Sevgili Gençler,
Çok Değerli Genç Arkadaşlarım,
Genç Kardeşlerim,
Hanımefendiler, Beyefendiler; Sizleri Cumhurbaşkanlığı Külliyemizde bu anlamlı buluşmada en kalbi duygular, hasretle, muhabbetle selamlıyorum.
Aranızda 81 vilayetimiz ile Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün gençleri temsilen şu anda aramızda bulunan genç kardeşlerim var. Başarılarıyla medarı iftiharımız olan, dünyanın dört bir yanında İstiklal Marşımızı okutup bayrağımızı gururla dalgalandırmış olan sporcu genç kardeşlerim var, Mücadele azimleri, sabırları, çalışkanlıkları ve kararlılıklarıyla hepimize örnek olan engelli genç kardeşlerimiz var. Sosyal, siyasi ve ticari hayatta sorumluluk üstlenen, bu ülkenin geleceğinde biz de varız diyen sivil toplum kuruluşu temsilcisi genç kardeşlerim de aramızda. Çeşitli yarışmalarda dereceye giren, başarı sağlayan genç kardeşlerim var aramızda. Ben hepinize, her bir genç kardeşime bu müstesna günde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz diyorum.
Burası benim şahsi mülküm değil, burası sizin, milletin. Tabii bunun üzerinde de çok spekülasyonlar yapanlar oldu. Ama inanıyorum ki, bu gençlik, bu millet, kendisine yakışanın en iyisini bulmaya, en iyisini imar etmeye azimlidir, kararlıdır ve bundan sonra da bunun adımlarını atacaktır. Geleceğimiz, umudumuz, istikbalimiz olan yeni Türkiye’nin neferleri siz gençlerle bu mekânda biraraya gelmekten, sizleri burada misafir etmekten büyük memnuniyet duyduğumu özellikle ifade etmek isterim.
Karşımdaki şu güzel topluluğa bakarken, biliniz ki Türkiye’nin güçlü ve müreffeh yarınlarını görüyor ve ümitvar oluyorum, endişe yok, buna inanıyor, bunu biliyorum.
Sevgili Gençler,
Bugün 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı 78 milyon vatandaşımızla birlikte coşkuyla, sevinçle kutluyoruz. Birçok etkinlikler ülkemizin değişik yerlerinde yapılıyor. Bu salondaki gençlerimizle birlikte ülkemin bütün gençlerinin bayramını yürekten tebrik ediyorum.
19 Mayıs 1919’da Samsun’da Kurtuluş Savaşı’nın ilk adımını atan, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal’i, Bandırma Vapuru’ndaki yol arkadaşlarını rahmetle yad ediyorum.
Onları ilk önce Samsun’da, ardından Havza, Amasya, Erzurum, Sivas’ta bağrına basan Kurtuluş Savaşı’nın tüm kahramanlarına Allah’tan rahmet diliyorum. İstiklal Harbimiz başta olmak üzere, Balkan Harbi’nde, Birinci Dünya Savaşı’nda, Trablusgarp’ta, Çanakkale’de, Kut’ül Ammare’de, Yemen’de, şanlı Medine müdafaasında, Galiçya’da şehit olan tüm askerlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Kore’de, Kıbrıs’ta, uzun yıllar süren terörle mücadele döneminde şehit olan, gazi olan tüm askerlerimizi minnetle anıyor, şehitlerimize rahmet, hayatta olan gazilerimize uzun ömürler temenni ediyorum, Rabbim onlardan razı olsun, kabirlerini bir gül bahçesi, mekanlarını inşallah cennet eylesin diyorum.
Bu salondan sizlerin vasıtasıyla, ülkemin, dünyanın tüm gençlerine selamlarımı, sevgilerimi, saygılarımı yolluyorum.
İşte geçen hafta Arnavutluk’taydım ve Arnavutluk’ta da hamdolsun Preze’de, evet, Kale’nin içerisindeki camiyi ecdadımız restore etmiş ve o caminin açılında 7 bin 500’e yakın gençle biraraya gelmiştik. Ama o gençler Türkiye’den giden gençler değildi, Balkanlar’daki gençlerdi, o gençlerle orada başka bir heyecanı yaşadık. Ve çevre ülke ve şehirlerden gelen oradaki soydaşlarımızla, oradaki dindaşlarımızla biraraya geldik, farklı bir heyecanı yaşadık o gün orada ve o heyecanı bir kenara koymak mümkün değildi. Baktım ki gönül dillerimiz aynıydı ve bu gönül dilleriyle Evladı Fatihanı karşımda gördüm ve şu anda da evladı Fatihanı karşımda görmenin mutluluğu içerisindeyim.
