MÜSİAD 23. Genel Kurulu'nda Yaptıkları Konuşma

25.04.2015

Sayın Divan Başkanı,

MÜSİAD’ın Çok Değerli Başkanı,

Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri,

Sevgili Kardeşlerim,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin 23’ücü Genel Kurulu’nun başarılı geçmesini diliyorum. Genel Kurul’un, ülkemiz, milletimiz, insanlık için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Konuşmamın hemen başında, özellikle Sayın Başkan’ın az önce yapmış oldukları konuşma sebebiyle de kalbi şükranlarımı ifade ediyorum.

Bugüne kadar MÜSİAD çatısı altında görev yapmış herkese teşekkür ediyorum. Türkiye’nin ekonomisine, üretimine, istihdamına olduğu kadar, demokrasisine de çok önemli katkılar yapan MÜSİAD’a ve onun değerli üyelerine şükranlarımı sunuyorum.  Ben TÜSİAD’la ilgili herhangi bir şey bugün söylemeyeceğim, gerekenleri zaten Başkan söyledi. Zaman kaybetmeyelim, iltifat olur.

Milletimizin bağrından çıkan ve orada neşv-ü nema bulan MÜSİAD’ın, bugün de aynı şekilde yolunda devam ettiğini biliyorum.  “Her ne pahasına olursa olsun” değil “Helalinden” kazanmayı, sadece kendiniz için” değil, ülkemiz ve milletimiz için” çalışmayı ilke edindiğiniz için her birinizi kutluyorum.

Ülkemizle birlikte dünyanın dört bir yanında bu doğrultuda koşturan, mücadele veren her MÜSİAD’lıyı, günümüzün Alperenleri, dervişleri olarak görüyorum. Emeğinizle, üretiminizle, ticaretinizle ve daha önemlisi örnek hayatınızla, çok önemli bir görev ifa ediyorsunuz. Ekonomideki önemli rolünüz yanında, milletimizin bu coğrafyadaki bin yıllık medeniyet davasına verdiğiniz katkıyla da her türlü takdiri, her türlü teşekkürü hak ediyorsunuz.

Allah yar ve yardımcınız olsun.

Değerli Kardeşlerim,

Türkiye’nin 2003 yılı başından bugüne kadar elde ettiği başarının sırrı nedir biliyor musunuz? Bu sır, sürekli üretimi artırma, büyümeyi destekleme, yani pastayı büyütme yönünde çalışmış olmamızdır.  Bunun için, yanımıza iş adamlarını alıp, dünyanın dört bir yanını adeta karış karış dolaştık. Bu gayeyle “acaba Türkiye’ye ilave ne kazandırabiliriz” diye gece, gündüz çalıştık. Kökenine, meşrebine bakmaksızın ülkemizin geleceği için taş üstüne taş koyan herkesi bunun için destekledik. Bu beyaz Türk’tür, bu zenci Türk’tür demedik, bu milletin vatandaşı olan her bir ferdine aynı şekilde yaklaştık

Uluslararası sermayeyi, küresel girişimcileri Türkiye’ye çekmek için bizzat uğraştık, bizzat mesai harcadık. Bu şekilde ülkemizin Gayrı Safi Yurtiçi Hasılasını 230 milyar dolardan, kurdaki artışa rağmen, 800 milyar dolara çıkardık. Artan gelirden, ortaya çıkan zenginlikten milletimizin her kesiminin faydalanabilmesini sağladık. Girişimcinin önünü açtık, yatırımları teşvik ettik.

Aynı şekilde ücretlilerin gelir düzeyini yükselttik. Bakınız, 2002 yılında ülkemizde net asgari ücret 184 liraydı. Bu yılın Ocak ayı itibariyle bu rakam 949 lira oldu. Beş katın üzerinde artış var. Ortalama memur maaşı 2002 yılında 578 lira iken, bu rakam 2015 Ocak ayı itibariyle 2 bin 481 liraya çıktı. Burada da 4 kattan fazla bir artış söz konusu. 2002 yılında en düşük Emekli Sandığı emeklisi maaşı 377 liraydı, bugün bu rakam 1.351 lira. 3,5 kattan fazla artış var. SSK işçi emeklilerinin en düşük emekli maaşı, 257 liradan 1.072 liraya yükseldi. Hatırlayın, bir zamanlar SSK’nın başında kim vardı, kim vardı? Şimdi bol keseden atıp tutuyor.

Kardeşlerim,

Suçlu kim hemen uyduruyor, suçlu o zamanki siyasiler diyor, yani o siyasinin Genel Müdürü olarak Beyefendinin hiç suçu yok. Siyasetçi kiminle çalışır? Bürokratıyla çalışır, teknokratıyla çalışır. Demek ki, yanlış yapmış, eksik, yanlış adamı bulmuş ve bundan dolayı da çok ağır bedel ödemiş, iktidar kaybetmiş. Bürokratıyla siyasetçi güç kazanır. Eğer o bürokrat yanlışsa, sakatsa, eksikse iktidarlar kaybolur gider. Tabii burada da seçmede bir hata yapılmış, böyle yanlışlıklar seçilmiş.

