Dünya Enerji Düzenleme Forumunda Yaptıkları Konuşma

25.05.2015

Kıymetli Misafirler,

Hanımefendiler, Beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum. 6. Dünya Enerji Düzenleme Forumu vesilesiyle sizleri ülkemizde, İstanbul’da ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Foruma ev sahipliği yapan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na bu önemli organizasyona destek veren, katkı katan tüm kurum-kuruluş ve şahıslara teşekkür ediyorum.

Forumun ülkelerimiz, bölgelerimiz ve enerji sektörü için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Fikirleriyle, teklifleriyle, birikimleriyle foruma katkı verecek olan herkese de şimdiden şükranlarımı sunuyorum.

Teması, enerji düzenleme dünyasını buluşturmak olan bu formun İstanbul’da toplanmasını da son derece isabetli ve anlamlı bulduğumu burada ifade etmek istiyorum.

Başbakanlığım öncesinde 4,5 yıl Belediye Başkanlığını yaptığım İstanbul bu formun temasının gerçek anlamını bulduğu yerdir. Yüzyıllar boyunca ticarete, siyasete, kültürlere geçiş noktası olmuş, köprü olmuş İstanbul’un bugün de enerji gibi son derece önemli bir konuda dünyaya önemli mesajlar vereceğine inanıyorum.

Değerli misafirler,

İçinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli gündem maddelerinden birisini enerji oluşturuyor. Enerji, ekonomiden siyasete, güvenlikten dış politikaya kadar hayatın her alanında ağırlığını hissettiriyor. İlişkileri ve gelişmeleri yönlendiriyor. Artan nüfus ve büyüyen küresel ekonomi neticesinde enerjinin çok ciddi bir küresel mesele olarak önümüzde bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Yine biliyoruz ki, küresel meseleler ancak ve ancak küresel gayretler sayesinde çözüme kavuşabilir. Sorunların küreselleştiği bir dünyada şayet dayanışmayı ve işbirliğini küreselleştiremezsek başarılı olamayız. Bu ülke bilhassa enerji konusunda çok daha önemlidir. Sizler bunu enerji sektörünün temsilcileri olarak bizzat yaşıyor, birinci elden hissediyorsunuz. Asya’nın en uzağındaki bir ülkede yaşanan sorunlar artık zincirleme olarak Avrupa’nın en batısındaki ülkeleri de etkileyebiliyor. Ortadoğu sorunu, Kuzey Afrika’daki gelişmeler, Afrika’daki istikrarsızlık, Güney Asya’daki çatışmalar dünyanın her köşesinde hissedilebiliyor. Tıpkı ekonomide olduğu gibi enerjide de dünya üzerindeki hemen her ülke birbiriyle iletişim ve etkileşim içine girmiş durumda.

Günümüzün ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğu yanında gelecek nesillere de daha yaşanabilir bir dünya emanet etmek zorundayız. Öyleyse insan onuruna, özellikle de kişiliğini oluşturmada onun olgunlaşmasına yaraşır bir yolla sorunları aşmak, imkânları geliştirmek, işbirliği halinde ortak bir gelecek vizyonu belirlemek durumundayız.

Bakınız bugün Filistin, Libya, Mısır, Irak ve Suriye’de yaşanan hadiseler bize çok önemli dersler verdi. Ülkelere ve halklara sadece yer altı kaynaklarının değeriyle bakanlar, tarifi mümkün olmayan acıların da yaşanmasına zemin hazırlıyorlar. Bu bölgede küresel barış ve huzurun teminatı olan ilkeler, prensipler ayaklar altına alınırken, maalesef uluslararası toplum iyi bir imtihan verememiştir. Daha önce benzer süreçlerden geçen ülkeler için ortaya konan tavır özellikle Suriye’den esirgenmiştir. Bugün karşımızda 300 bin sivilin hayatını kaybettiği, ülkenin tüm altyapısının yok olduğu, bin yıllık kültürel mirasın talan edildiği bir Suriye var. 2 milyonu bizde olmak üzere 5 milyon Suriyeli ve Iraklı başka ülkeler sığınmak zorunda kaldı. İnsani yükün tamamen komşu ülkelerce yüklenildiği, milyonlarca insanın ülke içinde göçe zorlandığı bu dramatik tablo giderek ağırlaşıyor. Uluslararası tüm kırmızı çizgiler aşılmasına rağmen terör örgütlerinin arkasına sığınan her gün varil bombaları, balistik füzeler ve florin gazlarıyla kendi vatandaşını katleden rejime adeta örtülü destek veriliyor.

