Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin Değerli Üyeleri,
Değerli Kardeşlerim,
Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyor, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz diyorum.
Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin tüm üyelerine, bugüne kadar gösterdikleri başarı ve ülkemizin gelişmesine yaptıkları katkı için teşekkür ediyorum. Ülkemizin ihracat performansı, gerçekten de her türlü övgüyü, her türlü takdiri hak eden bir fotoğraf ortaya koyuyor.
Bakınız, Türkiye’nin, 1923 yılı sonunda, Cumhuriyeti ilan ettikten birkaç ay sonraki ihracat rakamı 50 milyon dolar civarındaydı. Bu rakam 1 milyar doların üzerine ancak 1973 yılında çıkabildi. 10 milyar doların üzerine 1987 yılında, 20 milyar doların üzerine ise 1995 yılında çıkabildi. 2002 yılında geldiğimizde ihracatımız 36 milyar doları ancak bulabilmişti. Yani 79 yılda ulaşabildiğimiz ihracat rakamı 36 milyar dolardı. 2014 yılında ise bu rakam, istatistiklere giren ihracat itibariyle 158 milyar dolara ulaştı. Bavul ticareti başta olmak üzere, aslında ihracat olan, ama yöntemi itibariyle istatistiklerde gözükmeyen faaliyetlerle birlikte bu rakamın 171 milyar dolara kadar ulaştığı ifade ediliyor.
Bu başarıyı ısrarla görmezden gelmeye çalışanlara, ülkemizin ihracatta dünyadaki durumunu bir başka rakamla ifade etmek istiyorum. 2002 yılında ülkemizin dünya mal ihracatındaki payı yüzde 0,56 düzeyindeydi. Bugün bu rakam, yüzde 0,8’i geçerek, yüzde 1’e doğru ilerliyor. Öyle ki, ülkemiz ihracatçılarının dünyada girmediği, ülke neredeyse kalmadı. Bunun için ben sizleri ayrıca kutluyorum, tebrik ediyorum.
Şu anda dünya genelinde 239 ülke veya bölgeye ihracat yapıyoruz. 81 vilayetimizin tamamı da ihracatçı unvanına sahip. Dün elinde çantası ile “bismillah” deyip, yola çıkan ihracatçılarımız, bugün dev TIR filolarıyla, gemilerle, uçaklarla dünyayı hakikaten küresel bir köy haline getirmiş durumda. Gittiğim her ülkede arkadaşlarımızı gördüğümde iftihar ediyorum. Kurlarda son dönemde yaşanan değişimi, ihracatçılarımızın en kısa zamanda fırsata dönüştüreceğine inanıyorum. Bundan da korkmuyorum, onu da çok açık, net söyleyeyim.
Bu büyük başarı hikayesinden dolayı, şahsım ve milletim adına her birinize şükranlarımı sunuyorum. Ben, 12 yıllık Başbakanlık döneminde hep ihracatçılarımızın yanında yer aldım. Her gittiğim ülkede, onların meselelerinin, sıkıntılarının, taleplerinin takipçisi oldum. Gerek ziyaret ettiğim ülkelerdeki temaslarımızda, gerekse bize gelen yabancı misafirlerimizle görüşmelerimizde, iş adamlarımızın meseleleri mutlaka en önemli gündem konularımızdan biri oldu. Bugün de, Cumhurbaşkanı olarak aynı anlayışla hareket ediyorum. Tüm temaslarımda ihracatçılarımızın ve tüm işadamlarımızın haklarını, hukuklarını, kazanımlarını korumanın çabası içindeyim. Ziyaret ettiğim ülkelerde, programın elverdiği ölçüde mutlaka ortak İş Forumlarına katılıyor, işadamlarımızın yanında olduğumuzu gösteriyorum.
