Çok değerli muhtarlarımız,
Ddeğerli kardeşlerim,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz.
Ocak ayından bu yana sürdürdüğümüz Muhtarlar Toplantımızın 14’üncüsünde biraradayız. Bugün de Aydın, Balıkesir, Bilecek, Bolu, Denizli, Düzce, Eskişehir, İstanbul, Kocaeli, Konya ve Yalova’dan gelen siz kıymetli muhtarlarımızı milletin evinde misafir ediyoruz. Ülkemizdeki muhtarların tamamıyla bu şekilde biraraya gelmeyi, hasret gidermeyi hedefliyoruz.
Ülkemizin yönetim organizasyonunun en küçük birimi olan mahalle ve köylerimiz seçimle işbaşına gelen muhtarlarımızla birlikte demokrasinin de ilk basamağı konumundadır. Yönetim organizasyonunun en tepesinde yer alan cumhurbaşkanı ile bu yapının tabanını oluşturan muhtarlarımız arasındaki bağ ne kadar güçlü, ne kadar sağlıklı olursa Türkiye için o kadar hayırlı olur. Milletimizle her gün doğrudan yüz yüze iletişim içinde olan muhtarlarımızın görüşleri, değerlendirmeleri bu açıdan bizim için çok önemlidir. Bu bakımdan muhtarlarımızla olan buluşmalarımızı sürdüreceğimizi, aramızdaki ilişkiyi daima canlı ve güçlü tutacağımızı özellikle burada belirtmek istiyorum. Tabi bu durumdan rahatsızlık duyanların olduğunu da özellikle bilmenizi istiyorum, bunları biliyorum, görüyorum.
Osmanlı’nın son ve Cumhuriyetin ilk döneminde Abdullah Cevdet gibi sözde aydınlar kendileri gibi düşünmedikleri için milletlerini sevmediklerini açıkça ifade etmekten dahi çekinmiyorlardı. Hatta bu milletin yerine dışarıdan başka bir ırk getirmeyi teklif edecek kadar ileri giden bu mankurtlara maalesef günümüzde de rastlıyoruz. İdeolojik saplantıları çerçevesinde belirledikleri istikamette gitmeyen millete her türlü hakareti yapmayı kendilerine hak gören bu güruhun etki alanı, hamdolsun giderek daralıyor.
Milletimiz irfanıyla, ferasetiyle, dirayetiyle bunlara tarih boyunca hak ettikleri dersi hep verdi, bugün de her fırsatta vermeye devam ediyor. Biz milletin içinden çıkıp gelmiş bir vatandaş, bir siyasetçi olarak tüm hayatımız boyunca halkımızla birlikte yürümeyi kendimize şiar edindik. Allah’ın razısından başka bir tasvip makamı, milli iradeden başka bir tasdik makamı gözetmedik, gözetmiyoruz. İşte bu sebeple, Türkiye’nin doğrudan halkın oyuyla işbaşına gelmiş ilk Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyor olmak bu kardeşiniz ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Milletimizle birlikte, onların ilk kademe temsilcileri olan muhtarlarımızla birlikte çıktığımız bu hizmet yolunda Allah’ın izniyle hedeflerimize ulaşana kadar devam edeceğiz. Allah bizi millete hizmet yolundan ve kitabımız Kur’an’ın ifadesiyle sıratı müstakimden ayırmasın.
Değerli kardeşlerim,
Geçtiğimiz pazar günü tarihi bir seçim yaşadık ülkemizde. Öncelikle bu seçimde oyunu kullanarak ülkesinin ve kendisinin geleceği için tercihte bulunan tüm vatandaşlarıma teşekkür ediyorum. Seçime katlımın yüksek olması, milletimizin iradesine sahip çıkışının göstergesidir. Seçim sonuçlarının ülkemiz, milletimiz ve bölgemiz için hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum. Yeni seçilen veya bir kez daha seçilen tüm milletvekillerimizi tebrik ediyorum. Mecliste temsil edilen siyasi partilerimize önümüzdeki dönemde başarılar diliyorum.
Bilindiği gibi, 1 Kasım seçimleri 7 Haziran seçimlerinin tekrarı mahiyetinde bir erken seçimdi, bunu defaatle ifade ettim. 7 Haziran seçimleri Türkiye’nin uzun yıllardır alışık olmadığı bir Meclis tablosu ortaya çıkardı. Türkiye 2002 yılı Kasım ayından beri ilk defa bir siyasi partinin tek başına hükümet kuramadığı Meclis tablosuyla karşı karşıya kaldı. 7 Haziran seçimlerinin öncesinden başlayarak 1 Kasım’a kadar geçen süreçte birtakım siyasetçilerin ve partilerin ülkenin istikrar ve güven ortamını tehdit eden söylemlerini, politikalarını hep birlikte takip ettik, bunları sizler de izlediniz, ben de izledim. Açıkçası, Meclis’te temsil edilen siyasi partilerin çoğunun 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını doğru değerlendiremediklerini gördük.
Seçim gecesi yüzde 60’lık blok hevesiyle başlayan o rövanşist bir anlayışla tırmandırılan söylemler, Türkiye’yi zorlu bir imtihanla karşı karşıya bıraktı. Yüzde 41 oy almış bir parti yok sayılarak masa başında tasarlanan suni ve hayata geçirilmesi mümkün olmayan siyaset mühendisliği projeleri partilere ve millete adeta dayatılmaya çalışıldı. Bu süreçte, 12 yıllık Başbakanlığım dönemimde çok büyük emeklerle ve fedakârlıkla tesis ettiğimiz huzur ve güven ortamının tehlikeye düştüğüne şahit olduk, şahit oldum. Bölücü terör örgütü ve sırtını ona dayadığını açıkça ifade eden bir parti, Türkiye’yi yeniden kanın, gözyaşının, kaosun hakim olduğu günlere döndürmek için var gücüyle gayret gösterdi.
