Çok değerli muhtarlarımız,
Değerli kardeşlerim,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz.
Muhtarlar Toplantımızın 23’üncüsünde sizlerle birlikteyiz. Bugün de Ankara, Batman, Burdur, Erzincan, Giresun, İzmir, Kırşehir, Konya, Mardin, Mersin, Osmaniye, Sakarya, Sivas, Şanlıurfa, Yozgat ve Zonguldak illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz. Ülkemizdeki muhtarlarımızın tamamıyla kucaklaşmak üzere başlattığımız bu buluşmaları her ay muntazaman devam ettiriyoruz, ettireceğiz.
Bu toplantılar, ülkemizde sadece Cumhurbaşkanı değil devletin üst yönetimi nezdinde bugüne kadar düzenlenen en kapsamlı, en istikrarlı ve bana göre en verimli organizasyondur. Keşke mümkün olsa da 79 milyon insanımızın tamamıyla her gün yüz yüze, birebir temas kurabilsek, konuşabilsek, dertleşebilsek... Ama sizler onların zaten vekilisiniz, dolayısıyla sizlerle buluşmak, sizlerle bir araya gelmek, 79 milyonla buluşmaktır, bir araya gelmektir. Belki herkesle yüz yüze irtibat kuramıyoruz, ama her vesileyi değerlendirerek milletimizin farklı kesimlerini temsil eden muhtarımızla, esnafımızla, işçimizle, kadınlarımızla, gençlerimizle bir araya geliyoruz.
Dün avukatlarımız buradaydı, 81 vilayeti temsil eden avukat arkadaşlarımızla bir arada olduk. Geçen hafta biliyorsunuz Amerika’daydık, diğer programlarımız yanında orada yaşayan vatandaşlarımızla bir araya geldik hasret giderdik. Onun öncesinde Harp Akademileri’nde subaylarımızla birlikteydik. Bir önceki hafta dünyanın dört bir yanından gelen işadamlarımızla İstanbul’da buluştuk. Daha evvelinde bir televizyon programında üniversiteli gençlerimizle hasbihal etme imkânını elde ettik. Yine mart ortasında şehit yakınları ve gazilerimize Devlet Övünç Madalyalarının Takdim Töreni’ni gerçekleştirdik. Aynı şekilde bulduğum her fırsatta illerimize gidiyor, oralardaki vatandaşlarımızla kucaklaşıyorum. Önceki hafta Yozgat ve ilçelerine ziyaretimiz oldu. 18 Mart törenleri vesilesiyle Çanakkale’ye gittik, daha öncesinde Burdur’daydım.
Dikkat ediniz, tüm bu saydığım programlar son 3 hafta içerisinde. Allah güç-kuvvet verdiği müddetçe ülkeme hizmet için, milletimle birlikte olmak için gece-gündüz çalışmaya, koşturmaya, mücadele etmeye devam edeceğim.
Değerli kardeşlerim;
Bizim milletimizle, özellikle de siz değerli muhtarlarımızla muhabbetimiz karşılıklı sevgiye, saygıya dayalı ilişkimiz birilerini fevkalade rahatsız ediyor. Öyle ki işi beni eleştirmek adına, muhtarlarımızı onlarla birlikte tüm milletimizi tahkir etmeye, aşağılamaya kadar vardırıyorlar.
Biliyorsunuz bir konsolosun, casusluk davasından yargılanan bir gazeteciyle yanak yanağa resim çektirmesini eleştirmiştim. Bunun üzerine güya bir mizah dergisi benim muhtarımızla yanak yanağa resim çektirdiğimi gösteren bir karikatürü kapak yaparak kendi aklınca ‘biz konsoloslarla fotoğraf çektiririz, sen ise ancak muhtarlarla fotoğraf çektirirsin’ demeye getiriyor. İşte zaten tam ben de bunu söylüyorum; benim yerim, milletimin yanıdır, onun seçilmiş temsilcileri olan muhtarların yanıdır. Peki, siz kimin yanındasınız? İşte o konsolosların yanındasınız, varın siz onlarla yolunuza devam edin.
