10. Muhtarlar Toplantısı’nda Yaptıkları Konuşma

26.08.2015

Çok değerli muhtarlarımız,

Değerli kardeşlerim,

Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz.

Muhtarlarımızla Ocak ayından beri sürdürdüğümüz toplantıların bugün 10’uncusunu gerçekleştiriyoruz. Bu toplantılar vesilesiyle ülkemizin her köşesinden muhtarlarımızla hasbihal etme imkanı bulduk. Bugün de Afyonkarahisar, Aksaray, Çankırı, Çorum, Eskişehir, Kırıkkale, Konya, Kırşehir, Niğde ve Yozgat’tan gelen siz kıymetli muhtarlarımızla biraradayız. Hedefimiz, ülkemizdeki muhtarların tamamıyla bu şekilde biraraya gelerek hasret gidermek ve soframızı paylaşmaktır.

Sözlerimin hemen başında size içinde bulunduğumuz Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’yle ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Toplantımızı yaptığımız bu salonun bulunduğu bina, Cumhurbaşkanlığı Külliyemizin resmi törenlerin, resmikabullerin yapıldığı, çalışmalarımızı yürüttüğümüz bölümdür. Yanlardaki iki blokta Cumhurbaşkanlığı birimlerinin çalışma ofisleri yer alıyor. Hemen karşımızda Ramazan ayında açılışını yaptığımız Millet Camiimiz bulunuyor. Camimizin yanında yer alan kongre merkezinin inşası halen sürüyor, inşallah onu da yılsonuna kadar hizmete açmış olacağız. Daha aşağıda ise 2 bin kişilik yemekli toplantılara uygun, içinde sergi salonların da yer alacağı çok amaçlı bir bina inşa edeceğiz, şu anda proje safhasında. Yine aynı yerde içinde 5 milyon cilt kitabın bulunacağı, 24 saat halkımıza, öğrencilerimize ve araştırmacılarımıza hizmet verecek ülkemizin en büyük kütüphanesini inşa edeceğiz, o da proje safhasında. Bu iki eserin proje çalışmaları devam ediyor, biter bitmez bunların da inşalarına başlanacak. Camimiz, kongre merkezimiz, çok amaçlı binamız ve kütüphanemiz herkesin kullanımına açıktır. Şair “baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş meğer diyor” ya, bizler için de geride kalacak olan yapılmasına vesile olduğumuz işte bu eserlerdir. İnşallah bizden sonra gelenler daha iyisini, daha güzelini ülkemize kazandırırlar.

Değerli kardeşlerim,

Ülkemiz çok güzel, ama bir o kadar da zor bir coğrafyaya sahip. Coğrafyamızın zorlukları kimi zaman felakete dönüşebiliyor. Artvin’de geçtiğimiz Pazartesi günü yaşanan sel felaketi bunun bir örneğidir. Özellikle Hopa ilçemizi etkileyen bu felakette hayatını kaybeden vatandaşlarımı Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyorum, tüm ailelerine sabırlar diliyorum. Aynı şeklide Rize Güneysu’daki felakette bir can kaybı olmadı, orada da bu felaketten zarar gören tüm ailelere de geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Çok kısa sürede yağan çok büyük miktardaki yağmurun yol açtığı bu felaket can kaybıyla birlikte ciddi zarara da yol açtı. Selden etkilenen vatandaşlarımıza buradan bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Devletimiz ilgili tüm birimleriyle vatandaşlarımızın yanındadır, gereken her şey yapılmaktadır. Rabbime milletimizi sel ve deprem gibi afetlerle imtihan etmemesi niyazında bulunuyorum, bunun için dua ediyorum.

Değerli kardeşlerim,

Türkiye tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Bir yanda güney sınırlarımız boyunca devam eden istikrarsızlık ve çatışma ortamı tüm ağırlığıyla etkisini hissettirmeyi sürdürüyor. Bu gelişmelerin de tetiklemesiyle yeniden alevlenen bölücü terör örgütünün eylemlerine karşı güvenlik güçlerimiz etkili bir mücadele yürütüyor. Öte yandan, 7 Haziran seçimlerinin ardından başlayan yeni hükümet kurma çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine anayasanın verdiği yetkiye dayanarak seçimlerin yenilenmesi kararını almak zorunda kaldım. Bu anayasal bir yetkidir, anayasal bir mecburiyettir. Bütün yollar denenmiştir, yetkiyi vermiş olduğum Sayın Başbakan bütün siyasi partileri dolaşmıştır, kendileriyle gerekli görüşmeleri yapmıştır. Tabi bunların yanında sürekli büyüyen ve yeni boyutlar kazanan küresel ekonomik krizin yansımalarını ülkemizde de hissediyoruz.

Bugün sizlerle birlikte tüm bu meseleleri değerlendirmek, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ülkenin ve milletin meselelerini muhtarlarımızla paylaşmamızı bir istihza, bir alay konusunu haline getirmek isteyenler, biliyorum yine rahatsız olacaklar, ama varsın olsunlar. Biz bu yola milletimizle birlikte çıktık, bugünlere milletimizle birlikte geldik, inşallah bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğiz.