Kardeşlerim,
Siz muhtarlar olarak, sizin üstünüzde belediye başkanları olarak, caddelerin, sokakların kanal açılmak suretiyle yaşanılmaz hale getirilmesini nasıl değerlendirirsiniz? Muhtarlar olarak çılgına dönmez misiniz? Çünkü bir ihanet bu, bunlar ihanet şebekesi. Benim huzur içinde yaşayacağım sokağıma eğer belediye bir kanal açacaksa, bu kanalı ya içme suyu kanalı olarak açar, ya atık su kanalı olarak açar. Veyahut da TEDAŞ gibi, -şimdi artık özel şirketler alıyor- onlar gelirler altyapı için kanal açar, arkasından da kapatırlar. Ama bunlar tam aksine bunun için değil, oralara güvenlik güçleri giremesin, vatandaş rahat hareket edemesin diye bu tür kanallar açıldı. Ve bunu neyle yaptılar? Belediyelerin iş makineleriyle yaptılar. Ondan sonra da kapatmayı neyle yaptılar? Hizmet alımı suretiyle kendi yandaşlarına buralarda iş verdiler ve parayı da ora vasıtasıyla terör örgütüne aktardılar. Bunlar yapıldı. Bütün bunlar takip ediliyor; bütün bunlar İçişleri Bakanlığımız tarafından tüm mülkiye müfettişleriyle takip ediliyor, gereği yapılacak bunların.
Türkiye çatışma haberleriyle, şehitlerimizin ve ailelerinin acılarıyla dolu bir gündeme hapsedilmeye çalışıldı. Aynı şekilde paralel devlet yapılanması adını verdiğimiz şer şebekesi tüm imkânlarını Türkiye’nin kazanımlarına saldırmak için seferber etti. Kendilerini ülkemiz medyasının amiral gemisi olarak görenler de bölücü ve paralel terör örgütlerinin bu ihanetine ortak oldular, destek verdiler. İstikrar ve güven ortamına en çok ihtiyacı olan iş çevrelerinden bir grup da maalesef bu koraya katıldı.
Burada toplantılar yapıyorum, yaptığım bir toplantıda bir iş adamı şunları söyledi. Kendisi Güneydoğu’nun insanı ve 11 yıldır bekletilen bir yol işini almış. Aynen batıdaki gibi bizim beton asfalt dediğimiz ki uzun yıllar dayanaklılığı olan, üzerine de daha sonra soğuk ve sıcak asfaltın atıldığı bu tür bir yol yapacak… 11 yıldır bu iş sürüyor. ‘Ben o yolun ihalesini aldım, orayı yapıyorum ve yanımda çalışanların hepsi benim Kürt kardeşlerim, onlar çalışıyorlar.’ dedi. Geliyorlar, tehdit ediyorlar, ‘Patronunuz şu kadar para verecek, vergi verecek, vermediği takdirde burası yakılır.’ Verilmediği için 20 adet iş makinesi ve kamyonunu yakıyorlar. Şantiye şefinin taksitle aldığı kendi otomobilini de yakıyorlar. ‘Ben de Kürt’üm, biz burada bakın çok hayırlı bir iş yapıyoruz, buralar hep sürekli kazalar yaşadığımız bir yoldu, şimdi burada batıda olduğu gibi bir yol yapıyoruz, yapmayın-etmeyin.’ demesine rağmen onun da aracını yakıyorlar.
Değerli kardeşlerim;
Tüm bu kesimler bölücü terör örgütü her gün kan akıtırken, can alırken, yolları, sokakları döşedikleri bombalarla yaşanamaz hale getirirken bunun faturasını hükümete, hatta şahsıma kesmek gibi olağanüstü bir gayret içerisine girdiler. Ne dediler? ‘Katil devlet’. Ne dediler? ‘Katil Saray’. Biz hizmetten başka bu ülkede bugüne kadar bir şey düşünmedik. Ve bütün derdimiz bizim bu ülkede hizmet oldu. Biz hep bir şey söyledik; ‘Bugün gelişmiş ülkelerde batı dünyasında ne varsa benim ülkemde de o olacak. Ülkemin batısında ne varsa doğusunda da, güneydoğuda da o olacak, kuzeyinde ne varsa güneyinde de o olacak.’ Geldiğimizde hatırlayın; Türkiye’nin 26 tane havalimanı vardı, ama şu anda 55 tane havalimanı var. En doğuya git havalimanı var, evinden çık yarım saatte havalimanındasın. Bunları 15 yıl önce konuşsaydık kim inanırdı? Ağrı’ya havalimanı yapılacağına kim inanırdı? Muş’a, Hakkâri’ye havalimanı yapılacağına kim inanırdı, Iğdır’a havalimanı yapılacağına kim inanırdı? Soruyorum, Şırnak’a havalimanı yapılacağına kim inanırdı? Bunları biz yaptık.
Yani biz ayrımcılığı kabul etmedik, benim batıdaki vatandaşım nasıl kardeşimse, doğudaki, güneydoğudaki vatandaşım da ister Kürt olsun, ister Zaza olsun, o da benim kardeşim. Niye? Beni yaratan Allah onları da yarattığı için bunlar benim kardeşim. Maalesef yalanın, iftiranın, riyakârlığın, kibrin, terbiyesizliğin, uzlaşmazlığın her çeşidinin sergilendiği bu karmaşık süreç milletimizi gerçekten çok rahatsız etti.
Sadece içeride bu fitne ateşini körüklemekle yetinmediler, yurt dışında da ülkemiz aleyhine kampanyalar organize ettiler, bunları yürüttüler. Örneğin, bir yandan ülkemizi ziyaret eden Almanya Şansölyesi Merkel’e ‘gelme’ çağrısı yaparken, öte yandan çeşitli ülkelerde etki edebildikleri akademisyenleri, yazarları, gazetecileri toplayıp bildiriler yayınlattılar. Onlar da ‘Gerçekten bu işin aslı bu mudur?’ diye sorma nezaketi göstermediler veya Türkiye’ye gelip de ‘Gerçekten bu ülke böyle midir?’ diye bakma nezaketi göstermediler. Yani Türkiye’yi tanımadan uzattıkları kâğıda imza attılar.
Türkiye’nin yaşadığı bu sıkıntılı durum karşısında benim seyirci olmam, bir kenarda beklemem, sessiz kalmam düşünülemezdi. Hatta hatırlarsanız 10 Ağustos’tan önce geçtiğimiz yılda ne demiştim? ‘Alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım’ demiştim. Hep ifade ettiğim gibi, benim tarafım bellidir. Bazıları diyor ki; ‘tarafsız olman’ lazım. Tarafsız olmak hak konusundadır, ama ben tarafım. Kimden tarafım? Milletten tarafım, ben milletin yanındayım. Milletimin menfaati neyi gerektiriyorsa onu korumak zorundayım, onun yanında olmak zorundayım.
