Çok Değerli Muhtarlarımız,
Değerli Kardeşlerim,
Hepinizi en kalbi duygularımla selamlıyorum. Milletin evine, Cumhurbaşkanlığı Külliyesine hoş geldiniz.
Sözlerimin hemen başında, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz, Değerli Sanatçımız Kayahan Açar’a Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Kayahan Kardeşimizi, bir şarkısında ifade ettiği şu güzel sözlerle daima hatırlayacağız. “Ben Anadolu Çocuğuyum/ Böyle Geldim Dünyaya/ Pişman da Değilim/ Başakları Ellerimle Büyütürüm Ben/ Başaklar Eğilir Ben Eğilmem.” Bu milletin, bu coğrafyanın kalbinin, yüreğinin sesi, nefesi olan Kayahan’ı bir kez daha rahmetle anıyorum.
Diğer yandan, geçtiğimiz Cumartesi gecesi Fenerbahçe Spor Kulübümüzün kafilesini taşıyan otobüse yapılan silahlı saldırıyı da, huzurlarınızda şiddetle kınadığımı ifade etmek istiyorum. Bu saldırıda yaralanan otobüs şoförümüze Allah’tan acil şifalar diliyorum. Fenerbahçe Spor Kulübümüze, futbolcularımıza, teknik heyetimize, taraftarlarımıza ve tüm milletimize geçmiş olsun, dileklerimi sunuyorum. Tüm spor dalları gibi futbolun da esası centilmenliktir; öyle olmalıdır. Şiddetin, hele hele silahlı saldırının olduğu yerde spor bitmiş, yerine vandallık gelmiş demektir. Futbolu bahane ederek, vandallık yapanlar, sadece kendi takımlarına değil, tüm ülkeye, tüm millete ihanet ettiklerini bilmelidirler. Bu tür hadiselere karşı, gerek kulüplerimizin, gerekse ilgili tüm kurumlarımızın gerekli tedbirleri en kısa zamanda alacaklarına ve en etkili şekilde uygulayacaklarına inanıyorum.
Bu olayla ilgili de İçişleri Bakanlığımız yoğun bir çalışmayla şu anda zaten kısmi olarak baz delilleri ele geçirmenin yanında, bazı şu anda emareler de gözaltında ve bunlarla ilgili çalışmalar, değerlendirmeler de devam ediyor.
Değerli Kardeşlerim…
Bugün Muhtarlar Buluşmamızın 6’ncısını gerçekleştiriyoruz. İlk olarak 27 Ocak’ta başlattığımız bu buluşmaları, ortalama 10’ar ilden 400’er kişilik gruplar halinde bugüne kadar sürdürdük. Bugün de, 10 ilimizden; Amasya’dan, Gaziantep’ten, Kahramanmaraş’tan, Kilis’ten, Tokat’tan, Samsun’dan, Trabzon’dan, Rize’den, Bayburt’tan ve Artvin’den gelen 393 muhtar kardeşimizle; sizlerle birlikteyiz.
İnşallah bu şekilde devam ederek, 50 bin muhtarımızın tamamıyla bu Külliyede bir araya gelmenin, hasbihal etmenin, soframızı paylaşmanın arzusu içindeyiz. İçinde bulunduğumuz bu bina ve yanlarındaki iki blok, Cumhurbaşkanlığı Külliyemizin resmi tören ve kabullerin yapıldığı, çalışma ofislerinin yer aldığı bölümü oluşturuyor. Külliyetimiz, elbette sadece bu binalardan ibaret değil. Hemen karşımızda, ülkemize ve Ankara’mıza yakışacağına inandığım bir cami ile onun yanında konferans ve sergi salonlarının içinde yer aldığı bir binanın, bir kongre merkezinin inşası sürüyor. İnşallah bunları da en kısa sürede tamamlayarak hizmete sunacağız. Onların hemen altına ise, içinde 2 bin kişilik çok amaçlı bir salonun, yemekli toplantıların, sergilerin yapılabileceği bir bina inşa edilecek. Onun da projesi şu anda bitmek üzere. Bu bina tamamlandığında, muhtarlarımızla buluşmalarımızı orada sürdüreceğiz. Yani bu demektir ki, aynı anda 400 değil, 2000 muhtarımızı davet edebileceğiz. Aynı şekilde illerimizden gelen çok sayıda ziyaret talebi var, bu misafirlerimizle de orada biraya gelecek, hasbihal edecek, soframızı paylaşacağız..
