TÜSİAD Yüksek İstişare Toplantısı'nda Yaptıkları Konuşma

19.09.2014

TÜSİAD Yüksek İstişare Toplantısı'nda Yaptıkları Konuşma

Saygıdeğer Konsey Başkanı,

Değerli Yönetim Kurulu Başkanı,

İş Dünyamızın Değerli Mensupları,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Türk Sanayici ve İşadamları Derneği’nin Yüksek İstişare Konsey Toplantısı’nın, ülkemiz, milletimiz ve ekonomimiz için hayırlara vesile olmasını, Allah’tan temenni ediyorum.

Bir kez de bu buluşma vesilesiyle, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini üstlenen Sayın Haluk Dinçer’e ve Yönetim Kurulu’nda görev alan arkadaşlarımıza, yeni vazifelerinde üstün başarılar temenni ediyorum.

Yeni bir Türkiye inşa olunurken, TÜSİAD’ın da engin tecrübesiyle, bu tecrübeden istifade ederek, yenilenen vizyonuyla Türkiye’nin kalkınmasına, daha fazla refaha, daha ileri demokratik standartları yakalamasına katkılar sağlayacağına, yürekten inandığımı ifade etmek istiyorum.

Elbette, bu Yüksek İstişare Konseyi vesilesiyle, Türkiye’de taş üstüne taş koyan, üreten, ihracat yapan, istihdam oluşturan tüm TÜSİAD  üyesi iş adamlarımıza da bir kez daha şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

2003-2014 arasında Başbakanlık vazifesini ifa ettiğim yıllar boyunca, bildiğiniz gibi hükümetlerimizin en öncelikli gündem maddesi, ekonomi oldu. Burada bulunan hemen her arkadaşımız, Türkiye’de 2000 ve 2001, hatta 2002 yıllarında yaşanan krizleri eminim ki hatırlıyordur. Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki, o büyük kriz, aslında büyük bir sıkışmanın neticesi olarak ortaya çıkmıştı. Her ne kadar bir anayasa kitapçığının fırlatılması krizi tetiklemiş olsa da, aslında on yıllardır devamedegelen istikrarsızlık, belirsizlik, koalisyon dönemleri, kriz enerjisinin birikmesine yol açmış, o enerji de birdenbire açığa çıkarak, tüm dengeleri alt üst etmişti.

Tabii krize yol açan o sıkışmanın çok sayıda sebebi vardı. Ancak burada özellikle bir sebebi tekrar hatırlatmak isterim. 28 Şubat müdahalesi, halkın oylarıyla iş başına gelmiş bir iktidarı post modern darbe yöntemleriyle görevden uzaklaştırdı. 54. Hükümet sadece bir yıl görevde kalmıştı. Ancak o bir yıllık kısa süre zarfında, ekonomiye ilişkin oldukça önemli ve olumlu adımlar atılmıştı. 54. Hükümet’in programı, hedefleri, icraatları, tabii o karmaşa ortamında hiç dikkate alınmadı. Gücü elinde bulunduran bir darbe koalisyonu, “Her ne pahasına olursa olsun, hükümet devrilecek” dedi ve maalesef seçimle gelen bir hükümet, manşetlerle, brifinglerle, açıklamalarla, çeşitli ayak oyunlarıyla görevden uzaklaştırıldı.

Demokrasi diyoruz ya, eğer demokrasiyse halkın iradesine, o seçildikleri süre içinde seçilenlere saygı duymak, eğer onu görevden indireceksen, o zaman sandığın yine yeni dönemini beklemek ve sandık zamanı geldiğinde de; o irade -ki halkın iradesidir, kutlu irade, o iradedir- tekrar onu sandıktan indirir. Ardından da ülke bir defa paha biçilmez o bedeli ödemek durumunda kalmıştır. İşte biz de o bedelleri ödedik. Ekonomide dengeler alt üst oldu, faizler yükseldi. IMF ile çok yüksek faizli anlaşmalar yapıldı. Belirsizlik, istikrarsızlık, yatırımların önünde ciddi bir engel teşkil etti.