Ve buradan bir mesajı da ayrıca vermek istiyorum; Tahrir Meydanı’nın kahraman gençlerini, Gazze’nin, Ramallah’ın, Kudüs’ün vakur gençlerini, Halep’in, Şam’ın, Mısrata’nın, Musul’un çileli gençlerini, Balkanlar’daki, tekrar ediyorum, Evladı Fatihan olan Üsküplü, Sancaklı, Prizrenli genç kardeşlerimizi özellikle selamlıyorum. Afrika’nın, Asya’nın, Avrupa’nın, Ortadoğu’nun tüm gençlerine en kalbi muhabbetlerimi yolluyorum.
Değerli Genç Kardeşlerim,
Tarih, hem bir ibret vesikasıdır, hem de bir kuvvettir, güçtür. Milletler tarihlerinden aldıkları güçle yaşarlar, gelecek tasavvurlarını buna göre şekillendirirler. Biz neydik sorusunun cevabı, aynı zamanda biz neyiz ve ne olabiliriz sorusunun da cevabına ışık tutar, bunu bu şekilde değerlendirmeye mecburuz. Çünkü insan tarihinde sadece geçmişini, yani ne olduğunu değil, aynı zamanda istikbalini de, geleceğini de arar. Dolayısıyla, bir milletin kendi gücünün, benliğinin farkına varması, yani özgürleşmesi ancak tarihinin farkına varmasıyla mümkündür. Unutmayın, nereden geldiklerini bilmeyenler nereye gideceklerini de bilemezler. Kendi tarihine yabancılaşanlar rüzgarın önündeki bir yaprak misali savrulmaktan kurtulamazlar. Bu sebeple, bir milletin geleceğini ipotek altına almaya çalışanların öncelikle o milletin tarihiyle ve tarihten gelen değerleriyle olan bağlarını tahrip etmeye yöneldiklerini görürüz ve bu hep böyledir. Çünkü sizin şah damarınızı ancak böyle keserler, bunu kestikleri anda da bitersiniz, tükenirsiniz. Hangi tarihi zemine ayak bastığını fark etmeyenler, haddi reddi miras edenler, bizde var böyleleri biliyorsunuz, kendi geleceklerini de, ülkenin geleceğini tehlikeye atarlar.
1876 yılında bir Rus Generali Michail Grigor Cernayev, demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım diyor. Bunu derken kast ettiği şey, işte tam da budur, yani sadece kendilerini, şu anda muhatabımız olanları değil, onların tarihini de yemek lazım, ki onları o zaman ne yapalım? Kökünü kazımış olalım. Ülkemizde yıllarca işte bu yapılmaya çalışıldı, koskoca bir millet kendi geçmişinden, kendi değerlerinden, kadim tarihi mirasından kopartılmak, bunlara yabancılaştırılmak istendi.
Gençler,
Şunu unutmayın: Dilimizden kopartıldık, öyle mi? Bin yıllık bir birikimi kenara attık. İşte az önce söylediğim şah damarının kesilmesi budur. Bir şah damarı kesilirse, o canlı yaşayabilir mi? Yaşayamaz. İşte dil bu kadar önemlidir. Biz şu anda bin yıllık tarihimizi bilmiyoruz, okuyamıyoruz, onunla ilişkiyi, ilgiyi, irtibatı kuramıyoruz. İşte şimdi biliyorsunuz yeni bir adım atıldı, nedir? Osmanlıcanın öğrenilmesi konusu. Bununla derdimiz, yeniden tarihimizi keşfedelim, tarihimizi öğrenelim ve bununla geleceğimizin temellerini çok daha farklı, çok daha güçlü bir şekilde inşa edelim, ihya edelim.
Sevgili gençler,
İnancımızdan kopartılmaya çalışıldık. Ne dediler dün? Türkçe ibadet, bunu yaptılar. Bugün Kürtçe ibadet diye aynı emelin peşinde koşuyorlar. Münevverlerimiz, müderrislerimiz, alimlerimiz, ozanlarımız, aşıklarımız hor görüldü, ithal olan, dışarıdan alınan ne varsa makbul görüldü, baş üstünde tutuldu, ama bir medeniyetler beşiği olan Anadolu mahzun bırakıldı.
Ben zaman zaman duruşumuzu dile getirirken, merhum Yahya Kemal’in bir veciz ifadesini hep kullanırım; ‘Kökü mazide olan ati’ diye. Eğer geçmişe dayalı bir gelecek inşa edemezseniz biterseniz. Bizler ulu bir çınar gibi kökü derinlerde tarihi bir mirasın büyüttüğü, beslediği, bugünlere bizi getirdiği, geleceğe de bu bilinçle yürüyen bir milletiz, öyle de olmak zorundayız. Ama birileri 150 yıldır ısrarla bizi kökümüzden koparmaya çalışıyor. Biliyorsunuz, köksüz ağaçlar bugün olmazsa yarın, ama mutlaka devrilmeye mahkumdur.
