Muhtarlar Toplantısında Yaptıkları Konuşma

27.01.2015

Muhtarlar Toplantısında Yaptıkları Konuşma

Sizleri burada, milletin evinde, evinizde, Cumhurbaşkanlığı Sarayında ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Milletin evine, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na hoş geldiniz. Türkiye genelinde 18 bini köy ve 32 bini mahalle olmak üzere yaklaşık 50 bin muhtarlığımız ve muhtarımız bulunuyor. İnşallah Cumhurbaşkanlığı vazifem esnasında her fırsatta muhtarlarımızı burada misafir edecek, kendileriyle muhabbet edeceğiz, hasbihal edeceğiz.

Burada en başta bir hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum; şahsen siyasi mücadelem içinde muhtarlık kavramının benim için ayrı bir önemi, müstesna bir anlamı olmuştur. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum dönemde Siirt’te okuduğum bir şiir nedeniyle hakkımda dava açılmıştı, 23 Eylül 1998’de hakkımda 10 ay hapis cezası verilmişti. Bu mahkûmiyet kararının hemen ertesi günü birçok gazete, hele hele en çok satan gazete şu başlığı atmıştı: “Artık muhtar bile olamaz” demişti. 1998’de atılan bu başlık hem şahsen benim, hem de milletimizin hafızasından hiç çıkmadı. Aslında o başlığı atarak sadece beni tahkir etmekle kalmıyorlardı, Türkiye genelindeki tüm muhtarları, tüm muhtar kardeşlerimizi de sanki muhtarlık kötü bir şeymiş gibi, seçilmek çok kolay bir şeymiş gibi tahkir ediyorlardı.

Aslında zihinlerinin geresinde seçimlere, her türlü seçilmişe karşı gerçekten büyük bir kibir vardı. Bunlar kibirliydi, milletin seçimine asla samimi olarak bakmıyorlardı, milletin seçtiklerine hiçbir zaman değer vermediler, hiçbir zaman değer vermek istemediler. Yakın siyasi tarihimize bakınız, milletin seçtiği muhtar da olsa, belediye başkanı da, başbakan da, cumhurbaşkanı da olsa her zaman tahkir etmek, her zaman kibirleriyle onları ezmek istediler.

Ancak, hamdolsun milletimiz iradesine sahip çıktı, seçimine sahip çıktı, sandığına sahip çıktı ve kendi tercihlerinin bu ülkenin o kibirli elitlerinin tercihinden daha önemli olduğunu her fırsatta gösterdi. “Muhtar bile olamaz” diyerek, hem şahsımla, hem de hem tüm muhtar kardeşlerimle güya alay ediyorlardı, ama bu millet işte bu kardeşinizi milletvekili seçti, Başbakan yaptı, ardından da Türkiye Cumhuriyeti’nin halkoyuyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanlığı makamına yükseltti.

Şunu tüm samimiyetimle ifade etmek istiyorum: Millet tarafından seçilmiş olmak, bu dünyada ulaşılabilecek payelerin en büyüklerinden, en yükseklerinden biridir. İster muhtar olsun, ister belediye başkanı, milletvekili olsun, isterse Cumhurbaşkanı olsun, milletin tercihine, teveccühüne, milletin itimadına mazhar olmak gerçekten rütbelerin en büyüğüdür. Dolayısıyla, halkın tercihiyle, halkın seçimiyle işbaşına gelmiş muhtar kardeşlerimiz son derece önemli bir makamda bulunuyorlar, önemli bir vazifeyi ifade ediyorlar, bunu böyle bilmenizi özellikle hatırlatmak isterim.

Siyasi hayatım boyunca her zaman demokrasinin yerelde başladığını ifade ettim ve bunun gereğini de yerine getirme mücadelesi verdim. Evet, demokrasi önce ailede başlar, önce köyde, mahallede başlar. Evde, köyde, mahallede demokrasi kültürü ne kadar güçlenirse ülkenin tamamında da bu kültür gelişir, güçlenir, standartları o kadar yükselir. Esasen muhtarlarımız demokrasinin çekirdeği denilebilecek bir öze sahiplik yapıyorlar.  Muhtarlıklarımız sadece en küçük idari birim olma vasfını taşımakla kalmıyorlar, aslında demokrasinin nüvesini teşkil ediyorlar. Allah’a hamdolsun, siyasi mücadelemiz boyunca bu anlayışı hep muhafaza ettik.

Biz tepeden inmeci, baskıcı, dayatmacı bir idare anlayışının her zaman karşısında durduk, çekirdekten kabuğa, mikrodan makroya, fertten cemiyete dağıtılan bir idare anlayışını en güçlü şekilde savunduk.

