki, bu devletin sabrını zorlamayın. Bu milletin ve bu devletin sabrını zorlayanların akıbetlerini öğrenmek istiyorsanız, açın tarih kitaplarına bakın, orada ziyadesiyle örneklerini göreceksiniz. Biz kimseden hakkımız olmayan bir şeyi istemiyoruz. Ama kimseye hakkımız olan bir şeyi de vermeyeceğiz, bunu herkes böyle bilsin. Bunun için gereken her türlü yolu, yöntemi, aracı kullanıyoruz, kullanmaya devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim;

Bilindiği gibi ülkemizde Milli Güvenlik Kurulu’muzun tavsiyesi, hükümetimizin kararı ve Meclis’imizin onayıyla 21 Temmuz’dan itibaren 3 ay süreyle olağanüstü hal ilan edilmişti. Bu konu çok önemli, bunu siz değerli muhtarlarımla bu mekânda, ekranı başında da milletimle özellikle paylaşmak istiyorum. Çünkü şu olağanüstü hal konusunu speküle eden, bunu sağa-sola çekmeye gayret edenler var. Şu anda ben muhtarlarımın şahsında milletimle konuşuyorum, bu toplantı önemli bir toplantı. Ama birileri bir şeyi anlamıyor, atanmış kimdir, seçilmiş kimdir? Ben Cumhurbaşkanı olarak seçilmişim, ama benim muhtarım da seçilmiş. Demokrasi noktasında benim muhtarımla aramda bir fark var mı? Yok, o da seçilmiş, ben de seçilmişim. Ama biri muhtar olarak seçilmiş, biri de Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş; bir defa bunu birbirinden ayırmak lazım. Eğer demokratik parlamenter sistem diyorsan, burada kalkıp muhtarı alçaltamazsın, küçültemezsin, küçük göremezsin. Zira demokrasinin terazisi nedir? Seçimdir. Seçimle gelene saygı, millete saygıdır. Bu, bu kadar önemlidir.

Kardeşlerim;

Bu kanun hükmünde karar, OHAL vesaire, bu uygulamaların sadece terör örgütleriyle mücadeleyle sınırlı kalacağı, günlük hayata hiçbir olumsuz yansıması olmayacağı daha ilk günden açıkça ifade edilmişti. Biz çünkü bundan 14-15 sene önce geldiğimizde de bu ülkede olağanüstü hal vardı. Ama olağanüstü halde ülkemizin belli yerlerinde, ağırlıklı olarak Güneydoğu’da sokağa dahi belli saatlerde çıkamıyordunuz. Şimdi böyle bir şey var mı? Yok. Rahat rahat sokağa da çıkıyorsun, alış verişini yapıyorsun. Grevdi, boykottu, şuydu-buydu, bu tür bir şey var mı? Yok. Yani günlük hayatın işlemesinde tam aksine bir rahatlık, bir kolaylık, bir güvence var.

Nitekim geçen 2 ayı aşkın sürede olağanüstü hal tam da bu şekilde, yani terör örgütleriyle mücadelenin etkinliğini artırma amacıyla uygulandı ve bütün bunları yaparken bir diğer taraftan da tabi ki FETÖ terör örgütüyle ilgili mücadelede, aynı şeklide diğer terör örgütleriyle ilgili mücadelede, devletin yapısı içerisindeki o yapılanmayla mücadelede bizim hızımızı ne yapıyor? Artırıyor. Çünkü bu işi hızlandırmamız lazım, bu işte rehavet olmaz. Bu devletin bu terör organlarının uzantılarından arındırılması için zamana ihtiyacı var, biz şu anda zamanla yarışıyoruz. Mesele öylesine derin ve öylesine girift ki, 3 aylık sürenin yeterli olmayacağı görülüyor. Bunun için dün yaptığımız Milli Güvenlik Kurulu toplantısında olağanüstü halin 3 ay daha uzatılması hükümete tavsiye edildi. Hükümetimiz de gerekli değerlendirmeleri yapacak, gerekli adımları atacaktır.

Buradan bir kez daha tekrarlamak istiyorum: Olağanüstü hal uygulaması tamamen FETÖ ve PKK terör örgütleriyle daha etkin mücadele amacına yöneliktir. Ana muhalefet partisinin olağanüstü hal yetkileriyle hayata geçirilen hususların Meclis’in rutin çalışmalarıyla çözülebileceği görüşüne kesinlikle katılmıyorum. Biz Meclis’in bu noktada ne kadar hızlı çalıştığını gayet iyi biliyoruz, biz bu Meclisin içinden geldik ve siyasette de hamdolsun tecrübemiz bu ifadeleri kullananlarla mukayese edilemeyecek kadar derin, bu işi iyi biliriz. Her şeyden önce Meclis’in mevcut iç tüzüğü, böyle pratik bir çalışma yürütülmesine imkân vermiyor. Daha da önemlisi, kolayca çözülebilecek nice meselenin Meclis’te nasıl aylarca, yıllarca sürüncemede bırakıldığını çok iyi bilirim. Üstelik Meclis’in mevcut gündemi zaten yeteri kadar yüklü, yeteri kadar ağır... Bir de buna olağanüstü hal kapsamındaki işleri ilave etmeye kalkarsak Meclis tamamen tıkanır, kilitlenir.