Yarın Kazakistan’a gidiyoruz, Kazakistan’da Kazakistan Devlet Başkanıyla beraber oradaki iş forumunda birlikte olacağız ve iş adamlarımıza birlikte hitap edeceğiz, bütün bunları buna göre planlıyoruz. Ve daha sonraki haftalarda yine bu süreç aynı kararlılıkla devam edecek. İnşallah bundan sonra da sizlerle olan teşriki mesaimizi, yakın işbirliğimizi aynı şekilde sürdüreceğiz. Sizlerin de 2023 yılında, İstanbul’da bunu TİM yönetimiyle birlikte Dolmabahçe’de yapmıştık, 2023 yılında 500 milyar dolar ihracat hedefi sözünü tutma yönünde oradaki attığımız imzalar inanıyorum ki bu yöndeki gayretinizin devam ettiği kararlılığını da sizlerde görüyorum. Bu çabanız için de ayrıca şükranlarımı sunuyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Hatırlarsanız eskiden, dünyada işler yolunda giderken, biz sık sık krize maruz kalırdık. Son olarak 1994 ve 2001 krizlerini, büyük ölçüde kendi iç dinamiklerimizle çıkardık ve ağır bedeller ödedik. Biz, 2002 yılı sonundan itibaren ülkede tesis ettiğimiz güven ve istikrar ortamı sayesinde, Türkiye’de bu tür iç kaynaklı ekonomik krizler yaşanmasının önüne geçtik. Geçtiğimiz 12 yılda pek çok siyasi ve sosyal sorun yaşadığımız halde, bunların hiçbiri ekonomik bir krizin tetikleyicisi olmadı. Biz biliyorsunuz ihracata dayalı bir ekonomik anlayışı benimsemiştik ve bununla bu yolculukta devam ediyorduk. Fakat bu defa da, 2008 yılından itibaren dünyada çok ciddi bir finans krizi ortaya çıktı. Gelişmiş ülkeleri de derinden sarsan bu küresel krizin etkileri, hala devam ediyor. Ben o zaman, “Bu kriz Türkiye’yi teğet geçecek” demiştim. Geçmişte, kendi kendisine krize giren bir Türkiye’nin, küresel düzeydeki bir krizden en az hasarla çıkabileceğine pek çokları inanmadı. Benim bu sözüme karşı çıkanlar, hatta kendilerince bu ifadeyi alaya alanlar oldu.
Sonuçta, Türkiye bu krizi, 2009 yılındaki sınırlı bir gerilemeyle atlattı ve sonra da hemen toparlanarak yeniden büyüme sürecini devam ettirdi. Bilhassa 2010 ve 2011 yılında yüzde 9 seviyesinde bir büyüme orandı elde ettik. Son olarak, 2014 yılı büyüme oranı da yüzde 2,9 olarak gerçekleşti. Geçtiğimiz yıl gerçekleşen rakam, elbette bizim arzu ettiğimiz bir büyüme oranı değildir. Ama Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, gelişmiş ekonomilerin dahi hala ciddi sıkıntılar yaşadığı bir dönemde Türkiye’nin büyüme eğilimini sürdürüyor olması çok önemlidir. 2015 yılından başlayarak büyüme eğiliminin yeniden yükselişe geçeceğine ben inanıyorum, ama buna sizin de inanmanız lazım, çünkü bunu sizinle gerçekleştireceğiz ve en büyük görev burada ihracatçılarımıza düşüyor.
Türkiye’nin büyümede bugüne kadar sağladığı başarının da lokomotifi ihracatçılarımızdı. Sizler yeni pazarlar buldukça, yeni siparişler aldıkça, üretim artacak, istihdam artacak, ekonomi daha da canlanacaktır. Bu bakımdan hep birlikte milletimize karşı büyük sorumluluğumuz var. Daha çok çalışarak, daha çok gayret ederek, daha çok terleyerek, Türkiye’nin büyüme trendini yukarılara doğru yükseltmek mecburiyetinde olduğumuzu da dünyaya ilan edeceğiz. Ben tüm milletimle birlikte sizlere de güveniyorum.
Bu millet her zaman “olmaz” denilen şeyleri oldurmuş, “yapılamaz” denilen şeyleri yapmış, “başarılamaz” denilen şeyleri başarmış bir millettir. Çanakkale’den Cumhuriyetin kuruluşuna, rahmetli Menderes ve Özal dönemlerinden son 12 yıla kadar bunun pek çok örneği vardır. İnşallah, önümüzdeki dönem de, bu bakımdan yeni bir başarı hikâyesini hep birlikte yazacağımız bir dönem olacaktır. Ben buna yürekten inanıyorum.