Bağ-Kur’lu esnafımızın en düşük emekli maaşı 149 liradan 869 liraya yükseldi. Neredeyse 6 katlık bir artış var. Bu rakamlara, bin liranın altındaki emekli maaşlarına seyyanen 100 lira artış yapan; bin ile 1.100 liranın arasındaki maaşları da bin 100 liraya yükselten son düzenleme dahil değil. Temmuz ayında yürürlüğe girecek bu düzenleme ile, bilhassa düşük maaş alan emeklilerin gelirlerindeki artış oranı çok daha yüksek düzeylere ulaşacak.

Değerli Kardeşlerim,

Burada bir ciddi değerlendirme yapmamız lazım. Şu anda bir panayır yeri açıldı, geçmişte de vardı bu panayır yerleri, bir veriyorsa 5 vereceğim diyenler, 2 vereceğim diyenler, 2 daire, 2 anahtar dağıtanlar; hep biz bunları bu ülkede yaşadık değil mi? Ekranları başında bizi izleyen sevgili vatandaşlarıma özellikle bunları duyurmak istiyorum.

Ben şu anda herhangi bir partinin genel başkanı değilim, ama sorumluluk makamında olan bir Cumhurbaşkanıyım, Cumhurun Başkanıyım. Gördüğüm yanlışlar varsa bunları uyarma gibi de bir görevim var, bu benim tarafsızlığım da gereğidir, tarafsızlığım zaten bunu gerektirir. Çünkü ortada bakıyorsunuz ki, bir cinayet var, seyir mi edeceğiz, yoksa müdahale mi edeceğiz? Müdahale etmeye mecburuz.

Kardeşlerim,

Üniversite öğrencileri sadece 45 lira burs veya kredi alıyordu, Ocak ayı itibarıyla 330 liraya yükseldi. Bu deste değil mi?  65 yaş maaşı neydi biliyor musunuz 2002’de? 24 lira, Ocak’ta 145 lira oldu. Bu destek değil mi? Temmuz ayı itibarıyla 200 liraya çıkıyor. Muhtar aylıkları neydi biliyor musunuz? 97 lira, şimdi 904 liraya çıktı. Bu destek değil mi? Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün.

Tabii bir de bu dönemde yeni başlatılan uygulamalar var. Eşi vefat etmiş hanımlara, 2 ayda bir olmak üzere 500 lira ücret veriliyor. Oğlu veya eşi asker gitmiş olana muhtaç durumdaki ailelere, bu süre içerisinde ayda 250 liralık bir ödeme yapılıyor. Bunlar Başbakanlığım döneminde başlatılmış olan destekler. Bunlar ne?, bunlar destek değil mi? Şu anda bu bol keseden atanların zihniyetlerinin iktidar olduğu dönemleri yaşadık biz bu ülkede, böyle bir şey olmadı.

Engelli çocuklara zerre kadar ellerini uzatmadılar, biz engelli çocuğuna evinde bakan muhtaç durumdaki ailelere, engellilik durumuna göre ayda 291 ila 437 lira arasında bir destek sağladık, şimdi daha da artacak. Sosyal yardımlar kapsamındaki bu tür ödemelere ilişkin örnekleri de çoğaltmak mümkün.

Değerli Kardeşlerim,

Biz önce Türkiye’yi büyütmenin çabası içinde olduk, sonra buradan ortaya çıkan zenginlikten, refah artışından, toplumun her kesiminin istifade etmesini istedik. Biliyorsunuz, Türkiye geçtiğimiz yıl yüzde 2.9 oranında büyüdü, yüzde 2,9’luk, yani yüzde 3’lük bir büyüme oranı asla Türkiye’nin gerçek potansiyeline uygun, gücüne uygun değildir.

Türkiye yılda en az 6-7 büyüme sağlayacak bir potansiyele sahiptir, bunu başarırsak, işte biz ilk 10 arasına Allah’ın izniyle gireriz, yeter ki bunu harekete geçirebilelim. İçeride ve dışarıda birileri bunu engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.

Dikkat ediniz, ülkemizde son yıllarda demokrasiye yönelik her saldırı, aynı zamanda ekonomiyi hedef alıyor. Gezi olayları başladığında ne dediler? Burada az önce Sayın Başbakanın ifade ettiği örgütün mensupları da vardı, ‘ekonomiyi durduralım’ dediler ve bunların mensuplarından bazıları önlükler takarak yürüdüler, yürüyüş yaptılar. Şimdi de bazı özel mahfillerde, hep bunların haberleri bize geliyor, kadeh tokuşturuyorlar,’ iktidar partisinin iktidarı kaybı yakındır, şerefine’ diyorlar.

Bu millet size bu kadehleri tekrar tattırmayı Allah’ın izniyle nasip etmeyecek, çünkü siz, milli iradeye aykırı olarak bu ülkeyi yönetmek istiyorsunuz. Bu ülke sermayenin yönettiği bir ülke olmayacak, bu ülke milli iradenin egemen olduğu bir ülke olarak, inşallah bu yolda devam edecek.