Terör örgütlerinin mensuplarının yurt dışına nasıl kaçtıklarını görüyorsunuz değil mi? Yani bunlar için 24 saat çok önemli, anında kaçabiliyor, anında gidebiliyor. İşte kimileri bakıyorsunuz Amerika’nın sokaklarında, caddelerinde, kimileri Avrupa’nın sokaklarında, caddelerinde ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşabiliyor ve bunları istediğimiz halde bunlar oralarda dolaşabiliyor. Onun için yine 3 aylık bir süreyle olağanüstü halin uzatılması Türkiye’nin yararınadır.

Şimdi bakın, size bir örnek vereceğim, Fransa’da bir ufak terör eylemi oldu, 10 kişi, 15 kişi öldürüldü. Dünyanın liderleri oraya gitti mi? Gitti. Paris’te toplandılar mı? Toplandılar. Türkiye’de demokratik rejime bir darbe yapılıyor, 241 evladımız şehit ediliyor, 2194 gazimiz, yaralımız var; değerli kardeşlerim, acaba hangi lider geldi? Sadece birkaç telefon ötesinde maalesef böyle atlayıp anında buraya gelen lider yok. Ha, bir-iki bakan geldi, onları görmemezlikten gelemem. Ama sağ olsun Körfez’den başta Katar olmak üzere Emir, bunun yanında Başbakan, Dışişleri Bakanı, bunun yanında Milli Savunma Bakanı, hepsinden öte Emir’in babası evlatlarıyla onlar hafta içinde atladılar geldiler, bizlerle bu sıkıntıyı paylaştılar. Diğerlerinden de yine telefonla arayanlar Körfez’den oldu, işte Suud gibi vesaire.

Şimdi kardeşlerim, Fransa’da 3 ay, artı 3 ay ve son olarak da 6 ay olmak üzere toplamda 1 yıllık olağanüstü hal var. Dünyadan kimse Fransa’ya diyor mu, ‘siz niye 1 yıl olağanüstü hal ilan ettiniz’ diye? Bizim bakan arkadaşlara bunlar akıl veriyorlar, diyorlar ki, ‘1 yıl olağanüstü hal Türkiye için doğru değil, yani şu 3 ayı bir daha uzatmayın ha.’ Dur bakalım, sabırlı ol, belki 12 ay da yetmeyecek.

Kardeşlerim;

Bizim görevimiz nedir? Bu milletin can güvenliğini, mal güvenliğini, nesil güvenliğini, akıl güvenliğini korumaktır, devam ettirmektir, önce biz bunu sağlıyoruz. Onun için de kimse bize takvim belirlemesin, kimse bizim yol haritamızı tayin etmesin. Bu yol haritasını bu ülkenin hükümeti belirler, bu ülkenin kurumları belirler.

Şimdi bunlar kalkıyor bize yol haritası çiziyor. Siz bir defa Türkiye’ye ne zaman kalkıp da dost oldunuz, gerekli olan destekleri verdiniz? Hepsi bu darbenin başarılı bir şekilde sonuçlanmasını bekliyorlardı, bunların hepsinin bilgileri bize ulaştı, geliyor. Zil takıp oynamaya çalışanlar veya o saati bekleyenler vardı, ama Rabbim, milletim onlara bu fırsatı vermedi.

Kardeşlerim;

Türkiye Fransa’daki terör olaylarıyla mukayese edilemeyecek kadar ağır terör saldırılarına ve daha önemlisi bir darbe girişimine sahne oldu. Bu bakımdan olağanüstü halin uzatılması kararını milletimin anlayışla karşılayacağına ve destekleyeceğine inanıyorum. Şimdi ben mesela burada bir oylama yapsam, ben burada bulunan 400 civarındaki muhtırama sorsam, olağanüstü halin uzatılmasına ne dersiniz desem… İşte görüldüğü gibi ittifakla kabul, böyle bir durum var.