Biz bunların kafasını çok iyi biliriz. Bu kafa, sorsan kendini çağdaş olarak, ilerici olarak, aydın olarak, solcu olarak, demokrat olarak tanımlar. Ama aslında bunlar halk düşmanının, millet düşmanının önde gidenidir. Bu millete ve bu topraklara dair ne varsa hepsine husumet besleyenler, yaptıkları işin adını halkçılık koyarak tam bir kara mizah örneği sergiliyorlar.
Değerli kardeşlerim;
Dün ayağındaki çarığı, altındaki şalvarı, belindeki kuşağı, üstündeki yeleği, başındaki kasketi yüzünden Aşık Veysel’i Ankara’ya sokmayan kafayla muhtarımla benim resmimi milleti aşağılamak için kapağa basan kafa aynı kafadır. Bunların demokratlığı milletsiz bir demokratlıktır. ‘Şu millet olmasa Türkiye’yi ne güzel idare ederiz’ diyorlar.
Türkiye’nin son 13 yılında iyisiyle-kötüsüyle, günahıyla-sevabıyla ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlendik. Yaptıklarımız ortada. Hep söylüyorum; eşek ‘ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri.’ Ziya Paşa güzel söylemiş, eşekten yadigâr kalan semerdir, ama insandan yadigâr kalan da eser; mesele bu. Bunların böyle bir şeyi var mı? Yok. Şimdi bunları teker teker sadece şöyle başlıklarıyla anlatmaya kalksam değil saatler, günler yetmez.
Peki, bu son 13 yılda siyasi ve sosyal muhalefetin, ülkenin ve milletin hayrına herhangi bir teklifini, projesini, hepsinden vazgeçtim hayalini hatırlıyor musunuz? Sizler muhtarlar olarak bu konulara ilgi duyan, bu bakımdan gözü ve gönlü açık insanlarsınız. Siz hatırlamıyorsanız diğer vatandaşlarımız zaten hiç hatırlamaz. Maalesef ülkemizde şöyle bir muhalefet anlayışı var: ‘Biz rahat koltuklarımızda oturalım, parti içi dedikodularla uğraşalım, biraz polemik yapalım, Cumhurbaşkanı’na ve Hükümete sövelim, hakaret edelim, böylece siyaset yapmış olalım.’
Peki, bu şekilde iktidara gelebilmek mümkün mü? Elbette değil. Onun için de şöyle bir formülleri var: ‘Biz yine rahat koltuklarımızda oturalım, Cumhurbaşkanı, Hükümet, iktidar partisi bir yanlış yapsın, halkın gözünden düşsün ya da dışarıdan bir güç gelsin, -üst akıl diyorum ya ben, üst akıl- o bir talimat versin bunları devirsin, ahali de mecburen bizi iktidara getirsin.’ Mantık bu.
Hatta daha üzüntü verici olanı, cinsi sapıklara dahi bel bağlamış durumdalar. Bakınız ana muhalefet partisinin genel başkanı çıkıyor dün bir konuşma yapıyor. Ben tabii bu konuşmayı onun şahsına değil onun şahsında başında bulunduğu partinin mensubu hanımefendilere ve o partinin mensuplarına ve milletime bu çağrıyı yapıyorum. ‘Karaman’dan sonra Türkiye’nin dört bir yanında olaylar patladı’ diyor. ‘Bunlar sabah-akşam Müslümanlıktan, dinden, imandan bahsediyorlardı’ diyor. Önce İstiklal Şairimizin ifadesiyle, ‘dinime küfreden Müslüman olsa bari diyorum’; bu bir. Geçiyorum şimdi aşağıya.
Değerli kardeşlerim; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız olan Hanımefendiye, tekrar etmeye terbiyemin elvermeyeceği galiz ifadelerle saldırıyor. Dün baktım, televizyon haberlerinde bu sözler biplenerek, yani sansürlenerek veriliyor. Bakan Hanım hakkında çok çok çirkin ifadeler kullanıyor. Ana muhalefetin üzerinden siyaset yapmaya çalıştığı cinsi sapık, şu an cezaevinde ve yaptıklarının hesabını adalete veriyor. Peki, bu siyasi sapıkları ne yapacağız?