Siyasi rakiplerimiz ellerindeki büyük propaganda araçlarıyla siyaset yapmaya çalışırken, biz evlerden sokaklara, sokaklardan caddelere, caddelerden mahallelere, semtlere, oradan da tüm 780 bin kilometrekareye yayılan bir siyasi mücadele verdik. En tepeden yola çıkıp, köylere, mahallelere giden bir yol değil, dikkatinizi çekiyorum, tabandan, yani köy ve mahalleden yola çıkıp en tepeye giden bir yol, böyle bir istikamet izledik. Onun için muhtarlar bütün siyasi tarihimiz boyunca en fazla önem verdiğimiz, en fazla yol arkadaşlığı yaptığımız kesim oldu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığımız sırasında İstanbul’un tüm muhtarlarıyla iyi irtibatlar kurmanın, işbirliği yapmanın gayreti içerisinde olduk, Başbakan olduğumuzda muhtarlarımızı unutmadık, Cumhurbaşkanı olduğumuzda yine muhtarlarımızı unutmadık, inşallah hiçbir zaman da sizleri ihmal etmeyecek, yolumuza böyle devam edeceğiz.

Değerli Kardeşlerim,

Muhtarlarımızın en önemli sorunlarından birinin ücret sorunu olduğunu biliyoruz. 2002 yılında, Kasım 2002’nin sonu, göreve geldiğimizde muhtarlarımızın eline geçen aylık ücret hatırlayın, o zaman 97 liraydı. 2005 yılında bir düzenleme yaptık, muhtar aylığını 245 liraya yükselttik, 2014 yılının Ocak ayında yine bir iyileştirme yaparak, 456 lira olan muhtar aylığını, 2 katına yakın bir artışla 880 liraya çıkarttık. O zaman arkadaşlarıma şunu söyledim: Dedim ki, ‘asgari ücretin altında olamaz, dolayısıyla bu rakamı bulmamız lazım.’ Dikkatinizi çekiyorum, 2002’de muhtar aylığı 97 lira, bugün 880 lira. Nominal olarak, muhtar aylıklarını 12 yıl içinde yüzde 800 oranında artırmış olduk ki, bu ücretler arasında en yüksek zam anlamına geliyor.

Ayrıca, 2005 yılında Belediye Kanununun ilgili maddelerinde değişiklik yaparak, muhtarlıklara belediyelerden ayni yardım yapılması ve destek sağlanması imkânını getirdik, o da çok önemliydi. Yani artık isteğe bağlı değil, ‘buradan ayni yardım yapmalısınız’ dedik, bu sayede birçok muhtarlığımız belediyelerden önemli destekler almaya başladı.

Şundan hiç şüpheniz olmasın: İnşallah Türkiye ekonomisi büyüdükçe, Türkiye’nin imkânları arttıkça muhtarlarımızın bu ücretleri de artacak, biz de Hükümetimiz nezdinde bunun takipçisi olacağız. Haklar konusunda, yetki ve imkânlar konusunda muhtarlarımızı, muhtarlıklarımızı güçlendirmeye devam edeceğiz.

Zira bir hükümet hakikaten başarılı bir icraat sergilemek istiyorsa, muhtarlıklarla olan diyaloğunu çok iyi bir noktaya taşımak durumundadır. Kiminle? Valiyle. Kiminle? Kaymakamla. Bir siyasi parti de eğer başarılı olmak istiyorsa, belediye başkanlarını bu konuda uyarmalı ve belediye başkanları da muhtarlarıyla olan ilişkilerini en ideal noktaya taşımalıdır, çünkü her mahallede, her köyde onun eli, ayağı, gören gözü, duyan kulağı kim olacaktır? Muhtar olacaktır.

Akıllı bir siyasetçi bunu yapar, ama ideolojik davranırsa, aklı bir kenara koyar da ideolojisiyle hareket ederse, o zaman kendisi de kaybeder, ülke de kaybeder.

Değerli Muhtar Kardeşlerim,

Halkın oylarıyla seçilmiş olmak, halkın tercihine, teveccühüne mahzar olmak hiç kuşkusuz bizlere olduğu gibi sizlere de çok büyük bir mesuliyet yüklüyor. Sizler de takdir edersiniz ki muhtarların vazifesi sadece mühür basmak değildir. Yasaların yüklediği sorumluluk ve yetkinin ötesinde her bir muhtar kardeşimiz Türkiye’nin vizyonu, ufku, istikameti doğrultusunda çalışmak gibi önemli bir mesuliyetin de altındadır.

Sadece demokrasi değil ekonomik kalkınma da yerelde başlar. Huzur, güvenlik, istikrar da yerelde başlar. Büyük devlet olma vizyonu, en başta yerelde başlar. En küçük idari birimlerimizin, köylerimizin, mahallelerimizin ufkuyla, istikametiyle ülkenin ufku ve istikameti aynı yönde olmazsa, biz sağlıklı bir büyüme gerçekleştiremeyiz. Muhtarların farklı bir istikamete, hükümetin, cumhurbaşkanının farklı bir istikamete baktığı ülkede uyumu, koordinasyonu, ahengi tesis edemeyiz. Elbette her konuda birebir aynı düşünmemiz mümkün değildir. Zaten demokrasinin güzelliği burada değil mi? O da burada. Ancak ortak bir zeminde buluşarak ortak bir akılla milletimiz ve ülkemiz için hizmet üretmek de her birimizin öncelikli vazifesidir.