Batılı ülkelerin vatandaşları için en temel hak olan demokrasi, özgürlük, onurlu bir yaşam Suriye halkından tamamen esirgeniyor. Demokratik haklarının peşine düşmekten başka gayeleri olmayan binlerce, onbinlerce Mısırlının dramı Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Birliği’nde ve diğer uluslararası platformlarda yeterince yankı bulmuyor. Gazze sahilde top oynayan çocukların bombalarla parçalanan masumiyeti, annelerin yürek dağlayan feryatları maalesef sadece iki satırlık bir haber olarak verilip geçiliyor. Bakınız 20. yüzyıl bize bu bakımdan çok acı bir miras bıraktı. Geçtiğimiz yüzyıl diktatörler eliyle enerji arz güvenliğinin garantiye alındığı, ancak insan unsurunun ihmal edildiği bir dönemdi. Ne diyorlardı? “Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir.” Bu anlayışla hareket eden politikacılardan, tüccarlardan bize adalet yoksulu bir dünya kaldı. Tabii diyebilirsiniz, ya biz bu enerji politikalarını görüştüğümüz böyle bir günde şimdi Suriye’yle, şimdi Irak’la, Filistin’le ne işimiz var? Kusura bakmayın, benim işim var. Çünkü benim için önemli olan petrol değil, benim için birinci derecede önemli olan insandır. İnsan olmadıktan sonra petrolün ne anlamı var? İnsan varsa petrolün değeri var, insan varsa suyun değeri var. 21. yüzyılda bu acımasız sistemin devam edemeyeceğini artık tüm dünyanın idrak etmesi gerekiyor. Şu anda petrol kuyuları, buyurun DEAŞ’ın ellerinde. DEAŞ bu petrol kuyularını acaba kim için kullanıyor? DEAŞ şu anda bu petrol kuyularından elde ettiği imkânlar ki, rekabet mekabet diye bir şey zaten tanımıyor, her şeyi alt-üst ediyor ve onunla beraber elde ettiği imkânlarla, evet o da silahları elde edip ondan sonra insan kıyımını acımasızca sürdürüyor. Tek tek ülkeler, halklar ve insanlar dikkate alınmadan, insana insan olduğu için değer verilmeden küresel ekonominin refaha ulaşamayacağı görülmelidir. Aynı şekilde adaleti, paylaşımı, işbirliğini ve evrensel prensipleri merkeze almadan ne küresel barış, ne de enerji kaynaklarının güvenliği tesis edilebilir.

Suriye’deki kaos ortamından beslenen Esad rejiminin bütün bunlara göz yummasıyla palazlanan DEAŞ terörü, işte bunun en açık ve acı ispatıdır. DEAŞ terörünün önce Suriye’de, sonra Irak’ta elde ettiği etkinlik ve sebep olduğu yıkım sadece bu iki ülkeyle sınırlı kalmamış, dünyanın 80’e yakın ülkesini bilfiil etkilemiştir.

DEAŞ tehdidinin dünyaya verdiği en büyük ders; Suriye’deki, genel olarak Ortadoğu’daki sorunların lokal, bölgesel sorunlar değil, bilakis küresel sorunlar olduğudur. Dolayısıyla bu meselelerde sadece sınırlarımızın güvenliği ve enerji güvenliği değil küresel refah, huzur ve dayanışma adına da inisiyatif alınması gerekiyor.

Bölgede yaşanan trajediyi görmek, çığlıkları işitmek ve akan kanın durması için acilen tedbir almak zorundayız. Şayet daha fazla geç kalırsak, telafisi uzun yıllar sürecek, çocuklarımızın geleceğini karartacak çetrefilli bir sorunla mücadele etmek zorunda kalabiliriz.