Biz bunları ademe mahkûm edip hiç yerine koydukça, çirkefliğin, çirkinliğin, ahlaksızlığın çıtasını sürekli yükseltiyorlar. İnanın bana bu zat için söylenen her söz israftır, fuzulidir, tıpkı kendisi gibi gereksizdir. Ve bu kişi başında bulunduğu partinin de yüz karasıdır. İşte bir kasetle bu partinin başına gelmedi mi? Geldi. Bu kaset olayı olmasa, zaten bu partinin başına gelecek bunun ne mecali vardı, ne hali vardı. Bunda yalanın her türlüsü var, takiyenin her türlüsü var. Ve kendi Genel Başkanının yanından ayrılıyor, ‘Aday mısınız?’ diye sorduklarında, ‘Hayır değilim.’ diyor. Ama ertesi gün pat aday oluveriyor. Bunlardan siyasetçi olmaz, siyasetçi önce dürüst olacak. Benim milletim siyasette de dürüst olanın, adam gibi adam olana prim verir, bunu böyle bilmek lazım. Milletimiz böyle bir zihniyete itibar gösterir. Bunlara benim milletim ülkeyi teslim eder mi? Etmiyor.
Aslında muhalefet partilerinin iktidar olup rahatlarını bozmak gibi bir niyetleri de yok zaten. Öyle ya, iktidar sorumluluğunu üstlenirsek ekonomiyle ilgileneceksin, dış politikayla ilgileneceksin, terörle ilgileneceksin, bölgedeki krizlerle ilgileneceksin, sağlıkla ilgileneceksin, eğitimle ilgileneceksin, garip-gureba ile ilgileneceksin, fakir-fukarayla ilgileneceksin, velhasıl iş çok. Bu kadar sorumluluk, bu kadar yük bizim muhalefeti bozar. Çünkü onlar sadece konuşmaya, sadece lafla peynir gemisi yürütmeye alışkındır. Hakikatlerle yüzleşmek hiçbirinin işine gelmez.
7 Haziran seçimlerinin sonrasında yaşananları gördünüz, normal şartlarda siyasi parti dediğin, tek başına iktidar olmak, bunu başaramıyorsa da iktidarın bir parçası olmak ister, bunun için çalışır. Bizdeki muhalefet partileri ise fellik fellik iktidar sorumluluğundan kaçmanın yollarını aradılar. Milletimiz de, ‘madem halinizden memnunsunuz, öyleyse aynı şekilde devam edin’ deyip 1 Kasım’da tercihini tek başına iktidardan yana kullandı.
Ne diyor Ziya Paşa, çok güzel bir beyit: “Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat, bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde.” Ne demek? Yani lafla dünyaya nizam vermeye kalkanların kendi evlerinde her türlü ihmali, tembelliği işte son örnekte olduğu gibi terbiyesizliği görürsünüz; olay bu. Onun için de milletimiz lafa değil icraata bakar.
Değerli kardeşlerim;
Türkiye kendi toprakları içinde ve hemen yanı başında yaşanan dünyanın son yıllarda karşılaştığı en büyük terör tehditlerinin doğrudan muhatabı, hedefi durumundadır. Güneydoğu Bölgemizdeki kimi ilçelerimizin çeşitli mahallelerinde yaşanan terör olayları hem oralarda yaşayan vatandaşlarımızın hayatını olumsuz etkiliyor, hem de verdiğimiz şehitler yüzünden bizleri acıya gark ediyor. Güvenlik güçlerimiz terör örgütüne her gün ağır darbeler indiriyor.