Değerli kardeşlerim;

Ülkemizdeki olay Fransa’dan farklı olduğu gibi, birçok yerden çok daha farklı. Şu anda dünyada bakıyorsunuz bir ülkenin eyaletinde, örneğin Amerika’da birkaç olay oluyor, diyelim ki bir tane kişi öldürülüyor; o eyalet, yetkiler farklı, olağanüstü hal ilan ediyor. Basit bir örnek veriyorum size, bizdeki olay böyle değil ki. Ülkemizde ve bölgemizde süren bu mücadele tek taraflı değil, tek aktörlü hiç değil. Bakıyorsunuz FETÖ ile PKK, Suriye rejimiyle PYD, YPG, müttefik dediğimiz ülkelerle DEAŞ el ele, kol kola vermiş, Türkiye’nin aleyhine çalışıyor, öyle mi? PKK’nın son dönemde artan eylemlerinin tek bir sebebi vardır, FETÖ’nün üzerinde oluşan baskıyı azaltmak ve Suriye’nin veya Suriye’de Türkiye’nin dikkatini dağıtmak…

Esasen 2015 Temmuz ayında Güneydoğu’daki bazı ilçelerimizde başlattıkları çukur eylemleri PKK’yı bölge halkı nezdinde neredeyse tamamen bitirdi. Daha da bitecekler, ben buna inanıyorum. Bu örgütün ve uzantısı kuruluşların toplantılarına katılım geçmiş yıllara göre 10’da 1’in dahi altına düştü. Bölgedeki kardeşlerimiz PKK’nın sadece belirli güçlerin taşeronluğunu yaptığını, örgütün kendisiyle ve çocuklarının geleceğiyle hiçbir ilişkisinin olmadığını bu sürede açık şekilde gördü. Daha da önemlisi, 15 Temmuz darbe girişimine karşı en güçlü tavrın gösterildiği yerlerin başında bu bölgemiz geliyor. Çünkü çok çektiler, çok darbe yediler.

PKK ve FETÖ’nün, hatta PKK ve DEAŞ’ın nasıl derin işbirliği içinde olduklarına dair sayısız ifade, belge, bilgi bulunuyor. Bölücü örgütün 15 Temmuz’un ardından eylemlerini artırması, milletimiz ve bölge halkı tarafından isabetli bir teşhisle ‘başarısız darbe girişiminin PKK eliyle sürdürülmeye çalışılması’ olarak değerlendirildi. Suriye’de de bölücü örgütün PYD, YPG adıyla faaliyet gösteren unsurları Türkiye’ye karşı her türlü husumeti gösteriyor.

Gerektiğinde rejimle, gerektiğinde müttefik dediğimiz ülkelerle işbirliği yapan bu terör örgütü, Suriye’de başlattığımız Fırat Kalkanı Operasyonu’ndan çok rahatsız oldular. Bünyesindeki FETÖ’cülerin temizlenmesiyle safralarından kurtulan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, Cumhuriyet tarihimizin en kapsamlı sınır dışı operasyonunu hamdolsun başarıyla yürütüyor. Bu operasyonla bölgede DEAŞ’la savaşan tek gücün kendileri olduğu yalanı bir balon gibi söndü. Ne dediler? ‘PYD- YPG, DEAŞ’la savaşıyor.’ Yalan. DEAŞ bir yere giriyor, oradan çıkıyor, ondan sonra oraya kim yerleşiyor? PYD’yle YPG. Kimi aldatıyorsunuz, tezgâh böyle çalıştı. Şimdi ellerinden gelse diğer yerlerde de aynı şeyi yapacaklar. DEAŞ’la PYD, YPG ve rejimin birbirlerini besleyen, birbirlerinin varlıklardan güç alan yapılar olduğunu biz zaten biliyorduk. Şimdi bunu tüm dünyada da bir defa biz gösteriyoruz, dünya da görmeye başladı.

Halep’te ve diğer Suriye şehirlerinde katledilen çocukların, kadınların, sivillerin kanları ellerinde olanların işi giderek zorlaşıyor. Ümran bebeğin halini gördünüz değil mi? O darbeyi yemiş, inşaatın içinden toz toprak, kan revan içindeki çıkışını gördünüz, bunlar ortada. O Ege’de kıyılara vurmuş yavrumuzu biliyorsunuz. Kardeşlerim, bu ülkede DEAŞ bahanesiyle yürütülen kanlı operasyonların meşruiyeti her geçen gün kayboluyor. Bize devamlı ne dediler? ‘Aman sabır, aman sabır, aman sabır.’ Gaziantep’te eğer DEAŞ terör örgütü o kına merasiminde 14 yaşındaki çocuğun bedenine bombaları bağlamak suretiyle… Bak çocuğu da nasıl kandırıyorlar? Çocuk Messi’yi çok sevdiği için Messi’nin formasını da giydirmek suretiyle onun üzerine bombayı bağlayıp, ondan sonra o kına töreninde bomba patlatılıyor ve 56 kardeşimiz orada şehit oluyor, bunun yanında 100’e yakın yaralı...