Cumhurbaşkanı olarak Meclis çatısı altında bir koalisyon hükümeti kurulamaması üzerine Anayasanın bana verdiği yetkiye dayanarak Türkiye’yi yeniden seçime götürdüm. Çok eleştiriler yaptılar, şöyledir-böyledir, ‘Cumhurbaşkanı taraf tutuyor’ bilmem ne falan filan... Yine ben burada muhtarlarımıza bir şey söyledim; ‘Beştepe’nin yolunu bilmeyenlerle yola gidilir mi?’ bunu söyledim. Biz bugüne kadar tüm sorunlarımızın çözüm adresi olarak milleti, milli iradeyi gören bir anlayışa sahibiz. Bu defa da aynı yola başvurduk. Çözümün dışarıdaki veya içerideki güç odaklarında, terörde, kaosta değil millette, millet iradesinde aranmasını istedik. Bak hemen anında milletin iradesi tecelli etti işi bitirdi. Hamdolsun milletimiz bizi mahcup etmedi. Bir kez daha bizim kendisine olan güvenimizi, itimadımızı, teslimiyetimizi teyit etti. Biz bugüne kadar milletin tercihlerine hep saygı gösterdik, bundan sonra da aynı şekilde davranmaya devam edeceğiz.
Türkiye Gezi olaylarıyla ilk kıvılcımı çakılan, 17-25 Aralık darbe girişimiyle bir adım öteye taşınan, bölücü terörle daha da tırmandırılan zor bir dönemi inşallah artık geride bırakıyor. Bundan sonra tüm zamanımızı, enerjimizi ve imkânlarımızı 2023 hedeflerimize, bölgemizdeki sorunların çözümüne büyük ve güçlü yeni Türkiye vizyonumuza teksif edeceğiz.
Değerli kardeşlerim;
1 Kasım seçimlerinin çok iyi okunması, çok iyi değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Açıkçası 7 Haziran seçimlerinden sonra, yani bu konuda siyasi partilerimiz çok iyi bir sınav vermedi-veremedi. Milletin ve ülkenin menfaatleri için uzlaşmaya varmak yerine, kendi hesapları doğrultusunda hareket etmeyi tercih eden partilere milletimiz bu politikalarını onaylamadığını sandıkta gösterdi.
Tabii bu iş burada bitmedi, bitmez. Milletimiz 1 Kasım’da ‘Ben koalisyon istemiyorum, güçlü bir tek parti iktidarıyla yoluma devam etmek istiyorum.’ mesajını verdi. Yine milletimiz siyasetin meşru imkânları yerine terör örgütlerinin yöntemlerini benimseyenlere bu yolun yanlış olduğunu net bir şekilde ifade etti. Azınlığın çoğunluğa tahakkümü anlamı taşıyan taşkınlıklara yönelenler milletimiz tarafından bir kez daha seçim sandığı marifetiyle ikaz edildi, uyarıldı. Bundan daha güzel yol olur mu? Eğer siyaset yapacaksak, işte buradan geçiyor bunun yolu. Silahlarla değil, yolları kazmakla değil.
1 Kasım seçimleri göstermiştir ki bu millet Türkiye’yi istikrar ve güven ortamından uzaklaştıracak hiçbir siyasete, hiçbir girişime geçit vermemektedir. Bu ülkede demokrasiyi, huzuru, kalkınmayı, gelişmeyi önceliği haline getirmeyen hiçbir partinin milletimizin takdirini, desteğini kazanamayacağı açıkça ortaya çıktı. Sözünü özellikle millete söyleyenler ile içerideki ve dışarıdaki farklı odaklardan destek arayanlar arasındaki ayrımı görmek isteyen herkes, 1 Kasım’ın sonuçlarını çok iyi analiz etmelidir. Ülkenin ve milletin geleceği için siyaset üretenlerle, yeni Türkiye’yi savunanlarla; eski Türkiye’nin söylemleri ve refleksleriyle hareket edenler bu seçimde bir kez daha görülmüştür.
1 Kasım Türkiye’de demokrasinin gücünü, milli iradenin hakimiyetini perçinlemesi bakımından da son derece önemlidir. Milletimiz teröre, terör örgütlerine, onlara sırtını dayayanlara, her türlü paralel yapıya ve bunlar karşısında gerekli dirayeti ortaya koyamayanlara mesajını açık bir şekilde ifade etmiştir. Toplum mühendisliği çabaları, milli irade karşısında yine sonuçsuz kalmıştır. Milletimiz yerli, yani siz ve milli duruş sergileyenlerin yanında yer aldığını, geleceğine sahip çıktığını göstermiştir. Her fırsatta tekrarladığımız bir şey var, buna artık 7’den 70’e hepimiz inanıyorum ki kavrayacaktır; tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet…
Değerli kardeşlerim;
En batıdan en doğuya, en kuzeyden en güneye 78 milyonuyla biz Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arap’ı, Gürcü’sü, Boşnak’ı, Roman’ı, Zaza’sı, kim varsa 78 milyon değerli kardeşlerim, biz tek milletiz. Bunu bir defa kabulleneceğiz ya ve birbirimizi de makam, mevki, ırk, bunun için sevmeyeceğiz; birbirimizi Allah için seveceğiz. Yani kimse beni Cumhurbaşkanı olduğum için sevmesin veya kimse birisini çok parası var diye sevmesin, makam-mevkisi için sevmesin. Kardeşlerim; hepimiz öleceğiz unutmayın, bu kardeşiniz de ölecek ve bizi mezara gömdükleri gün kimse bu cumhurbaşkanıydı demeyecek. Hoca efendi, ‘er kişi niyetine’ diyecek ve o şekilde defnedip gidecekler. Ama Baki’nin dediği gibi, bu kubbede hoş bir seda bırakmışsak, ne mutlu bize; mesele bu… Ve bu hoş bir seda ile beraber de ‘Cumhurbaşkanımızdan Allah razı olsun’ dedirtebildiysek ne mutlu bize, mesele bu… Eğer bunu yapamıyorsan vay haline, yandın gittin o zaman. İşte şimdi bu 1 Kasım’ın verdiği mesaja sahip çıkacağız. Biz tek milletiz, biz birbirimizi seveceğiz kardeşlerim. Biz Kürtçülük, Türkçülük, şuculuk-buculuk oyunlarına gelmeyeceğiz. Ben Türk’üm de, ben Kürt’üm de, ben Arap’ım, Laz’ım, Gürcü’yüm, Boşnak’ım, Roman’ım de; ama Romancılık yapma, Kürtçülük yapma, Türkçülük yapma, mesele bu…
Bunu yaptığımız zaman bölünürüz, unutmayalım, biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız, bu bilinçle yürümemiz lazım. Niye bizi bölüyorlar, niye bizi parçalıyorlar? Ne eksiğiniz vardı, biz buralara hangi yatırımı yapmadık? Biz şu anda Güneydoğu-Doğu bölgelerine yaptığımız yatırım 260 katrilyon. Cumhuriyet tarihinde yok böyle bir yatırım. Okullarından, hastanelerinden, bütün altyapısından ulaşımına varıncaya kadar bütün bu yatırımlar yapıldığı ya ve hala da yapılmaya devam ediliyor. Ama biz yapıyoruz, siz yakıyorsunuz yıkıyorsunuz. Şu anda 81 vilayetin tamamında üniversite var. Göreve geldiğimde 76 üniversitemiz vardı, şimdi 193 üniversite var.