Türkiye’nin her konuda, her meselede sizlere ihtiyacı var. Ekonominin büyümesinde, uluslararası politikalarımızın şekillenmesinde, huzurun, güvenliğin daha da artmasında, demokrasimizin standartlarının daha da yükselmesinde sizlerin gayretine ihtiyacımız var.

Milletimizin tercihiyle iş başına gelmiş muhtarlarımız olarak, Türkiye’nin sorunlarının çözümünde her birinizin inisiyatif alması, öncülük yapması, milletimize rehberlik etmesi hem son derece önemlidir, hem de son derece değerlidir.

Sevgili kardeşlerim, bu ilk toplantımızı Ankara ve civar illerdeki muhtarlarımızla gerçekleştiriyoruz. Siz bu toplantılarda bir ilksiniz.  Bugün burada, 17 ilimizden 406 muhtar kardeşimiz var. İç Anadolu Bölgemizden, Karadeniz, Marmara ve Ege Bölgemizden köy ve mahalle muhtarlarımız aramızda. Bu vesileyle Türkiye’nin gündemindeki önemli bir meseleyi de sizlerle paylaşmak isterim.

Sizlerin de yakından takip ettiği gibi 2002 yılından itibaren Türkiye’nin en can alıcı meselesi olan terör meselesini çözmek için yoğun bir mücadele veriyoruz. Burada iki büyük hassasiyetimiz var. Birincisi; yıllardır ihmal edilen, yıllardır ret, inkâr, asimilasyon politikalarına maruz kalan Doğu ve Güneydoğu illerimizi ayağa kaldırmaya çalışıyoruz.

İkinci hassasiyetimiz ise; terör meselesini çözerken Doğu ve Güneydoğu illerimizi ayağa kaldırırken, Türkiye’nin diğer bölgelerini rahatsız edecek, hassasiyetlerini incitecek girişimlerden özenle sakınıyoruz. Yani meseleyi adalet zemininde hiçbir kesimi rencide etmeden, ama hiç kimsenin de hakkının zayi olmasına fırsat vermeden çözme gayreti içerisindeyiz.

Doğu ve Güneydoğu’da kanı, gözyaşını durdurmaya, huzuru, emniyeti sağlamaya çalışırken, oralarda yatırımlar yaparken Akdeniz’de, Karadeniz’de, İç Anadolu, Ege, Marmara’da yaşayan kardeşlerimizin de kaygılarını gidermenin mücadelesini veriyoruz.

Her zaman ifade ettim, çözüm süreci bir pazarlık süreci, bir al-ver süreci değildir. Çözüm süreci taviz vermek asla değildir. Hele hele şehitlerimizin hatırasını incitecek, gazilerimizin vicdanını yaralayacak hiçbir girişime, hiçbir adıma asla fırsat tanımayız.

Bakın çok zor süreçlerden geçtik, çok sayıda badire atlattık. Ancak geldiğimiz noktada milletimizin umudu arttı. Milletimizin çözüme ilişkin inancı daha da kuvvetlendi. Hiç kuşkusuz kolay bir süreçte değiliz, sizler de şahit oluyorsunuz. Bu süreci bozmak isteyen, bu süreci yavaşlatmak isteyen, içeride ve dışarıda çok sayıda odak var, çok sayıda merkez var, rahat durmuyorlar. Bütün dert, ‘güçlenen bir Türkiye’yi nasıl zayıflatırız’ veya ‘güçlü bir Türkiye asla olamaz’; dertleri bu. Ama biz de inadına ne diyoruz? ‘Yeni Türkiye, güçlü Türkiye’ diyoruz, bu olacak.

Kimi zaman içeriden, kimi zaman dışarıdan, kimi zaman da ortak hareket ederek bu süreci sabote etmeye çalışanlar var ve bunlar her zaman olacak.

Bakın değerli kardeşlerim; terör meselesi Türkiye’nin kalkınmasının, büyük, güçlü bir ülke olmasının, huzurlu, emniyetli, refah içinde bir ülke olmasının önünde en büyük engeldir.

Şimdi biz bu büyük maniyi ortadan kaldırmaya çalıştıkça birileri de bizi engellemek için çalışıyor. 2013 yılında hatırlayın, Gezi olayları adı altında sahnelenen oyun Büyük Türkiye’yi sabote etme girişiminden başka hiçbir şey değildi. Arkasından altından kimlerin çıktığını gördünüz. Aynı şekilde 2013 sonunda 17 ve 25 Aralık tarihlerinde yolsuzluk maskesi altında sahneye konulan darbe girişimi, işte bu çözüm sürecini, bu kardeşlik sürecini, büyük Türkiye hedefini sabote etme girişiminden başka bir şey değildi.