Kıymetli misafirler;

Türkiye, doğu-batı, kuzey-güney enerji koridoru merkezinde yer alan bir ülke. Biz enerjinin bir rekabet unsurundan çok bir işbirliği unsuru olması gerektiğini savunuyoruz. Enerji meselelerinin ancak uluslararası işbirliğiyle üretici, tüketici ve transit ülkeler arasındaki diyaloğun güçlendirilmesiyle kalıcı olarak çözülebileceği kanaatindeyiz. Şunu asla gözden kaçıramayız: Enerji yer altındayken savaşın, yer üstündeyken barışın kaynağı haline gelmiştir. Enerjinin yer üstüne çıkarıldıktan sonraki pazarlanma, tüketici ülkelere güvenli ve düzenli olarak ulaştırılma süreci uluslararası anlaşmalar ve işbirliğini zorunlu kılan yanıyla barışa hizmet eder. Güçlü ekonomisi, ilkeli dış politikası ve istikrarlı yönetim anlayışıyla Türkiye kaynak ülkelerle tüketici piyasaları arasında güvenli bir köprü olmaya devam edecektir.

Ülkemizin son 12 yılda yaşadığı değişimin, hemen her alanda sağladığı başarının sizler zaten farkındasınız. Biz 12 yıl önce olduğu gibi sadece kendi enerji ihtiyacını karşılamaya çalışan bir ülke değiliz. Bugün artık Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm dost, müttefik ve kardeş ülkelerin enerji arz güvenliğine katkı sunmaya çalışıyoruz. Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattını bu dönemde hayata geçirdik. Yine bu amaçla hayata geçirilecek bir başka projenin Güney Gaz Koridorunun temelini geçtiğimiz yıl Bakü’de attık. Güney Gaz Koridoru, hem enerji arz güvenliğini artırması, hem de kaynak ve güzergâh çeşitliliği sağlaması bakımından çok önemli. Bu projenin bir parçası olan Azerbaycan’la birlikte başlattığımız TANAP Projesinin de temelini Mart ayında Kars’ta attık. İnşallah 2018 yılında TANAP’tan ilk gaz akışını başlatacağız.

Irak’ın her bölgesinde enerji işbirliğini geliştirmek için çalışmalarımız devam ediyor.

Doğu Akdeniz’in enerji haritasında önemli bir rol oynayacak Kıbrıs ve çevresindeki enerji kaynakları da bizim enerji diplomasimizde önemli yer tutuyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve adanın enerji kaynaklarıyla ilgili politikalarımızdan taviz vermemiz söz konusu değildir. Bölgede çıkarılacak herhangi bir tüm ada halkının olduğunu her fırsatta dile getirdik, dile getiriyoruz. Oradan çıkarılacak kaynağın kullanılmasında ve uluslararası piyasalara ulaştırılmasında kilit ülke Türkiye’dir.

Kıbrıs’ta da, aynen Irak’ta olduğu gibi iki taraf arasında anlaşma sağlanırsa bundan en fazla memnun olacak yine bizleriz. Şimdiye kadar nasıl adada çözüm irademizi muhafaza etmiş, hep bir adım önde olmuşsak, bundan sonra da aynı tavrımızı sürdüreceğiz.

Değerli misafirler;

Bir taraftan ülkemizin bir enerji köprüsü ve terminali olma özelliğini pekiştirirken, diğer taraftan enerji kaynaklarımızı çeşitlendirmeye çalışıyoruz. Alternatif enerji kaynaklarına büyük önem veriyoruz. Sinop ve Akkuyu nükleer santral yatırımları bu noktada öne çıkan iki önemli projemizdir. Akkuyu nükleer santralinin liman projesinin temeli geçtiğimiz ay atıldı. Türkiye’nin gelişen nüfusu, ekonomisi ve yakalanan büyük hızıyla doğru orantılı olarak 2023 yılına kadar yaklaşık 120 milyar dolar enerji yatırımına ihtiyacı bulunuyor. Enerji tüketimi artışında çok hızlı büyüyen bir ülkeyiz, zira ileri sanayi teknolojisi bunu gerektiriyor. Bugün 12 yıl öncesine göre iki kat fazla elektrik tüketiyoruz. 2023 yılında ise bugüne oranla iki kat elektrik tüketiyor olacağız.

Enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmaya yönelik çalışmalar kapsamında özelleştirmeler başta olmak üzere devletin boşalttığı alanlarda özel sektörün aktif olması için gayret gösterdik ve gayret gösteriyoruz. İktidara geldiğimiz ilk yıllarda bankacılık sisteminin güçlendirilmesi yönünde çok önemli adımlar attık. Bu sayede küresel krizlerden etkilenmeyen bir bankacılık ve finans yapının oluşmasını sağladık. Devraldığımızda 25 bankanın iflas ettiğini düşünürseniz ve göreve geldiğimizden, o andan itibaren de 40 milyar dolarlık böyle bir iflasın bedelini ödeyen bir ülke konumuna geldik. Bugün çok güçlü bir finans sektörüyle ayakta olan bir Türkiye var. Diğer yandan enerji yatırımlarını desteklemeye yönelik teşvikler verdik. Böylece kamunun enerji sektörüne ayırdığı yatırımları sağlık, eğitim, adalet gibi alanlara kaydırma imkânı bulduk. Yapılan çalışmalarla enerjide özel sektörün payı 2002’de yüzde 32 iken, bugün bu oran yüzde 70 düzeyine ulaştı.

Biz artık yeni yatırımların ithal bir kaynak olan doğalgazdan ziyade yerli ve yenilenebilir kaynaklardan oluşmasını istiyoruz. Bu anlamda rüzgâr ve güneş enerji yatırımlarında da hızlı bir ivme yakaladık, jeotermalde hızlı bir ivme yakaladık.

Aynı şekilde kömür rezervimizi de yeni ve büyük projelerle ekonomiye kazandırıyoruz, kazandıracağız.

Elektrik üretimindeki payı azaltmaya çalıştığımız doğalgazın temiz ve çevreci bir kaynak olması sebebiyle evlerde yakıt olarak kullanımını yaygınlaştırdık, yaygınlaştırmayı devam ediyoruz. Ülkemiz bugün 1,2 milyon kilometrelik elektrik şebekesiyle Avrupa’nın en uzun ikinci, dünyanın en uzun beşinci şebekesine sahip. Çok şükür bu ağı sorunsuz bir şekilde yönetiyoruz. Enerji ihtiyacına vatandaşımızın cevap veriyoruz. Türkiye jeopolitik konumunun avantajlarını, ülke gerçekleri ve küresel dinamikler çerçevesinde başarıyla yönetiyor. Türkiye’nin enerji arz güvenliği ve çeşitliliğine yaptığı önemli katkıya rağmen gereğinden uzun ve zorlu geçen Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinde tıkanan fasıllardan birinin enerji olması çelişkilidir. Buna rağmen biz rekabetçi ve serbest enerji piyasaları için bugüne kadar yaptığımız çalışmaları devam ettireceğiz.

Türkiye olarak küresel ve bölgesel refahı, özellikle istikrar, barış adına enerji arz güvenliği konusunda yapıcı katkılar vermeyi sürdüreceğiz.

Tabii Türkiye aynı zamanda bu yıl bildiğiniz gibi G-20 Dönem Başkanlığını yürütüyor. G-20 Dönem Başkanlığımızda az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin karşılaştıkları sorunlara ağırlık vererek, özellikle KOBİ’ler konusunu ele alarak bu konuların daha fazla tartışılmasına da önem veriyoruz. İnsan odaklı bir kalkınma anlayışıyla barışı, dayanışmayı, adaleti, hak ve özgürlükleri öne çıkaran politikalarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken bu forumun bölgemizin refah, barış ve istikrarına katkıda bulunacak sonuçlara vesile olmasını diliyorum. Forumu düzenleyenlere tekrar teşekkür ediyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.