Diğer yandan, ekonominin en çok istikrar ve güvene ihtiyacı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu konuda sizlerle şimdi burada bir derdimi paylaşmak zorundayım. Hep söylüyorum; Cumhurbaşkanlığı makamındayım, ama kenara, köşeye çekilmiş bir makamda değilim. Şimdi Türkiye’de gerek ihracat noktasında, gerek ekonomiyle ilgili konularda en hassas olması gereken kurumların içinde TÜSİAD geliyor. Ancak TÜSİAD Başkanı yaptığı açıklamalarla adeta istikrar ve güveni baltalamaya çalışan, temsil ettiğini iddia ettiği iş dünyasını tedirgin eden bir tavır içinde bulunuyor. Hadi Türkiye’nin tüm gerçekleri gibi ekonomiyi de okumaktan aciz birtakım siyasetçileri anladık, onlar sorumsuzluk yapıyorlar, onların menfaat dengeleri, menfaat ölçüleri farklı. Peki, en azından iş dünyasının hassasiyetlerine vakıf olması gereken TÜSİAD’ın Başkanına ne oluyor? Bu üslup yanlış. Enflasyondan bahsedecek kadar maalesef enflasyon ölçülerini göremiyor, bu yanlış. Cari açıktaki olumlu gelişmeleri görmeyecek kadar maalesef gözler adeta bu işlerde ama böyle şey olabilir mi? Ve Türkiye bir büyüme trendini, nerelerden alıp, nerelere getirdi bunlar ortadayken Türkiye’de bir istikrarsızlıktan bahsetmek kadar istikrarsız bir zihniyet olabilir mi? Şu anda TÜSİAD’ın mensuplarını yatırın masaya hepsi güçlerini 1’e 5 katladılar bunu kendileri bize özel görüşmelerde söylüyorlar. 1’e 5 katlıyorsun ve ondan sonra hala istikrarsızlıktan bahsediyorsun böyle bir şey olabilir mi? Yalnız bu ülkede bir istikrarsızlık olursa, bu yanlışın bedelini ödeyecek olan da şahsen TÜSİAD’ın Başkanı değil, tüm iş dünyası, tüm Türkiye’dir. Onun için TÜSİAD gibi kurumun başında olan insanlar ağızlarından çıkanı, kulaklarının duyması gerekir.
Ve şunu da çok açık söyleyeyim: Ben bazı konularda çok hassasımdır ve her şeyi belki somut olarak ortaya koymam ama kendisi onu düşünmesi lazım. TÜSİAD Başkanı’nın geçmişte Türkiye’ye ne tür bedeller ödettiğini gayet iyi bilen birisiyim. Onu değerli arkadaşlarımın inceleyip, ortaya çıkarması mümkündür. Hangi işle iştigal etmişse o iş sebebiyle yaptıkları ve ödettikleri bedeller ortadadır. Ve hangi denetim kurumunda ne gibi görevler yaptılar ve oralarda ne tür bedeller ödettiler bunun üzerinde iyi durulması lazım. Bundan sonra bu tür yeni bedellere biz fırsat vermeyeceğiz bunu da bilmeleri lazım. Sorumluluğunun bilinciyle hareket etmeyen bunun da hesabını verir. Ben bu noktada herkesten aklıselimle hareket etmelerini bekliyorum.
Değerli Kardeşlerim,
Türkiye’nin büyümesinden, güçlenmesinden, kalkınmasından milletimiz ve dostlarımız ne kadar memnunsa, içimizdeki bir takım gafiller ile dışardaki bir takım odaklar o kadar huzursuzdur, o kadar mutsuzdur. Bizim güçlenmememizi istemiyorlar, Türkiye güçlensin istemiyorlar.
Düşünebiliyor musunuz, bu ülkede büyüme oranı beklenenden düşük çıktı, enflasyon ve işsizlik şöyle azıcık kıpırdadı, bölgesel gelişmeler beklediğimiz gibi gitmedi diye adeta sevinç naraları atanlar var. Artık çok güçlü bir milli duruş sergilememiz gereken olaylar karşısında dahi yalpalayanlar, dengesizce tavır ortaya koyanlar, ifade serdedenler olduğunu görüyoruz. 31 Mart tarihinde Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan terör saldırısında bir kez daha bu duruma üzüntüyle şahit olduk. Savcımızın şehit edilmesini tek ses ve tek yürek olarak protesto edemeyenler bu olayı Hükümetin ve şahsımın aleyhine kullanabilmek için olmadık hezeyanlar ürettiler. Bu hadiseye devlet terörü diyecek kadar alçalan, insanlıktan çıkan, ülkesine ve milletine alenen ihanet içine giren kişiler gördük. Teröre terör, teröriste terörist diyemeyecek kadar bunları ifade edemeyecek kadar gözlerine perde inmiş, kalpleri kararmış olanları üzüntüyle ve ibretle takip ettik. Bu vesileyle şehit Savcımıza bir kez daha Rabbimden rahmet ailesine ve milletimizi de baş sağlığı diliyorum.