Bununla birlikte bilhassa sınıra bitişik ilçelerimizde sınırın diğer tarafından çeşitli yöntemlerle yapılan tahkimat sebebiyle operasyonlar yavaş ilerliyor. Asker ve polislerimizin, köy korucularımızın verdikleri kayıplar çatışmalardan ziyade büyük miktarlardaki patlayıcılarla hazırlanan bombalardan kaynaklanıyor. Şu anda özellikle Nusaybin’de böyle bir sıkıntı yaşanıyor. Her fırsatta ifade ettiğim gibi, biz sivil vatandaşlarımızın zarar görmemesi konusunda hassasiyet gösterdiğimiz için bu derece büyük sorunla karşılaşıyoruz.
Ancak güvenlik kuvvetlerimizin de can güvenliklerini düşünmek, onların hayatlarına da aynı ihtimamı göstermek mecburiyetindeyiz. Gerekiyorsa operasyon yürütülen yerlerin tamamen boşaltılması ve zaten artık kullanılamayacak hale gelmiş olan binaların uzaktan yıkılması yoluna gidilebilir. Bunu niye anlatıyorum? Değerli kardeşlerim, bu bölge biliyorsunuz altyapı vesairesi olmayan bir bölge. Bizim de derdimiz, buralarda ağır hasar, orta hasar, az hasar; bizim önce buralarda bir defa altyapıyı A’dan Z’ye yapmamız lazım.
Yani biz buralarda kentsel dönüşüm-değişim diyoruz ya, bunu gerçekleştirerek buraları yeniden inşa etmemiz lazım. Şu anda hükümetimizin yaptığı ne? Bu. Bunun adımları atılıyor. Yani buralar tamamıyla yıkılıp sıfırdan inşa edilmesi lazım. Şimdi hemen spekülasyonlar başladı. ‘Buralarda siz sıfırdan yeni yerler yapıyorsunuz ama şehitlerimiz için bu tür şeyler yapmıyorsunuz.’ Kim diyor? Niçin böyle yalanlar? Biz şu anda şehitlerimizle ilgili devletimizin onlara yönelik vermiş olduğu şehitlerimize yönelik biliyorsunuz birçok imkânlar var. Bunları her defasında açıklamak şehidimize saygısızlık olur diye biz bunların üzerinde durmuyoruz.
Bölgede yapılan kentsel dönüşüm-değişim de, oradaki mülk sahiplerine yönelik yapılacak işlerdir. Ve bu mülk sahipleri bunun karşılığında ne yapacaklar? Onlar da burada aynı şekilde yerlerini alacaklar. Ama bu mülk sahibi olmayanlara yönelik değil. Mülk sahibi olmayanlar ise, nasıl bundan önce orada kirada yaşıyorlarsa, yine onlar kirada yaşamaya devam edecekler. Bu süreç içerisinde onlara ne yapılıyor? Kira yardımı yapılıyor. Ne tarafından? Devletimiz tarafından. Olay budur.
Adil olmak, bir devletin şanındandır, şerefindendir. Bizim devletimiz de, hükümetimiz de bu hassasiyet içerisinde bu adımı atıyor. Hiçbir polisimizin, askerimizin değil canını, serçe parmağını dahi oradaki beton ve demir yığınlarına değişmeyiz. Çünkü son zamanlarda çoğunlukla bu sebepten şehit verdiğimizi görüyoruz. Yine operasyon yürüten güvenlik güçlerimizin ihtiyaçları konusunda da hem ilgili kurumlarımızın, hem de mahallindeki yöneticilerimizin çok daha hassasiyet göstermelerini bekliyorum.
Bu vesileyle önceki gün şehit olan Binbaşı Turgay Çelik ve Astsubay Selçuk Karabakla’ya Allah’tan rahmet diliyorum, ailesine başsağlığı diliyorum. Rabbim cennetiyle cemaliyle müşerref kılsın. Tüm şehitlerimizin makamı biliyorsunuz peygamberlikten sonra en yüce makam; böyle bir makamdalar. Türk Silahlı Kuvvetlerimize ve şehitlerimizin yakınlarına bu başsağlığı dileklerimi iletirken biliyorum ki onların tabii acısı bizim şu anda yaşadığımız gibi değil, o çok daha farklı. Ama biz hep şuna inandık, şuna inanacağız:
“Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda
Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”
Şehitlik işte bu toprakları vatan yapan o kanın ta kendisidir. Ülkenin ve milletin bekası için canını ortaya koyan kahramanlarımızı omuzlarımızın üzerinde taşısak yeridir. Hep Akif’ten gidiyorum ya, çünkü İstiklal Şairimiz. Öyle diyor:
“Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.”