Yine aynı bölgede, içinde 5 milyon cilt kitabın yer alacağı, 24 saat açık olacak, ülkemizin en büyük kütüphanelerinden birini kuruyoruz.
İnşa edilmekte olan cami ve konferans salonu ile yakında yapımına başlanacak olan çok amaçlı salon ve kütüphane, tamamen halka açık, arzu eden herkesin faydalanabileceği mekânlar olacak. Böylece ülkemize, Türkiye’nin büyüklüğüne, milletimizin tarihine ve kültürüne yakışır bir Cumhurbaşkanlığı Külliyesini kazandırmış olacağımıza inanıyorum.
Değerli Kardeşlerim,
Türkiye’nin doğrudan milletin oylarıyla göreve gelmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak, Cumhurbaşkanlığı’nı millete kapatmam, sadece protokol işlerinden ibaret bir mekân olarak kullanmam asla söz konusu olamaz. Ben, 40 yılı bulan siyasi hayatımın tamamını milletimle birlikte geçirdim, bundan sonra da aynı şekilde yoluma devam edeceğim. . Burayı bir hizmet makamı olarak görüyorum, bir hakim makamı olarak, otorite makamı olarak asla görmedim, görmüyorum. Milletimle arama hiçbir zaman aracı koymadım, bundan sonra da koymayacağım.
Cumhurbaşkanlığı görevini devraldığımız günden bu yana 15 vilayetimizi ziyaret ettim, bundan sonra da her fırsatta bu ziyaretleri sürdüreceğim. İnşallah 81 vilayetimizin tamamına gidecek, milletimle sohbet edecek, istişare edecek, hasret gidereceğim. Zaten milletimin temsilcisi olan sizleri de burada ağırlamak suretiyle bunları çok daha güçlendiriyoruz, güçlendireceğiz. Türkiye’nin ihtiyacı, köşesine çekilip hiçbir şeye karışmayan değil; tam tersine, çalışan, koşan, terleyen bir Cumhurbaşkanıdır.
Türkiye’nin, içeride ve dışarıda, tüm meseleleriyle ilgilenmek; görüşlerimi, tekliflerimi, eleştirilerimi ifade etmek; benim milletime karşı hem taahhüdüm, hem sorumluluğum. Cumhurbaşkanlığı makamına, her şeyden el-etek çekmek için değil, tam tersine, ülkeme ve milletime daha çok, daha büyük hizmetler vermek için geldim. Milletim beni bunun için bu göreve getirdi. Beni, yüzde 52 oyla bu makama getiren vatandaşlarım da, inanıyorum ki, aynı beklenti içinde, aynı hissiyat içinde. Siz muhtar kardeşlerimin de aynı duyguları paylaştığına inanıyorum. Çünkü sizler de seçimle işbaşına geliyorsunuz, atanarak işbaşına gelmiyorsunuz. Sizin de hesap verdiğiniz bir makam var değil mi? Neresi bu makam? Bu makam, İçişleri Bakanlığı değil, bu makam, Başbakanlık değil, bu makam, Cumhurbaşkanlığı değil. Bu makam neresi? Millet, millet, halk, bunu göreceğiz.
Mahallesiyle, mahalle halkıyla irtibatını kesmiş bir muhtar düşünülebilir mi? Mahallenin ihtiyaçları için, gerekiyorsa kaymakamlığın, valiliğin, belediyenin kapısına dayanmayan, taleplerini ifade etmeyen, bunların takibini yapmayan muhtara, muhtar denir mi? Mesele bu. Mahallesindeki garipleri, fakirleri, muhtaçları tespit etmeyen, bunların dertlerine derman olmak için çalışmayan bir muhtar olabilir mi? Sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde, mahallenin esnafıyla, eşrafıyla dayanışma içinde hizmet üretmek için çaba göstermeyen muhtar, bulunduğu yerin hakkını verebilir mi? Dargınları, küskünleri barıştırmanın gayreti içinde olmayan muhtarın sözü dinlenir mi? Allah aşkına, mahallesinde hangi evin bacası tütmüyor, hangi evde yas, hangi evde düğün var, bunu bilmeyenden muhtar olur mu? İşte ben de tüm bunları, bir nevi “Türkiye Muhtarı” olarak, ülke çapında yapmanın mücadelesi içindeyim.
