Sayın Başkan,
Birlik Vakfı’nın çok değerli yöneticileri, kıymetli mensupları, sevgili gençler, aziz kardeşlerim,
Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor; başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ebedi azaptan kurtuluş olan mübarek Ramazan-ı şerifin, ülkemiz, milletimiz, Müslüman kardeşlerimiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
Böylesine mübarek bir gecede bizleri bu güzide iftar sofrasında biraraya getiren, gönüllerimizi buluşturan Sayın Başkan ve ekibine teşekkür ediyorum. Burada siz çok değerli gönül dostlarımla beraber olmaktan, hasbihal edip hasret gidermekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Artık Birlik Vakfı’nın bir geleneği haline dönüşen bu iftar vesilesiyle, başta kurucuları olmak üzere maddi ve manevi destekleriyle vakfımızın bugüne erişmesine katkı sağlayan herkese en derin şükranlarımı ifade ediyorum.
‘İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olanıdır’; bu emir gereğince kendine bunu rehber edinen, bu uğurda çaba sarf etmiş kardeşlerimizden bekaya uğurladıklarımıza da Allah’tan rahmet diliyorum. Değerli kardeşlerim, dostluk, kardeşlik, bereket ayı olan Ramazan-ı şerifi hep birlikte en iyi şekilde idrak etmeye çalışıyoruz. Bugün 10’uncu kez iftar sofrasına oturduk, oruçlarımızı açtık. Sıcağa, uzun günlere, yoğun ve yorucu işlerimize rağmen tuttuğumuz oruçlarla sabrı öğreniyor, kalbimizi arındırıyor, manevi olarak ruhlarımızı doyuruyoruz. Millet olarak infak ederek mahallemizdeki, sokağımızdaki, apartmanımızdaki ihtiyaç sahiplerini gözetmeye, onların dertlerine derman olmaya gayret ediyoruz. Yanı başımızdaki ihtiyaç sahibini gördüğümüz, gözettiğimiz, kolladığımız kadar; tarihi sorumluluğumuzun ve inancımızın bir gereği olarak, dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimize de kol kanat geriyor, onlar için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.
Rabbim Ramazan’ın feyzinden, bereketinden, özellikle bizleri her bakımdan tekemmül ettiren, güçlendiren ikliminden istifa etmeyi hepimize nasip eylesin. Hamdolsun, milletçe bu mübarek günleri huzur ve sükunet içinde idrak edebiliyoruz. Ancak, yakın komşularımızda, dost ve kardeş coğrafyalarda aynı iklimi teneffüs etmek maalesef mümkün değil. Dört yılı aşın bir süredir komşumuz Suriye’de terör örgütlerinin ve devlet terörünün altında kardeşlerimiz zulüm görüyor, acı çekiyor, bombalarla katlediliyor. Sandığın namusunu korumaktan, kullandıkları oylara sahip çıkmaktan başka bir gayesi olmayan binlerce insan bugün Mısır hapishanelerinde çürüyor. Filistin, Libya, Irak, Yemen, Kırım, Urumçi çok ciddi sıkıntılar içerisinde. En son 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi, bu bölgelerdeki kardeşlerimizin gözü, kulağı Türkiye’den gelen haberlere kilitlenmiş durumda. Buradan giden mutlu ve sevinçli haberler onların gözlerine umut, yüreklerine ferahlık veriyor. Tüm sıkıntıların, çatışmaların, istikrarsızlıkların içerisinde bir istikrar ve güven abidesi olarak temerküz eden bir Türkiye var.
Türkiye’nin anlamını sadece 780 bin kilometrekareyle sınırlayamayız. Türkiye, gariplerin yurdudur, belde-i emindir, mazlumlara umut ışığıdır, hiç kimsenin bu umudu söndürmeye, onu engellemeye, lekelemeye hakkı yoktur. Bu ülkede yaşayan, bu toprağın ekmeğini yiyen, suyunu içen, burayı kendine vatan olarak gören herkesin sosyal dokunun güçlenmesine katkıda bulunması gerekir. Bilhassa siyasetçilerin söylediklerine, beyanlarına, eylemlerine azami derecede dikkat etmesi, üzerlerindeki sorumluluğun bilinciyle hareket etmeleri şarttır. Hangi siyasi partiye mensup olursa olsun; toplumun önünde olan siyasetçinin birinci görevi, hakkaniyetten, aklıselimden ve itidal yolundan ayrılmamaktır. Siyasetin temeli ahlaktır, doğruluktur, kamu menfaatini kişisel hırsların önüne koyabilmektir.