Gittiğimizde hastane ziyaretinde vesaire, bakıyoruz yavrum 6-7 yaşında, ama sol ayağının yarısının olmadığının farkında bile değil hala, bunları gördük, yüzü parçalanmış yavrumuzu gördük. Bütün bunlar bu ülkede yaşandı. Hala utanmadan, sıkılmadan kalkıp da bunları dile getirmeyeceksin. Bunları muhtarımla dertleştiğim gibi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda dertleşmeyeceğiz de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde anlatmayacağız da nerede anlatacağız? Soruyorum sizlere, nerede anlatacağız? Bunları bizim dışımızda anlatan yok ki, bizim dışımızda bunları dillendirenler yok ki, bizim dışımızda kalkıp 3 milyon mülteciyi topraklarında iskân ettiren yok ki, biz iskân ettiriyoruz.

Soruyorum, bu mülteci kardeşlerimizi ‘tekrar Suriye’ye göndereceğiz’ diyenler kimdi? Bunlar değil miydi? ‘Bunları Suriye’ye göndereceğiz’ diye bunlar demedi mi? Şimdi de kalkıp utanmadan, sıkılmadan farklı farklı şeyler söylüyorlar. Bunlar, misafirperverliğin bu milletin ruhunda olduğunu bilmeyenler. Bunlar, konukseverliğin bu milletin ruhunda olduğunu bilmeyenler. Benim milletim, benim vatandaşım kalkar bir dilim ekmeği, bir tas çorbayı kardeşiyle, komşusuyla paylaşır yeri geldiğinde. Bu millet böyle yetişti, böyle terbiye gördü. Serer yere sofrasını, evinde neyi var neyi yok hemen oraya döker ve ondan sonra da onu masarifiyle, komşusuyla paylaşır. Bu millet böyle bir millet, böyle bir kültürden gelmişiz biz, böyle bir medeniyetin varisleriyiz. Ama bunlarda böyle bir dert yok, böyle bir sıkıntı yok.

Kardeşlerim;

Artık Türkiye’de Türkiye’nin ve Özgür Suriye Ordusu’nun, yani Suriye’nin kendi evlatlarının DEAŞ’a karşı verdiği gerçek mücadele örneği var. Her ne kadar bölgede hesabı ve çıkarı olan ülkeler şartları zorlamaya devam ediyor olsa da, Suriye meselesi artık yeni bir safhaya girmektedir. Yeni dönemin en belirleyici unsuru Suriye halkının kendi içinde tesis edeceği birlik, beraberlik, dayanışma olacaktır.

Cerablus operasyonunu niye yaptık? İşte o Gaziantep’teki olay bu işin neyi oldu? Adeta ateşlenen fitili oldu. O ana kadar biz girdik mi oralara? Girmedik. Ama o anda artık o yetiştirdiğimiz eğit-donat çerçevesindeki Suriye halkı, Cerablus halkı, ılımlı muhaliflere dedik ki, ‘buyurun, biz de arkanızdayız.’ Onlar girdi biz de arkalarından ve böylece Cerablus’u DEAŞ’tan temizledik ve oraya Cerablus halkı yerleşmeye başladı. Ardından Rai’de yaşayan halk DEAŞ’ın oradan da temizlenmesini bekledi. Rai’den de DEAŞ’ı temizledik, Rai’deki halk onlar da yerlerine, topraklarına girmeye başladılar. DEAŞ’ın elinde bulunduğu dönemde Cerablus’ta ne kadar insan kalmıştı biliyor musunuz? 2000’lere kadar düşmüştü. Şu anda ise 30 bine doğru ulaştı. Nüfus daha fazla, daha gelecek olanlar var. Geçmişte DEAŞ zulmünden kaçarak Türkiye’ye ve belki de bir kısmı da Batı ülkelerine giden, gitmeye kalkışan Cerabluslular evlerine, yurtlarına dönmeye başladılar.

Suriye’de bizim ilk etapta 5 bin kilometrekare olarak öngördüğümüz ‘güvenli ve uçuşa yasak bölge’ tam manasıyla oluşturulabilirse, en azından yeni göç dalgalarının önü kesilmiş olacaktır. Bu Batı maalesef bizim laflarımızı dinlese birçok şeylerden kurtulacaktı ama bunlar bizim lafımızı dinlemediler.