Buradaki her bir muhtarımızın, görevini hakkıyla yaptığına, bunun gayreti içinde olduğuna inanıyorum. Ben de aynı şekilde görevimi bihakkın yerine getirmeye çalışıyorum. Bunun için beni eleştireceklerse, varsın eleştirsinler. Ne diyor atalarımız; “Meyve veren ağaç taşlanır”. Hiçbir iş yapmayıp, bu eleştirilerden uzak kalmaktansa, çalışıp mücadele ederek, bu eleştirilere göğüs germeyi hep tercih ettik, bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğiz. Milletimizle birlikte çıktığımız yolda Türkiye’yi 2023 hedeflerine ulaştırana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.
Değerli Kardeşlerim,
Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta bugün, 31 Mart Salı günü, İstanbul’daki Çağlayan Adliye binasında bir terör saldırısı yaşandı. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz, odasına giren 2 terörist tarafından şehit edildi. Aynı olayda, 2 terörist de güvenlik güçlerimiz tarafından ölü olarak ele geçirildi.
Öncelikle, bu alçakça saldırıda şehit edilen Cumhuriyet Savcımız Mehmet Selim Kiraz’a, Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Ailesine, meslektaşlarına, sevenlerine ve tüm milletimize bir kez daha başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
İnşallah Şehit Savcımızın ismini ve aziz hatırasını ilelebet yaşatacağız. İşlemlerin tamamlanmasının ardından Çağlayan Adliyesi, artık Şehit Savcımızın ismiyle anılacak. Şüphesiz bu olay, birçok bakımdan üzerinde hassasiyetle durulması, dersler çıkartılması, ibret alınması gereken bir hadisedir.
Öncelikle, bir kısım basın-yayın kuruluşlarının, en başından itibaren bu hadiseyi insanlığa, ahlaka, vicdana, hakka, hukuka sığmayacak şekilde verdiklerini ifade etmek isterim. Mağdurun değil teröristlerin yanında yer alan bu basın-yayın kuruluşlarını şiddetle kınıyorum. Sayfalarını ve ekranlarını teröristlerin propagandalarına sonuna kadar açan bu kuruluşlar, bana göre, Savcımızın şehit edilmesine ortak olmuşlardır. Teröristlerin, bu eylemdeki amacının, asla intikam olmadığı ortadadır. Çünkü bu Savcımız, eyleme konu edilen hadisenin faillerini bulmak için çalışan, bu yönde gayret gösteren ve önemli mesafe kaydeden birisidir.
Savcımızı öldürmenin, eyleme konu edilen olayın aydınlığa kavuşturulmasına hizmet etmeyeceği de açıktır. Tam tersine, bu saldırının amacı, hadisenin karanlıkta kalarak, terör örgütünün ve onlarla aynı çizgideki tüm kesimlerin, meseleyi bir propaganda olarak kullanılmasını temin etmektir.
Teröristlerin propaganda aracı olarak hizmet veren basın-yayın kuruluşları da, bilinçli olarak aynı amaca hizmet ediyorlar. Demokrasinin, hak ve özgürlüklerin beşiği olarak kabul edilen Batı ülkelerinin hiçbirinde böyle bir duruma asla şahit olamazsınız. Bu ülkelerde, terörün ve teröristin propaganda aracı haline dönüşen basın-yayın kuruluşlarının kapısına, anında, hukuk eliyle, kilit vurulur. Türkiye’de bu konuda, maalesef çok yanlış, çok sıkıntılı bir durum var.
Batı ülkelerinin de bu konudaki çifte standardını çok çok iyi biliyoruz. Kendi ülkelerinde, bu noktada en küçük bir harekete izin vermeyen ülkeler, Türkiye benzer tedbirleri almaya kalktığında, sözüm ona demokrasi ve özgürlük adına hemen karşımıza dikiliyorlar.