Biz bu girişimler karşısında o zaman Hükümet olarak sağlam durduk, dik durduk. Aynı şekilde milletimiz oynanan oyunu gördü ve sapasağlam dimdik bir duruş sergiledi. Ve yerel seçimlerde görüldüğü gibi yine büyük bir arayla o zaman Genel Başkanı olduğum Partimiz geldi, seçimlerden başarılı bir şekilde çıktı. Çünkü milletin ferasetinin önünde durulmaz. Millet ferasetiyle bakar ve kararını ona göre verir. Orada da öyle verdi.

Arkadan Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de ilk defa halkımız seçimini yapıyor ve ne oldu? 14 tane parti birleşti, bu kardeşinizin karşısına aday çıkardılar, ‘bizim ortak adayımız’ dediler. Elhamdülillah yüzde 52 ile bu kardeşinizi millet iş başına getirdi.

İlk turda tabii böyle bir oranla iş başına gelmiş olmak, hakikaten bizler için çok büyük bir mutluluk vesilesiydi. Ve 14 partinin ortak desteklediği aday yüzde 38 aldı. Şimdi bu tabii bir şeyi gösteriyor. Milletin ferasetiyle oynanmaz ve millet küçümsenmez, sandık küçümsenmez, her şey orada. Bundan sonra da Türkiye’nin ilerlemesini, büyümesini, Türkiye’nin kardeşlik hukuku içinde gelişmesini engellemek için oyunlar oynanacak, çeşitli sabotaj girişimlerini sahneye koyacaklardır, bunların hepsine karşı uyanık olacağız.

Sizler bu oyunlara karşı uyanık olacaksınız, bunları siz organize edeceksiniz. Niye? Biz, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Abhaz, Arnavut, Boşnak, Zaza vesaire biz ayrı olabilir miyiz? Biz hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil miyiz?, hepimiz bu ülkenin, bu milletin bir ferdi değil miyiz? Öyleyse bu dargınlık, bu kırgınlık, bu kin, bu öfke, bu nefret niye? İşte buna karşı mücadeleyi tüm muhtarlarımız olacak sizler vereceksiniz.

Yarın seçimler var, özellikle Güneydoğu’da, Doğu’da gelip köylerde, mezralarda birileri tehditler savurup oralarda ‘oyları filanca partiye vereceksiniz, aksi takdirde buraları yakıp yıkarız’ diyebilirler. Ama ben diyorum ki, namuslu insanlar, namussuzlar kadar şerefli olmadıkça, cesur olmadıkça başarılı olamayız. Bu merhum İnönü’nün lafıdır. Ve bunu görmemiz lazım, buna karşı devlet, millet el ele mücadeleyi sürdürmemiz lazım. Çünkü bu ülkenin 780 bin kilometrekaresi ihya olmalı, ayağa kalkmalı. Her taraf aynı modern bir şehir haline gelmeli.

Bakınız, 26 havalimanı vardı değerli kardeşlerim, şu anda bizim 52 tane havalimanımız var ve bu 12 senede oldu. Mesela şu anda Hakkâri Yüksekova’da havalimanı inşaat devam ediyor, ama bitirmekte zorlanıyorlar. Neden? Muhtarlar tehdit ediliyor, makineleri yakılıyor ve tabii iş sağlıklı devam edemiyor. Ya siz nasıl oluyor da Hakkâri’yi seviyorsunuz o zaman. Şimdi Hakkâri’nin milletvekilleri niçin sahiplenmiyorsunuz, neden kalkıp da böyle bir yatırımın buraya gelmesini istemiyorsunuz? Hakkâri’deki vatandaşım niye Van’a gelip de Van’dan uçsun, Hakkâri’den uçsun, niye engelliyorsunuz? Hakkâri’ye gelenler de rahatlıkla Yüksekova’ya gelsin, niye bundan rahatsız oluyorsunuz? Şimdi soruyorum; Kürt kardeşimizi seven biz miyiz, yoksa oradan seçilmiş olanlar mı? Yolu yapan biz, hastaneyi getiren biz, okulları yapan biz, havalimanını yapmak isteyen biz, ama engelleyen ne yazık ki, ‘ben Kürt’üm’ diyenler.

Değerli kardeşlerim, bu ayrıcalığı hep birlikte gidermeye mecburuz, bu işi çözmeye mecburuz. Bu ayrımcılıkla bu bir yere varmaz. Onun için birliğe ihtiyacımız var, beraberliğe ihtiyacımız var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çatısı altında bizler tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet diyerek yolumuza devam etmemiz lazım.

Milletimizin temsilcileri olarak bu oyunları milletimize anlatacak en başta sizler olacaksınız. Bu kirli oyunları bozacak olan en başta sizler olacaksınız.

Bakın ben her zaman ifade ediyorum; bir üst akıl Türkiye’de belli bir kesimi, belli siyasi partileri, belli örgütleri verdiği talimatlarla vazifelendiriyor ve Türkiye aleyhine çalıştırıyor. Siz Türkçü parti zannediyorsunuz, ama bakıyorsunuz onlar aslında üst akla çalışıyorlar. Siz Kürtçü parti zannediyorsunuz, ama bakıyorsunuz onlar aslında üst akla çalışıyorlar. Siz dini cemaat zannediyorsunuz, hizmet örgütü, yardımlaşma örgütü zannediyorsunuz, ama bakıyorsunuz onlar halk için ya da Hak için değil patronları olan üst akıl için çalışıyorlar. Ne üst aklın, ne de onların maşalarının bu ülkenin istikametini tayin etmelerine inşallah hep birlikte müsaade etmeyeceğiz.