Muhtarlarımız atanmış birer memur değildir, muhtarlarımız milletin iradesiyle seçilmiş olan kişilerdir, seçilmişler atanmışların fevkindedir. Doğrudan milletin oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı da bu piramidin en tepesinde yer alıyor. Bizim aramızdaki muhabbet ve işbirliği, ülkenin huzuru, gelişmesi, kalkınması bakımından fevkalade önemlidir. Muhtarlarımızla aramızdaki güçlü bağı anlayamayanlar, aslında milletle aramızdaki ilişkiden rahatsızlar.

Bana mahallesinde yaşayanların selamını getiren, benim selamımı onlara götüren muhtarlarımızı aşağılayan, istiskal ettiklerini sananlar, aslında kendilerini küçük duruma düşürdüklerinin farkında değiller. Sırtlarını vesayet odaklarına, terör örgütlerine, paralel yapılara dayananlar, aramızdaki sevgiyi, saygıyı, gönül bağını bugüne kadar anlayamadılar, anlayamayacaklar. Onlar ne derse desin, biz ülkemizin ve milletimizin tüm meselelerini muhtarlarımızla, esnafımızla, işçilerimizle, işverenlerimizle, öğrencilerimizle, velhasıl milletimizle istişare etmeye devam edeceğiz, çünkü bizim en büyük güç kaynağımız ve yegane güvencemiz millettir, sizlersiniz.

Değerli kardeşlerim,

Milletimizin desteği sürdükçe, Allah da ömür verdikçe ülkemize hizmet etmeye devam edeceğiz. Rabbim bizleri hak ve hakikat yolundan ayırmasın.

Değerli kardeşlerim,

Bilindiği gibi 7 Haziran seçimleri hiçbir partinin tek başına iktidarına imkan tanımayan bir milletvekili dağılımıyla neticelendi. Cumhurbaşkanı olarak şahsım en başından itibaren Türkiye’nin bir an önce yeni hükümetine kavuşması konusundaki samimi temennilerimi sürekli ifade ettim. Bunun için tüm siyasi partileri sorumlu davranmaya, egolarını bir kenara koymaya, yeni dönemin şartlarına uygun hareket etmeye davet ettim. Anayasada belirtilen süreci harfiyen işleterek bu konuda kolaylaştırıcı ve teşvik edici bir tutum içinde oldum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanarak milletvekillerinin yemin etmesinin, Meclis Başkanının ve Başkanlık Divanının seçilmesinin ardından hükümet kurma sürecini başlattım. 9 Temmuz’da en çok oyu alan partinin Genel Başkanı olan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu hükümeti kurmakla görevlendirdim. Bu arada, Mecliste temsil edilen siyasi partilerin de koalisyon hükümetiyle ilgili tavırları yavaş yavaş belli olmaya başladı. Seçimde en çok oyu alan partiyi peşinen dışlayan, diğer ihtimalleri de ortadan kaldıran açıklamalar, ülkede koalisyon hükümeti kurulabilme imkanını büyük ölçüde sınırladı, zorlaştırdı.

Buna rağmen, Sayın Başbakan tüm siyasi partileri ziyaret ederek koalisyon hükümetiyle ilgili görüşlerini aldı. Ana Muhalefet Partisi’yle yürütülen görüşmelerin anlaşmayla sonuçlanmadığını da hep birlikte takip ettik. Sayın Başbakan son bir gayretle MHP’yle de görüştü, ancak buradan da hükümet kurulabilmesine imkan verecek bir sonuç çıkmadı. Siyasi partilerin açıklamaları, genel başkanların beyanları artık farklı koalisyon hükümeti kurabilme ihtimallerini ortadan kaldığı için yeni bir görevlendirmeye de ihtiyaç duymadım. Zira, Beştepe’nin, Cumhurbaşkanlığı makamının adresini bilmeyenlere ben hangi görevlendirmeyi yapacaktım? Bu makama her türlü hakareti yapanlar, hatta şahsıma küfür hariç her türlü hakareti yapanlar, onlara hangi görevi verecektik? Kaldı ki, bir koalisyon hükümetine yanaşmayanlara, ‘bırakın hadi bir erken seçim için beraber bir koalisyon oluşturalım, beraberce ona gidelim’ davetine hayır diyenlere neyin görevini verecektik? Bizim kaybedecek zamanımız yok.

Anayasada belirtilen 45 günlük sürenin bittiği geçtiğimiz Pazar gününden itibaren seçimlerin yenilenmesi sürecini başlattım. Pazartesi günü Sayın Meclis Başkanını davet ettim, Anayasa gereği seçim hükümetiyle ilgili görüşmemi yaptım. Dün de Meclis’te en çok milletvekiline sahip partinin Genel Başkanı olan Sayın Başbakanı davet edip, kendisine seçim hükümetini kurma görevini verdim, yani geçici hükümeti kurma görevini verdim. Yine dün Yüksek Seçim Kurulu tekrar seçimin, yani erken seçimin tarihini 1 Kasım 2015 olarak açıkladı. Önümüzdeki günlerde Sayın Başbakan yeni Bakanlar Kurulu listesini onayımıza sunacak ve böylece süreç devam edecek.