Şayet kendimize aydınlık bir gelecek inşa etmek istiyorsak, öncelikle köklerimizle ilişkimizi yeniden kurmalı, sağlamlaştırmalıyız. İşte biz 12 yıldır bunun mücadelesini verdik, bunun mücadelesini veriyoruz. Bizim 12 yıllık mücadelemiz, köklerimizle, kadim değerlerimizle irtibatımızı yeniden kurma mücadelesidir. Değersizleştirilen, yok sayılan, tahkir edilen tarihimizi doğru bir şekilde anlama ve anlatma mücadelesidir. Hamasetten ve husumetten uzak bir şekilde, adil, hakikate ve hakkaniyete uygun bir şekilde onu idrak etme ve kavrama mücadelesidir. Bizim çabamız, aradaki yanlışları düzelterek, eksikleri gidererek milletimizle tarihini yeniden buluşturma mücadelesidir.
Gençler, Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuş olabilir, ama bizim köklerimiz çok daha derinlerdedir, herhalde 23 deyip orayı sıfır noktası kabul etmiyoruz değil mi? Kökümüz bizim çok daha derinlerde. Türkiye Cumhuriyeti bizim ilk değil, son devletimizdir. Cumhurbaşkanlığı forsunda sembolik olarak yer alan 16 devletimizin tarihi 2200 yıldan fazladır.
Sevgili gençler,
Biz bir kabile devleti değiliz, biz bir göçebe devleti değil, biz devletler inşa etmiş, tarihi, medeniyeti güçlü olan bir devletiz, bizim böyle bir yapımız var.
Bugün bize hizmet veren birçok kurum, kuruluş ve vakfımızın tarihine şöyle bir bakın, geçmişi 300 yılı, 500 yılı, 1000 yılı bulan kurumlarımızın, müesseselerimizin olduğunu görürsünüz. Açın Selçuklu tarihini, açın Osmanlı tarihini, Cumhuriyet tarihini okuyun, 15 yaşında kumadanlar, 17 yaşında Fatih’ler, 20 yaşında mimarlar, dünyaya mal olmuş şairler, sanata, bilime yön vermiş delikanlılar olduğunu göreceksiniz.
Türkiye’de seçme yaşı 18, seçilme yaşı 30’du; burada mantık var mı? Burada sadece mantıksızlık var. Zor olan nedir? Zor olan seçmektir. Seçilmek kolaydır, koyarlar sizi meydana, seçerler veya seçmez. Ama seçmek, iyiyle kötüyü ayırt etmektir, o bilince ulaşmaktır. İşte Başbakanlığım dönemimde ilk attığım adım bu oldu. Dünyayı, Avrupa’yı, her yeri incelettim ve bu incelemelerin neticesinde gördüm ki, biz gerçekten çok çok gerilerdeyiz. Niye? Oralarda var, seçme, seçilme yaşının 18 olduğu ülkeler var, Avrupa’nın birçok ülkesinde bu var. Peki bizde niye olmuyor? Biz niye gençlerimize değer vermiyoruz? İlk etapta 30’u 25’i indirdik, bunu başardık, seçme 18, seçilme 25.
Bir gün televizyon izlerken baktım ki, bir tane üstelik de hoca milletvekili, yanına iki tane genci almış ve o gençlerin yüzüne baka baka orada hakaret ediyor. Biz bu Parlamentoyu çoluk çocukla mı dolduracağız diyor. Böyle bir anlayış olabilir mi? Hatta ben Sayın Başbakanımıza onu söyledim, Ahmet Bey dedim, ‘bak, ne yapalım, edelim seçme, seçime yaşını 18’i indirelim, çekelim.’ Yani siz seçme, seçilmeyi 18’e indirdiğiniz zaman Parlamento 18 yaşındaki gençlerle dolacak diye bir şey yok ki, maksat yarışa 18 yaşındaki gençlerimizi de koyalım. Hemen bahane hazır, askerlik ne olacak? Askerlik olacak, hiçbir şey yok, ona mani bir hal yok ki. Parlamento’daki süreci askerliğe sayarsın olur biter. Yani çözüm üretmek istediğin zaman pratik zeka bunları üretir, biz bunları yaptık, polisler için de aynı şeyi yaptık ve çözdük, bunlar çözülür ya. Bedelli askerliği parayla yapıyorsun, milletvekilini de parayla yaparsın yine olur. Alternatif çok, yeter ki sen çözüme kendini alıştır. Ama ben gençlerimize inanıyorum, onun için 18’in seçme ve yaşı olması mukadderdir ve olacaktır, ben buna inanıyorum.