Türkiye’nin istikametini artık sadece ve sadece millet belirleyecek. Türkiye’nin gündemini artık sadece ve sadece Türkiye’nin kendisi belirleyecek.

Bakın Çarşamba’dan itibaren üç Afrika ülkesini kapsayan resmi temaslarımız oldu. Bakan arkadaşlarım, milletvekili arkadaşlarım, teknik kadro, iş adamlarımız, hep birlikte bu ziyareti gerçekleştirdik.

Önce Etiyopya’ya gittik, orada temaslarda bulunduk. O arada Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz vefat etmişti, onun için Riyad’a geçtik cenaze merasimine katıldık. Oradan Cibuti’ye geçtik, Cibuti’de heyetimizle bir araya geldik, orada da resmi temaslarımızı yaptık, orada açılışlar vardı, o açılış törenlerini gerçekleştirdik, ardından Pazar günü Somali’ye gittik.

Tabii Somali gerçekten dünyanın adeta bir seyirci izlediği, fakat Türkiye’nin gerçekten her şeyiyle orada varlığını hissettirdiği bir ülke. Ama orada tabii terör kol geziyor; 2011’de gittiğimizde daha fazlaydı, şimdi terör daha orada zayıfladı, bunu müşahede ettik. Hamdolsun, 2011’e göre Türkiye’nin orada yaptığı yatırımlar sebebiyle bir değişim söz konusu. Ve orada orası için muhteşem sayılabilecek bir hava limanı terminal binasının açılışın yaptık, bir Türk firması bunu yaptı ve hava limanından şehre hakikaten yine gayet güzel yapılmış bir yol oldu, o yoldan şehre gittik ve 200 yataklı bir hastaneye başladık ve hamdolsun bitti, onun açılışını yaptık. Yine hastanenin yanında bir hemşirelik yüksekokulunun aynı şekilde açılışını yaptık, bir de o külliye içerisinde güzel bir cami yapılmış, o caminin açılışını gerçekleştirdik. Yine bu arada tabii ki o insanların kaldıkları yerlerin halini yeniden müşahede ettik, teneke evlerde, çadırdan, bezden, muşambalardan yapılmış, çadırların içerisinde yaşayan o insanların halini gördük.

Şimdi ben soruyorum, siz değerli muhtarlarımın nazarında bu millet, tarihi mesuliyeti itibarıyla bu tür olaylara seyirci kalır mı? Kalmadı, inşallah bu ecdadın torunları olarak biz de kalmayacağız.

Bakın, 12 yıl önce bu fakir fukara, garip gureba ülkelere Türkiye’nin verdiği destek, 45 milyon dolardı, şimdi ne oldu biliyor musunuz? 4,5 milyar dolar, 1’e 10. Bütün o Afrika’daki yoksul ülkelere, her yere giriyoruz. Bunun dışında Orta Asya’da her yere giriyoruz. Nerede fakir fukara, garip gureba varsa buralara uzatıyoruz elimizi. Bu kimin sesini yükseltiyor? Türkiye’nin. Hangi milletin? Türk milletinin ve buna devam edeceğiz.

Bu 3 ülkenin, Etiyopya, Cibuti, Somali ve Eritre’nin olduğu bölge tarihte ne olarak anılırdı biliyor musunuz? Habeşistan olarak anılırdı. Osmanlı Cihan Devleti bu bölgeye kadar ulaşmış, bu bölgede adaleti, huzuru, emniyeti sağlamak için yüzyıllarca hizmet vermişti. Ve sevgili Peygamberimiz zulümden kaçan Müslümanları o zaman nereye göndermişti? Habeşistan Kralı Necaşi’ye göndermişti, ‘orada emin, adil bir kral var, sizi oraya gönderiyorum’ demişti ve oraya göndermişti;  işte o topraklara gittik. Şimdi o topraklarda Tajura diye bir il var Cibuti’de, oraya Başbakan Yardımcımız Numan Beyi bir heyetle gönderdik ve kendileri gittiler, Tajura’da Osmanlı’dan kalan eserleri yerinde gördüler, tabii yıkılmış, vesaire. Şimdi onları da inşallah TİKA olarak restorasyonlarını yapacağız, orada bir 30 kilometrelik yolu var, o yol da yapılacak ve onu da yine gerek ora halkına, gerekse Türkiye’den Cibuti’ye seyahate giden kardeşlerimiz gittikleri zaman inanıyorum ki, ecdadımızın o eserlerini görmek isteyecektir, onu da kolaylaştırmış olacağız.