Benzer bir idrak tutulmasını, 11 Nisan’da, Ağrı’da bölücü terör örgütü tarafından güvenlik kuvvetlerimize yapılan saldırıda bir kez daha yaşadık, yaşıyoruz.
Değerli Kardeşlerim,
Ağrı’da yaşanan hadise şudur: Diyadin ilçesinin bir köyünde, ağaç dikme adı altında bir etkinlik yapılacağı bilgisi ilgili kurumlara ulaşıyor. Daha önce benzer adlar altında yapılan etkinliklerde, vatandaşlara seçimlerdeki tercihleri konusunda baskı yapıldığı haberleri alındığı için Valiliğimiz söz konusu etkinliğe izin vermiyor. Buna rağmen, hem etkinlik alanına gelmesi muhtemel katılımcıların güvenliğini sağlamak, hem de bölücü terör örgütü mensuplarının istismarına izin vermemek için, güvenlik kuvvetlerimiz, bölgede tedbir alıyorlar.
Bu çerçevede görev yapan jandarma birimlerimizden birinin üzerine, Tendürek Dağı tarafından geldiği anlaşılan bölücü terör örgütü mensupları tarafından ateş açılıyor.
Dikkatinizi çekiyorum, burada etkinliğe katılan vatandaşlara yönelik herhangi bir zor kullanma veya özel olarak planlanmış bir operasyon söz konusu değil. Sadece bölgeye gelen vatandaşların güvenliklerinin sağlanmasına ve bölücü örgüt mensuplarının bu etkinliği istismarının önlenmesine yönelik bir tedbir alınıyor.
Tabii güvenlik kuvvetlerimiz kendilerine açılan ateşe derhal ve misliyle karşılık veriyorlar. İlk ateş sırasında 4 jandarma personeli yaralanırken, çatışma sonunda 5 örgüt mensubu ölü, biri de yaralı olarak ele geçirildi. Bu vesileyle yaralanan jandarma personelimize acil şifalar diliyorum.
Bakınız, burada bir provokasyon varsa, bu devletin değil, terör örgütünün güdümündeki partinin kurguladığı bir provokasyondur. Yaralanan jandarma personelimizin kendi haline terk edildiği iddiası da külliyen yalandır. Yaralıları almak üzere bölgeye giden helikopterlere ateş açıldığı için, askerlerimiz hastaneye zor şartlarda ulaştırılmıştır. Askerlerimizin taşınmasına yardımcı olan siviller, bunu kendi istekleriyle askerlerimizle beraber yapmışlardır. Bölgede bulunan HDP mensupları bahane edilerek, bu meselenin istismarı vicdana ve ahlaka sığan bir davranış değildir.
Hadise bu kadar açık ve net bir şekilde ortada iken, bakıyorsunuz hemen, birileri meseleyi kendi meşreplerine göre başka taraflara çekmenin çabası içine girdi.
Öncelikle şunu ifade etmek isterim; Çözüm Süreci, ülkemizin ve milletimizin geleceği bakımından hayati öneme sahiptir. Bu sürecin en ciddi sorunu bu bakımdan, görüşme noktasındaki sıkıntılar olmuştur. Ve şunu çok açık net söylemek durumundayım: Bizler, bugüne kadar şu 12 yıllık süreç içerisinde hep acaba bu işi nasıl çözeriz? Bir, demokratik açılım dedik, arkasından bir Milli Kardeşlik Ve Beraberlik Projesi dedik, onun arkasından da Çözüm Süreci dedik, bu adımları attık. Ve bu adımları atarken Parlamento’daki temsilcileriyle arkadaşlarımızın zaman zaman görüşmeleri oldu. Fakat bunların hiçbirinde maalesef verilen sözler yerine getirilmedi. Biz ülkemizin ve milletimizin selameti için bu sürece ne kadar hassasiyetle yaklaştıysak, diğerleri de o derece nobran, o derece özensiz, o derece sinsi bir tavır ortaya koydular. Doğu ve Güneydoğu’suyla, Batı’sıyla, Güney’iyle, Kuzey’iyle tüm Türkiye’nin, tüm milletimizin sahip çıkması ve bizim milletimizin arkasında durmamız sayesinde süreç bu günlere kadar geldi.
