Sayın Başkan,
Türk Kızılay’ının değerli mensupları,
Kıymetli katılımcılar,
Hanımefendiler, beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.
Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri olmak üzere Türk Kızılay’ının çalışmalarına emek veren, katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum. Bilhassa bugün aramızda bulunan ve altın madalya ile ödüllendirilen hayırseverlerimize, bağışçılarımıza şükranlarımı sunuyorum. Allah Ramazan ayımızı mübarek etsin, tuttuğumuz oruçların yaptığımız ibadetlerin, ettiğimiz duaların Rabbim katında kabul ve karin olmasını özellikle diliyorum. 1868 yılından beri Kızılay çatısı altında hizmet veren, bu uğurda hayatlarını kaybeden herkese Allah’tan rahmet diliyorum.
Değerli kardeşlerim,
Kızılay’ın ve onu temsil eden şu kırmızı hilalin, bizim milletimizin gönlünde çok önemli bir yeri var. Bu hilal ülkemizde yaşanan her afette, her mülteci akınında, yaşanan her önemli hadisede mağdurların, mazlumların gölgesine sığındıkları bir güven kapısı olmuştur. Kızılay’ın bu hilali, artık sadece ülkemizde değil, dünyanın dört bir yanında umudun sembolü olarak dalgalanıyor. Hamdolsun, Kızılay’ımız bu mücadelesinde artık yalnız değil, AFAD’ımızla, TİKA’mızla, sivil toplum kuruluşlarımızla omuz omuza yardım faaliyetlerini sürdürüyor. Hiç kimsenin ulaşamadığı, girmeye cesaret edemediği yerlerde Kızılay’ımızın bayrağının dalgalanıyor oluşu açıkçası bizleri gururlandırıyor. Pakistan’dan Somali’ye, Gazze’den Haiti’ye kadar dünyanın her köşesinde faaliyet gösteren böyle bir kuruma sahip olmakla övünmekte haklıyız. Böyle bir sorumluluğu üstlenmek kolay değil. Kızılay’ımızın tüm kademelerindeki yönetici ve çalışanlarının bu bilinç içinde hareket ettiklerine inanıyorum. Somali’ye gittiğimde görmüştüm; oradaki şubenin başkanından tüm elemanlarına, o sıcağın altında, o kumların içerisinde kardeşlerimizin çalışmaları gerçekten bizleri gururlandırmıştır. Bundan dolayı kendilerine bu dünyada şükranlarımı, ebedi alemde de Rabbimin yüce katında değerlendirilmelerini özellikle niyaz ediyorum.
Ramazan ayı, yardımlaşmanın, gönül almanın, ihtiyaç sahiplerine el uzatmanın ayıdır, dolayısıyla bu ay aynı zamanda Kızılay’ın ayıdır. Rutin yardımların yanında Ramazan’ın manevi önemine ve bereketine uygun faaliyetlerle bu mübarek günlerin değerlendirildiğini düşünüyorum. Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de her türlü yardıma muhtaç milyonlarca kardeşimiz var, aynı şekilde dünyanın pek çok bölgesinde çeşitli sebeplerle mağdur duruma düşmüş milyonlarca insan bulunuyor. Kızılay’ın, yardım için uzatılan ellerden mümkün olan en çoğunu tutabilmesi, hayırseverlerin kendisine sağlayacağı destekle orantılıdır. Bugün Kızılay’a bağışta bulunan hayırseverlerimizin bir kısmıyla birlikteyiz. Ama Kızılay’ın tutması gereken daha çok el, dokunması gereken daha çok hayat var, keşke imkan olsa da dünyadaki tüm garipleri, tüm mazlumları kucaklayabilsek... Herkese değilse de, mümkün olan en fazla sayıda insana ulaşarak görevimizi yerine getirmenin çabası içinde olmalıyız. Bunun için hayırseverlerimizi Kızılay’ımıza daha çok destek olmaya davet ediyorum. Unutmayın; ‘veren el alan elden üstündür’. Bu anlayışla Kızılay’ımızın yanında çok daha güçlü durmalıyız. ‘Hayırda yarışın’ ilahi emri, kılavuzumuz olmalıdır. Gülümsemenin bile sadaka olarak kabul edildiği bir inancın mensupları olarak, ülke içinde ve dışında yüz binlerce, milyonlarca insana yardım edilmesine katkı sağlamanın mükafatını iyi düşünmeliyiz. ‘Cömert, verene değil, verdiğine sevinene denir’; böyle güzel bir söz var. Buradaki hayırseverlerimizin de verdikleri için sevinenlerden olduklarına inanıyorum.