Tabii Osmanlı Devleti’nin buralardan çekilmesiyle birlikte maalesef bu bölgede çok ciddi bir sömürü başladı, çok ciddi ayrılıklara, çatışmalara, savaşlara zemin hazırlandı, birçok ülke buralara baktığı zaman maalesef sadece altın görüyor, sadece elmas, kömür, petrol görüyor, ucuz iş gücü görüyor.

Ama biz, gerek Afrika’nın tamamına, gerek bu ülkelere sadece insani nazarla baktık, vicdani nazarla, dostluk ve kardeşlik nazarıyla bakıyoruz. Kızılay’ımızla oradayız, TİKA’yla oradayız, TOKİ’yle oradayız, Sağlık Bakanlığımızla oradayız, sivil yardım kuruluşlarımızla oradayız. Ve Somali Cumhurbaşkanına onu söyledim, dedim, ilk etapta hemen burada bir 10 bin konut başlayalım, 45, 65, 85 metrekarelik konutlara başlayalım ve bir defa buradaki şu felaketten, sefaletten ilk etapta şu vatandaşları bir kurtarma mücadelesi verelim, bunu organize edelim dedi.. Hemen adımlarımızı da inşallah attık ve Başbakan Yardımcımız, dün akşam da Başbakanımızla bu konuları da görüştük, inşallah bu adımları da atıp oraları bu şeklide yeniden bir çevrecilik anlayışıyla değiştirmenin mücadelesi içinde olacağız.

Türk Hava Yolları’yla, Anadolu Ajansımızla, TRT’yle oradayız, başarılı iş adamlarımızla, müteahhitlerimizle oradayız. Şu anda Somali, Mogadişu Limanı’nı bir Türk firması işletiyor ve oradan da Somali’ye şimdi bir gelir akmaya başladı, ama 3 yıldır bu yoktu, şimdi başladı.

Hamdolsun büyük bir yer tahsis ettiler Türkiye Cumhuriyeti’ne, 80 dönem kadar ve onun içerisinde de, dünyadaki en büyük büyükelçiliklerimizden birisini yapıyoruz, bu yılsonu itibarıyla bu büyükelçiliğimiz inşallah bitecek. Denize sıfır sayılabilecek şekilde bir yerde böyle bir yer tahsis ettiler ve orada büyükelçiliğimiz inşallah bittiği andan itibaren örnek olacak. Ama dünyadaki ülkelere bakıyorsunuz, hiçbirisinin gelip de böyle bir büyükelçilik yaptığı yok. konteynerler içerisinden büyükelçilik yapıyorlar en güçlü ülkeler dahi. Hani güçlüsünüz, para var, pul var, hadi gelin verin desteği.

Değerli Kardeşlerim,

Her türlü insani yardımla, verdiğimiz burslarla, nakdi, ayni yardımlarla oradaki dostlarımızın, kardeşlerimizin yanındayız. Bakın, Somali şu anda dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Sadece yoksul değil, maalesef dünyanın kendi kaderine terk edilmiş bir ülkesi. Somali’deki insanlık dramını çözmek için, Somali’deki açlığı, yoksulluğu, istikrarsızlığı gidermek için, orada emniyeti sağlamak için hiç kimsenin, hiçbir ülkenin maalesef kılı bile kıpırdamıyor.

Kobani söz konusu olduğunda bakıyorsunuz dünya ayağa kalkıyor, küçük bir yerleşim yeri için bütün dünya işbirliği yapıyor. Oradan ayrılıp gelenler bize geliyor, 200 bin insan, biz onları zaten burada ağırlıyoruz. Orada kimse yok, orayı bombalıyorlar. Şimdi bugün de bakıyoruz, maşallah çiftetelli oynuyorlar. Ne olmuş? Şu anda oradan DEAŞ çıkmış. Tamam da, o bombaladığınız yerleri yeniden kim onaracak, öyle mi? O yerle bir olan yerleri yeniden kim onaracak? İşin geleceğinin hesabını kimse yapmıyor. Ve oradan ayrılan 200 bin insan acaba geri dönebilecek mi veya geri döndüğü zaman nereye yerleşecek; bunun hesabını yapan yok.

Ama kendilerine Halep diyoruz, Halep dediğinizde kimse duymuyor. Halep’te 1 milyon 200 bin insan yaşıyor, Halep’te tarih var, Halep’te kültür var, Halep’te medeniyet var. Halep’te ekonomi var, niçin Halep’le ilgilenmiyorsunuz? Gazze dediğinizde kimse görmüyor, Mogadişu dediğinizde hiç kimse ilgilenmiyor.

Biz, işte 2011 yılında Somali’ye geniş bir heyetle gittiğimizde oradaki çalışmaları başlattık ve yeni çalışmaların da talimatını verdik. Pazar günü de son durumları işte öğrenmek için oradaydık, hem bu hastanemizin durumunu görmek, oradaki hamdolsun çalışmaları izlemek…  Sağ olsun gerçekten bu milletin evladı olarak, oradaki Türk doktorlarımızın, Türk hemşirelerimizin, sağlık memurlarımızın verdiği mücadele her türlü takdirin üzerindedir, Allah onlardan razı olsun.