Fatih İstanbul’u fethettiği zaman kaç yaşındaydı? Fatih’in bir hatırası vardır, doğrudur, yanlıştır bilemem, ama hatıra güzeldir. Fatih’e babası biliyorsunuz 13 yaşındayken Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’yi vermek istiyor. Fatih diyor ki, baba diyor, ben daha çocuğum, ben kabullenemem diyor. Babası diyor ki, emrediyorum sana, sen diyor üstleneceksin bu görevi. Baba olmaz, ben bu yaşta bunu üstlenemem diyor. Baba tekrar emrediyor. Ama yaştayken bile gayet iyi yetişmiş, tabii söyleyecek söz yok, Padişah emretti, o da görevi devralıyor. Şimdi bakın, buradaki keskin zekaya bakın, mademki ben Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin Padişahıyım, o zaman şimdi size emrediyorum, gelin, devletin başına geçin diyor. Bakın, 13 yaşında babasının karşısındaki diyalektiği görüyor musunuz? Hemen babası artık bakıyor ki, burada söz geçirecek bir şey kalmadı, tekrar görevi alıyor ve 17 yaşına kadar, 18 yaşına kadar bu süreç devam ediyor. Ondan sonra bir çağ kapanıyor, bir çağ açılıyor. İşte biliyorsunuz, bütün o topların döküm ile ilgili matematik hesaplarının içinde Fatih’in zekası var, Fatih’in kendisi var.
Şimdi tıpkı atalarımız gibi, tıpkı mirasını devraldığımız dedelerimiz gibi, sizler de tarih yazacak, sizler de tarihin akışını değiştirecek yaştasınız, çünkü siz o kumaştasınız. İşte dedelerimiz, hep söylüyorum meydanlarda, karadan Fatih gemileri yürüttü, biz de Marmaray’ı denizin altından yürüttük, geldiğimiz nokta bu. Ve 18 ayda şimdi Marmaray’dan 73,5 milyon insan geçti.
Bir defa, büyük devletin evlatları büyük düşünecek. Size gençler, küçük düşünmek asla yakışmaz, hep büyük düşüneceksiniz. Ama ben daha gencim. Yok, siz güçlüsünüz.
Değerli Kardeşlerim,
Sevgili Gençler,
Düşünmenin hayal ile güçlenmesi söz konusudur. Eğer hayalleriniz büyük olursa, unutmayın, uygulamanız da büyük olacaktır.
19 Mayıs 1919 tarihi, bizim için, milletimiz için bu bakımdan çok önemli, çok müstesna bir tarihtir. Bu tarih düşman işgaline karşı Anadolu’nun her köşesinde yükselen istiklal ruhunun, adeta gelecek hesabımın yapıldığı bir istikbal ruhunun kıvılcım aldığı gündür. Bu tarih, bugün üzerinde barış, huzur ve güven içerisinde yaşadığımız Türkiye’nin inşasında ilk tuğlanın hamdolsun konulduğu gündür. 19 Mayıs 1919 günü, milletimizin esarete karşı direnişini ortaya koyduğu, özünden aldığı güçle topyekun bir varoluş mücadelesi başlattığı gündür. Evet, bugün daha sonra ya istiklal, ya ölüm nidalarıyla vücut bulan bu milletin varlık-yokluk mücadelesinin başladığı gündür. 19 Mayıs, Çanakkale’de başlayan tüm zorluklara, yoksulluklara rağmen, Birinci Dünya Savaşı boyunca sönmeyen, asla pes etmeyen bir milletin yeniden diriliş mücadelesidir.
19 Mayıs’ta bir Karadeniz şehrinde, Samsun’da istiklal meşalesi yakılmış, bu ışık Amasya, Erzurum, Sivas ve ardından Ankara ile tüm Anadolu’ya dalga dalga yayılmıştır. Yaklaşık 1 yıl sonra bu yeniden diriliş ruhu ilk meyvesini verdi, 23 Nisan 1920’de Ankara’da ülkemizin tüm vilayetlerinden gelen vekiller; bu da çok anlamlı, bunu bilmeyen gençlerimiz de olabilir, ama inanıyorum ki sizler biliyorsunuz, dualarla, Yasin’lerle, salatı tefriciyelerle, Mevlidi Şerif’lerle, hatta Hatmi Buhar-i Şerif’lerle Buhar-i Şerif Hatimleri indirilmiş, bu kadar hassas davranılmış ve bunun ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıyor, açılış böyle yapılıyor. Ne günlerden ne günlere geliyoruz. 19 Mayıs 1919’da mücadele azimlerinden başka hiçbir şeyi olmayan bir millet, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla bu mücadelesinin başarısını tüm dünyaya ilan etti.