Değerli kardeşlerim,
Verilen eksilen değildir, verdiğiniz artandır. Biliyorsunuz; Türkiye dünyanın en zengin, en gelişmiş ülkesi değil. Bugün dünyanın 17’nci büyük ekonomisi durumundayız. Ama 12 yıl önce Türkiye olarak bizim verdiğimiz destek neydi biliyor musunuz? 45 milyon dolar. Şimdi 4,5 milyar dolarlık insani yardımla bu alanda dünyada 3’üncü sıraya çıktık. Yıllarca dışarıdan yardım bekleyen, yardım talep eden bir ülke olarak, bugün insani yardım sıralamasında 3’üncü sıraya gelmiş olmak, elbette bizim için sevindiricidir. Amerika, İngiltere veya İngiltere, Amerika’dan sonra, 3’üncü sırada Türkiye… Ama bu aynı zamanda pek çok zengin, kalkınmış ülkenin insani yardım görevini hakkıyla yerine getirmediğini de gösteriyor. İşte Suriye, işte Irak, oralardan bize iltica eden 2 milyon insan, 6 milyar doların üzerinde onlara verdiğimiz destek var. Değerli kardeşlerim, tüm dünyanın bize gönderdiği yardım 363 milyon dolar. Bu, Türkiye’nin nerede olduğunu göstermesi bakımından çok önemli.
Türkiye’nin bu güney sınırlarında son 4 yıldır yaşadıklarımız, Avrupa devletleri başta olmak üzere, zengin ülkelerin bu konudaki duyarsızlıklarını göstermeye tek başına yeter. Bugün 2 milyon civarındaki bu mülteci, hep Türkiye Türkiye diyor. Bunların bir kısmını, tüm ihtiyaçlarını karşılayarak kurduğumuz kamplarda misafir ediyoruz; bir kısmı da yine devletin sağladığı çeşitli desteklerle ve kendi imkanlarıyla ülke içinde barınıyorlar. Bugüne kadar misafirlerimiz için harcadığımız bu rakamları, Batı yanımıza geldiği zaman övüyor; ama ‘hadi siz de’ dediğimiz zaman maalesef bir şey görmüyoruz. Bütün bu rakam, bu destek, hamdolsun bizlere bir şey kaybettirmiyor; ‘at denize balık bilmezse Halik bilir’ deyip böyle yürüyoruz.
Değerli kardeşlerim,
Geçtiğimiz yine günlerde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Guterres’le birlikte Mardin Midyat’taki geçici barınma merkezini ziyaret ettim. Kendisi burada verilen hizmetlerin standartlarını fevkalade yüksek olduğunu açıkladı ve ‘Utanıyorum, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir kamp yok; burası her türlü takdirin üstünde.’ dedi. Zaten orada bulunan misafirlerimiz de memnuniyetlerini hem bize, hem kendisine samimiyetle ifade ettiler. Türkiye’nin; böylesine güzel insani hizmetler verirken hem Batı ülkeleri, hem Birleşmiş Milletler tarafından yalnız bırakılması, inanın bana Yüksek Komiser Guterres’i de mahcup etti.