Bu, ülkemizdeki bir kısım basın-yayın kuruluşlarının da sürekli ortaya koydukları bir yaklaşımdır. Geçmişte bunun pek çok örneğini yaşadık. Teröristler tarafından bindiği otobüste diri diri yakılan masumları görmezden gelenler, terör eylemi gerçekleştirirken ölenleri adeta bayraklaştırdılar.
Her iki hadise karşısında aynı tavrı gösterseler, samimiyetlerine, dürüstlüklerine, demokrasi ve özgürlük iddialarına inanacağız. Ama gerçekler ortada. Masumu unutturanlar, teröristleri baş tacı ederek, teröriste “çiçek çocuk” muamelesi yaparak asıl niyetlerini, asıl kişiliklerini, asıl amaçlarını ifşa ediyorlar. Türkiye, bu anlayışla yoluna devam edemez. Bu konuda, mutlaka, en azından Batı ülkelerindeki standartlara yakın bir uygulamayı hayata geçirmeliyiz. Batı’daki güya basın meslek kuruluşları, insan hakları örgütleri tarafından “hapisteki gazeteciler” diye sürekli önümüze çıkartılanlar, işte bu tür teröristlerdir.
Geçen geldiler ve içerideki basın mensuplarının serbest bırakılması konusunu Bakanımızla da, benimle de görüştüler. Dedim, ‘sizin bu basın mensubu dediklerinizin kim olduğunu biliyor musunuz? Bunlar polis katilidir, bunlar bekçi katilidir, bunlar bankamatik soyguncusudur’. Eline bir tane basın kartı uydurmuş, onunla beraber dolaşanlar bunlar ve bunların şu anda mahkûmiyetleri kesilmiş. Bunlar asker öldürmüşler, bomba atmışlar, bunlar ruhsatsız silah kullanmışlar, gazeteci diye bunları sıfatlandırıyorsunuz ve ülkemiz aleyhine bunları malzeme olarak kullanıyorsunuz. ‘Var mı başka diyeceğiniz’ dedim, hiçbir şey söyleyemediler. Ama tabii döndüler, döndükten sonra yine aynı şeyleri yazdılar, çizdiler, raporlarına döktüler.
Kardeşlerim,
Artık bu oyunları hep birlikte bozacağız. Şu anda yaşanan olayda ben bir açıklama yaptım, yurt dışından geliyordum olay olduğunda, Romanya’dan. Dedim ki; adalet saraylarına, adliyelere giren tüm insanlar, buna avukatlar da dahi,l hepsi aranmalıdır dedim. Düşünebiliyor musun, vakanın olduğu günde hemen örgüt, o örgütle dayanışma içinde olanlar, Adalet Sarayına bindirerek içeri girmek cübbeleriyle beraber,’ bizi arayamazsınız, çantalarımızı arayamazsınız vesaire bu tür ifadeler kullanmaya başladılar. Ve hemen bağlı oldukları baro veya barolar, onlar da ‘asla biz buna müsaade etmeyeceğiz’ dediler, ‘bu yargının susturulmasıdır’ dediler, bu avukatların susturulmasıdır dediler.
Değerli arkadaşlar,
Çok açık, net olarak söylüyorum; evet herkes aranacak, aranmalıdır. Danıştay’da yaşanan olayı hatırlıyorsunuz değil mi? Olduğu zaman bunlar kıyamet koparmadı mı o zaman? Ne dediler? Mürteciler Danıştay mensubumuzu şehit ettiler dediler. Sonra ne çıktı arkasından? Yine bunlar çıktı.
Değerli Kardeşlerim;
Bizler bir şeye inanıyorsak bunun hakkını vereceğiz. Sen avukat mısın, dürüst müsün? Tamam, niye aranmaktan çekiniyorsun? Çantanı da göster, X-Ray’den geçsin, sen de X-Ray’den geç, bu iş olsun bitsin. Çünkü yarın vatandaş ne diyor? ‘Güvenlik güçleri görevini yerine getirmedi’ diyor, ‘aramadı’ diyor. Hakikaten öyle. Sahte bir cübbe koltuğunun altında, bir diğeri de elinde şemsiye, düşünebiliyor musunuz içeri giriyorlar, 6 kat yukarı çıkıyorlar ve Savcımızın odasına girmek suretiyle bu fiili işliyorlar.