Ekonominin durması, bu ülkede üretimin düşmesi demektir, ihracatın azalması demektir, istihdamın gerilemesi demektir, bundan zarar görecek olan da, 78 milyon vatandaşımızın her biridir. Hem bu ülkede yaşayacaksın, bu ülkenin vatandaşı olacak, hem de ekonomiyi durdurma çağrısını yapmak, akıl ziyanı işareti değilse başka bir projenin işaretidir. Bu tezgâh tutmayınca, milli iradeye çarpıp damağın olunca, bu defa ne yaptılar? 17-25 Aralık darbe girişimini devreye aldılar. Kimlerle? Paralel devlet yapılanmasıyla beraber, müşterek çalışıyorlar, dayanışma beraber, bunların hepsinin tespiti var. Muz cumhuriyetinde pazarlıklar yapanlar, oralarda ihaleleri alanlar birlikte yürüttükleri iş, operasyonlar birlikte. Orada da en öncelikli hedeflerden biri Türkiye’nin milli kurumlarıydı, onlarla birlikte özel sektörümüzün önemli aktörleriydi, yani hedefte yine ekonomi vardı, ekonomiyi çökertme gayesi vardı.

Allah aşkına, soruyorum sizlere, ülkesini, milletini gerçekten seven kim? Hangi kesim böyle bir çabanın içinde olabilir? Türkiye ekonomisi zarar gördüğünde bunun ceremesini hepimiz çekmeyecek miyiz? Bir zamanlar bunlar bazı malum sendikalar tarafından işgal edildiğinde feryat edip, ağlayanlar değil miydi? Devlet nerede diye kapı kapı dolaşanlar bunlar değil miydi? Çünkü bunlar o dilden anlıyorlar, o dilden anlıyorlar. Biz o dile müsaade etmeyelim ülkemizin çıkarı, menfaati için diye gayret sarf ediyoruz, bunlar ise bize hala bent oluşturma gayretinin içindeler. Niye biliyor musunuz? Sadece taşıdığımız kimlik sebebiyle, bütün mesele bu.

Bu işten, öyle de olsa, böyle de olsa bizler hiç kulak asmadan faydanın geleceği yere bakın. O Gezi olaylarında faiz lobilerine nasıl çalışıldığını hep anlattık. Faiz lobileri şu anda o malum kurumların içerisinde var mı? Var. Ve oradan çok ciddi bir gücü devşiriyorlar mı? Devşiriyorlar. Maalesef buna hizmet edenler kim olursa olsun ben onlara iyi nazarla bakmıyorum, onu da söyleyeyim, kim olursa olsun. Çünkü ben şuna inanıyorum: Faiz hiçbir zaman benim ülkemin yararına olmamıştır, olmayacaktır.

Ben şuna inanıyorum: Amerika bu işi hiç bilmiyor mu, Batı bu işi hiç bilmiyor mu, Japonya bu işi hiç bilmiyor mu?, ya bunlar 1 puan eksi bu faiz uygulamasını yaparken, bize ne oluyor da, şöyle aralığa baktığımız zaman 11 civarında, komisyonlara baktığımız zaman 15, 16, 17, 18’lere kadar çıkıyoruz, bu ülkede Allah aşkına yatırım olur mu, soruyorum sizlere? Hangi mantık, hangi anlayış hala kalkıp da biz faizi arttıralım diyerek, bunun kovalayanı oluyor?

Tabi diyeceksiniz ki, Sayın Cumhurbaşkanım, siz bu işin başındaydınız? ‘Ağlarım ağlatamam, hissederim söylemem, dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım’; derdimiz bu.

Devletin borçlanma faizini yüzde 63’ten tek haneli rakama getirene kadar biz çok hendek atladık maalesef, çok. Ama başaracağız bu işi, er veya geç başaracağız. Eğer bugün Türkiye’yi IMF’in baskısından kurtarmışsak, bilesiniz ki verdiğimiz bu kavgayla bunu başardık. Hala IMF’in sultası altına kalmayı arzu edenler de var bu ülkede, bunu da bilmenizi istiyorum.

Bizzat -ki Davos’a son gidişimdi o- Davos’a son gidişimde hani malum bir IMF Başkanı vardı ya, hovarda, onunla bir görüşmemiz olmuştu. O görüşmemizde dedim ki, siz bize mali destek mi vereceksiniz, yoksa bize idari, siyasi proje mi vereceksiniz? Eğer mali destek vereceksiniz verin, ülkemizi yönetmesini biz biliriz.

Para noktasına da alacağınızı hazırladığımız taksitler içerisinde Türkiye size şakır şakır öder. İşlerine gelmedi biliyor musunuz? Ama dedik ki, bizim idari ve siyasi yapımızla biz sizden nasihat alamayız ve almadık, 23,5 milyar doları da biz bunlara tıkır tıkır ödedik, işi bitirdik. Şimdi bizim bunlara borcumuz filan yok. Şimdi onlar bizden borç istiyor, ihtiyacımız olursa, bize 5 milyar dolar borç verir misiniz diyorlar. Başbakanlığımı dönemimde verebileceğimizi söylemiştik, herhalde şimdi onlar da talep etmiyorlar.

Merkez Bankamızın rezervi neredeydi biliyorsunuz, hamdolsun şu anda 120 milyar dolar civarında, 27,5 milyar dolardan buralara geldi.

İşin gerisindeki niyet açıkça ortadayken, Gezi olaylarını ve 17-25 Aralık darbe girişimini adeta kutsayanlar katiline aşık kurbanlar gibidir. Bakınız, o zaman Gezi olaylarında faiz nereye düşmüştü? 4.6’ya kadar düşmüştü. Hedefimiz onu 2,5’a düşürmekti, bunu gördüler, baktılar ki ya bu adamlar 2,5’a inecekler, hemen orada vurgunu vurdular.