Batı ülkeleri bu meseleyi hala kendi sınırları dışında tutabileceklerini sanıyorlar. Mülteci teknelerini Akdeniz’de batmaya terk etmekle, kendi ülkenizin, kendi halkın güvenliğini ve refahını koruyamazsınız, bunun yolu tüm dünyayı güvene ve refaha kavuşturmaktan geçer. Bu imkana sahip olanlar, kapılarını dünyanın kalanına kapatarak aslında kendi gelecekleri tehlikeye attıklarını artık görmelidirler. Batıda çöpe dökülen yiyecek miktarı Afrika’daki tüm açları doyuracak miktardadır. Eğer bu düzeye ulaşmışsa burada bir sorun var demektir. Dünya böyle bir adaletsizliği uzun süre kaldıramaz. Tarihte nice büyük, güçlü, müreffeh devletler ve toplumlar vardı, hepsi de kendilerinden başka kimseyi düşünmedikleri için yıkılıp gittiler. Bizim ne 2 milyon insanı ülkemizde misafir etmekten, ne sınırlı kaynaklarımızla dünyanın en çok insani yardım yapan 3’üncü ülkesi olmaktan dolayı en küçük bir hayıflanmamız asla söz konusu değildir. Tam tersine, imkân buldukça daha fazlasını yapmanın gayreti içerisinde olacağız.
Biz, paylaşmanın bereketine inanan, kilerindeki son ekmeğe kadar misafiriyle, ihtiyaç sahipleriyle bölüşme kültürüne sahip bir milletiz. Sonuna kadar bu şekilde davranacağımızdan da kimsenin şüphesi olmasın. Fakat bu insani dramın neredeyse tüm yükünü Türkiye’nin ve Suriye’ye komşu ülkelerin omuzlarına yüklemenin de haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Soruyorum; Suriye’ye silah gönderenlerin, Suriye’ye bomba gönderenlerin acaba bu fakir fukaraya zerre kadar bir destekleri var mı? Bu yetimlere, öksüzlere zerre kadar bir destekleri var mı? Yok. Ama şunu unutmayalım: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste… Zulüm ile abat olunmaz, bunun bedelini er-geç hepsi ödeyecekler. Gelişmiş ülkeleri bu konuya daha fazla hassasiyet göstermeye davet ediyorum.
Değerli kardeşlerim,
Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta yaşanan krizler konusunda sergilediği iyi niyet ve yaptığı fedakârlık ortadayken, içeride ve dışarıda bir takım çevreler ısrarla farklı bir görüntü yansıtmanın çabası içinde. Daha önce bir Kobani meselesi yaşandı, Suriye ve Irak’ın onlarca şehrinde, yüzlerce kasabasında süren çatışmalar, Kobani, diğer adıyla Ayn el-Arab’da da yaşandı. Bu olayı bahane eden birtakım çevreler 6-7-8 Ekim 2014 tarihlerinde Türkiye’nin pek çok yerinde olaylar çıkardılar, bu hadiseler sırasında 50 kişi hayatını kaybetti. Şimdi yine aynı şehirde birtakım olaylar yaşanıyor ve aynı çevreler bunu bir kez daha Türkiye’yi ateşe vermek için bahane olarak kullanmaya çalışıyor.
Utamadan, sıkılmadan ‘Terörist Türkiye’ diye ‘tweet’ atanlara sesleniyorum; eğer sizlerde haysiyet varsa, onur varsa, bu Kobani’den kaçıp gelenleri burada kamplarda barındıran bir ülkeye terörist deme hakkını siz nereden elde ediyorsunuz? Tweet atarak elde ettiğiniz dereceler, sizin o kapkara yüzlerinizi beyaza çıkarmayacaktır, bunu çok iyi bilmeniz lazım. Şunu bir kez daha ifade etmek isterim; Türkiye’nin ismini herhangi bir terör örgütüyle yan yana zikreden bu ülkeye ve bu millete en büyük iftirayı atıyor. Türkiye, Suriye’deki özgürlük mücadelesine elbette destek veriyor, Irak’ta haklarını savunan insanlara elbette iyi niyetle yaklaşıyor, ama Türkiye bu işleri yaparken asla terör örgütleriyle yan yana gelmiyor. Ne devlet terörü estiren Esad rejimiyle, ne de diğer oradaki terör örgütleriyle Türkiye’yi kimse yan yana gösteremez.