Bunları niye yaptık? Benim Hakkari’deki kardeşim fakirdir, çocuğu üniversiteye gidecek, çocuğunu İstanbul’a gönderemeyebilir, Ankara’ya gönderemeyebilir, İzmir’e gönderemeyebilir; biz üniversiteyi onun ayağına götürelim, rahatlıkla çocuğunu üniversiteye gönderebilsin diye. Ama sen ayağına gelen üniversiteyi tararsan, orayı kalkıp da affedersin bombalarla yıkmaya çalışırsan, oralardaki akademisyenleri-öğretim üyelerini tehdit edersen oraya biz profesör bile gönderemeyiz, doçent bile gönderemeyiz. Çünkü onların bir yerde can güvenliğini de sağlamak zorundayız. Ama bunlar işimizi zor kılıyor. Ben onun için Güneydoğu’da, Doğu’da akademisyenlik yapan bu öğretim üyelerini de aynen Mehmetçiklerimiz nasıl kahramansa, polisimiz nasıl kahramansa, köy korucularımız nasıl kahramansa, ben özellikle de akademisyenlerimiz de, sağlık görevlilerimizi de vesaire tüm öğretmenlerimizi de birer vatansever kahraman olarak görüyorum ve böyle alkışlıyorum.
Ve tabii bir mesaj da, tek bayrak… Bizim mevcut bayrağımızın dışında biz bayrak tanımıyoruz, öyle bir şey olamaz Ve her zaman söylüyorum; ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.’ Bu bayrak bir renk cümbüşü değildir. Bizim bayrağımız şehidimiz kanı, hilal bağımsızlığımızın ifadesi, yıldız da şehidimizin sembolüdür. Bu anlam çok derindir. Ama bu beyler ‘Bizim bayrakla sorunumuz yok’ diyor. Eee, bayrağımızı gördüğü yerde kaçıyor. Ama bazen de göstermelik bunu yapıyor, 7 Haziran’da yaptıkları gibi. Ve kendileri işte kendi tabutlarında malum oraya bir paçavra üzerine seriyorlar; ondan sonra diyor ki ‘bayrakla sorunum yok’. Ne bu?
Değerli kardeşlerim,
İnanıyorum ki ben siz muhtarlarımız vasıtasıyla, şu anda ekranları başında bizi izleyen milletim vasıtasıyla bu yanlışları inşallah düzelterek çok daha farklı, çok daha aydınlık günlere beraber yürüyeceğiz. Ve tabii tek vatan... 780 bin kilometre karelik vatan toprakları üzerinde operasyon yaptırmayız. Bak şu anda bütün güvenlik güçlerimiz, askerimiz, polisimiz, tüm köy korucularımız, hepsi bölgedeler, dağ taş demiyorlar. Şehidimiz de oluyor. Peygamberlikten sonra en yüce makam olan, oraya yürüyen bizim evlatlarımız var, kardeşlerimiz var. Biliyorum, aileler bu noktada çok dertli. Ama şunu da bilmemiz lazım ki; o şehitlik makamı öyle bir makam ki o zaten Allah için, vatan için yürüyenlerin kazandığı bir rütbe, sıradan değil. Ve bu mücadeleyle inşallah onların da kanı yerde kalmayacak. Tabii bir de devlet… Devlet içinde devlet olmaz. Bizim tek devletimiz var, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o kadar; başka bir devlet olamaz.