Afrika’da gerçekten en önemli hastanelerden bir tanesi şimdi orası oldu, MR’yla, inşallah diğer tüm teknik donanımıyla gayet ileri seviyede bir hastane. Ve orada 4 yaşında bir yavrunun halini gördüm, maalesef bir serseri kurşun kasığından girmiş ve kolundan çıkmış, onu da ziyaret ettik. Ve o yavrunun halini gördüğümüzde dedik ki, ya bu hastane burada olmasaydı ne olacaktı bu yavrunun hali? Ve o mermi çekirdeğini gördük. Böyle bir hayat yaşıyorlar.

Biz oralarda olmazsak, bizim adaletimiz ne olur? Bizim adalet anlayışımız öyle spesifik bir adalet anlayışı değil, işte sosyal adalet bu, bunun gereğini de ne yaptık? Yerine getirdik, getiriyoruz.

Tabii oraya gitmememizi isteyenler de oluyor, dediler orada terör var. Ziyaretimiz öncesinde heyetimizin kaldığı otelin yanı başında canlı bombayla bir saldırı yapıldı, 5 kişi öldü, 2 canlı bomba ölen, 3 tane de Somali vatandaşı. Heyetimiz herhangi bir sıkıntı yaşamadılar. Çeşitli tehditler savruldu, dedik ki, ‘biz geri adım atmayacağız, biz yola çıktık ve gideceğiz’ dedik, gittik. Somalili kardeşlerimiz de her türlü tedbirlerini aldılar sağ olsunlar ve muhabbet içinde onlarla kucaklaştık.

Ölümü öldürene, ölüm hiçbir şey yapamaz, bunu böyle bilmemiz lazım. Korkuyu korkutanlara, korku hiçbir şey yapamaz, bunu böyle bilmemiz lazım. Eğer biz korkarsak, Somali’yi herkes gibi kendi kaderiyle baş başa bırakırsak, yarın bize toprağın altındaki ecdat hesap sorar, şehitlerimiz bunun hesabını sorar, Allah bize bunun hesabın sorar. Büyük devlet olmanın sorumluluğu budur, biz de korkmuyoruz ve korkmayacağız.

Tarih bize ne sorumluluk yüklüyorsa, insan olmak, vicdan sahibi olmak bize ne sorumluluk yüklüyorsa, 77 milyon her bir ferdimizle inşallah biz bu sorumluluğu hakkıyla yerine getireceğiz.

Milletimizden aldığımız güçle, hem milletimize, hem tüm insanlığa hizmet etmeyi sürdüreceğiz. Bu küresel vizyon, dikkatinizi çekiyorum, sadece bizim vizyonumuz değildir, yani sadece bu ülkenin yöneticileri, Cumhurbaşkanı, Hükümeti, devleti değil, bu ülkenin her bir ferdi bu küresel vizyona sahip olduğu için biz inşallah bunları başaracağız.

Bu ülkenin bir köy muhtarı dahi, köyünün istikbaline dair hayaller kurarken, hedefler koyarken, artık inşallah ufku Somali’ye kadar uzanan bir vizyonun da sahibi olacak, bu şekilde daha da büyüyecek, ülkemizi, milletimizi daha da büyülteceğiz.

Sevgili Kardeşlerim,

Çok Değerli Muhtarlar;

Türkiye’nin istikbalini şekillendirmede, yeni Türkiye’nin inşasında inşallah bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da birlikte çalışacağız. Sizlerle çok uzun bir yol arkadaşlığımız var, bu istikbalde de devam edecek.

Yerelden genele, mikrodan makroya, fertten cemiyete Türkiye’nin hamdolsun dünyadaki yerinin çok daha farklı olduğu bir sürece beraber yürüyeceğiz. Bu kutlu yolculukta ihtiyaçlarını karşılamak noktasında her zaman yanınızda olacağımı tekrar hatırlatmak istiyorum. Muhtarlarımızın sorunlarını çözmek konusunda gayretlerimiz sürecek.

Bugün sizlerle bu toplantıyı yaparken şurada, yanı başımızda şu anda 4 tane ayrı bina daha yapılıyor. Bunlardan bir tanesi, bizim kongre merkezimiz olacak ve bu kongre merkezimizin 2 bin 2 bin 300 kişilik büyük bir salonu olacak ve burada resmi kongreler vesaire yapılacak, bakanlıkların aynı şekilde bu tür faaliyetlerini burada yapmaları mümkün olacak.

Hemen onun altında bölgede şöyle büyükçe bir Cuma cami yok, orada bir Cuma cami, Cuma mescidi yapılıyor, onun da inşaatı şu anda devam ediyor.