1 Kasım 2015 erken seçimin, tekrar seçimin şimdiden ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. ‘Milletimizin iradesini tanımayan’ gibi yakıştırmalar yapanlar var. Bana o yakıştırmayı yapanlar önce aynaya baksınlar. Bir defa, ben bu makama milletin iradesiyle geldim. Milletin iradesiyle geldiğim halde ana muhalefetin başındaki ne diyor? ‘Milletin iradesini bırakın, Parlamento’da cumhurbaşkanını seçelim.’ Yeni önerileri bu; tekrar eskiye dönüş gibi bir dertleri var. Biliyorlar ki, millete gidildiği zaman milletin iradesi hiçbir zaman onlara teveccüh etmeyecektir. Aynı şekilde bir diğeri bakın o da hiçbir şeyi tanımıyor ve kendilerine göre yorumlar yapıyor, kendilerine göre Sayın Başbakanla ilgili, aramızdaki ilişkilerle ilgili birçok garip garip yaklaşımlarda bulunuyorlar.

Her şeyden önce şunun bilinmesi lazım: Cumhurbaşkanlığı makamının görev alanı bellidir, neyse bu görev alanı ben o görev alanı içerisinde hareket ederim. Başbakanın da görev alanı bellidir, o da görev alanı içerisinde hareket etmektedir, hareket eder. Bu süreçle ilgili şahsıma yöneltilen eleştirilerin hiçbiri de doğruyu yansıtmıyor. Ülkenin sorunlarının çözümü için milletin önüne doğru ve ikna edici çözümler koyamayanlar, yani gerçek manada siyaset yapamayanlar şahsımı hedef alarak sorumluluktan kaçmaya çalışıyorlar. Varsa, yoksa Erdoğan aşağı Erdoğan yukarı… Ya hu seçime ben girmeyeceğim ki. Değerli kardeşlerim, bu seçime ben girmeyeceğim, siyasi partiler girecek; benimle alıp veremediğiniz nedir? Seçimde zaten milli irade tecelli edecek, inşallah bunlara fırsat vermeyecek bir netice çıkmak suretiyle bu ülke istikrarına yeniden kavuşur, bir istikrarsızlık doğmaz; bütün mesele bu.

Bakın, 13 yıl bu ülkede istikrar oldu değil mi? Koalisyon filan olmadı, bir istikrar dönemiydi ve nereden aldık, hamdolsun nerelere geldik, 1’e 3 katladık, 4 katladık, 5 katladık ve yaptığımız yatırımların hepsi ortada. Eğitimde ne gibi yatırımlar yaptık, sağlıkta ne gibi yatırımlar yaptık, ulaşımda ne gibi yatırımlar yaptık, adalette, emniyette, tarımda ne gibi yatırımlar yaptık; bütün bunlar ortada. Ve bütün bunlar ortada olmasının yanında, Türkiye’nin güçlenmesini bu dönemde hazmedemeyenler çıktı. İçeride de çıktı, dışarıda da çıktı. Hala var mı bunlar? Var. Ve ayrımcılık, Türkiye’ye bu ayrımcılığı sokmanın gayreti içerisinde olanlar var ve bunun için de çok ciddi çalışıyorlar. İşte buna fırsat vermemek için tekrar inanıyorum ki önümüzdeki 1 Kasım istikrar mı, istikrarsızlık mı, bunun seçimi olacaktır, buna gayret etmemiz lazım.

Değerli kardeşlerim,

Türk Dil Kurumu sözlüğünde siyaset, ‘devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış’ şeklinde tanımlanıyor. Bir başka tanımıyla da siyaset, aslında insanları yönetme sanatıdır, böyle de tanımlanır. Evet, ben Cumhurbaşkanı olarak böyle davranıyorum, sizler mahallenizin, köyünüzün muhtarı olarak bu şekilde hareket ediyorsunuz. Devletin ve milletin meseleleri konusunda en küçük bir fikri, en küçük bir emeği, en küçük bir hazırlığı olmayanlar, parti içi mücadeleyi siyaset yapmak sanıyorlar. Siyasette, evet, sözün ve söylemin önemi büyüktür. Ama burada asıl önemli olan ne söylediğinizdir, nasıl söylediğinizdir, kime söylediğinizdir; bunlar çok önemli. Ülkenin ve milletin hayrına hiçbir söz söylemiyorsanız, ağzınızdan hareketten, küfürden başka bir şey çıkmıyorsa ve millete değil, sizi yönlendiren odaklara konuşuyorsanız, o sözün bir kıymeti yoktur.

İşte görüyorsunuz, bir kısmı bir yerlerden aldıkları emri hemen ortaya koyuyorlar. Ben seçimlerden sonra yaptığım ilk konuşmada ne demiştim? Tekrar ediyorum; egoların bir kenara bırakılarak süratle bir hükümet kurulması gereğini açıkça ifade etmiştim. Ama o zaman birileri de ne demişti? ‘Hodri meydan, erken seçim’ demişti. Şimdi o gün erken seçim diyenler şimdi ne diyor? ‘Erken seçim olmaz’ diyor.

Değerli kardeşlerim,

Hem her türlü koalisyon hükümeti kuruluşunun önünü kapatacaksınız, hem de Cumhurbaşkanını hükümet kurulmasını engellemekle suçlayacaksınız; bu akıl kârı bir iş değildir. Bu ülkede milletin iradesine saygı konusunda kardeşinizden daha ileride kimse yoktur, bunu biliniz.