Şimdi sormak lazım; Ey Baro Başkanı, sen de telefonla görüştün bu teröristlerle, hangi neticeyi aldın? Hiçbir netice alamadın. Hani senin sözün çok dinleniyordu, alsaydın bir netice, niye alamadın? Bu terörist, terörist, bunu bileceksin, bunu göreceksin ve sen de bulunduğun makam sebebiyle gazetelere böyle çarşaf çarşaf ilanlar vermek suretiyle kimseyi ürkütemezsin. O senin yaptığın hareketler eski Türkiye’deydi, artık eski Türkiye yok, şimdi yeni Türkiye var. Sen de tüm avukatları temsil etmiyorsun, bunu bil; bir. İki; yargı olayının da sen üçte birinin şu anda ancak bir bölümünü temsil ediyorsun. Adeta yargı adına da konuşuyorum havasına girme, o da ayrı bir konu.
Bunları milletçe çok iyi bilmemiz lazım. Eğer bunları milletçe çok iyi bilirsek, işte böyle ikide bir bunlar ortaya çıkmak suretiyle bizlere kan ağlatmazlar.
Değerli Kardeşlerim,
Biz, en başından beri Gezi Olaylarının, 17-25 Aralık darbe girişiminin gerisindeki gerçekleri milletimize anlatmak için gayret gösteriyor, mücadele ediyoruz. Israrla diyoruz ki, Gezi Olaylarının amacı asla ağaç sevgisi, çevreye saygı değildir. Bu olaylar, Türkiye’de sokakları terörize ederek, milli iradeye ve onun meşru kurumları olan Meclise, Hükümete, siyasete yönelik, ideolojik bir darbe girişimidir. Gezi Olaylarının baş aktörleri, Savcımızı şehit eden katillerle aynı çizgideki örgüt mensuplarıdır, aynı gayeyle hareket eden marjinallerdir.
Onlara kendilerini kullandırtan güruh içinde, ağacın, yeşilin gerisindeki silah namlularını, karanlık emelleri göremeyenler elbette vardır. Ama bu, Gezi eylemlerinin asıl yüzünün, oradaki asıl niyetin ne olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Meşru siyaset yoluyla ülke yönetimine gelemeyeceğini gören kifayetsiz siyasetçiler de, kaos ortamından kendilerine bir iktidar çıkarma umuduyla, bu oyuna destek vermişlerdir. Hamdolsun milletimiz, irfanıyla, idrakiyle, basiretiyle kurulmaya çalışılan tezgâhı çözmüş ve arkamızda dimdik durarak, bu oyunu bozmuştur, burası çok önemli.17-25 Aralık darbe girişimiyle, aynı oyun, bu defa emniyet ve yargı içindeki bir çete aracılığıyla ve farklı yöntemlerle tekrarlanmaya çalışıldı.
Gezi’de umduklarını bulamayan aynı kifayetsiz siyasetçiler, 17-25 Aralık girişimine de destek vermişler, kendilerini gönüllü olarak bu çeteye kullandırtmışlardır. Bu çetenin mensubu olduğu yapının içinde olup da, hala bu gerçekleri göremeyenler varsa, artık onlara diyecek bir sözümüzün kalmadığı da bilinmelidir. Biz, milletimizin desteğiyle, hamdolsun bu oyunu da boşa çıkardık. Tüm bu gerçeklere rağmen, ısrarla birileri, hem Gezi Olaylarını, hem de 17-25 Aralık darbe girişimini demokrasi, hak, özgürlük, hukuk gibi kavramların arkasına gizleyerek, meşrulaştırma çabasından vazgeçmiyor.
Çağlayan baskınında bahane olarak kullanılan mesele, işte bu çabaların en önemli araçlarından biridir. Bir terör örgütünün organizasyonuyla, kesintisiz olarak sürdürülmeye çalışılan bu istismara gönüllü olarak alet olan herkes, şehit edilen Savcımızın katline destek verdiğini bilmelidir.