Üzülerek belirtmeliyim ki, Türkiye bu noktada bir kıtlık yaşıyor. Ülkemizin geleceğini, toplumun bekasını ilgilendiren birçok kritik hadisede maalesef bunların örneklerini görüyoruz. İşte en son önceki gün DEAŞ terör örgütünün Suriye’nin Ayn el-Arab, diğer adıyla Kobani bölgesine düzenlediği terör saldırısında bunu tekrar acı bir şekilde tecrübe ettik. Olayın hemen akabinde geçen yıl aynı bahaneyle 50 insanımızın hayatını kaybetmesine sebep olan bir siyasi partinin temsilcileri çıktılar, Türkiye’yi ve Hükümeti itham etmeye başladılar, o kadar ileri gittiler ki Türkiye’yi dünyaya attıkları ‘tweet’lerle terörist ülke olarak ilan ettiler. Bu nasıl bir adaptır, bu nasıl bir edeptir? Yaşadığı ülkeyi terörist ülke olarak ilan edenler, bunu bu şekilde dünyaya lanse etmeye çalışanların vatanseverlikle bir Türkiye partisi olmak gibi bir iddiası olabilir mi?
İşte bütün mesele, burada bunların karşısında yekvücut olmak, bir olmak, beraber olmak, bunlara gereken cevabı demokrasi içerisinde verebilmektir. Bunların eli kanlı Esad rejiminin resmi haber ajansında yaptığı bir yalan habere sarılarak, saldırganların Türkiye üzerinden geçtiğini iddia edecek kadar kendi ülkelerine yabancılaştıklarını görüyoruz. Bu asılsız haberleri gündeme taşıyarak vatandaşlarımızı bir kez daha sokağa çağırdılar, provokasyonlar, kirli tahriklerle şerhlerimizde, mahallelerimizde bir gerilim havası oluşturulmak isteniyor. Bilhassa medya mecraları kullanılarak bu çevreler tarafından çok ciddi bir karalama kampanyasının yürütüldüğünü gözlemliyoruz. Yalanları dolayısıyla 78 milyondan özür dilemeleri gerekirken, pişkince devletten kendi asılsız iddialarını ispatlamasını bekliyorlar.
Kardeşlerim,
Şunu bir kere herkesin bilmesini istiyorum: Şu mübarek günlerde kan dökenlerin, kalleşçe, namertçe, alçakça saldıranların, masum sivilleri hedef alanların İslam’la, Müslümanlıkla, dinimizle hiçbir ortak yanı yoktur ve olamaz.
Aynı şekilde, DEAŞ terör örgütüyle Türkiye’yi aynı parantezin içine almak, açık söylüyorum, namertliktir, alçaklıktır. Türkiye, terörden ve terör örgütlerinden çok çekmiş bir ülkedir. Bakınız biz Suriye’deki olaylara hiçbir zaman etnisite penceresinden, mezhep penceresinden bakmadık, bugün de asla ve asla böyle bakmıyoruz. Kürt, Türkmen, Arap, Alevi, Sünni, Şii, Ezidi, Hıristiyan, hangi dini, mezhebi ve etnik kökenden gelirse gelsin, her mağdura sınırlarımızı açtık, onları bağrımıza bastık. Mazlumun da, zalimin de inancını, mezhebini sorgulayanlardan olmadık.