Şehit, bu... Şehitlerimizin geride kalanlarına, gazilerimize, hala bölgede mücadele yürüten güvenlik güçlerimize ne yapsak haklarını ödeyemeyiz. Allah onların yar ve yardımcısı olsun.
Tabii şu gerçeğin farkındayız: Biz bu coğrafyayı vatanımız olarak kabul ettiğimiz, hayatımızı burada sürdürmekte kararlı olduğumuz müddetçe bu mücadele bitmeyecektir. Birilerinin başka vatanları, yaşayacakları başka ülkeler, başka topraklar olabilir. Ama bizim gidecek başka yerimiz de yok, bu toprakları bırakmaya niyetimiz de yok; bu böyle bilinmelidir.
Milletimizin birliğini, beraberliğini hedef alarak bizi köşeye sıkıştıracaklarını sananlar, üzerine bastıkları toprağın bir de altına baksınlar. Orada aynı niyetle yola çıkmış, ama her defasında hüsrana uğramış kendileri gibi nice gafiller göreceklerdir. Ecdadımız bayrağımızın rengini kırmızıyı çok sevdikleri için bu şekilde belirlememişler. Bayrağımız rengini şehitlerimizin kanından alıyor, onun için böyle oldu. Kendi paçavralarını bayrağımızın yerine dikmeye düşünenler, onları ancak kefenleri olarak kullanabilir.
Bizim çalışmalarımızı üzerine bina ettiğimiz dört ana sütun var biliyorsunuz, her zaman söylüyorum: Tek millet. Türkiye’de 79 milyon var; bunun içinde Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Abhaza’sı, Roman’ı, Boşnak’ı vesaire hepsi var mı? Var, ama tek millet. Kimse ben başka bir millettenim demez. Ben Türküm, ama tek milletimiz var, nedir o? Türk milleti. Ben Kürdüm, ama Türk milletindenim, bunu der. Boşnak’ım, ama Türk milletindenim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, bunu diyecek.
İki; tek bayrak. Her zaman söylüyoruz. Bayrağımızın rengi şehidimizin kanı, hilal bağımsızlığımızın ifadesi, yıldız şehidimizin ta kendisi. Ve ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.’ Ve tek vatan. 780 bin kilometrekareyle tek vatan. Bu vatanda kimse operasyona kalkmasın. Kalkışırsa, işte şu anda ödedikleri bedeli her zaman ödemeye devam edecekler, bunu böyle bilsinler.
Dördüncüsü, tek devlet. Kardeşlerim, bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka bir devletimiz asla yoktur, bunu herkes kabullenecek. Çıkmış birisi paralel devlet, öbürü çıkmış bilmem ne devlet; yok arkadaş yok. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mensubu olarak ya varsın, ya yoksun, olay bu. Onun için de bir olarak, iri olarak, diri olarak, hep birlikte Türkiye olarak hedeflerimize ulaşacağız. Onun için parçalanmayacağız. Birbirimizi Allah için seveceğiz, bu vatan için seveceğiz ve birilerine prim vermeyeceğiz.
Değerli kardeşlerim;
Maalesef hala ülkemizin içeride ve dışarıda verdiği mücadelenin anlamını tam olarak kavrayamayanların olduğunu üzüntüyle görüyorum. Karşımızdaki mesele basit bir terörle mücadele, basit bir bölgesel kriz meselesi değildir. Bu mesele coğrafyamızdaki varlığımız bakımından 1000 yıldır süren bir mücadelenin son ve kritik aşamasıdır. Aynı şekilde bu mesele 100 yıl önce başlatılan bir projenin yeniden canlandırılma girişimidir. Yine bu mesele, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından temelleri atılan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da nihai şekli verilen modern dünya düzeninin restorasyonu ve tahkimi çabasıdır.