Artık, muhalefet partileri başta olmak üzere, hiç kimse, ısrarla bu hadiseleri meşrulaştırma, masum talepler ve hukuk arayışı olarak gösterme gayretini devam ettiremez, ettirmemelidir. Bu saldırı, meselenin sadece ve sadece teröre, teröriste destek vermenin ötesinde bir anlamı olmadığını, acı bir şekilde gösterdi.
Açık söylüyorum: Teröriste terörist diyemeyen, teröristin ortağıdır. Bu eyleme terör eylemi diyemeyen herkes, terörün açık destekçisidir. Kimi CHP milletvekillerine, HDP milletvekillerine bakıyorsunuz, teröriste terörist demedikleri gibi, onlara müdahale eden güvenlik güçlerini suçlayan, onları “devlet terörü” ile itham eden görüşler sarf ediyorlar. Yani Savcımızı öldüren terörist masum, onlara müdahale eden güvenlik güçleri ise güya “devlet terörü” uygulayan suçlular. Ben o güvenlik güçlerimizi tebrik ediyorum, kutluyorum, onlar görevlerini yaptılar.
Düşünebiliyor musun? Savcımızın ağzını bantlıyorlar, bütün vücudunu koli bandıyla bağlıyorlar, o şekilde orada 8 saatlik bir süreç yaşatıyorlar ve buna karşı 8 saat her yola güvenlik güçlerimiz başvurdu değil mi? İşte Baro Başkanını getirtti, öbür taraftan babayı getirtti, onlarla görüştürttü, vesaire ama hiçbir netice alınamadı. Niye? Bunların bağlı oldukları yerler vardı. Ama ne kadar onurlu, ne kadar şahsiyetli bir Savcı ki onların elinden bir bardak suyu dahi almadı, içmedi.
Çeşitli meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de maalesef bu tavırlar içinde olduğunu görüyoruz. İster parti genel başkanı olsun, ister milletvekili olsun, ister şu veya bu kurumun başkanı olsun, hiç fark etmez. Hiç kimsenin sıfatı, gerçekte terör yardakçısı, terör şakşakçısı, terör destekçisi olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Elinde silahıyla, sadece görevini yapan Savcımızı öldürenlerin olduğu gibi onları destekleyenlerin de sıfatı aynıdır: Terörist.
Bunlara siyasetçi demek, bunlara şu kurumun temsilcisi demek, bunlara şu medyanın mensubu demek yanlıştır. Bunlar teröristlerle kol kola yürüyen, dökülen tüm kanlar ellerine, alınlarına bulaşmış alçaklardır, hainlerdir. Maalesef, şehit olan Savcımızın ailesine başsağlığına gitmeyenlerin, koşa koşa teröristlerin ailelerine başsağlığına gittiklerini gördük.
Teröristlerden birinin avukat kisvesiyle adalet sarayına girdiği, görüntülerle ortaya çıkmışken, ısrarla arama yaptırmadan o binaya girmek isteyenleri, bu tür avukatlara şahit olduk. Bu terörist eylemi açıkça kınamak yerine sürekli “kem-küm” edenleri, “ama” diyenleri, böylesine önemli bir konuda dahi milli duruş sergileyemeyenleri ibretle takip ettik. Düşünebiliyor musunuz? Bir milli duruş sergilemek için o gün siyasi partilerin genel başkanlarının, Eyüp Sultan Camii’nde o cenaze merasiminde birlikte saf tutmaları gerekmez miydi? İktidar Partisi’nin Genel Başkanı dışında ve halef-selef olduğumuz Cumhurbaşkanı’nın dışında geçmişten gelen böyle bir temsilci yoktu, Meclis Başkanımızın dışında yoktu. Acaba niye gelmediler, neden gelmediler, çok hayati bir şeyleri mi vardı?
Bir yanda şehit Savcımızın muhterem babasının, oğlu Muhammed’in ve ailesinin tevekkülü vardı, diğer tarafta ise işte bunlar vardı. Milletimiz hepsini de görüyor, hepsini de irfan defterine kaydediyor. Ama artık, “şu ne der”, “bu ne der” kompleksini bir kenara bırakarak, yasamanın, yargının ve yürütmenin de üzerlerine düşeni yapması gerektiğine inanıyorum.