Değerli kardeşlerim,

Aksini iddia edenler dönüp kendilerine, kendi geçmişlerine, kendi partilerine, oralara nasıl geldiklerine baksınlar. Seçimlerin yenilenmesinin faturasını şahsıma çıkartanlar, kendi kabahatlerini gizlemenin peşindedirler. Bir kez daha söylüyorum; Meclis’te güvenoyu alacak çoğunluğa sahip bir hükümet kurulmuştu da ben mi buna engel oldum? Zaten böyle bir yetkim, böyle bir imkanım da yok. Ama milletin desteğini alarak kavuşamadıkları imkanları şark kurnazlığıyla elde etmeye çalışanlara da, kusura bakmasınlar, geçit vermedim, vermem. Her şeyden önce bu benim milletime karşı sorumluluğumun gereğidir.

Bunların sadece milletin iradesine değil, anayasa da saygıları yok. Hadi koalisyon şartlarında anlaşamadınız, hükümet kuramadınız, peki seçim hükümetinde yer almaktan niçin kaçıyorsunuz? Buyurun, işte Sayın Başbakan ‘Hadi gelin dedi beraber seçim hükümetini kuralım’ dedi; ondan niye kaçıyorsunuz? Yapmaya çalıştığınız kurnazlığın milletimiz farkında değil mi sanıyorsunuz? Sesleniyorum; hadi buyrun işte bir erken seçim var. Ana muhalefet de, bir diğeri de, hadi buyurun hepiniz burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı sayıları belirledi, 5-3-3 dedi, her birinizin sayısı belli, bu sayıda burada görev alacaksınız, buyurun. Niye katılmıyorsunuz? Hadi iki ay, neyse 1 Kasım’a kadar gelin bunu beraber yürütün; niye yürütmüyorsunuz?

Dert başka, bunların derdi bu ülkeye hizmet değil, bunların derdi bu ülkede terörle mücadele değil. Bunların derdi, acaba 1 Kasım’da biz ne yaparız da, hangi tuzakla buradan biraz daha kârlı çıkarız, dert bu. Hiçbir zaman bunlar kalkıp da biz bir yük alalım, bir risk alalım, bu riski aldıktan sonra da bu ülkeye hizmet edelim, asla bunların böyle bir şeyi olmadı. Zaten geçmişine de baktığınız zaman bunların bu ülkede dikili bir ağacı yok, dikili ağacı…

Kardeşlerim,

Açık konuşmak zorundayım; şu anda milletim bizi ekranlarından dinliyor, takip ediyor. 2002’de göreve geldik. 3,5 yıl bu ülkeyi yönetenler vardı, kimler olduğunu biliyorsunuz onların. O 3,5 yıl yönetenler niye 5 yıl yönetmediler de bırakıp kaçtılar? Niye erken seçime gittiler? Neden? Yönetemediler. Şimdi bakıyorsunuz yine aynı havada dolaşıyor. Kardeşlerim, samimi olalım, samimi.

Bak her zaman bir şey söylüyorum, bu millete hizmetin bir bedeli var. Ne diyoruz biz? Halka hizmet Hakk’a hizmettir; bu çok önemli. Ama bunların böyle bir derdi yok. Dün dinliyorum, yatıyor, kalkıyor ‘Erdoğan da Erdoğan, Erdoğan da Erdoğan…’ Başka bir şey duydunuz mu konuşmada? Niye acaba bu kadar sevdalı bana anlayamadım? Çok garip. Ve yetmediği zaman bakıyorsunuz hakaret, yetmediği zaman bakıyorsunuz çok çirkin yollara düşüş; anlamak mümkün değil. Türkiye’yi Cumhurbaşkanlığı’nın değil, Meclisin seçime götürmesini sağlayacak tüm yolları kapattığınızı milletimiz anlamıyor mu sanıyorsunuz? Onun işte milletim 1 Kasım’da inanıyorum ki bunun hesabını soracaktır.

Anayasa gereği kurulması zorunlu olan ve nasıl kurulacağı da yine anayasada belirtilen seçim hükümetinde yer almayarak, ortaya çıkardığınız tablonun milletimiz idrakinde değil mi sanıyorsunuz? Öyleyse siz bu milleti hiç tanımamışsınız demektir. Ben milletimin ferasetine inanıyorum tüm muhtarlarımın şahsında. Bu millet asla dayatmaya, alavereye, dalavereye gelmez. Bu milletin karşısında dürüst olacaksınız, harbi olacaksınız. Parti içi mücadele yöntemlerini tüm ülkeye teşmil etmeye çalışanlar bu sinsiliklerinin cevabını milletimizden alacaklardır. Delikanlıca hükümette yer alıp ülke ve millet için hazırladığı projeleri hayata geçirme iradesini ve cesaretini gösteremeyenlerin millete söyleyecek sözü de yok demektir. Millet iradesini tanımamak, asıl budur. Devletin en üst makamları olan Cumhurbaşkanlığı’nı, Başbakanlığı istiskal etmeye çalışmak, millet iradesini tanımamanın en üst noktasıdır.

Geldiğimiz noktada artık bu tartışmaların hepsi geride kaldı. Anayasamıza göre Türkiye bir tekrar seçim sürecine girdi, yani erken seçim… 1 Kasım seçimlerinin ülkemizin ve milletimizin sorunlarının çözümünü sağlayacak bir sonuca vesile olmasını Allah’tan diliyorum. Tüm siyasi partilerimize, tüm adaylara seçimlerde başarılar temenni ediyorum. 7 Haziran seçim sonuçlarının yol açtığı sıkıntıyı 1 Kasım seçimlerinin çözeceğine inanıyorum. Her zaman söylediğim gibi, esas olan milletin iradesidir. Milletimiz 1 Kasım’da bir kez daha sözünü söyleyecek ve bu mesele inşallah hal yoluna girecektir. Bunu niye söylüyorum? Çünkü Parlamento bu işi çözememiştir. Öyleyse merci neresidir? Millettir, öyleyse millet çözecektir bunu. Ama bu noktada sevgili muhtarlarımıza çok iş düşüyor.