Yani bu iş, Gezi olayları sadece içeride tezgâhlanmış bir olay değil, dışarıda uzantıları var. Ve malum medya dünyada, yazılı ve görsel, nasıl zil takıp oynadıklarını gördünüz, neler yazdılar, neler görüntülediler, bunları hep gördünüz. Benzer şeyleri bundan sonra da yapabilirler. Onlara ekonomik kriz üzerinden siyasi sonuç elde etme aklı verenler elbette ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Bu oyuna alet olanlar ise gözlerini bürümüş kinden ve hırstan kendilerini kurtaramadıkları müddetçe birer maşâ ve birer de maşa olarak kalmaya mahkumdurlar.

Şu anda Sayın Başbakanın söylediği bu kurumun Başkanı, malum Demirbank ve Tarişbank olayında onun suç layihası aslında bayağı kabarıktır. Bunu ben geçenlerde de söyledim ve bunların Lüksemburg bağlantısını bilenler de, zaten bu işin aslında geri planını eğer, ki MÜSİAD bunu aslında yapmalıdır, ki bu ülkede bu tür kurumların başlarında kimler var, bunları milletimizin bilmesi bakımından bunlar çok önemli. Ve bunlar bizim üzüntümüze mucip oluyor. Ne olursa olsun, elden ele dolaşan her maşa gibi, bunlar da işe yaramaz hale gelince bir kenara atılacaklar, hiç merak etmeyin.

Biz bunlara rağmen ülkemizi gerçek büyüme kavuşturmakta kararlıyız; Türkiye’yi 2023 hedeflerine ulaşmaktan ne yaparlarsa yapsınlar alı koyamayacaklar. Her hesabın üzerinde bir hesap olduğuna inanan insanlar olarak, bu mücadeleye devam edeceğiz, daha çok üreteceğiz, daha çok ihracat yapacağız, daha çok istihdam oluşturacağız. Dünyanın neresinde olursa olsun mazlumlara kollarımızı daha çok açacağız, zalimlerin karşısında daha gür sesle itirazlarımızı dile getireceğiz, çünkü ‘dünya 5’ten büyüktür’ diyerek, bu yola devam edeceğiz. Bizler inandığımız için üstün geleceğimizi biliyoruz.

Değerli Kardeşlerim,

Seçim tarihi yaklaştıkça partilerin beyannameleri birer birer açıklanıyor, gazetelerde, televizyonlarda reklamlar, gümbür gümbür yayınlanıyor. Bilhassa muhalefet partileri ne diyor, milletimize ne taahhüt ediyor? Şöyle bir baktığımızda, gördüğüm manzara açıkçası hiç de iç açıcı değil. Ben Cumhurbaşkanı olarak, elbette partilerin hepsine eşit mesafedeyim, o ayrı bir konu, ama buraya da gökten zembille veya paraşütle inmedim, Cumhurbaşkanlığım öncesinde bu ülkenin 12 yıla yakın süre boyunca Başbakanlığını yaptım, ülkemizde şu an uygulanan ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, tüm programların altında imzam var, emeğim var, katkım var.

Türkiye’nin 12 yıllık birikimini yok etmeyi hedefleyen her saldırı, aynı zamanda milletimizin hanesine yazdırmak için mücadele ettiğim kazanımlara yöneliktir, dolayısıyla bir yerde de şahsıma yöneliktir. Cumhurbaşkanı olmakla, ülkenin geleceğine ilişkin sorumluluklarımdan azat olmuş değilim. Tam terinse bu sorumluluklarımın daha da arttığına inanıyorum.  Seçim sürecinde bu şekilde ortaya saçılan vaatleri nasıl olsa iktidara gelemeyeceğini bilenlerin sorumsuzluklarının ürünleri olarak görüyorum.

Sırtlarında yumurta küfesi olmadığı için akıllarına düşeni, ağızlarına geleni vaat diye ifade ediyorlar. İşte birisi çıkıyor bakıyorsunuz bin 500 diyor, birisi çıkıyor bakıyorsunuz bin 600 diyor, birisi çıkıyor diyor ki 5 bin . Eğer bu vaatlere oy verilecekse herhalde 5 bin’e oy vermek lazım. Böyle bir şeyin olması mümkün mü? Ancak, bu ülkeyi yönetme sorumluluğu üstlenenlerin ağızlarından çıkan her sözün mutlaka bir karşılığı olması, gerekenlerin böyle bir lüksü olamaz diye düşünüyorum.