Değerli Kardeşlerim,
Türkiye’nin köklü bir yeniden yapılanmaya, yeni bir sisteme ihtiyacı olduğu gerçeği, her geçen gün çok daha iyi anlaşılıyor. Yıllarca bizim Yeni Anayasa çağrılarımıza kulak tıkayan, başlattığımız çalışmaları çıkmaza sokmak için ellerinden gelenleri yapanlar, bugün de aynı şekilde davranıyor, aynı şekilde hareket ediyorlar. Hâlbuki Türkiye, 10 Ağustos 2014 tarihi itibariyle yeni bir döneme girmiştir. Biz, bu sürece Yeni Türkiye diyoruz.
Bu tarih itibariyle Yeni Anayasa meselesi, artık bir tercih olmaktan çıktı, bir zorunluluk haline dönüştü. Çünkü yüzde 52, artık yeni Türkiye diyor, yeni anayasa diyor.
Tabii ki yeni anayasayla birlikte millet aynı zamanda başkanlık sistemi diyor, bunu meydanlarda konuştuk. Mevcut parlamenter sistemimizde cumhurbaşkanı, hükümet, Meclis, yargı ve pek çok kurum arasındaki ilişkiler zaten sorunluydu, bunları yaşadık, 12 yıl boyunca yaşadık.
Sistem sık sık krize girdiği için darbelere, darbe ve vesayet heveslerine uygun bir iklim ortaya çıkarıyordu, geçmişte bunları hep yaşadık. Düşünebiliyor musunuz? Çok partili siyasi dönemde bu ülke 16 ayda bir hükümet değiştirmiştir. Bu ülkede istikrar olur mu, bu ülkede güven olur mu, bu ülkede kalkınma olur mu? Fakat bakın tek partili bir iktidar yakaladık, 2002 Kasım ve düşünebiliyor musunuz? Bir anda 230 milyar dolardan 840 milyar dolara ne yaptık? Çıktık. Bu böyle oldu. Ama şimdi de burada ne var? Bir patinaj var, şimdi bunu da aşmamış lazım. Bunu aşabilir miyiz? Aşarız. Neyle? Başkanlık sistemiyle.
Yaklaşık 70 yılı bulan çok partili siyasi hayatımızın toplam 30 yılı güçlü tek parti yönetimleriyle geçerken 40 yılımız darbe ve koalisyon dönemleriyle adeta heba oldu. Türkiye’nin bugüne kadar elde ettiği tüm önemli kazanımların da bu 30 yılın eseri olduğunu görüyoruz.
Bu tecrübe ışığında, bir daha darbelere, vesayet girişimlerine, krizlere meydan vermeyecek yeni bir sisteme ihtiyacımız var. Biz, yeni anayasa arayışlarını işte bu bakımdan önemli bir fırsat olarak görüyoruz. Yeni anayasayla birlikte başkanlık sistemini de burada gündeme getirmek durumundayım. Yeni Türkiye işte bu temeller üzerinde yükselecektir.
Biz başkanlık deyince, bakıyoruz birilerinin adeta tüyleri diken diken oluyor. Niye, neden? Bunları gören de, Türkiye 70 yıldır mükemmel bir parlamenter sistem tecrübesi yaşıyor, başkanlık sistemiyle bu kazanımdan vazgeçiyor sanır. Niye o zaman 10 yılda bir bu ülkede, ihtilaller oluyordu ya, neden? Demek ki sağlıklı olmamış bu iş.
Şu anda G-20 ülkelerinin en ileri 10 tanesi başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Bunlar o zaman akıllarını mı yitirdiler de başkanlık sistemini kullanıyorlar? Bunların içerisinde dünyanın işte en ileri ülkeleri, başta Amerika olmak üzere, bakıyorsun Meksika, Arjantin, Brezilya, öbür tarafta Rusya, Fransa, bütün bunlar başkanlık sistemiyle; sadece bunların içinde Fransa yarı başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Ve şöyle bir 70 yılın icmaline bir bakıyoruz, 40 yıllık bir kaybımız var, bu kaybın milletimize hem can, hem mal olarak, çok büyük bir maliyeti söz konusu. Geçtiğimiz 12 yılda gerçekleştirdiğimiz büyük atılım olmasaydı, bugün Türkiye’nin dünyada nerede yer alacağını takdirlerinize bırakıyorum.