Değerli kardeşlerim,

Türkiye’yi yönetme sorumluluğunu üstlendiğimiz günden beri önceliklerimizden biri de, ülkede terörü ve bundan dolayı yaşanan acıları bitirmek olmuştur. Bunun için gerek demokrasi ve özgürlükler, gerekse kalkınma alanında cumhuriyet tarihinin en önemli adımlarını attık, en büyük reformlarını gerçekleştirdik. Biz ‘analar ağlamasın’ derken ve bu doğrultuda adımlar atarken gerçekten çok samimi olduk. Türkiye’nin bu meseleyi ebediyen geride bırakması halinde 2023 projeleri başta olmak üzere, 2053, 2071 projeleri başta olmak üzere geleceğe ilişkin hedefleri rahatça gerçekleştirebileceğimize inandık. Biz kısa süreli bir projenin peşinde olmadık, biz uzun yılların projelerinin peşinde olduk. Bu anlayışla, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın geçmişte maruz kaldıkları baskıları ve onların izlerini ortadan kaldırmanın çabası içinde olduk.

Kardeşlerim, 81 vilayetimizin tamamındaki vatandaşlarımızla birlikte bölgedeki kardeşlerimizin de demokrasiden, hak ve özgürlüklerden, hukuk devleti ilkelerinden eşit şekilde faydalanabilmelerinin yollarını açtık, bunun için anayasada ve kanunlarda gerekli düzenlemeleri gerçekleştirdik, idari olarak yapılması gerekenleri yaptık. Aynı şekilde eğitimde, sağlıkta, ulaşımda, sosyal yardımlarda ve diğer tüm alanlarda bölgedeki eksikleri giderdik, çok büyük yatırımları imza attık. Bunların hiçbirini bir lütuf veya ihsan olarak değil, milletimizin tamamıyla birlikte bölgede yaşayan insanların haklarını teslim etme anlayışıyla hayata geçirdik.

Kardeşlerim,

Biz ret politikalarını ayaklarımızın altına aldık, inkar politikalarını ayaklarımızın altına aldık, asimilasyon politikalarını ayaklarımızın altına aldık. Ve biz yaratılanı Yaratandan ötürü sevdik, ayırmadık. Türk’ü Kürt’ten, Laz’ı Çerkez’den, Gürcü’yü Abhaza’dan ayırmadık, Roman’ı Boşnak’tan ayırmadık, hepsini Allah için sevdik. Niye? Çünkü Yaratanımız öyle emrediyordu da onun için. Değerli kardeşlerim, bu sevgi makam için olmaz, mevki için olmaz, para için olmaz, pul için olmaz, bu ancak bir inancın gereği olarak gerçekleşir. İşte biz bunu yaptık. Ama onlar bunu anlamadılar, anlamamakta direndiler.

Kardeşlerim,

Hep söylüyorum; 15 yıl önce bu ülkede denseydi ki Hakkari’ye havalimanı yapılacak, kim inanırdı? Muş’a havalimanı yapılacak, kim inanırdı? Iğdır’a, Ağrı’ya havalimanı yapılacak dense kim inanırdı? Şırnak’a havalimanı yapılacak dense kim inanırdı? Ama biz bunları yaptık. Niye yaptık? Çünkü 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarında elimizin değmediği yer kalmayacak dedik.

Kardeşlerim,

79 senede bu ülkede 6100 kilometre bölünmüş yol yapıldı, biz 12 seneye 17 bin kilometre bölünmüş yol sığdırdık ve oraları o bölünmüş yollarla ülkenin batısına bağladık, bunları yaptık.

Kardeşlerim,

Okullar yoktu, okullar yaptık. Üniversite yoktu buralarda, üniversite inşa ettik; şimdi Türkiye’de üniversitesi olmayan ilimiz kalmadı. Ama bunlar, terör örgütünü arkasına almış olan bu siyasi parti okullarımızı yaktı mı? Yaktı. Camilerimizi yaktı mı? Yaktı. Hayır kurumlarımızı yaktı mı? Yaktı. Yakmaya devam ediyor mu? Ediyor. Bunların Fransa’da, Almanya’da, şurada, burada camilerimizi, evlerimizi kundaklayanlardan ne farkı var? Bunlar aynı ya hu, aynı…

Kardeşlerim,

Acımasızca 6-7-8 Ekim tarihlerinde benim Kürt kardeşlerimi sokağa döken bunlar değil miydi? Bunlardı. Ve 50 tane kardeşimiz orada öldürüldü mü? Öldürüldü. Ölenler Kürt, öldürenler de Kürt. Hani bunlar Kürtlerin temsilcisiydi? Ne alakası var, bunların hepsi yalan. Bunlar dürüst değil, bunlar samimi değil, bunlar kandan besleniyor, ölümden besleniyor ve utanmadan, sıkılmadan da geliyor Suruç’un faturasını şahsıma kesmeye çalışıyor, gelip Milli İstihbarat Teşkilatı’na kesmeye çalışıyor. Bütün oyunların içinde siz varsınız, siz. Ve Diyarbakır’da da aynı oyunu oynadılar, Suruç’ta da aynı oyunu oynadılar ve bunların faturasını da ondan sonra utanmadan, sıkılmadan bize kesmeye çalıştılar.