Biz asıl büyük mutabakatı Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Gürcü’süyle, Boşnak’ıyla, Abaza’sıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla tüm milletimizle yaptığımız için çözüm sürecini bu günlere getirebildik. Açık söylüyorum, eğer iş bunlara kalsa şu anda ortada çözüm süreci filan olmazdı.
Değerli Kardeşlerim,
Ağrı’da yaşanan hadisenin, devletin Çözüm Süreci konusundaki duruşuyla kesinlikle bir ilgisi yok. Tam tersine bu olay, bölücü örgütün ve onunla aynı çizgideki siyasi partinin samimiyetsizliğinin bir defa daha ispatı mahiyetindedir.
Bunu, söz konusu siyasi partinin Genel Başkanı’nın ve diğer yetkililerinin ifadelerinde açıkça görmek mümkün. Neymiş efendim, bölücü örgüt mensupları da bu etkinliklere katılma hakkına sahipmiş. Siz kendinizi ne sanıyorsunuz. Siz bu devleti, bu milleti ne sanıyorsunuz. Çözüm Süreci, askeri bir zorunluluğun değil, siyasi bir kararın neticesi olarak başlatılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin, dün olduğu gibi bugün de, bölücü terör örgütünü bertaraf etme konusunda herhangi bir eksiği, herhangi bir sıkıntısı yoktur. Ancak, biz, geçmişte uzun yıllar uygulanan bu yöntemin işe yaramadığı gibi, başka sıkıntılara da sebep olduğunu gördük, tespit ettik.
Meselenin üstesinden gelinebilmesinin yolunun, tüm milletimizle birlikte bölge insanının da demokratik ve ekonomik sorunların çözümünden geçtiğine inandığımız için bu yola girdik. Hiç kimse yanlış değerlendirmesin. Devlet gücünü yitirmedi. Sadece, bizim milletimizle vardığımız mutabakat neticesi yöntem değiştirdi. Nedir bu? İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Daha önce neydi? Öncelikli anlayış devletti. İnsan geri plandaydı. Biz vatandaşına buyuran, vatandaşını ezen değil, insan odaklı, hak, hukuk, özgürlük, huzur, refah odaklı bir devlet yönetimine geçişin yolunu açtığımız için bu süreç başladı.
Milletimiz de, işte bu değerler etrafında şekillendirdiğimiz ortak gelecek tasavvuru çerçevesinde yürütülen çözüm iradesine, gerçekten çok büyük destek verdi. En büyük desteği de bölge insanından gördük. Kardeşliği yüceltmek, farklılıkları zenginlik haline dönüştürmek için, “analar ağlamasın” diye çıktığımız bu yolda, analar ve babalar başta olmak üzere, tüm milletimizden aldığımız hayır duayı çok iyi biliyoruz.
Biz, milletimizin hayır duasıyla yolumuza devam ederken, karşımıza sürekli bedduacılar çıkıyor. Ülkenin ve milletin bekası meselesi olan bu konuyu birtakım hesaplar adına eğip bükerek, çarpıtarak kamuoyu yönlendirmeye çalışan medya kuruluşlarını da ibretle takip ediyoruz; yazılı, görsel, bunun yanında sosyal medya, bunları da görüyoruz.
Milletimiz, dün birbirlerini yolda görse selam vermeyecek olanların bugün niçin birlik olduklarını, manşetlerinden, köşe yazılarından, ekranlarından dökülen sinsiliğin gerisindeki kini, nefreti gayet iyi görüyor. Ama ne yapsalar boş; başaramayacaklar.
Değerli Kardeşlerim,
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak, huzurlarınızda bir kez daha ifade ediyorum: Devletin güvenlik kuvvetleri dışında, elinde silahı olan herkes bu ülkenin ve milletin düşmanıdır. Bu silah, ister Ağrı’da Tendürek dağında olsun, isterse İstanbul’da Okmeydanı’nda, hiç fark etmez. Çünkü silahın olduğu yerde kan vardır, tehdit vardır, baskı vardır. Bu silahların namluları devletin güvenlik güçlerine değil, bizatihi millete çevrilidir.