Kobani DEAŞ saldırısı altındayken buraya yardım elini uzatan yine bizdik, üstelik bölücü örgütünün tehditlerine, karşı çıkmasına rağmen bu yardımları oraya ulaştırdık. Esasen biz oradaki insanlara çok daha fazla yardımcı olmak istiyorduk, buna engel olan bize o suçlamaları yöneltenlerdir, PYD’dir, PKK’dır. Ve biz burada yarma harekatları yaparak içerideki mazlumlara insani yardım elini uzatanlarız. İşte meşhur Hatay olayı, Adana olayı… Bayırbucak Türkmenlerine giden tırlarımızı çevirenlerin, o yol kesen eşkıyaların kimler olduğunu herkes şu anda çok daha açık ve net olarak görüyor. Bölgedeki insanların mağduriyetini, dünyaya kendi ‘PİAR’larını yapmak için kullandılar. Buna rağmen çatışmalardan kaçanların tamamına, yaklaşık 200 bin kişiye sınırlarımızı açtık, kendilerine her türlü insani yardımı yaptık.
Son günlerde yine Türkiye’yle ilgili hiçbir ilgisi, alakası olmadığı belgeleriyle ispatlanmış olan hadiseleri aynı amaçla çarpıtıyorlar. Bir yandan Esad rejimi, bir yandan bölücü örgüt sözcüleri, bir yandan da ülkemizdeki bir siyasi partinin sözcüleri aynı ağızla konuşuyor, aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Amacın, dünya kamuoyuna yönelik bir algı operasyonu olduğu çok açık... Bu tür ithamlarla Türkiye’yi yanı başında olup biten olayların dışında kalmaya zorlayarak, bölgenin demografisini değiştirme operasyonunu tamamlamak istiyorlar.
Değerli kardeşlerim,
Buradan tüm milletime sesleniyorum, tüm dünyaya sesleniyorum: Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz, bunun bilinmesini istiyorum. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Bölgedeki terörist grupların, desteği nereden aldığını biz de biliyoruz, ilgili herkes de çok iyi biliyor. Nihai sonuçlara baktığımızda, Esad’ın, DEAŞ’ın ve bölücü örgütün aynı çizgide yürüdüğünü görüyoruz. Bu açık gerçek ortadayken Türkiye’nin adını terörle birlikte anmak, ancak art niyetle izah edilebilir. Teröre asıl destek, bir yandan 2 milyon insanın yükünü omuzlarımıza bırakırken, diğer yandan da ‘sınırlarınızı iyi kontrol edemiyorsunuz’ tafrası yapmaktır. Kendi ülkelerinden terörist çıkışını engellemeyenlerin, bu sorunu bizim kendi sınırlarımızda çözmemizi beklemesi samimi bir yaklaşım değildir. Hem bölücü örgütün, hem de uluslararası güçlerin bölgede yaşanan insani dramı Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için bir fırsata dönüştürme gayretlerini şiddetle kınıyorum.
Mazlumun ahı alınarak, etnik dengelerle oynanarak ve Türkiye dışarıda bırakılarak, bölgede sürdürülebilir bir güven ve refah düzeni kurulması mümkün değildir. Açık söylüyorum; böyle bir durumda o bölgede herhangi bir ticari faaliyetin yürütülebilmesi söz konusu olmaz. Biz bölgedeki demografinin değiştirilmesine göz yummayacağız. Hangi etnik gruba, hangi inanca, hangi mezhebe mensup olursa olsun; tüm Suriye halkı, Irak halkı çok büyük acılar çekti, çok büyük yıkımlara maruz kaldı. Bu insanlık dışı süreci bir an önce sona erdirmek gerekiyor. Biz Suriye’de ve Irak’ta huzurun bir an önce sağlanması için üzerimize düşenleri kesinlikle yapmaya hazırız, zaten büyük ölçüde de yapıyoruz.
Şu mübarek günlerin bölgede çatışmaların, ölümlerin, zulümlerin sona ermesine vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum. Bu düşüncelerle bir kez daha ayni ve nakdi yardımlarıyla Kızılay’ımıza destek olan hayırseverlerimize teşekkür ediyorum. Kızılay’ımızın tüm mensuplarına, çalışmalarında kolaylıklar ve başarılar diliyorum.
Sizlere son söz olarak, ya Rab, bizleri nasıl Ramazan-ı şerife kavuşturduysan, aynı şekilde Ramazan Bayramına da kavuştur diyorum. Ve saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum; kalın sağlıcakla.