Şimdi bakıyorsunuz bazı siyasetçiler çıkıyor şunu söylüyor: Güya şahsıma atıfta bulunarak, ‘sadece Araplarla, Kobani’deki, Tel Abyad’dakilerle uğraşanlar, Uygur Türklerini unutuyor’ diyor. O zata ben söylüyorum; sen Uygur Türklerinin yaşadığı yere hayatında bir kere gittin mi? Ama Tayyip Erdoğan gitti. Daha önce söylemiştim, yine söylüyorum; vatanlarından ayrılan binlerce Uygur Türkünü vatandaşlığa kabul eden ülke biz olduk; sen neredeydin? Sen başbakan yardımcılığı yaptığın zaman acaba kaç kişiyi bu ülkede vatandaşlığa kabul ettin, önce onu söyle? Biz bunu yapmış bir ülkeyiz, bunun kararını vermiş bir iktidarız. Niye? Mazlumlara kapımızı, şu anda 2 milyona nasıl açtıysak, onlara da aynı şekilde kapımızı açtık; biz burada ayrım yapmadık. Neden? Ölümden kaçanlara kapımız her zaman açık dedik, açık tuttuk ve bunu da uyguladık. Son 4 yıllık süreçte bizim sadece bir tane pusulamız oldu; vicdan... Kirli hesap yapanlara, sadece çıkarlarını gözetenlere inat vicdanı, insanlığı paylaşma ve dayanışmayı kendimize rehber edindik. Kapımıza gelen her mazlum dininden, mezhebinden, etnik kökeninden önce bizim için insandır, bizim için candır; böyle baktık. Kimsenin acısına bigâne kalmadık, kalmıyoruz.
Soruyorum; efendiler, 12 yıl önce sizler iktidardaydınız ve Türkiye’nin garip gureba, fakir fukara ülkelere yaptığı destek 45 milyon dolardı, 2014 sonu itibarıyla bu rakam 4,5 milyar dolara çıktı; biz buyuz. Birileri soydu soğana çevirdi, biz geldik bereketlendirdik. Çünkü ‘veren el alan elden üstündür’ dedik ve bunu gerçekleştirdik. Son 5 ayda Kobani’ye 2 bin tıra yakın insani yardım malzemesi gönderdik. Hiç mübalağa etmeden söylüyorum; şayet bugün Kobani’de ocaklar tütüyor, kazanlar kaynıyor, oradaki kardeşlerimiz sıkıntıların altında ezilmiyorsa, bu Türkiye’nin yaptığı yardımlar sayesindedir.
Biz Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürürken bunun önünü kesen o paralel yapıya siz ses çıkardınız mı? Hiç sesiniz çıkmadı. Bir gün kalkıp da konuştuğunuzu görmedim, ama şimdi kalktınız ‘tweet’ atıyorsunuz. Bilesiniz ki, o ‘tweet’ler hiçbir zaman hedefe ulaşmaz, bumerang gibi döner sizi vurur. Biz sadece ve sadece yaşatmanın, imar etmenin, ayağa kaldırmanın, dostluğu ve kardeşliği büyütmenin peşindeyiz. Nitekim, son saldırının hemen ardından tüm yaralılara sahip çıkarak, onları tedavi altına alarak bu tavrımızı bir kez daha gösterdik. Son saldırılardaki ölü sayısının 150’yi geçtiği ifade ediliyor. Ve bu vesileyle, bir kez daha son saldırılarda hayatını kaybeden kardeşlerime Allah’tan rahmet ediyorum.
Onların Kürt olması, benim onlara kardeşim dememi asla bir kenara atmaz veya bir kenara koymaz. Ama siz bu ülkede yıllarca Kürt’se ona farklı baktınız, Türk’se farklı baktınız. Biz Türk’e de, Kürt’e de, Arap’a da, Laz’a da, Çerkez’e de, Gürcü’ye de, Abhaza’ya da, Boşnak’a da, Roman’a da, hepsine aynı baktık; ‘bu bizim Müslüman kardeşimizdir’ dedik. Türkiye’nin bu samimi tavrına rağmen akan masum kanlar üzerinden etnik ayrımcılık yapmak, siyasi rant peşine düşmek, insanlığı da, vicdanı da ayaklar altına alıp çiğnemektir. Maalesef boğazına kadar bu çamura batanlar sadece terörün, terör örgütünün değil, Suriye’deki eli kanlı rejimin onlarla birlikte başka ülke ve çevrelerin de dümen suyuna girmiş bulunuyorlar. Biz böyle bir ayrımcılığın içinde olmayacak, yeni 6-7-8 Ekim olaylarının yaşanmasına fırsat vermeyeceğiz. Bölgedeki kardeşlerimin de böyle bir fitne girişimine, yeni provokasyonlara alet olmayacaklarına inanıyorum. Hiç kimsenin Türkiye üzerinden operasyon yapmasına, ameliyat yapmasına müsaade etmedik, bundan sonra da bu teşebbüslere müsamaha göstermeyeceğiz.