Tabii 1 Kasım’ın en önemli mesajlarından biri de; Türkiye’nin bir an önce yeni anayasa meselesini çözmesi gerektiğidir, Bunu millet bekliyor değil mi? Bekliyor. Şimdi daha önceki yeni anayasa hazırlıklarında başbakandım. Dedim ki; ‘Biz sayımızın gerektiği kadar komisyon üyeliği istemiyoruz, 4 partinin 4’ü de üçer üye versin, bu şekilde bu çalışmayı yapalım.’ Halbuki o zamanlar bizim sayımız 330’a yakındı, muhalefetin sayısı 220 idi. Onlar 9 üyeyle temsil edildi, partimiz 3 üyeyle temsil edildi. Bak 220’ye 9 üye, 330’a yakın olan partimiz 3 üye. Ve buna rağmen dedik ki; ‘Mesele bağcıyla değil, üzümü beraber yiyelim, derdimiz bu.’ Ama ne yazık ki hepsi masadan kaçtı ve işi bitiremedik. Hatta belli bir mesafe alındı. Dedik ‘Hiç olmazsa bunları kanunlaştıralım?’ Bunda da kaçtılar. Temenni ederim ki yeni dönemde bu yeni anayasa hazırlıklarına katkı vermekten çekinmezler, bunu beraber masaya oturmak suretiyle hallederler, engellemenin peşinde olan partiler bu anlayışlarından vazgeçerler…
Milletimizin yeni anayasa talebi karşısında direnen, engelleyici bir tavır içine giren herkes bunun hesabını da 4 sene sonra yapılacak seçimde yine verir. Meclis’in fiilen çalışmaya başlamasıyla birlikte bu konunun partilerimiz tarafından samimiyetle ele alınacağına ve netice elde etmeye yönelik bir çalışma başlatılacağına inanıyorum. Bunu dün Başbakanımızın şahsını ziyaretimde yine aramızda kısa da olsa görüştük ve diğer muhalefet partileriyle de bu görüşmeyi kendisi de yapacağını yeni anayasayla ilgili söylediler. Temennim odur ki inşallah burada da iyi bir netice alınır. Geçtiğimiz dönemde tartışma konusu olan tüm hususlar, yeni anayasanın hazırlanması sürecinde görüşülür, konuşulur, üzerinde uzlaşma sağlanması halinde de milletin huzuruna getirilir. Ben de Cumhurbaşkanı olarak üzerime düşen görev neyse bunları da harfiyen hiç gecikmeden desteğimi verir bir an önce milletimin uygulamasına sunulmasını ben de isterim. Burada da kişisel fikirlerimiz saklı kalmak kaydıyla Meclis’in ve milletin iradesine saygı göstermek hepimizin boynunun borcudur.
Değerli kardeşlerim,
Seçim sonuçları Türkiye’yle birlikte umudunu bu ülkeye, bu millete bağlamış olan Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar geniş bir coğrafyada da sevinçle karşılandı, çünkü Türkiye güçlendikçe, Türkiye büyüdükçe, Türkiye istikrar ve güven ikliminde yoluna devam ettikçe bu kardeşlerimiz de geleceklerine ümitle bakma imkanına kavuşuyor. Biz istiyoruz ki, 78 milyon vatandaşımızla birlikte bölgemizdeki ve dünyadaki tüm mağdurları, mazlumları, garipleri de kucaklayabilelim, onları da hayallerine kavuşturabilelim. Bir şeyi unutmayalım: 78 milyon şu makamı kendi makamı olarak kabullenmek durumundadır, çünkü burası cumhurun makamıdır, şahsımın makamı değildir. Tayyip Erdoğan’ı seversin, sevmezsin, benim onla da bir derdim yok, ama buraya hakaret edemezsin, buraya ‘katil’ diyemezsin. Bunun için ilgili tüm kamu kurumlarımızla, sivil toplum kuruluşlarımızla seferberlik ruhu içinde çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz. Bugün al yıldızlı al bayrağımız kamu kurumlarımızın, sivil toplum kuruluşlarımızın flamaları dünyanın neresine giderse gitsin gönülden kabul görüyor, gözyaşları içinde karşılanıyor. Bir ülke için, bir millet için bundan daha büyük mutluluk olabilir mi?
İşte sizler de görüyorsunuz, takip ediyorsunuz; Türkiye 4,5 yıldır Suriye ve Irak’tan gelen 2,5 milyon kardeşini misafir ediyor, barındırıyor. İstanbul’un tamamında neredeyse 500 bin, bir vilayette bu kadar insana gönlünü açmış, böyle bir şey yapıyoruz. Avrupa ülkeleri ise son aylarda kapılarına dayanan 150-200 bin sığınmacı karşısında paniğe kapıldılar, onlar bizden daha fakir değil, bizden çok çok zenginler. Niye telaşa kapıldınız, niye paniğe kapıldınız? Neredeyse birbirlerine düştüler, bu yüzden Avrupa Birliği’nin geleceğini dahi tartışmaya açtılar, ‘ayrılacağız, çekileceğiz’ diyenler var. Avrupa ülkeleri Akdeniz’den ülkelerine yaklaşan gemileri, botları zorla geri göndermeye, hatta batırmaya çalışırken, biz yılbaşından bu yana 65 bin mağduru denizden toplayıp canlarını kurtardık. Sahil Güvenlik botlarımız gece demiyor, gündüz demiyor, topluyor ve barınma yerlerine alarak ondan sonra ülkelerine gönderiyor. Ülkemize gelen herkese insani ve vicdanı bir anlayışla kapılarımızı açarken, Avrupa ülkeleri hala eğitimine, inancına, kabiliyetine, yaşına, sağlığına göre insan seçme çabası içinde. Olmaz. İnsan olarak bakmıyor; bunun sıfatı ne, eğitimi-öğretimi ne? Olmaz. Önce bir defa insan olarak bakacaksın, bu insandır diyeceksin, gerekli desteği vereceksin.
Suriye’deki ve Irak’taki sorunlar elbette bir gün bitecek, buna inancımız sonsuz. Bu insanlar yeniden ülkelerine, şehirlerine, ülkelerine, evlerine kavuşacaklar. İşte o zaman akıllarda sadece Türkiye’nin sergilediği insani duruşla Batı ülkelerinin ortaya koyduğu bu utanç verici tavır kalacak. Biz bu kardeşlerimizi o zaman da desteklemeye devam edeceğiz. Unutmayın, biz öyle bir medeniyetin mensuplarıyız ki, bizim medeniyetimizde yardım elini uzatana ensar, o ensarın açtığı kapılara dayanan da muhacir denir. Biz şu anda bu bilinçle işte o insanlara yaklaşıyoruz, çünkü onlar o bombalardan kaçtılar, o varil bombalarından kaçtılar. O bütün ülkelerini işgal etmek isteyen teröristlerin onlara sıktıkları kurşunlardan, devlet terörünün estirildiği bir ülkeden kaçtılar. Onlara biz kapılarımızı kapayamazdık, onun için kapılarımızı açtık. Şimdi birileri diyor ki, ‘kucaklama zamanı’. Bundan daha büyük kucaklama olur mu? Kimse bize kucaklama noktasına akıl vermesin, biz kucaklamayı çok iyi biliriz, yeter ki karşımızdaki bizi kucaklamayı bilsin.
Değerli kardeşlerim, bizim ülkemizin sınırları başkadır, hele hele gönül sınırlarımız bambaşkadır. Rahmetli Abdürrahim Karakoç ne güzel söylemiş:
“Ellerin yurdunda çiçek açarken,
Bizim ile kar geliyor gardaşım.