Suriye meselesini, oradaki üç-beş terör örgütünün savaşı, bir zalimin iktidarını sürdürme mücadelesi olarak görmek yanlıştır. Irak’ta çeyrek asırdır süren kriz, sadece mezhep çekişmesinden ibaret asla değildir. Mısır’da, Libya’da yaşananları bu ülkelerin kendi tabii dinamiklerinin ürünü olarak kabul edemeyiz. Karadeniz’in kuzeyinde yaşananlar, Kafkasya’da alevlenen çatışmalar, Güney Asya’da, Afrika’da bitip tükenmek bilmeyen sancılar birbirinden bağımsız değildir. Biz yaşanan sürecin, oynanan oyunların farkındayız. İşte bunun için ne diyorum? ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyorum. İşte bunun için uluslararası kurumların hakkaniyet ölçüleri içinde yeniden yapılandırılmasını talep ediyoruz.
Düşünebiliyor musunuz, şu Birleşmiş Milletler’de 196 ülke var, ama hepsinin kaderi 5 ülkenin ağzında. O 5 ülkeden bir tanesi ‘hayır’ diyorsa, siz oradan karar çıkartamazsınız. Böyle adalet olur mu? Ve bu 5 tane daimi üye, hepsi de bunların Hristiyan; içlerinde bir tane Müslüman ülke yok, böyle adalet olur mu? Hani dünyada inanç özgürlüğü? Her inancın temsil edildiği bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yok ki ortada.
Olaya kıtalar olarak bakıyorsunuz; kıtalar olarak sadece Avrupa var, sadece Asya var, bir de Amerika var, üç kıta. Diğerleri yok. Yani orada Budistler de temsil edilmiyor. Veya şunu diyebilirler: ‘Çin’in içerisinde belki vardır.’ Böyle de bir durum var. Böyle adil olmayan bir dünyadan biz nasıl bir karar bekleyeceğiz? İşte şu anda Suriye’yle ilgili olaylarda bakıyorsunuz tek başına Rusya ‘hayır’ diyor iş bitiyor veya Çin’le beraber ‘hayır’ diyor iş bitiyor. Adil olmak, her devletin bana göre kalış sebebidir. Birinci Dünya Savaşı şartlarıyla bugünün şartları aynı değil. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler’in yeniden reforme edilmesi lazım, yeniden.
Bu yeniden dizayn edilmesinde 196 ülke de burada iki senede bir mi olur, nasıl olursa olsun bunlara belli aralıklarla ne gelmeli? Görev gelmeli. 20 ülkeden mi oluşacak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi? Bunun daimisi-geçicisi olmaz, 20’si de daimi üye olmalı. Ve 20’den aldığımız zaman, ha demek ki burada iki yılda bir bu görev süresi değiştikçe burada da kalkar 10 yılda bir böyle bir görev tekrar aynı ülkelere gelebilir veya 20 yılda bir gelebilir, bunun planlamasını da ona göre yapmalıdırlar. Burada ona göre bu işin dizayn edilmesi lazım ve her ülke hem kıtaları temsil etmeli, hem inançları temsil etmeli.
Şu anda dünyada 1 milyar 700 milyon Müslüman var; ama Müslümanların Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir tane temsilcisi yok, nasıl adalet bu? Şimdi bunu söyledi diye Tayyip Erdoğan ‘diktatör’ oluyor, bunu söyledi diye özgürlüklerin karşısında oluyor. Ben bunu her zaman söylemeye devam edeceğim birileri söylemese de. Ülkemizdeki yazılı ve görsel medya şöyle der-böyle der, ne derse desin. Hak bildiğimizi söylemeye devam edeceğiz. 7 milyarlık dünya nüfusu bu adaletsizliği, bu haksızlığı, bu zulmü, bu dengesizliği kaldıramaz.