Vaatlerine bakıyoruz, emekliden ev kadınına, öğrenciden kredi kartı borçlusuna kadar herkese bol keseden dağıtıyorlar. Hâlbuki bunlar yıllarca bizim sosyal yardım politikalarımızı eleştirdiler. Milletimize biliyorsunuz Ramazanlarda paketler dağıtıyorduk, bunlardan dolayı ‘makarnacı’ dediler. Kömür dağıtıyoruz, kömür. Ya biz bu kömürü niye dağıtıyorduk biliyor musunuz değerli kardeşlerim? Tabii ki vatandaşım ısınsın diye. Ama burada biz aynı zamanda bir eksiği gidiyorduk; neydi o? Bizim Çorlu’dan Şırnak’a kadar çok ciddi bir kömür rezervimiz vardır, bir; bu kömür rezervimizi kullanalım, değerlendirelim. İki; göreve geldiğimizde kamyonlar yatıyordu. İstedik ki bu kamyonlara da ciddi manada bir nakliye itibarıyla onlara da bir imkân sağlayalım, şoförlerimize imkân sağlayalım, çünkü binlerce kamyon var. Bununla hem fakir fukaraya yakacak, kömür, bunu gönderdik, hem de bütün bu boş alandaki o kamyonlara, şoförlerine böyle imkânı getirdik. Bunu tabii şu anda vatandaş bilmiyor, acaba bu nasıl oldu? Bu adımları attık. Ama şu anda muhalefetin buna aklı ermez, onların böyle bir şeyi düşünmek gibi bir şeyi yok, onlar sadece ‘kömürcü’ diye o zamanlar bizi aşağıladılar. Daha da ileri gidip bunlar halkımıza bunlar halkımızı bidon kafalı demediler ya? Göbeğini kaşıyan adam demediler mi ya? Milletimize hakaretten başka ne yaptılar bunlar? Şimdi birdenbire en büyük sosyal yardım sevdalısı kesildiler.

Türkiye’nin, OECD üyeleri arasında ekonomik büyümesini sürdürürken, aynı zamanda gelir dağılımındaki eşitsizlikleri de giderebilen, iki ülkeden biri olduğunu bilemeyecek kadar cahiller bunlar. 12 yıl önce dünyada en az gelişmiş ülkelere donörler olarak, Türkiye’nin o zaman dağıttığı yardım 45 milyon dolardı. Şimdi 4,5 milyar dolara ulaştık. Bak nereden nereye geldik. Bu bereket ortada, bu milletin bereketi. Ve hamdolsun, veren e,l alan elden üstündür ve üstün olduğunu da gördük.

Biraz önce ifade ettim, asgari ücretten emekli maaşlarına kadar, dar gelirli kesimlere yönelik tüm alanlarda milli gelirimizdeki yükselişin çok üzerinde bir artış söz konusu.

Sağlıktan toplu konuta kadar, her alanda, eğitimde, ulaşımda, enerjide, tarımda, adalette, emniyette vatandaşlarımızın tamamını kucaklayan, tamamına hizmet verecek şekilde kurduğumuz sistem, tüm dünya tarafından örnek alınıyor. Ben bugün burada bunların detayına girecek değilim. Ama unutmayın ki bu ülke sağlıkta gerçekten uluslararası camiada bir reform gerçekleştirmiştir. Çünkü bizler hastane kapılarında ne çileler çektiğimizi çok iyi biliriz. İşte şurada, hemen yukarıda SSK Hastanesi var Okmeydanı, o Okmeydanı SSK Hastanesinde, evet, genç yaşta oraya giderdim, önce orada kuyruğa girerdim, o kuyrukta Rahmetli Anacağım için filan numara almak için beklerdim. Oradan numarayı alacaksın, ondan sonra eve tekrar koşacaksın, öyle telefon-melefon yok tabi, ondan sonra da anacağımızı alıp tekrar oraya geleceğiz; bunları biz yaşadık. Ve daha sonra bu Beyefendi buranın Genel Müdürü oldu. Rahmet Savaş Ay, bir program yapmıştı, o programı izledim ve Savaş Ay’ın o programında, aman ya Rabbi, o koğuşları gösteriyor, o hasta odalarını gösteriyor, o serum şişelerini ve serumların atıldığı çöp bidonlarını gösteriyor. Hastane denince akla ne gelir? Hijyen gelir. Burada hijyen diye bir şart yok, hijyen diye bir ortam yok. Niye? Ya bunların ruh dünyasında hijyen yok ki, yok.  Ve ne diyor? ‘10 yıl önce daha iyiydi’ diyor, yani daha kötü durumda olduğunu da kabul ediyor; yani durum bu.

Ve yanlış tedavi uygulamasıyla ölen çocukları orada gösterdi, sakat kalan çocukları o akşam gösterdi Rahmetli Savaş Ay. Ve tabi soruyor, Rahmetli Ahmet Kaya da orada, Ahmet Kaya da tabii soruyor ve doğrusu ben de şok oldum. Fakat bizle şu anda artık hastanelerimiz uluslararası sağlık camiasında parmakla gösterilir hale geldik. Eksikler yok mu? Var tabi, ama süratle bu eksikler gideriliyor. Artık özel sektörmüş, şuymuş, buymuş yok, hepsini birleştirebildik. Yani benim köyden gelen bir vatandaşım istediği hastaneye gidip ameliyatını olabiliyor, bu imkânlar artık var.

İlaçlarımızı alamazdık, ilaçlarımızı alamazdık. Hastanenin eczanesine in, doktorun yazdığı ilaçların zaten yarısı varsa öp başına koy, diğerini gideceksin parayla alacaksın. Ama şimdi gidiyorsun istediğin eczaneden ilacını alabiliyorsun, buralara geldik.

Okullarımıza  400 bine yakın sınıflık ilave ettik, buraya geldi, artık kitaplarını ücretsiz olarak yavrularımız alabiliyor. Peyderpey artık bilgisayarlar dağıtılmaya başlandı, tabletler dağıtılmaya başlandı, öbür taraftan akıllı tahtalar dağıtılmaya başlandı, sınıflara bunlar monte ediliyor. İnternet bütün okullara artık yerleştirilmeye başlandı. Baktım ki Beyefendi diyor ki, ‘okullara internet’ diyor. Ya internet var zaten okullarda. Ama bunlar başka ülkede yaşıyorlar, nerede ne olduğundan haberleri yok. Süratle bunlar şu anda zaten yerleştiriliyor.