Bana göre sağ tarafta, büyük birçok amaçlı salonun olduğu bina yapılacak ve bu çok amaçlı salonda da aynı anda bin ila 2 bin kişiye yemek verebileceğimiz salonlar olacak ki, muhtar toplantılarının inşaat bittikten sonraki bölümüne orada devam edeceğiz. Aynı anda orada biz, bin kişiye, 2 bin kişiye yemek verebileceğimiz muhtarlarımızla. Çünkü 50 bin muhtarımızı, şimdi burada sizlerle böyle başlayıp devam ediyoruz ama inşaatlar bittikten sonra sayıyı arttırarak devam ettireceğiz ki, 50 bin muhtarımızla bu görüşmeyi şu 5 sene içerisinde bitirmiş olalım.

Hemen onun altında bir binaya daha başlayacağız, şu anda proje çalışmaları devam ediyor, o da Türkiye’nin en büyük kütüphanesi olacak ki, bu kütüphane Cumhurbaşkanlığı kütüphanesi olacak. Bu kütüphanede asgari 4 milyon cilt kitap planlıyoruz, bu dijital ortamda olacak ve burası sistem oturduğu zaman 24 saat gençlerimize, öğrencilerimize, halkımıza açık olan bir kütüphane olacak; böyle bir sistemle orayı çalıştıracağız.

Burası için hani bazıları, ‘kaçak saray, şu-bu filan falan’ diyenler var malum. Burası milletin evidir. İnşallah bu dört tane yer de bittikten sonra burası Cumhurbaşkanlığı külliyesi olacak.

Çünkü bu millete bu yakışır, bu millete yakışanı yapıyoruz. Ama küçük düşünenler, biliyorsunuz, onlar işte maalesef eriye eriye gitmeye mahkûmdurlar. Ama bu millete biz bunu yakıştıramayız.

Görevimiz bu, görevimizin gereğini yapmaya mecburuz. Eğitimden sağlığa, adaletten emniyete, ulaşımdan enerjiye ne ihtiyacımız varsa, modern dünyada ne varsa Türkiye’de de bu olacak. Ve şu anda da yapılan bu, bunu yapmaya devam edeceğiz.

İşte biliyorsunuz Boğaz’da iki tane köprü vardı, şu anda üçüncüsünün tabliyeleri takılmaya başladı, rahatsız oluyorlar. Şimdi bunlardan rahatsız olmanın anlamı yok. Bakınız bir tane Marmaray yapıldı, ecdadımız başlamıştı projesine, hamdolsun bitirmek bize nasip oldu ve şimdi biz onu da yeterli bulmuyoruz, diyoruz ki, bir diğeri de yapılsın, onun da hamdolsun temelini atmıştım Başbakanlığım döneminde. Şu anda artık derin kesimi geçmiş bulunuyorlar tüp geçit olarak, Avrupa Yakasına doğru yaklaşıyorlar ve önümüzdeki yıl içinde de inşallah Avrasya Tünelini açmış olacağız, oradan otomobiller geçecek. Marmaray’dan tren, Avrasya’dan otomobiller geçecek, iki katlı bir tünel de orada olacak.

Demek ki inandınız mı, azmettiniz mi, her şeyi yaparsınız. Ama bunlar olursa büyük devlet olursunuz, bunlar olmazsa küçük devlet olarak kalırsınız. İşte göreve geldik, biliyorsunuz Türkiye’nin milli geliri neydi, ama şimdi ne; 230 milyar dolardan aldık, şu anda 820 milyar doların üzerine çıktık, bakın nereden nereye geldik. Daha iyi noktalara geleceğiz, Türkiye bunları aşacak inşallah.

Faizler düşecek, enflasyon da faizlerin düşmesiyle beraber düşecek. Çünkü faizler düşmezse enflasyon düşmez. Eğer biz tek haneli rakama bunu getirdiysek, yüzde 63’ten tek haneliye faizi indirdiğimiz için o da buraya geldi. Enflasyonu da yüzde 30’dan o şekilde tek haneliye indirdik ve bunun daha da inmesi lazım ki, bu da insin. Anlamak istemeyenler olabilir, ama anlayacaklar. Ve dünyanın gelişmiş ülkelerine bakın, hiçbirinde bizdeki gibi bir faiz uygulaması yok, hepsinin faizleri 1, 1,5, 2, eksi, Japonya’da eksi, bakın bunlar var ve onlarda enflasyon da o denli düşük.

Dolayısıyla yatırım istiyorsak bunları başaracağız. Ve inşallah o yatırımların olduğu muhtarlıklarımız da tabii bu noktada istihdamda çok rahatlayacaklar.

Birlikte bu mücadeleyi vereceğiz, birlikte bugünün Türkiye’sini inşa ettik, inşallah geleceğe de birlikte yürüyeceğiz.

Bir kez daha geldiğiniz, milletin evinde, milletin sofrasında ekmeğinizi-ekmeğimizi paylaştığınız için her birinize tek tek teşekkür ediyorum. Vazife yaptığınız köy ve mahallelerimizdeki vatandaşlarımızın her birine selamlarımızı iletmenizi sizlerden rica ediyorum.

Her birinize işlerinizde kolaylıklar diliyor, sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Allah’a emanet olunuz diyorum.