Küresel düzeyde yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik depremlerle sarsılıyoruz. Bunların asıl deprem mi, yoksa öncü sarsıntılar mı, bunu henüz bilmiyoruz. Ama ne olursa olsun biz ülke ve millet olarak sağlam durmak zorundayız. Mücadeleyi asla elden bırakmayacağız. Kendimizi mevcudu muhafazaya göre değil hedeflerimize ulaşmaya göre ayarlıyor ve yolumuza da devam ediyoruz.
Türkiye olarak 2023 hedeflerimize ulaştığımızda emin olunuz çok şeyin değiştiğini göreceğiz. Nasip olursa önümüzdeki hafta içinde İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Liderler Zirvesi İstanbul’da toplanıyor. Başkanlığını da Mısır’dan devralacağız. Dönem başkanlığını ve 2 yıl süreyle İslam İşbirliği Teşkilatı’nda bizler Türkiye olarak burada yönetimi elde bulunduracağız. Tabii İslam dünyasının atması gereken adımlar, yapmamız gerekenler, bütün bunları en güzel şekilde değerlendirerek çok daha farklı, çok daha inisiyatif kullanabilen bir yapı haline İslam İşbirliği Teşkilatını getirelim arzusu içerisindeyiz.
Değerli kardeşlerim;
Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmeler her ne kadar o büyük oyunun bir parçası ise de, bazen öyle hadiseler yaşanıyor ki insan bazı karşılaştırmalar yapmadan duramıyor. Irak’ta çeyrek yüzyıldır milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan operasyonlar yapıldı. Bu operasyonların, özellikle son dönemdekilerin en önemli gerekçesi kimyasal silah iddialarıdır. Şimdi ben buradan soruyorum; kimyasal silahla ne kadar kişi öldü? Bunu ben uluslararası toplantılarda katılanlara söylüyorum. Ne biliyor musunuz? 1500, 2000, bilemediniz 5000, yok böyle bir rakam, 5000. Soruyorum; peki konvansiyonel silahlarla ölenlerin sayısı ne kadar? Şu ana kadar belirlenen, Suriye’yi söylüyorum, 500 bin. Bakın kimyasal silahla ölenlerin sayısını ben abartılı söylüyorum, 5000. Ama konvansiyonel silahlarla ölenlerin sayısı, tank, top, uçaklardan atılan bombalar vesairelerle 500 bin. Şimdi değerli kardeşlerim; sonucu ölüm olan, kullanılan silah ne olursa olsun eğer sonucu ölümse benim için ha kimyasal olmuş, ha konvansiyonel olmuş ne fark eder?
Şimdi burada bu zalimi bizim Lahey Adalet Divanı’na sevk etmemiz gerekmez mi? Bunun oraya sevk edilmesi gerekir, neyse bedelini ödesin. Ve bu adam elini kolunu sallaya sallaya dünyada dolaşıyor. Tabii gittiği yer sadece Rusya, o ayrı mesele de. Ama bakıyorsun temsilcileri falan filan Birleşmiş Milletler’e kadar gelebiliyor, hala oralarda bunlar dinleniyor. Neyini dinliyorsunuz bunların, ortada bir vaka var. Şu anda Suriye gibi bir medeniyet ülkesi, bir tarih ülkesi yerle yeksan olmuş; bunlar hala rahatlıkla bakıyorsunuz dolaşabiliyor. Ve kimyasal silah iddiasını, aynı şeyi Irak ile ilgili de konuşursak, Irak’ı yerle bir etmek için yeterli görenler Suriye’de bilfiil bu silahlar kullanıldığı halde görmezden, duymazdan gelmeyi tercih ettiler. Sonra yine Irak’ta DAEŞ terör örgütü aynen mesela Tuzhurmatu nahiyesinde kimyasal silahla Türkmenlere saldırdı, çok sayıda soydaşımız bu saldırıda hayatını kaybetti. Hepsine de Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Türkiye olarak kendilerine her türlü insani desteği verdik, vermeye devam ediyoruz. Sünni ve Şii tüm Türkmenler bizim öz kardeşimizdir. Hepsine de aynı şekilde sahip çıkıyor, aynı şekilde kucağımızı açıyoruz.