Değerli kardeşlerim,

Ekonomiyle ilgili vaatleri üretmeden dağıtma mantığına dayalı olduğu için tasvip etmiyorum, ama anlayabiliyorum. Temeli çürük de olsa pozitif mesajlar içeren vaatlerle halka ümit vermeye ve bu şekilde siyasi sonuç almaya çalışıyorlar.

Ancak, muhalefet partilerinden bir kısmının demokrasi, özgürlükler, temel hak ve hürriyetler konusunda öyle sakat yaklaşımları var ki, üzülmemek elde değil, geçmişten hiç ders almadıklarını görüyoruz. Hâlbuki Türkiye 28 Şubat döneminde bir 8 yıllık kesintisiz eğitim ve katsayı faciası yaşadı; öyle mi? Tamamen ideolojik saplantılarla alınan bu kara ülkemizde mesleki eğitime çok büyük darbe vurdu. İmam hatipler, meslek liseleri, hep birlikte gerçekten çok büyük bir darbe yediler, bu darbe yüzünden, bu uygulama yüzünden milyonlarca öğrenci mağdur oldu. Başbakanlığım dönemimde bu yanlış uygulamayı ortadan kaldırmak için çok büyük mücadele verdik. Önce üniversiteye girişteki katsayı adaletsizliğini ortadan kaldırdık, hamdolsun şimdi artık imam hatipler, meslek liseleri istedikleri üniversiteye girme şahsına sahip. Daha sonra da, 444 kod diyorum ona ben, yani 4+4+4 diye ifade ettiğimiz, ilkokulda, ortaokulda ve lisede 4’er yıl eğitim alınan mevcut sistemi kurduk, anaokullarını da süratle yaygınlaştırarak bunları eğitim sisteminin ilk basamağı haline dönüştürdük. Ve Kur’an-ı Kerim, Siyer-i Nebi düz liselerde seçmeli ders haline geldi.

Bugün ülkemizde, ilkokulu bitiren her evladımız hiçbir engelle karşılaşmadan dilediği ortaokula, ardından da liseye devam edebiliyor, buna rağmen, meslek liseleriyle genel liseler arasındaki dengeyi hala Batı ülkeleri seviyesine getirebilmiş değiliz. Daha önce yüzde 20’ye kadar düşen ortaöğretimdeki meslek lisesi ağırlığını yüzde 54’e kadar çıkarttık, hedef bunu yüzde 60-65’e kadar çıkarabilmek. Meslek liselerinin Batı ülkelerinin eğitim sistemindeki ağırlığı ise yüzde 65-70 düzeyine ulaşıyor, bizim bu konuda hala kat etmemiz gereken önemli bir mesafe var.

Hal böyleyken, bakıyorsunuz birileri tutmuş yine 8 yıllık kesintisiz eğitimi seçim bildirgesine proje diye koymuş. Biz bu şifrenin ne anlama geldiğini gayet iyi biliyoruz. Milletimizin imam hatip okullarına olan teveccühünü gördüler, hemen bunu kesmenin arayışına girdiler. Amaçları, imam hatiplerin kapısını yeniden kilitlemek. Türkiye’nin önüne eğitim projesi, diye 28 Şubat uygulamasını getirenler, milletimizin buna vereceğe cevaba şimdiden hazır olsunlar.

28 Şubat’ta imam hatiplere ve meslek liselerine gözlerini dikenlerin hiçbiri bugün ortada yok, hiçbiri hayırla yad edilmiyor. Ama bu okullar hamdolsun dimdik ayakta, işte 60 bine düşmüştü öğrenci sayısı, şu anda 1 milyon. Niye? Millet istiyor kardeşim, bunlar zorla oralara getirilmiyor, bu milletin talebi. Milletin eğitim özgürlüğü talebini engelleyebilir misin? Bir taraftan ‘özgürlükçüyüz’, diyeceksin, öbür taraftan engellemeye kalkacaksın. Bu okullar yarın yine ayakta olacak, ama onların kapısına kilit vurmayı proje diye milletin önüne getirenleri yine kimse hatırlamayacak. Bu milletin okullarına, bu milletin eğitim kurumlarına el uzatılmasına asla izin vermeyeceğiz.

Değerli Kardeşlerim,

Mesele sadece imam hatiplerle bitmiyor. Aynı şekilde şu ifadeye bakın ya, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı hedef almış durumdalar, Ana Muhalefet Partisi seçim bildirgesine, ‘Diyanet İşleri Başkanlığı tüm inançlara eşit mesafede olacak’ diye yazmış. Ya bu milletin inancı belli, diğer inanç sahiplerinin kendi kurumları var, onlar da belli. Öyleyse niye lafı şöyle döndürüp, döndürüp ondan sonra getirip Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapısına dayıyorsun? Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kapatacağız diyen zaten bu milletten nasıl ders alır belli. Sen de kalk çok açık, net Ana Muhalefet, ‘biz Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kapatacağız’ de; öyle mi? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın şöyle kuruluşuna baktığınız zaman Gazi Mustafa Kemal’e dayanıyor. Çık söyle bunu açıkça; söyleyemez.