Şu gerçeği görmek ve kabul etmek mecburiyetindeyiz: Mevcut sistemle buraya kadar, daha ileriye gitmek istiyorsak sistemi değiştirmek zorundayız. Aksi takdirde yeniden patinaj yapmaya, yeniden yerimizde saymaya, hatta Allah göstermesin, gerilemeye başlarız.
Meseleye bu açıdan baktığımızda, hem dünyadaki mevcut uygulamalar, hem de kendi devlet geleneğimiz, bize başkanlık sistemini işaret ediyor. Dünyada başkanlık sisteminin çok farklı uygulamaları var, az önce söyledim, Amerika Birleşik Devletleri, Güney Amerika ülkelerindeki uygulamalar, Fransa yarı başkanlık sistemi, daha farklı bir örnek olarak bunlar karşımızda bulunuyor. Tüm bunları inceleyerek kendi ihtiyaçlarımızı, kendi kültürümüzü de önümüze koyarak, bir başkanlık sistemi oluşturabiliriz. Bunu özellikle de Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları sırasında zaten böyle bir çalışmayı yaptık, ama maalesef orada da beklenen noktaya gelinemedi, çünkü bundan gocunanlar var. Neymiş efendim? Türkiye’ye mahsus başkanlık sistemi olmazmış. Niçin olmasın? Kendimize bu güvensizlik niye? Nihayetinde seçimi yapacak ve hesap verilecek merci millet değil mi?
Burada bir kez daha söylüyorum; başkanlık sistemine karşı çıkanlar, aslında milletle, milli iradeyle yüzleşmekten korkuyorlar, sıkıntı burada. Milletten alamadıkları veya alamayacakları desteği kanatları altına sığındıkları vesayet odaklarında bularak yıllarca gizli iktidarlarını sürdürenler, başkanlık sistemiyle bu güçlerini yitirecek olmanın telaşı içindeler. Türkiye’nin geleceğini kendi geleceklerine feda edenlerin dönemi artık bitiyor. Bu ülkede son 12 yıldır gizil iktidarların yerini milletin iktidarı aldı, inşallah bundan sonra da aynı şekilde devam edecek. Artık Türkiye tüm gücünü, tüm imkânlarını, tüm enerjisini 2023 hedefleri için seferber edecek, bununla da kalmayacak 2053 ve 2071 vizyonlarının hazırlıklarına başlayacak; işte yeni Türkiye budur, yeni anayasa işte bunun için gerekli, başkanlık sistemine bunun için ihtiyaç var. Milletimizin idrakinin, ferasetinin, basiretinin, irfanının bir kez daha karanlık senaryolara galip geleceğine inanıyorum.
Önümüzdeki dönemin bu bakımdan hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Değerli Kardeşlerim,
Toplantımızın başında İçişleri Bakanlığımız yetkilileri tarafından sizlere bir sunum yapıldı, izlediniz. Bu sunumda sizlere Bakanlığımız bünyesinde kurulan, Muhtar Bilgi Sistemi tanıtıldı. Biraz sonra geçeceğimiz yemekte de her birinizin önünde birer muhtar bilgi formu olacak, aynı form sizlere tanıtımı yapılan ve internet üzerinden ulaşabileceğiniz sistemde de mevcut. İster masanızdaki formu, ister internetteki formu doldurarak, diğer kurumlarla ilgili taleplerinizi, ihtiyaçlarınız, beklentilerinizi, şikayetlerinizi Bakanlığımıza bildirebilirsiniz. Bakanlığımız tüm bu talepleri sizlerin adına ilgili kurumlar nezdinde takip edecek ve inşallah neticelendirecektir ve bizler de aynı şekilde Bakanlığımızla bu konuları Cumhurbaşkanlığımızdaki bir merkezde iletişim halinde takip edeceğiz.
Değerli Kardeşlerim,
Bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, milletin evine teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımızı, saygılarımızı özellikle iletmenizi rica ediyorum.