Gençler,
Şunu asla unutmayın: 19 Mayıs ruhu, bizim, bu milletin en büyük varlığı, en büyük sermayesidir. Birlikte yürümenin, zorluklara hep beraber karşı durmanın, azimle, inançla, kararlılıkla mücadele etmenin anlamı bu ruhta gizlidir. Yeni Türkiye’nin çelik çekirdeğin oluşturan ruh işte budur. Tüm yokluk ve sıkıntılara rağmen milletimizin nasıl 7’den 70’e bir özgürlük mücadelesi verdiğini bugün çok iyi anlayabiliyoruz. 96 yıl sonra bugün bir kez daha diyoruz ki, bu millet sadece rükûda eğilir, sadece secdede diz çöker, başka hiçbir yerde.
Gençler,
Sakın kula kul olmayın, sakın makam, mevki sahiplerinin önünde eğilmeyin, ister cumhurbaşkanı olsun, ister başbakan olsun, ister para babaları olsun, ister sermaye olsun. Bilesiniz ki, Rezzak-ı alem olan, rızkın sahibi olan Allah’tır. Tabi ki rızkımızın peşinde koşacağız, zaten koşmadan o kapılar açılmaz, arayacağız ve bulacağız. Ama şunu bilelim ki; eğilmek dalkavukluğu getirir ve bu milletin gençlerine asla dalkavukluk yakışmaz, yaraşmaz.
Şunu da bilmenizi istiyorum; Şu 4 tane özellikle kavram çok önemli; oku, düşün, uygula, takip et. Devamlı okumalısınız, ama sadece okumak yetmez, okuduğunuzu düşünmelisiniz, tefekkür etmelisiniz. O da yetmez, onu hayata uygulamalısınız. Uygulamadan bir netice olur mu? Olmaz, sadece hafıza kayıtlarında kalır. O da yetmez, uyguladığınızın neticesini için onu takip etmelisiniz, takip edeceksiniz ki başarıyı yakalayın, netice. Netice olmadıktan sonra bir anlamı var mı? Yok. İşte bu 4 kavram çok önemli. Ve ben sizleri bu noktada bir hassasiyetin içinde görüyorum.
Hamdolsun, bu millet özgürlüğünü namusu bilerek karşılaştığı her zorluk karşısında birbirine daha sıkı kenetlenerek, hiçbir fedakarlıktan kaçmayarak istiklalini kazanmayı başardı. Bu bakımdan 19 Mayıs’a sahip çıkmak, 19 Mayıs’ın ruhuna, özüne, ilkelerine, ideallerine, hedeflerine sahip çıkmaktır. 23 Nisan’a, 30 Ağustos’a, 29 Ekim’e sahip çıkmak, o tarihlerin, o tarihlerdeki heyecanın, coşkunun, umudun anlamına sahip çıkmaktır. Tıpkı 1071’e, 1299’a, 1453’e, bu tarihlerin ifade ettiği anlamlara sadakatle bağlı olduğumuz gibi, bu tarihleri de samimiyetle benimsemek zorundayız. Ülkemizin 92 yıldır devam ettirdiği, son 12 yıldır da her türlü baskıya, provokasyona rağmen hızlandırdığı kalkınma, büyüme, güçlenme mücadelesini ancak bu şekilde sürdürebiliriz. Ve evet, 19 Mayıs ruhuna çıkmak, 2023 hedeflerine, 2053 ve 2071 vizyonuna sahip çıkmak demektir.
Ben ve arkadaşlarım, bizim jenerasyonlar, bizler 2053 göremeyeceğiz, ama şu gençlik Allah’ın izniyle inşallah 2053’ün Türkiye’sini görecek. Ama 2053’ün köşe taşlarını sizler yerli yerine koyacaksınız, onun için göreviniz öyle hafif değil, çok ağır, onun şu anda hülyası içerisinde olmanız lazım, onun hayali içerisinde olmanız lazım. Ve bu köşe taşlarını yerli yerine koyduğunuz zaman, şimdi bizler şu andaki Türkiye’yle nasıl övünüyorsak, inanıyorum ki sizler de o günün Türkiye’siyle öyle övüneceksiniz.
Meşrebine, mezhebine, etnik kimliğine bakmadan mazlumun yanında olmak, zalimin karşısında durmak için de 19 Mayıs ruhuna sahip çıkmalıyız. Yeni Türkiye’nin neferleri olan sizlerin bu ruha sahip çıkacağınıza inanıyorum. İşte Fatih olmadan 2053 olmaz, değil mi? Alparslan olmadan 2071 olmaz. İşte onun için Alparslan’ı, onun için Fatih’i, onun için Osman Gazi’yi çok bilmek, çok iyi anlamak lazım.