Bir başka parti bunu zaten alenen ilan etti, ne dedi seçim bildirgesinde? ‘Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılacak’ dedi, açıkça yazdı. Demek ki o Ana Muhalefet Partisine göre herhalde biraz daha dürüst.

Cumhuriyetin ilk kurumlarından olan Diyanet İşleri Başkanlığımıza karşı gösterilen bu husumeti doğrusu anlamakta zorlanıyorum. Hani sen Cumhuriyetçiydin, hani sen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisiydin, niye değiştiriyorsun, nereden çıktı bu? İmam hatip okulları ve Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden bu milletin inancına saldıranlar milli birliğimize ve beraberliğimize çok büyük zarar veriyorlar.

Kardeşlerim,

Milletler mukaddesatlarıyla ayakta kalırlar. Bu milletin Balkan Harbi’nde, Doğu Cephesinde, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda milyonlarca evladını toprağa gömme pahasına savunduğu değerleri yaşamak ve yaşatmak hepimizin en başta gelen görevidir. Benim Kürt vatandaşlarımın, Kürt kardeşlerimin inancıyla adeta alay etmektir bu, ülkemdeki tüm vatandaşlarımın inancıyla alay etmektir bu. Bir taraftan istismarını yapacaksın, öbür taraftan ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldıralım’ diyeceksin. Bunlar iktidarla, muhalefetle ilgisi yok. Bu görev hepimizindir. Milli ve manevi değerlerimiz birliğimizin ve beraberliğimizin çimentosudur, garantisidir. Bunları tahrip ettiğinizde ülkenin ve milletin bekasını tehlikeye atmış olursunuz. Bu gibi niyet sahiplerine en güzel cevabı Merhum Mehmet Akif, İstiklal Marşımızda veriyor:

“Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli”; olay bu. Evet, milletimiz mabedinin göğsüne namahrem eli değdirmeyeceğini geçmişte gösterdi, ama şimdi içimizde maalesef bu tür namahrem elleri türedi. Bugün aynı niyeti taşıyanlara şunu hatırlatmak isterim: Bu vatan topraklarında kök salma iddiasındaki her parti milli birliğimizin ve bekamızın sembolü olan kutsallarımıza, onun kurumlarına saygı duymak mecburiyetindedir. Kendi dünya görüşüne ve hayat biçimine saygı gösterilmesini isteyen herkes, önce bu milletin kahir ekseriyetinin inancına hürmetle yaklaşacak.

Tek taraflı demokrasi olmaz, tek taraflı özgürlük olmaz. Saygı göstermek istiyorsan veyahut da saygı görmek istiyorsan, önce sen saygı göstermesini bileceksin.

İmam hatipler bu milletin bağrında filizlenmiş okullardır,  Diyanet İşleri Başkanlığı da yine milletimize hizmet veren böyle bir kurumdur. Bu kurumlara saldıranlara yanlış yolda olduklarını, bunun yerine ülkenin ve milletin hayrına işlere yönelmelerini tavsiye ediyorum. Hem milletin değerlerine saldırıp, hem de kazanamadıklarında millete hakaret edenler, hatta milleti tehdit edenler en büyük demokrasi düşmanlarıdır. Ağızlarından hiç düşürmedikleri özgürlükleri sadece kendileri için isteyenleri samimiyete davet ediyorum.

Değerli kardeşlerim,

Bildiğiniz gibi dün Çanakkale’de 100’e yakın ülkenin devlet başkanı, cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, temsilciler hep birlikte bir aradaydık, güzel bir tören oldu. 23 Nisan akşamı da İstanbul’da yine bu ülkelerin temsilcileriyle bir Barış Zirvesi düzenledik. Bu etkinliklerle Çanakkale Kara Savaş’larının 100. yıl dönümünde tüm dünyaya güçlü bir barış mesaj verdiğimize inanıyorum.

Biz dünyaya barış mesajı vermek için mücadele ederken, aralarında Rusya, Fransa, Almanya, Avusturya gibi devletlerin de bulunduğu kimi ülkeler, Ermenilerin yalanları üzerine inşa edilmiş bir iddiaya destek vererek, kinin, nefretin, husumetin, düşmanlığın tarafında saf tuttular. Her zaman söylüyorum, burada bir kez daha ifade ediyorum, maalesef buna Amerika da değişik bir ifade şekliyle katıldı.

Yüz yıl önce bu coğrafyada yaşanmış acılar hepimizin ortak acılarıdır. Osmanlı’nın mukaddesatını, vatanını, şerefini koruma mücadelesi sırasında gerçekleştirmek zorunda kaldığı zorunlu göç sırasında yaşananları biz gayet iyi biliyoruz, bunu arşivlerimizden biliyoruz.

Aynı şekilde bu uygulamaya yol açan sebepleri de çok iyi biliyoruz. Diyoruz ki, bu gerçekleri ortaya çıkarmak, siyasetçilerin, parlamentoların işi değildir, bu işi tarihçilere bırakalım. Biz geçmişte yaşanan acıları unutmadan ortak bir gelecek kurmanın çabası içinde olalım. Ermeni iddialarına destek veren ülkeleri önce kendi tarihlerindeki lekeleri bir bir temizlemeye davet ediyorum.