Aynı şekilde, Suriye’nin toprak bütünlüğünün yok sayılmasına, kirli hesaplarla ülkenin parçalanmasına izin vermeyeceğiz. Suriyeli kardeşlerimizin hak ve özgürlük mücadelelerine sahip çıkmaya devam edeceğiz. Açık ve net söylüyorum; Suriye’nin kuzeyinde, ülkemizin güneyinde yeni bir devlet oluşmasına da asla müsaade etmeyeceğiz, bunu da açıkça söylüyorum. Aynı şekilde, terör örgütlerinin bölgedeki kaosu fırsata çevirme gayretlerine de göz yummayacağız.
Türkiye’nin, Kobani başta olmak üzere, Suriye ve Irak’ta yaşanan hadiseler karşısında ortaya koyduğu insani tavrı başka hiçbir ülke gösterememiştir. Buna rağmen hala uluslararası algı operasyonları adına Türkiye’nin aleyhinde konuşanlar, bu yönde beyanda bulunanlar en büyük ahlaksızlığı, en büyük alçaklığı yapıyorlar.
Değerli kardeşlerim,
Şunu unutmayın; ‘yel kayadan bir şey götürmez’, ama bu alçaklığa alet olanlar eninde sonunda hesabını verecekler, bunu böyle bilsinler. Biz yaptığımız hiçbir şeyi bu alçaklar için yapmadık. Amacımız, orada yaşayan mağdur, mazlum durumuna düşmüş kardeşlerimizin dertlerine derman, yaralarına merhem olmaktır. Biliyorsunuz, şu anda sadece Şanlıurfa, Mardin, Kilis, Hatay, bütün bu bölgede 2 milyon mülteciye biz ev sahipliği yapıyoruz. Bunun 1 milyon 700 bini Suriye, 300 bini Irak’tan. Şu ana kadar yaptığımız harcama da 6 milyar doları aşmış vaziyette. Tüm dünyadan bize gelen yardım ne biliyor musunuz? 365 milyon dolar. Karşımıza geldikleri zaman ‘Gerçekten dünyada sizin örneğiniz yok, bu işi hakikaten sizler gibi yapan yok’ diyorlar. ‘Hadi siz de destek verin’ dediğimiz zaman, para pul yok... Halbuki dünyada sadece ekonomik durum itibarıyla bizim şu anda üstümüzde 16 tane ülke var, hadi bir destek verin, gönderin bir şeyler, yok. Hiçbir zaman bunlardan bir şey beklemeyin. Bizde şu anda bakın 2 milyon insan varken, Avrupa’nın tamamında 200 bin insan var şu anda mülteci olarak. Fark bu kadar ortada. Bunların insana insan olarak bakmak gibi bir derdi yok, bunlar Akdeniz’de, Ege’de ‘bırakın ölsün’ diyen anlayışın mensupları. Ama bizim sahil güvenlik botlarımız yakalayıp çıkarıp, ondan sonra ülkesine onları göndermenin gayreti içerisinde, farkımız bu.
Kardeşlerim,
Alevi’siyle, Sünni’siyle, Kürt’üyle, Türk’üyle yüzyıllardır bu topraklar üzerinde bir ve beraber yaşadık; inşallah bundan sonra da kardeşçe yaşamaya devam edeceğiz. Biz bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da şu veya bu terör örgütüne değil, Suriye’de ve Irak’ta yaşayan kardeşlerimize sonuna kadar yardım etmeyi, destek vermeyi sürdüreceğiz.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, bir kez daha Ramazan-ı şerifin, hepimiz için, milletimiz ve İslam coğrafyası için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bu mübarek günlerde yaptığımız ibadetlerin ve ettiğimiz tüm duaların Hakk katında kabul ve karin olmasını niyaz ediyorum. Bugüne kadar yaptığınız hayırlı çalışmalarda desteğimizi hiç esirgemedik, inşallah bundan sonra da sizlerin yanında olmaya, gerekli desteği vermeye devam edeceğiz. Güzel çalışmalarınızdan dolayı her birinizi tebrik ediyor, teşekkür ediyor, sizlerden nice güzel başarılar, nice güzel haberler bekliyorum.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah’a emanet ediyorum; kalın sağlıcakla.