Biz bu ülkede bir kişinin ölümüne asla evet diyemeyiz. Çünkü biz şunu biliyoruz ki; bir insanın ölümü tüm alemin ölümü gibidir. Biz buna inanıyoruz. İşte 2012 yılı Aralık ayından itibaren çözüm süreci kapsamında her türlü riski göze alarak üzerimize düşenleri yaptık. Bu kardeşiniz başlattı bu süreci. Önce demokratik açılım diye başlattık, ondan sonra biraz daha bunu yükselttik, milli birlik ve kardeşlik projesi dedik, ardından taçlandıralım istedik, çözüm süreci… Ama bunlar maalesef buna uymadılar. Ve çözüm sürecini tanımayanlar biliyorsunuz işte döküldüler sokaklara ve terör estirmeye başladılar. Acımasızca maalesef bu süreci sürdürdüler. Terör örgütü ve yandaşları yol kesme, araç yakma gibi eylemlere başlayarak gerçek niyetlerinin milletin huzuru ve refahı olmadığını ortaya koymaya başladılar.

Soruyorum, şu anda ekranları karşısında bizi izleyen tüm milletime soruyorum; Allah aşkına şu anda bütün bu tırları yakanlar, doğalgaz şebekelerini maalesef bomba ile tahrip edenler, bütün elektrik hatlarını aynı şekilde yok edenler, barajlarda şantiyelere girmek suretiyle insanları kaçıranlar, oralardaki iş makinelerini yakanlar acaba neye hizmet ediyorlar? Onların temsilcisi durumunda olan siyasi parti acaba bu konuda bugüne kadar ne yaptı? O hala oradan gücünü alıyor, onun güç kaynağı o, yaptıkları bu. O barajlardan elde edilen nedir? O kurak topraklara su vermektir. O barajlardan elde edilen nedir? Elektriktir. Niçin? O bölgeleri aydınlatalım diye. Onların zaten bayrak noktasında hazımsızlıkları var. İşte son seçimde bazı yerlerde böyle sembolik olarak hani bazı beyaz Türkler vesaireler filan vardı ya, onlar da görsünler diye, dostlar alışverişte görsün kabilinden birkaç Türk bayrağı dalgalandırdılar, ‘bak işte biz de dalgalandırdık’ dediler. Ama benim milletim bunları artık yutmuyor, gerçeği biliyor, bunların derdi başka. Bunların derdi, ülkemizi bölme gayreti. Ama buna asla muvaffak olamayacaklar. Tüm bunlara rağmen geçmişte binlerce şehide, onbinlerce cana, çok büyük maddi-manevi zararlara yol açan bu sorunun çözümü, ümidini muhafaza etmeye çalıştık-çalışıyoruz.

Bununla birlikte kamu güvenliğinin sağlanmasında, buna yönelik adımları atmaktan da biz geri duymadık. Bu yılın Şubat ayında CHP, MHP ve HDP’nin tüm direnişlerine, tüm karşı çıkmalarına rağmen Cumhurbaşkanı olarak şahsen benim de desteklediğim bir iç güvenlik paketi Meclis’te kabul edildi. İç güvenlik paketinde değerli arkadaşlar biliyorsunuz, -burası çok önemli, bunu ekranları başında bizi izleyen milletim de lütfen iyi takip etsin, muhtarlarımız bunu çok çok iyi bilmeleri lazım- bugün terör örgütüyle yeterince mücadele edilmediğini söyleyenler, terör örgütünün arkasında duranlar bu iç güvenlik paketini çıkarmamak için Meclis’te bunlar omuz omuza hareket etmediler mi? Olumsuz oy vermediler mi? Bir kısmı hatta Meclis’i terk etmedi mi? Bunları görmemiz, bilmemiz lazım. Bu arada örgüte bir kez daha silah bırakma çağrısı yapıldığı halde bu çağrının da gereği yerine getirilmedi. Türkiye işte böyle bir ortamda 7 Haziran seçimlerine gitti.

Şimdi köşelerinde bazı yazarlar çok rahat yazıyorlar. Çünkü onlar bölgede neyin olduğunu, neyin bittiğinin farkında değiller. Seçim döneminde bölgedeki illerin pek çoğuna bizzat gittim, oralardaki havayı yerinde gördüm. Seçimlerin sağlıklı bir ortamda yapılmamış olmasına rağmen yine de çıkan sonucun ülkemizin geleceği için hayırlı gelişmelere vesile olması ümidini devam ettirmeye çalıştım. Fakat Meclis’te 80 milletvekiliyle temsil edilme imkanı bulan partinin tercihini demokrasiden değil terörden yana kullanması ümitlerimizi bir kez daha boşa çıkardı. Terör örgütü 11 Temmuz’da yaptığı açıklamayla ateşkesi bitirdiğini ve saldırıya geçeceğini ilan ettiğinde şayet bu parti siyasetteki varlığına uygun şekilde açık ve net bir duruş sergileyebilseydi, bugün Türkiye belki çok daha farklı bir yerde olabilirdi. Ama şimdi bakıyorsunuz sıkılmadan şunu söyleyebiliyor: ‘Terörü biz bitiririz.’ Hadi bitir, sen bitirdin de sana bitirme diyenler mi oldu? ‘Silahı biz bıraktırabiliriz.’ Bırak, bıraktır, sen bıraktırdın da sana bıraktırma diyenler mi oldu?