Milletten demokrasi yoluyla, hukuk yoluyla alamadığı gücü, silahla elde etmeye çalışanlar, zavallılardır, korkaklardır. Hem silaha, şiddete, baskıya karşı samimi bir tavır ortaya koymayıp, hem de demokrasiden söz eden, açık söylüyorum, yalancıdır, ikiyüzlüdür, riyakârdır.
Biz Çözüm Süreci’ni kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz. Çünkü bu bizim milletimize taahhüdümüz, milletimize sözümüz. Biz sözümüzden dönmeyiz.
Ama, devletin ve milletin huzuruna, güvenliğine, geleceğine kast eden hiçbir saldırıyı da cevapsız bırakmayız. Gelinen noktada Çözüm Süreci’nin sağlıklı şekilde devam etmesinin şartı, silahların ebediyen terk edilmesidir. Öyle, silahların sınır dışına çıkartılmasından, oraya-buraya saklanmasından söz etmiyoruz. İrlanda da nasıl yaptıysalar, toprağa gömülecek, üzerine de beton dökülecek, ben ondan bahsediyorum, bunlar tespit edilecek. Bu yapılmadığı sürece, karşı taraf sözünde durmamış, ahdini yerine getirmemiş olacaktır; el’an da durum da budur.
Milletin desteğini onun gönlüne girerek, onun kalbini kazanarak değil, baskıyla, zorbalıkla, sindirmeyle elde edeceğini sananların hala silahtan medet umduğunu biliyoruz. Siyasetle silah, ateşle su gibidir. Birlikte olamazlar. Eninde sonunda biri diğerini imha eder.
Silahlı bölücü terör örgütüne destek vererek kendi meşruiyetlerini zayıflatanlar, bizzat o silahı tutanlar tarafından imha olmaya her geçen gün yaklaştıklarını bilmelidirler. Hiç kimse teröristi aklamak, askerimizi itibarsızlaştırmak için servise sundukları görüntülerin, yazdıkları senaryoların ardına saklanmaya çalışmasın. Bizim milletimiz Mehmet’ini, Mehmetçiğini, askerini gayet iyi tanır, gayet iyi bilir, bunu da kötülemeye onların gücü yetmez.
Bu istismarlar, terörist silahlarının namlularından çıkan kurşunları örtmeye yetmez. Bu senaryolar mürekkeple değil kanla yazılmıştır. Ellerine kan bulaşmış olanlar da kimseye insanlık dersi veremez. Önce o kanı temizlemeniz lazım.
Türkiye partisi olma iddiasında olanlar, önce bu ülkenin bütünlüğünü, milletin birliğini, beraberliğini, kardeşliğini hazmedecekler. Daha da ötesi siyasi parti olma iddiasındaysanız, önce milletin oyunu baskıyla, tehditle, tedhişle değil, rızayla, programınızla, vizyonunuzla almayı öğreneceksiniz. Aksi takdirde, parti ifadeniz tabelanızda, siyaset iddianız havada kalır.
Maalesef karşımızda, Çözüm Süreci’nde elde edilen bunca kazanımı, siyaset yoluyla, demokrasi yoluyla mücadele etme cesareti bulamadığı için, silaha, şiddete, kana feda eden aciz bir anlayış var. 6-8 Ekim olaylarında insanları sebepsiz yere sokağa döküp, Türkiye’de 40 kişinin ölümüne yol açanların barıştan söz etmeye hakları yoktur. Masum çocukların pencerelerden atılıp taşla kafalarının ezilmesine ses çıkarmayanlar, insan hakları lafını ağızlarına alabilir mi ? Teröristleri silah bırakmaya davet etmek yerine şehirlere inmeye teşvik edenler, siyasetin değil, terörün emrine girmiştir, can değil, kan peşindedir. Ama Türkiye bunu da aşar.
Geçmişte faşist tek parti CHP’sini yıkan, darbecileri, vesayet heveslilerini tasfiye eden bu millet, yeni faşist örgütlenmeleri de zihniyetini de en kısa sürede hak ettiği akıbete mahkum edecektir.