Sevgili gençler,
Bir hususa özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Türkiye ne zaman şaha kalktıysa, Türkiye ne zaman atılıma geçtiyse, Türkiye ne zaman zincirlerinden, prangalarından kurtulma gayreti içine girdiyse, kirli bazı oyunlar, kirli bazı senaryolar tedavüle koyulmuştur. Bunun için her dönemde milletimizin evlatları arasına nifak sokmak, gençleri birbirine kırdırmak istediler. Hamdolsun sizler görmediniz ama, bizler 12 Eylül öncesini birer genç olarak yaşadık ve bizim dönemimiz üniversitelerin çok daha hareketli olduğu, çok daha kıran kırana geçen bir dönemdi. Bunun içinde, hamdolsun ben sorumlusu olduğum gençlik teşkilatlarımı hiçbir zaman bu olayların içerisine sokmadım ve bunları gayet iyi korumasını bildim. Ama bütün bunarla rağmen, tabi genç kardeşlerimizden şehit olanlar olmadı mı? Maalesef oldu. Bir taraftan maalesef diyorum, öbür taraftan da tabi ki seviniyorum, çünkü o makama ulaşmak her yiğidin kârı değildi.
Birbirine tahammül dahi edemeyen birtakım güçlerin oyuncağı haline getirilen gençlerin, yani bu milletin evlatlarının geleceklerinin nasıl karartıldığını gördük. Anadolu’nun, Trakya’nın yağız delikanlıları ne yazık ki birbirine silah çekme noktasına getirildi ve çok canlar yandı. İşte dün yine İstanbul Üniversitesi’nde buna benzer olaylar yaşandı. Kahramanmaraş’ta bu ülkenin gençleri heba oldu, Çorum’da bu ülkenin gençleri heba oldu, sen sağcısın milliyetçisin dediler, sen solcusun devrimcisin dediler ve gençleri kavgaya tutuşturdular. Bu kan ve ateş zeminin üzerinde nice oyunlar oynandı, nice senaryolar devreye sokuldu. Gençler birbirlerine kurşun sıkarken, onların kalem tutması gereken ellerine silahı hep aynı güçler verdi. 1960 darbesinden önce sokakları, üniversiteleri hareketlendiren, gençleri kışkırtarak Başbakanın yakasına yapıştıranlar da aynı güçlerdi. Son olarak Gezi olaylarında yine gençler üzerinden, onların heyecanları ve dinamizmleri üzerinden kurulan tezgah da aynı amaca yönelikti.
Sevgili gençler, ne dediler? Biz ağaçları kesiyormuşuz, bunu söylediler. Ve kesmek değil, 12 ağacın İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Taksim Parkı’ndan alınıp Çağlayan Parkı’na, Adalet Sarayı’nın arkasındaki yere taşınması olayından başka bir şey yoktu; ki biz fidan ve ağaç olarak 2 milyarı aşkın fidan ve ağacı bu ülkede dikmiş bir iktidardık. Bunların sadece 600 bini 15 yaş grubunun üstü ağaçlardı, altı fidan, bunları diktik. Ama onların derdi aslında bu değildi, dert başkaydı. Hani bir tanesi çıktı diyor ya, sözde artist, ne diyor? Hala anlamadınız mı, olay diyor ağaç kesme olayı değil diyor. Olay ne? Olay, gençliği birbirine düşürmek. Olay, o günün iktidarına yönelik bu tür bu hareketi yapmak, milletimizi köklerinden koparmak, işte o zaman her şeyin çok daha kolay olacağını biliyordu, ama maalesef başaramadılar.
Siz bakmayın bazılarının o karanlık dönemler için romantik düzenlemeler yaptıklarına, gelen acı haberle yürekleri dağlanan, yıllarca o acıyla yaşamak zorunda olan anne-babaların, kardeşlerin dramı bunlar için hiç önemli değildi. Bunlar sadece acının istismarını yaparlar, gazetede yazar, televizyonda anlatır, şarkısını yapar, filmini çeker para kazanır, bu kadar.
Dikkat edin, bunlar her devrin kazananıdırlar, hiç kaybetmezler. 1950’lerde gençlerin temiz duyguları üzerinden Başbakana darbe yapılmış, darağacına gönderilmiş, bunlar kazanmıştır; sene 1960. 1970’lerde gençler birbirlerini kahvehanelerde, üniversitelerde, sokak ortasında, cami çıkışında katletmiş, ama bunlar kazanmıştır. 1980’nde darbe olmuş, ertesi gün manşetleriyle, dergilerdeki yazılarıyla cunta selam duran yine bunlar olmuştur, bu da çok manidardır. Aynı şekilde Gezi olaylarında gençleri sokağa çağıran, o vandalların sırtını sıvazlayan, esnafın, kamunun malına kastettiren yine bunlardır. Ama olaylar durulduğunda soluğu yurt dışında ilk alanlar da yine bunlar olmuştur.