Bugüne kadar ülkede huzur ve güven ortamının kökleşmesi konusunda üzerlerine düşen hiçbir şeyi yapmayanlar şimdi çıkıp olayların sorumluluğunu devlete, Hükümete ve şahsıma yıkmaya çalışıyorlar. Devleti, hükümeti ve şahsımı ülkeyi çatışma iklimine sürüklemekle suçlayanlar, her gün güvenlik güçlerimize saldıran, yolları kesen, vandallık yapan bölücü örgüte tek bir söz dahi söyleyemiyorlar. Daha dün çözüm süreci için adımlar atılırken terör örgütüne ‘Nasıl silah bırakırsınız, nasıl mücadeleden vazgeçersiniz?’ diyenler, bugün de devleti, hükümeti ve şahsımı savaş çıkarmakla itham ediyorlar.

Evlerinde uyuyan polisi infaz edenler bunlar. Eşiyle pazarda alışveriş yapan astsubayımızı katledenler bunlar. Ailesiyle otomobiline binen, yavrusunun da yanında olduğu binbaşımıza kurşun yağdıranlar bunlar. Kaza var diye çağırdıkları trafik polisini pusuya düşüren bunlar. Yollara mayın döşeyip güvenlik güçlerine saldıran bunlar. Tekrar ediyorum, kamyonlar, iş makinelerini yakanlar bunlar. Bunlarda vatan sevgisi diye bir şey yok. O şantiyelerde çalışanlar kimler? Oradaki Kürt vatandaşlarımız, onlar çalışıyor. Sokaklara hendek kazıp kepenkleri kapattırıp vatandaşımıza hayatı zindan edenler bunlar. Dikkat edin, o hendekler neyle kazılıyor? Belediyelerin kepçeleriyle. Bu belediyeler, o malum partinin kazanmış olduğu belediyeler. Böyle bir barış hedefi olabilir mi? Lafa geldiği zaman barış. Değerli kardeşlerim, bunların işte sazı bu, cazının ne olacağını düşünün.

Kardeşlerim, bunlara bakarsanız savaş isteyen devlet, hükümet ve şahsım, öyle mi? Açık söylüyorum; bu iddiaya inananların akıl sağlığından ben şüphe ederim. Bu iftiraya destek veren yerli ve yabancı medya kuruluşları, dökülen her damla kanın, gözlerden süzülen her damla yaşın vebaline ortaktır. Batı, dikkat edin, şahsıma acımasızca saldırıyor, niye? Çünkü güçlü bir Türkiye istemiyorlar. Aynı şekilde sırf siyasi ihtirasları uğruna bu fitneyi körükleyen siyasetçiler de kimlikleri ne olursa olsun bu vebalin ortağıdır. Ülkenin ve milletin bekasının söz konusu olduğu yerde diğer tüm hesapların, diğer tüm hesaplaşmaların bir kenara bırakılması gerekir. Biz böyle biliyoruz, böyle inanıyoruz, böyle hareket ediyoruz. Gözlerini kin ve düşmanlık bürümüş bir sözde aydın, sözde siyasetçi, sözde medya kesiminin ihtirasları uğruna ülkeyle birlikte kendilerini de ateşe atmayı göze aldıklarını ibretle ve üzüntüyle izliyoruz.

Teröristlere ‘çiçek çocuk’, terör örgütüne ‘hobi derneği’ muamelesi yapan hiç kimse bizim ve milletimizin gözünde masum değildir. Kendi vatandaşlarının ayağına iğne batsa kıyameti kopartan Batılı medya kuruluşlarının, Türkiye’deki terör eylemlerini masum gösterme çabasını da huzurlarınızda kınıyorum, lanetliyorum. Bu kuruluşlar terörün sınır tanımadığını, bugün bizi yakan ateşin yarın onlara da erişebileceğini unutmasınlar. Aynı şekilde yaşadıkları en küçük bir hadise karşısında ‘Nerede bu devlet, nerede bu polis, nerede bu jandarma?’ diye feryat eden bir kesimin, terör örgütün saldırıları karşısında ‘devlet silahlarını sustursun’ duruşu sergilemesini de şiddetle lanetliyorum, kınıyorum.

Sevgili arkadaşlar, değerli muhtar kardeşlerim;

Devlet askeriyle, polisiyle hiçbir zaman silahını bırakmaz. Çünkü bu silah refahın sigortasıdır. Onu gitsinler terör örgütüyle konuşsunlar. Ve onlar silahı sadece bırakmayacak, betona gömecekler. Bunu İngiltere’de de böyle yaptılar. ‘Silahlar sussun’ yok; silah bırakılacak, gömülecek betona veya bu ülkeyi terk edip gidecekler, bu işin başka çaresi yok.