Geçenlerde bir siyasi, bir ülkenin lideri onlara onu söyledi; ‘Siz Türkiye’ye yanlış yapıyorsunuz’ dedi. ‘Eğer Türkiye 3 milyon insanı şu anda topraklarında barındırmasa, şu kapıları açmış olsa ne yapacaksınız?’ dedi. ‘Hepsi Avrupa’ya geldiğinde ne yapacaksınız? Şu anda 100 kişiye, 200 kişiye, 500 kişiye tahammül edemiyorsunuz; binlerce, on binlerce kişi eğer Avrupa’ya gelmiş olsa ne yapacaksınız?’ dedi. Sonra birilere de kalkıp o siyasi lidere şunu söylüyor: ‘Çok haklısın, biz senin kadar cesur konuşamazdık.’ Her zaman zaten slogan bu; ‘Haklısın, biz sizin kadar cesur konuşamazdık.’ Aynı şeyleri bize de söyledikleri için artık bunların temennilerine alıştık.

Kardeşlerim;

İşte bu 5 bin kilometrekare alan genişledikçe, yani Suriye halkı kendi topraklarında güvenli bir şekilde yaşama imkanı buldukça göç ve mülteci sorunu kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Görüldüğü gibi gayet insani, gayet ahlaki, gayet vicdani bir zemini olan bu projenin hayata geçmesini istemeyenler ise rejim güçleri, DEAŞ ve PYD, YPG’dir. Bunlar ve arkalarındaki devletler dışında herkes Türkiye’nin güvenli bölge projesine gayet sıcak bakıyor. Tabii biz her yerde, her platformda görüştüğümüz herkese hakkı ve hakikati anlatmaya devam edeceğiz. İnşallah Suriye halkının başındaki kara bulutların dağılacağı günler yakındır. İşte o gün aynı zamanda Türkiye’nin de Suriye kaynaklı tehditlerden kurtulduğu gün olacaktır.

Bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok, öyle bir derdimiz de yok. Ama tehdit oluşturacak olan o terör koridorunu kaldırmakta kararlıyız. Çünkü bize Suriye’nin kuzeyinden herhangi bir tehdit oluşmayacak, Kilis’e roketler düşmeyecek, Gaziantep’e düşmeyecek, yani bizim özellikle Suriye sınırındaki vilayetlerimiz artık onların bu tehditlerini görmeyecek.

Değerli kardeşlerim;

Biraz önce de ifade ettim, ülkemize yönelik saldırılar çok farklı mecralar üzerinden yürütülüyor. Bunlardan biri de ekonomidir. Türkiye’nin önünü terörle, terör örgütleriyle, darbe girişimleriyle, uluslararası sergilenen alanda ayak oyunlarıyla kesemeyeceklerini görenler ekonomi kartını şimdi masaya sürdüler.

Esasen Türkiye bu tehditle ilk defa karşılaşmıyor. 2002 yılı Kasım ayından beri sayısız kez ekonomik taarruza maruz kaldık. Allah’ın yardımı, milletimizin dirayeti ve gayretli çalışmalarımız neticesinde bu taarruzların hepsini de boşa çıkardık. Sadece tamamen bizim dışımızdaki şartların ürünü olan küresel krizin ilk yılı ne zamandı? 2009. O yıla mahsus bir küçülme yaşadık. Aldığımız tedbirlerle küresel krizin ülkemizi –hatırlarsanız bir deyimim vardı benim- ‘teğet geçecek’ demiştim ve teğet geçti. Ve birçok köşe yazarı da kendine göre dalgasını geçiyordu. Ama o teğet geçme anlayışını, kavramını kavrayamadılar, neticede öyle oldu.

2013 yılında bu defa ne yaptılar? Gezi olaylarıyla, ardından 17-25 Aralık darbe girişimiyle, -çünkü 17-25 Aralık darbe girişimi aynı zamanda ne yazık ki polisin içerisine sızmış olanlarla yargının müşterek yapmış olduğu bir operasyondu- geçen yıl yaşadığımız iki seçimle, 20 Temmuz 2015’den itibaren hızlanan bölücü terör olaylarıyla, DEAŞ saldırılarıyla ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimiyle sürekli teyakkuz halindeyiz. Buna rağmen ekonomide hayati bir kırılma hamdolsun yaşamadık. Ekonomimiz gelişmeye, büyümeye devam etti.

Değerli kardeşlerim;

27 çeyrek biz hep büyüdük. Yani şu 14 yıllık, 2 yıl cumhurbaşkanıyım, ondan önce başbakanlık dönemimiz dahil hep büyüyen bir Türkiye var, küçülme diye bir şey hamdolsun olmadı. Dünyada benim diyen ülkeler şu anda ekside, biz ise devamlı artıdayız. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından birileri yine kriz beklentisine girmişti, ama hayal kırıklığına uğradılar. Milletimiz devletiyle birlikte ekonomisine de sahip çıktı. Sadece meydanlara çıkıp kendini feda etmedi, bir şey daha yaptı; darbe girişiminin ertesi günü, bakın ertesi günü 2,5 milyar dolar, bugüne kadar da 12 milyar dolar para bozduran, döviz bozduran bu millet, döviz üzerinden bir oyun oynanmasına da izin vermedi. Ve zannettiler ki bunlar Merkez Bankası kasasını boşaltır, bu işle öyle mücadele eder. Ve Merkez Bankasına da gerek kalmadı, millet kendisi bu oyunu bozdu.