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme.
Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.
Üç aylık bebekler tutuldu taşa,
Düşmanlar geriden eyler temaşa.
Yaratan böylesin vermesin başa,
Zor geliyor, zor geliyor gardaşım.”
Evet, zor geliyor. Bizim gönlümüzün sınırları gardaşlarımızın yaşadığı her yeri içine alacak kadar geniştir. Bölgemizde yaşananlar için yaradan böylesini vermesin başa diyoruz. Ah ah, kendimizi onların yerine koyalım, ne yapardık acaba? Eğer bizi topraklarına kabul edecek birileri olmazsa ne yapardık, şöyle bir düşünelim… Gördünüz mü? Öyleyse bizim bu vatandan başka vatanımız olmadığına göre, bize bu vatanı dar etmeye çalışanlara, kusura bakmasınlar, biz bu vatanı dar ederiz, bunu da böyle bilsinler.
Kurtuluş Savaşı’nın ne olduğunu çok iyi bilen bir milletin evlatları olarak bu istiklal mücadelesi veren kardeşlerimize sonuna kadar hep birlikte destek olmayı sürdürmeliyiz, sürdüreceğiz.
Bakın, şu ana kadar biz 8 milyar dolar harcadık, biz bunu hiç milletimize yansıttık mı? Rabbim bereketini veriyor. Bazıları yolsuzluk, şu-bu filan diyor. Bunlar ihanet içinde. Yolsuzluğun olduğu bir iktidar, bir hükümet bunları yapabilir mi, bu yatırımları yapabilir mi? Şu anda dünyada Amerika, İngiltere ve Türkiye dünyanın mazlumlarına el açan ilk 3’teki ülke. Biz 2014’te 4,5 milyar dolar dünyadaki bu garibanlara, bu fakir fukaraya el uzatmış bir ülkeyiz. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, biz bunların çelmelerine falan takılmayacağız, yolumuza devam edeceğiz.
7 Haziran sonrasında Türkiye’nin içine girdiği siyasi belirsizlik ortamını bölgedeki sorunları derinleştirmek için kullanmak isteyenler, artık bu hesaplarını tavsiye ediyorum gözden geçirsinler, böyle olmayacak. Eğer bu vatanı seviyorsak, bu milleti seviyorsak gelin el ele verelim, el ele verin ve şu ülkedeki sıkıntıları bir an önce hep birlikte aşalım. Şu anda elhamdülillah büyüme hızında Türkiye dünyadaki ülkelerin birçoğuna fark atacak konumda.
Bakın, 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da G-20 toplantısı yapacağız. Dünyanın devleri burada toplanacak, dünya ekonomisinin yüzde 85’ini oluşturan ülkeler burada bizim başkanlığımızda biraraya geleceğiz. Ve bu toplantıları bu kardeşiniz yönetecek. Bütün ekonominin hangi katmaları olursa olsun, bütün gencinden kadınına, engellisine, bütün küçük orta boy işletmelere varıncaya kadar, bütün bunları kapsayacak bir anlayışla böyle bir adım atacağız. Ve yatırımlar noktasında; 2030’a kadar nasıl yatırımlar yapalım ki hedefi hep birlikte yakalayalım? Bunları tartışacağız, bunları konuşacağız. Ama bir de uygulamayı konuşacağız, bunları nasıl uygulayacağız, nasıl yapacağız? Her ülke kendi ülkesinde bunları nasıl başarmış? Türkiye olarak biz nasıl başardık, nasıl başarıyoruz? Bunları orada hep gündeme getireceğiz. Değerli kardeşlerim, inşallah sonuç bildirgesiyle de dünyaya bir Antalya bildirisini açıklayacağız.
Bunlar tabi ülkemiz için çok önemli gelişmeler, çok önemli adımlar. Biz göreve geldiğimizde dünyada 24’üncü sıradaydık, şimdi 17’nci sırada bir ekonomi ve G-20 ülkeleri içindeyiz, böyle bir konumdayız. Suriye’nin geleceğini konuşacağız, Irak’ın geleceğini konuşacağız, oradaki halkların geleceklerini konuşacağız. Değerli kardeşlerim, özellikle Suriye, Irak’la kendi tarihi, kültürel, etnik ve mezhebi gerçekleri çerçevesinde onlara nasıl karar aldırabiliriz, bunları konuşacağız. Bölgemiz huzura kavuşana, bölge insanı geleceklerine güvenle bakana kadar mücadelemizi de Türkiye olarak sürdüreceğiz.
Değerli kardeşlerim,
Önümüzdeki dönemin 13 yıl önce 3 Kasım 2002 tarihinden itibaren yaşadığımız demokrasi ve kalkınma hamlesini inşallah bir kez daha tazelediğimiz bir dönem olacağına inanıyorum. Milletimiz müsterih olsun, hiç endişeye kapılmayın, yarın bugünden daha iyi olacak, hiç endişeniz olmasın. Terör örgütüne karşı ülke içinde ve dışında süren operasyonlar kararlı bir şekilde devam ediyor, kesmek yok, devam edeceğiz. Terör örgütü silahlarını bırakıp toprağa betonlayarak gömene kadar, tüm elemanları teslim olmak veya ülke dışına çıkmak suretiyle tasfiye olana kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Aynı şekilde örgütün şehirlerdeki yapılanmaları tamamen çökertilene kadar, güvenlik kuvvetlerimizin operasyonları adil ve idari takibatları devam edecek. Önümüzdeki dönem konuşma, tartışma dönemi değil, açık söylüyorum, sonuç alma dönemidir.
Bu işe illa bir isim aranıyorsa, bunun adı artık milli birlik ve kardeşlik sürecidir. Yani milli birliğimizden daha iyi güç olabilir mi? kardeşlikten başka daha güzel bir şey olabilir mi? Milli birlik diyen varsa, kardeşlik diyen varsa hepimiz aynı çatı altında toplanmalıyız; bunun başka çıkışı yok, bunu yapmamız lazım. Birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize yönelik bu tehdide karşı en küçük bir müsamahamız yoktur, olmayacaktır.