Bu konuda en son söz söyleyecek ülkelerden bir tanesi Almanya, Rusya, Fransa. Almanya’nın geçtiğimiz yüzyılda yol açtığı iki ayrı dünya savaşında yaşananlar ortada. Kaldı ki, Almanya bu açıklamaları yaparken, 1 milyona yakın orada bizim soydaşımız onların vatandaşı, 2 milyon da vatandaş olmayan Türkler var. 3 milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’da Cumhurbaşkanı’nın böyle bir tavrın içerisine girmesi anlaşılır bir şey değildir. Ben Holokost falan bunlara girmeyeceğim, onları zaten herkes biliyor.

Geliyorum öbür tarafta yine, yani bu en önemli soykırım imzası altında olan Alman Devleti’nin ardından diğer ülkelerin durumuna. Rusya’nın 1917’den beri kendi toprakları içinde gerçekleştirdiği uygulamalar sebebiyle hayatını kaybeden 10 milyonu aşkın insan var. Son olarak Kafkasya’da ve Ukrayna’da yaşanan hadiseler tüm çıplaklığıyla ve tazeliğiyle ortada, Donetsk’te olanlar ortada, Luhansk’ta olanlar ortada, hatta hatta Kırım’da olanlar ortada.

Aynı şekilde Fransa, Cezayir’den başlayıp, Ruanda’ya kadar gelen o kötü sicili tüm dünyanın malumu, bunlar hep belgeli.

Bizim Birinci Dünya Savaşı şartlarında tamamen nefsi müdafaa amaçlı yaptığımız zorunlu göç uygulamasını eleştirenler, önce kendi geçmişlerindeki bu kanlı izlerin hesabını vermek zorundadır.

Biz kendi vatanımızı korumak için mücadele ederken, onlar emperyalist amaçları için tüm bu insanlık suçlarını işliyorlardı. Fransa’dan kalkıyorsun ta Cezayir’e, Ruanda’ya gidiyorsun; ne işin var senin Ruanda’da, ne işin var senin? Bunlar yaşandı.

Şimdi biz ikili ilişkilerle çok farklı bir barış dünyasını tesis edelim derken atılan bu adımlar bizleri bu cevabı vermeye mecbur etti. Biz isterdik ki, Sayın Putin Ermenistan’a gitmesin, Sayın Hollande Ermenistan’a gitmesin. Bak biz Çanakkale’de Ermenistan’a yönelik herhangi bir cevap vermedik, böyle bir adım da atmadık. Oraya iki tane devlet başkanı gitti, hamdolsun bize 20 tane devlet başkanı geldi. Çünkü biz böyle bir şeyin gayreti içine girmedik. Başbakanlarıyla, hepsiyle, teşekkür ediyorum, gerek Alteslerine, gerek Yeni Zelanda Başbakan’ına, gerek Avustralya Başbakanı’na. Ta oralardan buraya geldiler; niye? Çünkü biz bir Barış Zirvesi düzenlemiştik.

Buradan bir kez daha Ermeni toplumuna ve onları destekleyenlere sesleniyorum; Tarihteki olayların hesabının bugün verilmesi gibi bir yol açılacaksa, bu konuda en rahat olan ülke hiç şüpheniz olmasın Türkiye’dir, hiç endişeniz olmasın.

Yine iddiayla söylüyorum; ey Avrupa Birliği, bize akıl verme, kendine sakla. Niye? Bak diyorsun ki, arşivlerinizi açın. Biz 15 yıldır arşivlerimizi açmaya hazır olduğumuzu söylüyoruz ya. Bunların kulakları var duymuyor, gözleri var görmüyor, dilleri var hakikati konuşamıyor.

Kardeşlerim,

Diyoruz ki, biz -Barış Zirvesinde de söyledim- arşivlerimizi açmaya hazırız. Bizim 1 milyon şu anda belge, bilgi arşivlerimizde hemen şurada mevcut, var. Gerekirse askeri arşivimizi de açarız, ona da hazırız. Ermenistan’ın varsa arşivi, o da açsın, üçüncü ülkelerde varsa onlar da açsınlar.

Bırakalım tarihçilere, bırakalım araştırmacılara onar araştırmalarını yapsınlar ve hazırlasınlar bütün çalışmalarını, getirsinler bizim önümüze, ondan sonra yüzleşmekse biz yüzleşmeye varız, biz rahatız.

Bundan sonraki süreç çok daha farklı olacak, onu da söyleyeyim. Biz hiçbir zaman savunmada olmayacağız, biz bilginin, ilmin, araştırmanın her zaman net olarak delillerle ortaya koyduğu ve konulduğu bir ülke olacağız.

Ben bu düşüncelerle bir kez daha MÜSİAD’ın 23. Genel Kurulunun başarılı geçmesini diliyorum. Geçmiş başkanlara şükranlarımı ifade ediyorum. MÜSİAD’ın içerisinden, MÜSİAD ailesinden ebediyete göç etmiş olanlara Allah’tan rahmet diliyorum. Yeni yönetimde görev alacak olan arkadaşlarımıza da şimdiden başarılar temenni ediyorum.

Yeni Türkiye için verdiğiniz mücadelede daima yanımızda olan MÜSİAD’ın yeni anayasa ve başkanlık sistemi konusunda da coşkulu desteğini eksik etmeyeceğine inanıyorum. MÜSİAD yönetimine önümüzdeki dönem yapacakları çalışmalarda başarılar temenni ediyorum.

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum, sağ olun, var olun.