28 Şubat ve sonrasında başlayan süreç, takdir edersiniz ki hiç kimseye hiç bir şey kazandırmadı. Ha bunun istisnaları olmuş olabilir. 28 Şubat darbesi, çok küçük bir azınlığın, mutlu bir azınlığın çok ciddi manalarda maddi kazançlar elde etmesini sağlamış olabilir. Ancak ülkenin geneline baktığınızda, sanayiciden ihracatçıya, KOBİ’lerden esnafa, işçiden memura, çiftçiden köylüye, yoksula, işsize kadar herkes, ama herkes o süreçte ciddi kayıplar yaşadı. 2002 yılından geriye doğru bakıldığında, aslında bunun bir kısır döngü olarak Türkiye’nin önündeki en büyük sorun olduğunu hepimiz gördük.

Bakın bu noktanın üzerinde özellikle durmak istiyorum. Türkiye’de öyle bir sistem, öyle bir döngü inşa edilmiş ki, ne zaman işler iyiye gitse, ne zaman herkesin kazanmaya başladığı bir süreç başlasa, işte o zaman darbe olmuş. O zamanlarda müdahale olmuş, o zamanlarda kaos ortaya çıkmış, kriz ortaya çıkmış. Türkiye, bunu defalarca ve tekrar tekrar yaşadı. Hatırlayın, dün idam yıl dönümü olan merhum Menderes’in başındaki hükümet, ekonomiyi büyütüyor ve refahın toplumun tüm kesimlerine yaygınlaşmasını sağlıyor ve böyle bir dönemde, sokaklar karıştırılıyor. Manşetlerle kaos pompalanıyor. Ekonomik operasyonlar yaptılar o dönemlerde. En sonunda da askeri darbe yapıp hükümeti uzaklaştırdılar. Şimdi bu dönemi, yaşça benden çok daha büyük olanlar, kendileri de yaşadılar.

70’lerde aynı şekilde, Türkiye belli bir ivme yakalayınca önce anarşi geldi. Okullarımıza gidemez olduk. Böyle dönemleri yaşadık. Sokaklar karıştı. Ardından askeri darbe geldi. Merhum Özal’ın başlattığı kalkınma süreci, aynı şekilde akamete uğratıldı. Merhum Erbakan’ın 54. hükümetle başlattığı reform süreci, 28 Şubat müdahalesiyle kesintiye uğratıldı. Açık söylüyorum, içeride ve dışarıda birileri, “Sadece biz kazanalım, millete ne olursa olsun” dediler. “Yüksek faizle kazanalım” dediler. “Ucuz kamu kredileriyle, kamu kaynakları ve teşvikleriyle, sadece biz kazanalım” dediler. O kadar ki, “Bizim olmadığımız yerde hiç kimse olmasın” dediler. Anadolu’da palazlanan yatırımlardan dahi rahatsızlık duydular. Ve bunların da önünü kesmeye çalıştılar.

İşte 3 Kasım 2002’de o dönem genel başkanı olduğum siyasi parti, ardından da Başbakanlık görevini 12 yıl üstlendiğim hükümetler, en başta bu kısır döngüyü kırmanın mücadelesi içinde olmuştur. Biz o zaman göreve gelirken bir şey söyledik. “Herkes kazanacak” dedik, “Türkiye kazanacak” dedik. 77 milyonun hep birlikte kazanması, Türkiye’nin adalet içinde kalkınması, bizim en önemli hedefimiz oldu. Türkiye’de ötelenmiş, itilmiş, az önce de hani kutuplaşmalar deniliyor ya, hatta unutulmuş kesimler vardı. Hepsinin elinden tutmanın gayreti içinde olduk. Terkedilmiş, unutulmuş, ihmal edilmiş bölgeler var. 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarının tamamının inşa ve ihyası bizim en önemli hedefimiz oldu. 77 milyonluk milletimiz bizim hedefimiz oldu. Ve her birine ulaşmanın çabası içinde olduk.