Değerli kardeşlerim;

Bakın Kamboçya’da 2 milyon insanı öldüren Kızıl Kmerlerle aynı yöntemleri kullanan bölücü örgütün yöntemlerini şirin gösterme çabaları artık tahammül sınırlarını aşmaya başladı. Bu meselenin demokrasiyle, özgürlükle kesinlikle hiçbir ilgisi yoktur. Türkiye’deki bölücü terör örgütüne gösterdikleri yaklaşımı Avrupa’daki herhangi bir yerde o ülkede faaliyet gösteren terör örgütüne karşı ortaya koymaya çalışanların inanın başına gelmedik kalmaz. Medya kuruluşuysa kapısına kilit vurulur, sivil toplum örgütüyse derhal faaliyetine son verilir. Yazarsa, kendini önce mahkemede, sonra cezaevinde bulur. Türkiye bu bakımdan özgürlük sınırlarının gerçekten çok geniş olduğu bir ülke... Milletimizin terör konusundaki hassasiyeti arttıkça başka tedbire gerek kalmaksızın bu tür yaklaşımların önünün kesileceğine inanıyorum. Teröre karşı tavır koymayan medya kuruluşları izlenmez, okunmazsa, sivil toplum kuruluşları itibar kaybına uğrarsa bu mesele kendiliğinden çözüm yoluna girer. İnşallah o günler yakındır.

Bu vesileyle bir kez daha terörle mücadele sırasında hayatını kaybeden tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum. Gazilerimize Rabbimden şifalar temenni ediyorum. Millet olarak bin yıldır bu toprakları kanımızla yoğurarak vatan haline getirdik. Öyle anlaşılıyor ki bu toprakların ilelebet vatanımız olarak kalmasını sağlamak için gelecekte de aynı fedakarlıkları yapmaya devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim;

Gerek hükümet kurma çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanması, gerek artan terör olayları ve gerek küresel gelişmeler ekonomide ciddi bir dalgalanmaya yol açtı. Son günlerdeki gelişmeler daha ziyade küresel ekonomik krizle ilişkili olmakla birlikte ekonomi üzerinde hassasiyetle durmamız gerektiği açıktır. Türkiye’nin yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen nispeten sağlam bir duruş sergilediğini özellikle belirtmek istiyorum. Bunda son 12 yıldır Türkiye’yi güçlü bir ekonomiye kavuşturma konusunda attığımız adımların, geliştirdiğimiz reformların önemli payı vardır.

Paramızdan 6 sıfır atacağımızı söylediğimizde bazıları bize inanmamış, başaramayacağımızı, kısa sürede yeniden sıfırları ardı ardına sıralayacağımızı düşünmüştü. Düşünün, devletin yüzde 63 borçlanma faizi vardı, tek haneliye indirdik. Ve şu anda Avrupa’da değerli kardeşlerim, bizim dışımızdaki ülkelerin faiz oranlarına baktığınızda neredeyse hepsi sıfıra yakın sıfır, bir, en yükseği iki, böyle bir durumdayız. Amerika’ya bakıyorsunuz FED sıfır, 0.25, bu aralarda. Japonya’ya bakıyorsunuz böyle. Ama bizim şu anda faizimiz bulunduğu noktadan aşağıya gelmesi lazım. Niçin? Yatırımları artırmamız gerekiyor. En kritik dönemde yatırımlar bizim çıkışımız olacaktır. Hatırlarsanız 2009 öncesinde o kriz döneminde demiştik ki bu kriz ülkemizi teğet geçecektir. Ve hamdolsun o kriz ülkemizi gerçekten teğet geçti.

Bu yıl yaşadığımız tüm bu hassas gelişmelere rağmen ekonomimiz yine büyümeye Allah’ın izniyle devam edecek. Hükümetteki ve bürokraside devamlılık sayesinde 2015 yılını küresel krize rağmen ciddi bir kayba uğramadan hedeflerimize yakın düzeyde tamamlayacağımıza inanıyorum. Kasım ayındaki seçimin ardından güçlü bir hükümetin kurulabilmesi halinde, yani adını ben şöyle koyuyorum: Bir istikrar hükümeti kurulması halinde 2016 yılına büyük bir moralle gireceğimizden ve beklentilerin çok üzerinde bir büyüme oranına ulaşacağımızdan şüphe duymuyorum. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel söylemiş; “Hak şerleri hayreyler / Arif anı seyreyler / Zannetme ki gayr eyler / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”

Değerli kardeşlerim; toplantımızın başında İçişleri Bakanlığımız yetkilileri tarafından yapılan sunumda sizlere Bakanlığımız bünyesinde sunulan Muhtar Bilgi Sistemi tanıtıldı. Biraz sonra geçeceğimiz yemek salonunda da her birinizin önünde birer muhtar bilgi formu olacak. Aynı form, sizlere tanıtımı yapılan ve internet üzerinden ulaşabileceğiniz sistemde de mevcut. İster masanızdaki formu, ister internetteki formu doldurarak diğer kurumlarla ilgili taleplerinizi, beklentilerinizi Bakanlığımıza bildirebilirsiniz. Bakanlığımız tüm bu talepleri sizlerin adına ilgili kurumlar nezdinde takip edecek. Geçen hafta itibariyle ulaşan 10 bin civarında talebin ne kadarı sonuçlandırılabildi diye sormuştum, Bakanımıza. O da ‘5 bin civarında’ demişti. Bunlar buradan takip ediliyor, takip edilecek.

Bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, milletin evine teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum.

Biraz sonra yemekte tekrar birarada olacağız. Şimdilik sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.