İşte şu anda Azerbaycan ve Ermenistan arasında devam eden çatışmalar… Temenni ederim ki Azerbaycan’ın şu anda çatışmaların, bu silahların susturulmasına yönelik attığı adımlar Ermenistan tarafından da karşılığını bulsun. Ama bulmadığı takdirde ki şu anda henüz bulmuş değil, ha bunun suçu-vebali Ermenistan’a aittir.
Güvenlik Zirvesi’nden döndük, Rusya ‘Türkiye taraf tutuyor’ diyor. Eğer Azerbaycan-Ermenistan arasında taraf aranacaksa, burada en önemli taraf Rusya’dır, Rusya. Rusya, taraf olmayı sever. Rusya Ukrayna’da da taraf olmuştur, Gürcistan’da da taraf olmuştur, şimdi de Suriye’de de taraf olmuştur; bunları görmemiz lazım. Suriye’yle ilgili, ‘Suriye beni çağırdı onun için ben Suriye’ye gittim’; kimseyi aldatamazsın, sen her yere gitmeye mecbur değilsin. Orada insanlar öldürülüyor, sen orada zalimin yanında niye yer alıyorsun? Mazlumun yanında yer al. Niye gidiyorsun, gitme. Bu kadar aramız iyiydi, samimiydik, bunları hep konuştuk seninle, benimle başka şeyler konuştun, peki arkadan niçin bunları böyle yaptın?
Dert başka. Dert, Akdeniz’de otorite kurmak. Deniz üssünü kurmuştu, bir de hava üssü oluşturmak suretiyle farklı bir yapıyı orada gündeme getirmek. Peki, dünya kamuoyunda Türkmenlere yönelik kimyasal silah saldırısından dolayı herhangi bir kayda değer tepki duyanınız var mı? Türkmen dağlarını hangi uçaklar vuruyor? Rus uçakları vuruyor, rejim uçakları vuruyor. Çünkü maksat kimyasal silah değil, bu silahları kullananlarla mücadele hiç değil. Şu anda bölgeye müdahil olan tüm ülkeler Suriye’de ve Irak’ta kendi ajandalarını, kendi oyun planlarını hayata geçirmenin derdindeler. Ne Iraklıların, ne Suriyelilerin yaşadığı insani dramlar bunların umurunda değil.
Türkiye olarak bizim durumumuz çok farklı. Bizim bu insanlarla 1000 yıllık kardeşliğimiz, dostluğumuz, akrabalığımız var. Oralarda yaşanan her acı bizim de yüreğimizi yakar, oralarda yanan her ateşin koru bize de değer. Oralarda yakılan her ağıt bizim de gözlerimizi yaşartır. Birbirimizle işte böylesine yakınız, böylesine iç-içe geçmiş durumdayız. Tıpkı Balkanlar gibi, tıpkı Kafkaslar gibi, tıpkı Kırım gibi oraları kendimizden ayrı göremeyiz, görmüyoruz. Bu bilinçle biz ülkemize gelen sığınmacılara misafirlerimiz diyoruz. Ana muhalefetin başındaki zat ise onları bela diye tarif ediyor; aramızdaki fark işte bu. Kim hangi yoldan giderse gitsin, biz inancımızın, tarihimizin, kültürümüzün, ecdadımızın, ahlakımızın, vicdanımızın bize gösterdiği istikamette yürümeye devam edeceğiz.
Bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine teşrifiniz için her birinizi ayrı ayrı şükranla anıyorum, sizlere teşekkür ediyorum.
Yarın akşam malum Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece idrak edeceğimiz Regaip Kandilinizi şimdiden kutluyorum. Milletimizin birliğine, beraberliğine vesile olmasını diliyorum. İslam dünyasının, insanlığın barışına vesile olmasını diliyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum. Biraz sonra yemekte bir arada olacağız, ondan sonra sizlerle beraber fotoğraflarımızı çektireceğiz.
Şimdilik sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.