Bugün de üniversitelerde, seçim meydanlarında gençlerin kanı üzerinden kendi iktidar alanlarının devam ettirmek isteyenlerin olduğunu görüyoruz. İşte dün Adana, Mersin, bütün bu olayların arkasında hep bu tür anlayışlar, zihniyetler var. Tabi ki şu anda emniyet teşkilatımız, güvenlik teşkilatlarımız, hepsi bunların istihbari anlayışla arayışlarını yapacak, bakalım neyin altından ne çıkacak.
Bir yandan bölücü örgüt, diğer yandan paralel örgüt en büyük oyunu gençlerimiz üzerinde oynuyor. Sizlerden istediğim, bunarla asla prim vermenizdir. Gençler bizim umudumuzdur, gençler bizim geleceğimizdir. 2053 vizyonunu hayata geçirecek Fatih’ler, 2071 hayalini eteğe kemiğe büründürecek Alparslan’lar inşallah sizlerin arasından çıkacak. Yeni Türkiye meşalesini yakan hamdolsun biz olduk, ama onu burçlara dikecek olan inşallah sizler olacaksınız. Bunun için uyanık olmalısınız, defalarca tedavüle sürülmüş senaryolara itibar etmemelisiniz.
Unutmayın gençler, sizler Alparslan’ın, Selahaddin Eyyubi’nin, Fatih’in torunlarısınız. Sizler sadece ailenizin değil, aynı zamanda bu milletin istikbalisiniz. Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Zaman bendedir ve mekan bana aittir” şuurunda bir gençlik istiyoruz, işte o gençlik sizsiniz.
Fakat bitmiyor, bir şey daha var; nedir o? Kim var diye seslenilince sağına ve soluna bakmadan birey birey, fert fert ben varım cevabını veren her ferdi, benim olmadığım yerde kimse yoktur fikrine sahip bir gençlik, işte bu.
Ben sizleri bu yüce duygulara sahip bir gençlik olarak, bu ideallerle, bu ahlakla sahip bir gençlik olarak görüyorum. Sizler de böyle bir bilinç ve özgüvenle tarihinize sahip çıkın, bugününüze sahip çıkın, birbirinizle kenetlenin, birbirinizle kardeşlik hukukunuzu geliştirin.
Biliyoruz ki, sizin özgüveniniz, sizin azminiz bu ülkenin en büyük teminatıdır. Unutmayın, sahipsiz olan memleketin batması haktır, sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır. Siz sahip çıktığını sürece bu vatan batmayacak, bu milletin fertler arasına nifak girmeyecektir, işte onun için kendinizi gayet iyi yetiştirin.
Diyorum ya, okuyun, araştırın, ülkemizdeki ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip edin, bunun yanında kendinizi ihmal etmeyin, spor yapın. İşte bakıyorum şu anda aramızda sporcu gençler var, sporcu gençlerin ağabeyleri var, hocalar var, onları görüyorum. Hobiler edinin. Ben gözlerinizdeki ışıltıda Türkiye’nin aydınlık yarınlarını görüyor, heyecanlanıyor, umutlanıyorum. Azimle, aşkla, muhabbetle çalışarak medeniyet yolculuğunda ülkemize büyük katkılarda bulunacağınıza inanıyorum.
Sevgili Genç Kardeşlerim,
Geleceğimiz, istikbalimiz olarak gördüğümüz gençler için, son 12 yılda tarihte emsali olmayan yatırımlar ve reformlar gerçekleştirdik. 2002 yılında 76 olan üniversite sayısı, bugün 8’i vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere kaça çıktı biliyor musunuz? 193. Şu anda 81 vilayetimizin hepsinde üniversite var. Şimdi geçmişte ülkenin en ücra köşesinden Ankara’ya, İstanbul’a üniversite eğitimi-öğretimine geliyorlardı değil mi? Şartlar yok, para-pul, imkan yok, yurt yok. Ama şimdi biz üniversitelerimizi ne yaptık? Onların ayağına götürdük. Dolayısıyla, işin bir defa eğitim-öğretimde hem maliyetini düşürdük, hem ana-babaya evlat hasreti son buldu. Ya bu bir ufuktur, yani bu ufku olmayanların bu ülkede siyaset yapışı nasıl olur düşünün. Geçmişte bunlar yok muydu bu siyasetin içinde? Hepsi vardı, niye siz bunları yapamadınız?