Bunun üzerine eskiden beri siyasi saiklerle hareket ettiklerini bildiğimiz kredi derecelendirme kuruluşları devreye girdi. Ben kredi derecelendirme kuruluşlarını çok severim, onlar da beni çok severler. Amerika seyahatinde çok önemli bir şirketin CEO’su bana şu soruyu sordu: ‘Bu CEO’ların sizinle arası pek iyi değil, bunun nedeni nedir?’ İsim vermeyeceğim kredi derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili… Dedim ki; ‘Bunlar sipariş üzere not verirler. Bakın birkaç gün önce Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülkeler içinde bizi gösterdiler, peki ben buna inanıyor muyum, inanmıyorum’ dedim. Sanki benden intikam alırcasına, ülkeye geldik, hop birden bizim notumuzu düşürüverdiler.

Şimdi bizim notumuzu düşürdüler de ne oldu? Hazine biliyorsunuz hemen bir piyasa yaptı ve Hazine’nin kağıtlarına dışarıdan-içeriden bunların beklediğinin çok daha üstünde bir ilgi, bir alaka oldu. Niye? Türkiye’nin gerçeği bu değil ki. Batmış, bitmiş bir ülkeye, bir anda bakıyorsun 4 kat büyümede bir derece vermeye kalkıyorlar. Avrupa’dan 400 milyar avro destek gören bir ülkeye bu desteği veriyorlar, Türkiye gibi kendi ayakları üzerinde duran bir ülkeye de bakıyorsunuz ‘durağan’ diyor. Bu sefer durağan da demediler, ne yaptılar? Puanı, notu düşürdüler. İstediğiniz kadar düşürün, Türkiye’nin gerçeği bu değil. Türkiye yatırımlarına devam ediyor, kalkınmaya devam ediyor, yükselmeye, güçlenmeye devam ediyor evvel Allah. Siz Türkiye’nin gerçeklerinden uzaksınız. Bunların cebine 3-5 kuruş ekstra para koy, istediğin notu al; bunlar böyle, böyle çalışıyorlar. Talimatları zaten nereden aldıklarını da biliyoruz. Biz gerçekleri her zaman konuşacağız.

Ah ah, keşke şu ülkede siyaset kendi içinde bir birlik-beraberlik, bütünlük halinde olsa da aynı hedefe beraber yüklense... Kimmiş bunlar? Gerçek bu. Ben bunu sanayicilerimize de konuşuyorum, tüccarlarımıza da konuşuyorum; ‘Siz de bir haykırın be, ne ürettiğinizi, ne sattığınızı bilen siz değil misiniz? Dünya piyasalarınızda sizin malınızı bu kredi derecelendirme kuruluşları mı satıyor? Sizin fabrikalarınızı bunlar mı kuruyor? Size krediyi bunlar mı veriyor? Öyleyse, dimdik durun. Her şeyden önce siz Türk’sünüz Türk, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir evladısınız, bunu gösterin. Türkiye aynı Türkiye. Ama notu verenlerin kafasındaki hesap başka...

Not, ekonomik verilere değil de siyasi saiklere dayalı olarak verilince kimse o notu ne yapmadı? Dikkate almadı. Ne iç piyasada, ne dış piyasalarda not düşürmeden kaynaklanan ciddiye alınacak bir dalgalanma görülmedi. Bu kuruluşların işi, çobana hakaret olmasın da, hani var ya bir fıkra, yalancı çobanın işi, onun hikayesine dönmeye başladı, biz bunu yutmayacağız. Türkiye ile ilgili o kadar çok yalan-yanlış adımlar attılar ki kimse artık onları ciddiye almıyor.

Tabii bizim ölçümüz bu kuruluşların raporları, notları değil, biz reel ekonomiye bakıyoruz. Üretimi, istihdamı, ihracatı artıracak, yatırımları artıracak, markalaşmayı, yüksek teknolojiyi, kaliteyi teşvik edecek önlemleri alıyoruz, almaya devam edeceğiz. Biz Osman Gazi Köprümüzü açtık mı? Açtık. Biz Yavuz Sultan Selim Köprümüzü açtık mı? Açtık. Açtığımızdan bu yana paralı geçişler başladığı andan itibaren 2 kat her ikisinde de artış oldu mu? Oldu. Şimdi de 20 Aralık’ta inşallah Avrasya Tüneli’ni açıyoruz. Kredi derecelendirme kuruluşlarına tavsiyem; buyursunlar gelsinler, özel misafirimiz olsunlar, tünelden geçiversinler. Onların tavsiyesiyle bunları yapmadık. Bu millet kendi iradesiyle, kendi imkanlarıyla bunları yaptı.