Teröre teslim olanlar, eninde sonunda, terörle birlikte yok olup gideceklerdir. Bugün Eski Türkiye manzaraları asla yaşanmaz; bundan herkes emin olsun. Ama Yeni Türkiye’de silahla, baskıyla, sindirmeyle arasına kesin sınırlar koyamayanlara yer olmadığını de herkes bilsin. Bu yanlışa düşenlerin tasfiyesini bizzat milletimizin kendisi yapacaktır. Ben, 7 Haziran seçimlerinin bu bakımdan da önemli bir dönüm noktası olacağına inanıyorum.
Değerli Kardeşlerim,
Sözlerimi tamamlamadan önce, Papa Françesko’nun, Ermenilerin 100 yıl önce, Müslümanlar başta olmak üzere, coğrafyamızdaki herkesle birlikte yaşadıkları acıları soykırım olarak nitelemesinden fevkalade üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum.
Malum, kısa bir süre önce Ankara’ya bir ziyareti olmuştu ve buradaki görüşmelerimizde ben farklı bir siyasetçi görmüştüm. Bakın din adamı demiyorum, farklı bir siyasetçi görmüştüm. Fakat bu açıklamalardan sonra, gerek siyasi kimliğindeki farklılık, gerekse din adamlığındaki farklılığı ben tamamıyla ne yazık ki çok çok farklı bir zihniyetin tarihten bu yana, yüz binler, milyonlarca insanın kıyımına neden olan anlayışın yeniden tezahürü gibi gördüm.
Burada bir kez daha, tarihi olayların kendi mecrasından, kendi gerçek zemininden çıkartılıp, ülkemiz ve milletimiz aleyhine bir kampanya aracı haline getirilmesine izin vermeyeceğimizi belirtmek istiyorum. Bakın bir İtalyan Avrupa Birliği’yle ilgili temsilci gayet güzel bir açıklama yaptı, biz Ermeni meselesiyle ilgilenmeyiz dedi. Biz Türkiye’nin özellikle her türlü alandaki şu anda mevcut çıkışını takip ediyoruz, bunları izliyoruz, biz buna bakarız dedi.
Tıpkı Kafkasya’da Çerkezlerin, Kırım’da Tatarların, Balkanlar’ın her yerinde Müslüman toplulukların yaşadığı trajedilere yüreğimizin yandığı gibi, Ermenilerin maruz kaldıkları sıkıntıları da biliyor ve üzülüyoruz. . Geçen yıl 23 Nisan’da yaptığım açıklama, dünyadaki tüm liderlere gönderdiğim açıklamayı hepsi biliyor, biz aynı yerdeyiz. Ama bu açıklamayı yaparken ben orada bir paragraf daha koymuştum, Ermeniler ülkemizde ölürken, aynı şekilde yine Ermeniler tarafından ve farklı ülkelerin buradaki mensupları tarafından Osmanlı’nın evlatları da öldürüldü, şehit edildi, bunları da orada ben kayda girmiştim.
Biz asla acıları yarıştırmak, acılar üzerinden bir meşruiyet elde etmek çabasında değiliz. Bugün Ermeni meselesini tartışmak istiyorsak, önce hadiseyi gerçek boyutlarıyla ortaya koymamız lazım. Bu da tarihçilerin işidir. Ne diyorum her zaman? Biz bütün arşivlerimizi açıyoruz, varsa Ermenistan da arşivlerini açsın, belgelerini ortaya koysun. Biz Silahlı Kuvvetlerimizin de arşivlerini açmaya hazırız, üçüncü dünya ülkelerinde varsa onlar da açsın. Ama bunların hiçbirine yanaşmayacaksınız, sadece siyasi lobilerle parlamentoları dolaşarak, oralardaki maalesef Ermeni diasporasının çok çirkin ilişkilerle meydana getirmiş olduğu bu ilişkiler neticesinde Türkiye aleyhinde netice almaya çalışacaksınız. Tarihçilerin işini siyasetçiler, din adamları aldığı zaman oradan hakikat değil, işte bugün olduğu gibi hezeyan çıkar. Ben bu vesileyle tekrar ortak komisyon çağrımızı yineliyor ve arşivlerimizi sonuna kadar açmaya açık olduğumuzu vurgulamak istiyorum. Ve Sayın Papa’yı da bu tür yanlışlara herhalde bir daha düşmez diye kınıyorum ve uyarmak istiyorum.
Değerli kardeşlerim…
Aslında Türkiye’nin yaşadığı hiçbir sıkıntı diğerinden bağımsız değildir. Bunların hepsi de birbirini besleyen, birbirine güç veren, adeta aynı prizmadan yansıyan farklı görüntüler gibidir.