Kimse Türkiye’nin geçtiğimiz 13 yılda yaşadığı büyük dönüşümü görmezden gelemez, yok sayamaz. Artık devletin vatandaşının inancına, kökenine, kültürüne, diline, düşüncesine, tüm farklılıklarına karşı saygılı olduğunu, bunun için gereken özgürlüğü ve imkanı onlara verdiğini kimse inkar edemez. Kardeşlerim, ret politikaların biz kaldırdık, inkar politikalarını biz kaldırdık, asimilasyon politikalarını biz kaldırdık. Bu kardeşiniz başbakan olana kadar gelen başbakanların hiçbirisi bir Kürt vatandaşımıza ‘kardeşim’ diyememiştir, ama bu kardeşiniz Kürt vatandaşına ‘kardeşim’ demiştir. Bütün Güneydoğu illerini, bazı yerlerde ilçelerine varıncaya kadar gezen bir başbakandım ben. Şimdi Cumhurbaşkanı olarak aynı şekilde devam ediyorum, yine edeceğim. Niye? 780 bin kilometrekare sorumluğumuzdadır da onun için, 78 milyon sorumluğumuzdadır onun için. Bunu yapacağız; burada da yapacağız, orada da yapacağız. Niye? Biz devlet-millet kaynaşmasını istiyoruz. Devlet öndeydi biz geldiğimiz zaman, insan arkadaydı. Biz ne dedik? ‘Önce insan sonra devlet’ dedik.
İlk geldiğimizde dolaşıyorum Anadolu’yu, partimizi kuruyoruz; ‘Ne istiyorsunuz?’ dedim. Bütün kanaat önderleri o zaman bana hep şunu söylediler Güneydoğu’da, Doğu’da: ‘Şu olağanüstü hali kaldırın yeter.’ dediler. Ve partimizi kurduk, 16 ay sonra ilk seçim, tek başımıza yüzde 34.4, ama Parlamentonun yüzde 63’ünü alarak iktidar olduk. Ben milletvekili değildim, genel başkandım. Sayın Başbakan o zaman Abdullah Gül ve daha ilk ayda olağanüstü hali kaldırdık. Niye? Çünkü şunu diyorduk: ‘Biz ne aldatan olacağız, ne aldanan olacağız.’ Biz olağanüstü hali kaldırdık, ondan sonra ardı ardına tabi yeni talepler, o talepleri de geldikçe hepsini yerine getirmeye gayret ettik, hala da ediyoruz ve edeceğiz. ‘At denize balık bilmezse Halik bilir’; bizim anlayışımız bu. İşte bütün bu gerçekler ortadayken, hala baskıyla, şiddetle, silahla, kanla, canla, hendekle bir mücadele yürütmeye çalışmak, bu ülkeye ve bu millete en büyük ihanettir. Bu bakımdan bölücü terör örgütü ve onun güdümündeki parti, geçtiğimiz yıldan beri çok kötü bir sınav vermektedir, bunu açıkça söylemem lazım. Bizim Temmuz ayındaki Suruç saldırısından bu yana verdiğimiz 160 şehidimize ve kaybettiğimiz 185 vatandaşımıza, yaralanan yüzlerce güvenlik görevlimize ve vatandaşımıza karşı sorumluluğumuz var.
Diyor ki, -güya meydan okuyor- ‘2 bin Kürt insanı öldürüldü devlet tarafından.’ Kusura bakma, şunu bir defa öğrenmen lazım: Asla bu devlet Kürt insanına kurşun sıkmaz. Bu devlet teröriste kurşun sıkar, bunu bir defa bilmek lazım. Bizim indimizde terörist başkadır, benim Kürt kardeşim başkadır; bunu bir defa birbirinden ayıralım. Kimse de benim Kürt kardeşime terörist nazarıyla bakmasın; o ayrı, o ayrı. Bunları birbirinden ayıracağız. Ama benim Mehmetçiğime, benim polisime, benim köy kurucusu kardeşime kim silahını doğrultuyorsa bunun bedelini ödeyecektir. Bunların geride bıraktıkları gözlü yaşlı, gönlü yaralı eşlerine, çocuklarına, anne, babalarına, sevdiklerine karşı tüm ülkemdeki Kürt kardeşlerimin olsun, Türk olsun, Laz olsun, Çerkez, Arap, Gürcü, Roman, kim olursa olsun, hepsine karşı sorumluluğumuz var. En önemlisi, milletimize karşı olan bu sorumluğumuzun gereğini de yerine getireceğiz, çünkü bu sorumluluk her şeyin önünde gelir. Şehitlerimizin aziz ruhlarını asla muazzep etmedik, etmeyeceğiz. Bu ülkede devlete ve millete yöneltilmiş tek bir silah, tek bir bomba, tek bir tuzak kalmayıncaya kadar da bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.
Tabi terörle mücadeleyle birlikte bir diğer önceliğimiz de, bizden sonraki nesillere daha güçlü, daha müreffeh, daha büyük bir Türkiye bırakma azmidir, bu bizim hedefimizdir. Bunun için 2023 projelerimizi hızlandıracak ve mutlaka hayata geçmesini sağlayacağız. Örneğin İstanbul’da inşası süren yeni havalimanı, inşallah dünyanın ilk 3 havalimanından bir tanesi olacak. 2018’in başında ilk etabı açılacak, 2023-2024’te tamamı… Yılda 150 milyon yolcu kapasitesiyle 200 milyon arasında yolcu kapasitesi olan bir havalimanı. Boğaz’daki 3’üncü köprümüz, Yavuz Sultan Selim Köprüsü… O da şu anda hızla devam ediyor. Asya’yla Avrupa’yı birbirine bağlarken, bir diğer taraftan da bu köprü Hava limanıyla da buluşacak, böyle de bir özelliği var. Bir de Avrasya tüneli var; nerede? Marmaray’ın hemen güneyinde, o da inşallah 2016 başlarında bitecek ve ondan da araçlar geçecek. Marmaray zaten raylı sistem, o şu anda yoğun bir şekilde yolcu taşımaya denizin altından devam ediyor. Herkes ‘yapamazlar, edemezler’ diyordu. Yaptık, inandın mı yaparsın, azmettin mi yaparsın. Fatih dedemiz karadan gemileri yürüttü, Bizans şok oldu Haliç’te gemileri görünce. Biz onun torunlarıysak biz de onların attığı adımı, onların izini sürdürmemiz lazım, biz de denizin altından yaptık. Şimdi ikinci denizaltı, işte o da bitmek üzere inşallah, oradan da araçlar geçecek.