Biz değerli kardeşlerim;

Üç aşamalı bir plan hazırlamıştık. Birinci aşama; Meclis kapanmadan hemen önce görüşülüp kabul edildi. Özellikle geri kalmış bölgelerimizdeki yatırımlara çok ciddi teşvikler içeren, yerli ve yabancı yatırımcılara yeni destekler getiren bu düzenlemeyi yenileri takip edecek. İhracatta geriye gidişin durduğunu, hatta yavaş da olsa yukarıya doğru bir yükselişin başladığını görüyoruz. Aynı şekilde turizmde, biliyorsunuz ciddi bir kıpırdanma başladı. Özellikle charter seferlerinin başlaması hemen bir patlamayı getirdi. Bir ayı bulmadı, Rusya’dan 60 bin turist Türkiye’ye girdi. Önümüzdeki sezon için çok daha ümitliyiz. Okulların açılması, yaz tatilinin sona ermesi, kriz senaryolarının çökmesiyle birlikte piyasada yaşanan durgunluğun da ortadan kalkacağına inanıyorum.

Ülkesini, milletini seven, çocuklarının geleceğini düşünen herkes ekonominin canlanmasına, üretimin, yatırımın, istihdamın artmasına destek vermelidir. Hepimiz aynı gemideyiz, geminin bir tarafı su alırken diğer tarafındakilerin kendilerini güvende hissetme imkânı yoktur. Onun için Türkiye’yi siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, diplomatik, her alanda hızlı bir kalkınma sürecine sokmak mecburiyetindeyiz. 2016’nın ilk 6 ayındaki yüzde 3,4’lük büyüme oranı, yani yüzde 4’lük büyüme oranı elbette önemlidir. Ama ülkemizin gerçek potansiyeli yanında hiçbir şeydir. Türkiye, yüzde 5’in altında büyümeyi hak eden bir ülke kesinlikle değildir. Bu oranı yakalamak elimizde; hep birlikte çalışır, gayret gösterirsek 2016’yı da kurtarırız, 2017’yi tarihi bir sıçrama yılı haline de dönüştürebiliriz. 2023 hedeflerimize ulaşabilmemiz için bunu başarmak zorundayız. Bu millete, bu ülkeye, bu topraklara ecdadımıza ve daha önemlisi gelecek nesillere borcumuzu ancak bu şekilde ödeyebiliriz.

Değerli kardeşlerim, bir konu daha var ki aslında az önce biraz değindim, üzerinde fazla durmak istemiyorum. Çünkü farklı düşünce dünyası içerisinde dolaşıyorum; fakat muhtarlarımıza olan saygımdan ötürü değinmeden geçemeyeceğim.

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta ülkemiz adına Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaydım. Orada yaptığım konuşmada küresel ve bölgesel gündeme ilişkin görüşlerimi ifade ettim. Genel Kurul’da yaptığım konuşmada, bizimle birlikte faaliyet gösteren 193 ülkenin katıldığı böyle bir oturumda… Tabii FETÖ terör örgütü bakıyorsunuz ‘ben 170 ülkede faaliyet gösteriyorum’ diyor ve orada bu FETÖ tehdidini, Suriye krizini, Birleşmiş Milletler Günlük Konseyi’nin yapısına ilişkin görüşlerimi ifade ettim. Hatta bayağı da ilgi uyandırdı.

Bundan önce katıldığım Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda da ‘Dünya 5’ten büyüktür’ demiştim. Bunu niye dedim? Birinci Dünya Savaşı’ndan başlayıp İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan bir Birleşmiş Milletler yapısının artık aynı şeklide durmasının doğru olmadığını ifade ettim. Çünkü daimi üyeler Birleşmiş Milletler’de Güvenlik Konseyi’nde 5 üye, bunlar adeta aynı inanç dünyasını temsil ediyor. Bunların 3 tanesi Avrupa, bir tane Asya, bir tane de Amerika olmak üzere 3 kıtayı temsil eden ülkeler. Ve bu 5 ülke bir tanesi bir şeye hayır dediği zaman, siz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bunu geçiremiyorsunuz. Dedik ki, ‘bu adalet değil, burası adaletin dağıtılması gereken bir merci, bir yer.’ Ve 5 daimi üye, 15 geçici üye, e?.. Geçici üyelerin bir hükmü var mı? Yok. Her şey bu 5 tane daimi üyede. Buraya bir adaleti getirmek lazım. Bu 5 daimi üye bir defa şu andaki haklarından, hak değil ya, İkinci Dünya Savaşı’nda onlara bu verilmiş bir yetki, bunu kullanıyorlar. Şimdi bunların bizzat çıkıp demesi lazım ki, ‘Artık dünya bu şartlarda yaşamıyor, 193 ülkenin de temsil yetkisine sahip olduğu bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kurmalıyız.’ Ne olabilir bu? Diyelim ki, 20 üyeyse bu 20 üyenin 20’si de asıl üye olacak. Ama bu 2 yılda bir değişebilir ve bunun 10 tanesi yine aynı şeklide 1 yıl görev yapar, toplamda yine 2 yıl yapacak, bu şekilde değişmek suretiyle 193 ülkenin 193’ü de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olarak görev alır. Bu ne demektir? Her kıta kendini temsil eden ülkeleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde görür, her inanç grubu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde kendini temsil eden ülkeler görür.