Bölücü terör meselesinden Paralel Devlet Yapılanması ihanetine, ekonomideki dalgalanmalardan bölgemizde yaşanan olumsuz hadiselere kadar hepsi de birbiriyle ilişkili sorunlardır. Türkiye, geçtiğimiz 12 yılda 3 kat büyümemiş olsaydı, bugün 158 milyar dolar değil de sadece 58 milyar dolar ihracat yapıyor bulunsaydık, belki bu sıkıntıları böylesine derin hissetmeyecektik. Niye? O zaman çünkü, bakacaksınız bunlar bir taraftan zurna çalacaklar, öbür taraftan davulla birlikte yola devam edeceklerdi. 2023 hedeflerimiz olmasaydı ülkemiz belki bu kadar hedefte olmayacaktı. İşte bir Marmaray’ı gördükleri zaman dudakları uçukluyor, Üçüncü Köprünün şu anda tabliyelerinin döşenmeye başladığnıı gördükleri zaman dudakları uçukluyor. Şimdi tabi denizin altında, boğazın altında olduğu için Avrasya Tünelini görmüyorlar. Şimdi önümüzdeki yıl Avrasya Tüneli de bitecek oradan da geçtikleri zaman araçlarıyla beraber zaman iyice bunlar çılgına dönecekler. Hele hele Üçüncü Köprünün bitişi 2017, birinci etabı tabi, o bunları çok daha farklı bir konuma getirecek. Bütün bunlar Havalimanını kastediyorum, bütün bunlar, tabii bunları rahatsız ediyor beli. Peki, bunları yapmakta pişman mıyız? Asla. Hamdolsun Türkiye’yi buralara getirdik. Asıl ülkeyi 12 yıl idare edip de bunları yapmasaydık hesap sorulmayı hak etmiş olurduk. Bu millet artık kendisini yönetenleri, yönetmeye talip olanları sadece yaptıklarından değil, yapmadıklarından, yapamadıkların dolayı da sorguya çekme kültürüne sahip oldu.
Hatırlayın, 12 yıl önce Türkiye’de 26 tane havalimanı vardı, ama şimdi 53 tane havalimanı var bu noktaya geldik. 76 üniversitemizi vardı, şimdi 81 vilayetimizin tamamında 181 üniversiteye çıktık. Yani ne yaptık? İlmi anaokulu, ilkokul, orta, lise, üniversitesiyle yavrularımızın ağına götürdük. Eskiden yavrularımızı gönderebileceğimiz bırakın üniversiteyi, lise arıyorduk lise, şimdi böyle bir durum yok artık ayağında, üniversite ayağında. Çok farklı fakültelere gitmek isterse, o ayrı bir konu bunları başardık. Sık sık karşılaşıyoruz, vatandaşımız karşımıza dikiliyor ve şunları şunları yaptınız, çok da güzel yaptınız, ama şunları şunları da hala yapmadınız, diyor, ne kadar güzel. Demek ki, belli mesafeyi kat etmişiz, şimdi artık yani bazı estetik eksikleri yakalıyor vatandaş bu bir kültür şimdi, onu size hatırlatıyor. Bu seviyeye gelmekte bize ayrı bir mutluluk veriyor; demokrasi işte budur.
Şimdi ben de diyorum ki, daha fazlasını yapabilmek için artık aracı yenilememiz lazım. Bu sistemle diyorum ki, artık bir patinaj var, daha fazlası için daha güçlü bir sisteme ihtiyaç var. Yeni Türkiye’yi kurmak için yeni bir sisteme ihtiyaç var, bunun yolu da yeni anayasadan geçiyor, yeni anayasayla birlikte başkanlık sistemini kurmaktan geçiyor. İnşallah önümüzdeki dönem bu değişimi de hayata geçireceğimize inanıyorum, bu konuda ihracatçılarımızdan da destek bekliyorum.
Sizler hem bugüne kadar elde edilen başarıların en yakın şahidisiniz, hem de bundan sonra yapılması gereken işleri en iyi bilenlersiniz. Bu da size yeni Türkiye yolunda çok önemli bir sorumluluk yüklüyor. Buradaki her bir arkadaşımın meselesinin bütününe vakıf olduğuna inanıyorum.
Bu düşüncelerle bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne teşrifleriniz için sizlere teşekkür ediyor, hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.