Üniversite öğrencileri 2002 yılında burs olarak ne alıyorlardı biliyor musunuz? 45 liracık, 45. Ocak ayı itibarıyla sevgili gençler, biz bu rakamı yüzde 633 artışla 330 liraya yükselttik, yüksek lisans öğrencilerine 660 lira, doktora öğrencilerine ise 990 lira veriyoruz; bak nereden nereye geldik.
2002 yılında 451 bin öğrenci öğrenim kredisi alıyordu, Başbakanlığım dönemimde yeni bir talimatla şunu söyledim: Bundan böyle kim ki kredi ve burs müracaatı yapar, boş döndürülmeyecek, ha kredi, ha burs muhakkak verilecek. Ve şimdi o uygulamayla 1 milyon 351 bin öğrenciye kredi ve burs veriliyor.
2002 yılında 190 yurtta 182 bin yatak kapasitesiyle öğrencilerimize barınma imkanı veriliyordu. Hamdolsun, bu rakam 2015 yılı Mayıs ayı itibarıyla 533 yurtta ve 389 bin yatak sayısına ulaştı. Bu yılsonuna kadar teslim alınacak 92 bini aşkın yatak sayısıyla inşallah bu rakam 481 bine yükselecek.
Tabii eskiden bir de şu vardı: Öğrencilerimiz 8-10 kişilik ranza sistemi olan koğuşlarda yatıyordu, ama şimdi otel konforunda, içerisinde her türlü imkanın olduğu 1 veya 3 kişilik, bilemedin 4 kişilik odalarda kalıyor.
Bilgi ve teknoloji çağında gençlerimizin daha iyi imkanlardan yararlanmaları amacıyla, yurtlarımızda kalan tüm öğrencilerimize ücretsiz internet erişimini sağladık.
Şehit ve gazi çocuklarıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu evlerinden gelen öğrencilere de yurtlar ücretsiz.
Spora ayrılan bütçeyi 2002’ye göre yüzde 700 oranında artırdık.
Üniversite harçlarını kim kaldırdı? Biz kaldırdık. Artık üniversitede harç diye bir sorun var mı? Yok, bitti. Ama buna rağmen bazıları susuyor mu? Yok, susmaz.
Spor kulübü sayımızı, yüzme havuzu sayımızı, spor tesisi sayımızı, sporcu sayımızı katbekat artırdık. Bugün aramızda bugün en güzel örneğini sunan, dünya çapında başarılara imza atan sporcularımız bulunuyor.
İzmir’de ve Erzurum’da Üniversiade’ı, Trabzon’da Karadeniz Oyunları’nı, Havacılık Şenliği’ni, daha birçok ulusal ve uluslararası spor karşılaşmasını başarıyla gerçekleştirdik. Şimdi önümüzde inşallah Samsun’da da yine engellilere yönelik bir uluslararası inşallah organizasyonu yakında gerçekleştiriyoruz.
İllerimize yüzme havuzları yapıyoruz, yüzme havuzu olmayan ilimiz kalmayacak. Yeni stadyumlar yapıyoruz, spor kulüplerimize malzeme desteği devam ediyor. 81 ilimizde bulunan gençlik merkezlerini şimdi ilçelerimize doğru yaygınlaştırıyoruz. Aynı şekilde engelli kardeşlerimiz için çok önemli reformları, düzenlemeleri, destekleri hayata geçirdik.
Bakın burası çok önemli, 2012 yılında dünyada bir ilke imza atarak engelliler için ayrı ve merkezi bir sınav uygulaması getirdik. Böylece 2002 yılında 5777 olan engelli memur sayısı 2014’te ne oldu biliyor musunuz? 35 bine ulaştı. Bu sadece kamudakilerdir, özel sektörü konuşmuyorum, kamuda. Özel sektördeki engelli istihdamını, onu da yeniden düzenledik.
Şehir içi toplu taşıma araçlarının, kamu binalarının, kamuya açık alanların engelliler için erişilebilir hale getirilmesi zorunlu kılındı, bunların da takibi yapılıyor. Engelli kardeşlerimizin artık hayatın her alanında daha çok varolduğunu, aktif olduğunu görüyoruz.
Biz Cumhurbaşkanlığı makamında da tüm gençlerimiz için, sizin için çalışmayı, mücadele etmeyi sürdüreceğiz.
Ben bu düşüncelerle sözlerime son verirken, hepinize umut dolu, huzur ve barış dolu bir gelecek temenni ediyorum. Kardeşlik, birlik ve beraberlik içinde Türkiye’nin yarınları olarak Türkiye’yi daha da büyüteceğinize yürekten inanıyorum.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramınızı tebrik ediyor, şahsınızda ülkemizin tüm gençlerinin bayramını kutluyor, hepinize sevgi, saygıyla selamlıyorum.