Değerli kardeşlerim, İstanbul-İzmir otoyolu hızla devam ediyor ve o da inşallah İzmir-İstanbul arasını 3 saate filan düşürecek; bunlar muhteşem adımlar. Ve köprü orada da hızla devam ediyor, yollar bir taraftan devam ediyor ve İstanbul, Kocaeli, tabi Kocaeli’nin Karamürsel tarafından, oradan İznik Bursa, oradan o şekilde devam edip İzmir’e Manisa üzerinden ulaşan bir yolculuk… Ve İzmit Körfez Geçiş Köprüsü, hızlı tren hatları, tüneller, nükleer santraller… Yeni adımı atılacak inşallah, çok önce bunun vaadini yapmıştık, Kanal İstanbul gibi adımlar, bunlar da mutlaka hedefine ulaşacak. Ve bir de tabi bunlara inşallah Çanakkale Boğaz Köprüsü başta olmak üzere yenilerini de ilave edeceğiz.
Eğitimde, sağlıkta, sosyal yardımlarda ve diğer tüm alanlarda son 13 yıldır devam eden yükselişi, çıtayı daha da yükseğe çıkartarak devam ettireceğiz. Savunma sanayinde Türkiye’nin dışa bağımlılığını tamamen ortadan kaldırana kadar bu alanda dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olana kadar tüm gücümüzle çalışacağız. Sadece üreten değil aynı zamanda ileri teknolojiye dayalı ürünleri tasarlayan bir ülke haline gelene kadar durmak yok.
Demokraside, özgürlüklerde, hukukta dünyada örnek gösterilen bir ülke haline gelene kadar reformlara devam edeceğiz. Bizi hazmedemeyenler var, ama şunu bilsinler: Hazmedecekler, çünkü bu ülke özgürlüklerde Batı ülkelerinin birçoğuna evvel Allah yol gösterecek kabiliyete sahiptir.
Türkiye’yi 2023 yılında dünyanın en gelişmiş 10 ekonomisinden biri haline getirme hedefimizden asla vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Bunlar artık herhangi bir partinin, herhangi bir hükümetin değil Türkiye’nin hedefleridir, milletimizin hedefleridir; buna böyle bakacağız.
1 Kasım sabahı ciddi endişelerle, tereddütlerle, sıkıntılarla hayata başlayan Türkiye, aynı günün gecesini büyük bir ümitle, büyük bir heyecanla, büyük bir mutlulukla kapatmıştır. Şimdi ben buradan bir şeyi tabii özellikle söylemek istiyorum: Birileri şu anda hep kucaklaşmaktan bahsediyor. Tamam biz hazırız, eyvallah da; ama siz hiç kucaklamadınız ki… Siz dediniz ki; ‘2 Kasım’da iç savaş çıkacağından endişe ediyoruz.’ Bu ülkede iç savaşı nasıl konuşursunuz? Eğer bu ülkede iç savaş beklentisi içerisinde olanlar varsa bunlar ihanet şebekesidir, ihanet… O beklenti terör örgütlerinin beklentisidir, bu ülkeyi iç savaşa sürüklemek. Ama bunlar güya aydın geçinen karanlıklar. Bu ülkede iç savaş hayaliyle yaşayanlar bilsinler ki Türkiye Cumhuriyeti evvel Allah tüm kurumlarıyla dimdik ayaktadır, bunun hesabını soracak güç ve kabiliyettedir; bunu da herkes bilsin.
İnşallah Anayasada belirtilen süreler doğrultusunda Meclis’in toplanması ve yeni hükümetin kurulmasının ardından daha büyük bir şevkle, daha büyük bir inançla yolumuza devam edeceğiz.
Tüm bunları söylerken Cumhurbaşkanı olarak milletimin hissiyatını ifade ettiğini belirtmek istiyorum. Türkiye’nin 78 milyon vatandaşının ve 81 ilinin tamamının Cumhurbaşkanı olarak ülkemin ve milletimin iyiliğinden, güzelliğinden, hayrından başka bir şey istemem, dilemem mümkün değildir. Söylediğim her söz, yaptığım her eleştiri, ifade ettiğim her teklif bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bir olmak için, iri olmak için, diri olmak için, kardeş olmak için, hep birlikte Türkiye olmak için iktidarından muhalefetine kadar tüm siyasi partilerin, toplumun tüm kesimlerinin bir adım öne çıkması gerekiyor. Geleceğimiz için buna ihtiyacımız var. Cumhurbaşkanı olarak bu konuda ön açıcı, teşvik edici olmanın çabası içindeyim. Önümüzdeki dönemde bu konuda hep birlikte daha fazla gayret göstermeliyiz.
Ben bu düşüncelerle bir kez daha 1 Kasım seçimlerinin ülkemiz, milletimiz ve bölgemiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Hepsini de demokrasi yarışının galipleri olarak gördüğüm siyasi partilerimizi, milletvekillerimizi kutluyorum.
Milletimizin her bir ferdine milli iradenin tezahürüne yaptıkları katkı için şükranlarımı sunuyorum. Her seçimde artan bir oranda yurt dışında oylarını kullanarak Türkiye’nin geleceği konusundaki o 4 saatlik, 5 saatlik yoldan gelerek saatlerce sandık başında, kuyrukta bekleyen yurt dışındaki vatandaşlarıma tercihlerini ortaya koymaları sebebiyle şükranlarımı şahsım ve milletim adına ifade ediyorum.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, milletin evini teşrifleriniz sebebiyle her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum. Sağ olasınız, var olasınız.
Kardeşlerim, biraz sonra yemekte beraber olacağız ve İçişleri Bakanlığımız biliyorsunuz bu işin sekreteryasını yürütüyor. Muhtarlarımız bütün sıkıntılarını, dertlerini kendilerine dağıtılan forma dolduracaklar ve oradaki bir komisyon bunların takibini yapacak. Bu takipler aynı şekilde devam edecek ve inşallah eksikler azami ölçüde yerine getirilmiş olacaktır.
Ben sizleri şimdilik sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.