Şu anda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde daimi üyeler içerisinde halkı Müslüman olan bir tane ülke yok. Dünyada şu anda 1 milyar 700 milyon Müslüman var. Peki, orada halkının Müslüman olduğu bir ülke olmadığı sürece, ben burada adalet var diyebilir miyim? Şimdi 1 milyar 700 milyon İslam dünyası, ki şu anda biz dönem başkanıyız biliyorsunuz İslam İşbirliği Teşkilatında, bu hakkını aramıyor. Aramak durumda, biz orada bunu seslendiriyoruz, bunu anlatıyoruz. Nitekim çıktığımda yanıma cesur olanlar, cesareti olanlar gelip, ‘Biz de aynı şeyi düşünüyoruz’ diyor. Sadece halkı Müslümanlar olanlar değil ha, diğerleri de aynı şeyi düşünüyor, ama birçoğu sesini çıkaramıyor, korkuyor. Bakıyorsunuz şuradan buradan oraya bağlı. Şimdi Almanya daimi üye olmak istiyor, Hindistan daimi üye olmak istiyor, Japonya daimi üye olmak istiyor; tamam mübarek, daimi üye olmak istiyorsanız hadi yüklenelim, bu işi bitirelim. Ama yok, sesleri çıkmıyor. Diyorlar ki, bizi 5+1’le zaten monte ediyor. Ne yapıyorlar? Onlarla arada sırada bir görüşüyorlar, böyle bir durum var.

Şimdi bakıyorum, ülkemizde bir siyasi parti genel başkanı bu konuşmamız üzerine kalkıyor o da bir değerlendirme yapıyor. Şimdi değerli kardeşlerim, ne diyor biliyor musunuz? Bakın bu çok önemli, ‘Birleşmiş Milletler’de dünya liderlerine mi, yoksa muhtarlara mı konuşuyorsun belli değil.’

Değerli kardeşlerim;

Bilmiyor ki benim her muhtarım kendi mahallesinin lideridir. Bilmiyor ki benim her muhtarım bir dünya lideri seviyesinde bilgiye, birikime, kabiliyete, dirayete sahiptir, çünkü seçilmiştir. Kardeşlerim, muhtarı küçümseyen, halkı küçümseyen, ülkesini küçümseyen bir siyasi parti liderinin ne kendi partisine, ne de bu millete hayrının dokunması mümkün müdür? Ondan sonra diyorlar ki, ‘14 yıldır bu ülkede iktidar niye değişmiyor?’ Ana muhalefetin her gün yatıp kalkıp halka hakaret ettiği, halkı ve temsilcilerini küçümsediği bir yerde iktidar nasıl değişecek? ‘Kader gayrete aşıktır’ derler; bunlarda gayret yok, ama kaderlerine isyan had safhada. Bu konuda daha fazla bir şey söylemek istemiyorum.

Değerli kardeşlerim,

Muhtarlarımız her şeyi görüyor, her şeyi duyuyor, hepsinin değerlendirmesini de en güzel şekilde yapıyor. Çünkü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda biz 14 yıldır hitap ediyoruz ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitap etmekten nasibini almamış olan bir kişinin bu konudaki değerlendirmesini zaten kaale almaya gerek yok. Ben sizlere güveniyorum, sizlere inanıyorum, sizlerle birlikte olmaktan, sizlerle birlikte yol yürümekten, özellikle adımın sizlerle birlikte anılıyor olmasından da büyük şeref duyuyorum.

Ve 15 Temmuz biliyorsunuz artık ‘Demokrasi ve Özgürlükleri Anma Günü’ olarak dün Milli Güvenlik Kurulu Toplantımızda hükümete tavsiye edilmiştir ve her 15 Temmuz artık şehitlerimizi, gazilerimi anma günü olarak o gün tatil edilecektir ve bunu da tekrar sizlere hatırlatıyorum.

Allah birliğimiz, beraberliğimizi, muhabbetimizi artırsın. Bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, bu gazi mekânı teşrifleriniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.