Bırakınız köyleri, şehirlere dahi hizmet gitmezken, biz köylere kadar, mezralara kadar hizmet götüren bir anlayışı hakim kıldık. Ben, o dönemde yaptığım Başbakanlıkla mezraların tabii tümüne gidemezdim, ama mezralara ulaşan bir Başbakan oldum. Köylere ulaşan bir Başbakan oldum. Eğer Büyük Şehir Reformunu yaptıysak, bunu yapmanın da tek sebebi, ilçelerin daha ideal noktaya gelmesi, köylerin mahalle anlayışına gelmek suretiyle şehirleşmede farklı bir ivmeyi yakalamasıydı. Ve şimdi inanıyorum ki, bu 30 büyük şehirle birlikte Türkiye nüfusunun %75’ine ulaşacak olan  modernleşme, Türkiye’de çok daha süratle gerçekleşecektir.

Çiftçinin üzerinde çok ciddi bir faiz yükü vardı, %59, böyle bir orandaydı. Biz onu %0’a kadar çektik. Esnafı ihmal etmedik. Onun da %47 olan kredi faiz yükünü %4’e kadar çektik. Sanayiciyi ağır yüklerinden kurtarırken, işçiyi, memuru da unutmadık. Onların da şartlarını iyileştirdik. Yatırım ortamını iyileştirirken, işsizi, yoksulu, garipleri, engelli kardeşlerimizi unutmadık. Sosyal politikalarımızda onları da destekledik.

Bakın şu anda Türkiye’de 6 teşvik bölgesi var. Ben bugün Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği’nde konuşuyorum. Sayın Dinçer ile birebir konuştuğumuzda, kendisine de söyledim. “Özellikle 6. bölge, 5. bölge, 4. bölgelerde sizlerin sanayi yatırımlarını bekleriz” dedim.

Şimdi sanayide ilerlemeyi, devlet olarak biz yapmayacağız. Bu konuda sizin adımınız olacaktır. Bize düşen de ön açmaktır.

Ben, hükümete de bu konuları rahatlıkla yine söyleyebilirim. Nitekim, şu anda 62. Hükümet Programı’nda da açıklandığı gibi, bunları zaten hükümette daha önce vaadi var, bunları yerine getirecektir. Zaten şu anda bu yol açılmıştır. Buralarda yeter ki yatırım yapın, yeter ki yatırım yapalım, bizler de bunun hizmetkarı oluruz. Çünkü Türkiye’de 6. bölgede, 5. bölgede, 4. bölgede atılacak adımlar, inanıyorum ki, ciddi bir sıçramayı getirecektir.

Sanayide de, imalat sanayinde de önemli gelişmelerin olduğunu göreceğiz. Maliyet girdileri oralarda çok çok düşük olacaktır. Emekte verdiğimiz destek var, enerjide verdiğimiz destekler var, arazide verdiğimiz destekler var. Bütün bu desteklerle birlikte, oradaki temin ettiğimiz, oluşturduğumuz zemin, inanıyorum ki sanayimizde farklı gelişmelere fırsat verecektir. 2002 sonundan 2014’e kadar Türkiye’nin hep birlikte ve adalet içinde kazanması için verilen bu mücadelenin inanıyorum ki, gördüğümüz neticeleri, bundan sonra da farklı bir şekilde devam etmeli diye inanıyorum.

 

Türkiye ekonomisi, 2003-2013 arasında, ortalama %5 oranında büyüme kaydetti. Tabii bu yıl itibariyle, %3 gibi bir büyüme tahmin ediliyor. Temennimiz tabii bunun çok çok üstünde olması, %5’i yakalamak. Büyüme sadece belli kesimlere değil, 77 milyona bundan sonra da refah sağlasın istiyoruz.

Uluslararası Para Fonu’nu biliyorsunuz. Göreve geldiğimizde Türkiye’nin 23,5 milyar dolar borcu vardı. Ama geçen yıl, 14 Mayıs itibariyle biz bu borcu sıfırladık. Şimdi böyle bir borcumuz yok. Sadece belli kesimlerin kazandığı bir Türkiye’den, bugün 77 milyonun kazandığı bir Türkiye’ye geldik. Artık borç alan olmaktan çok, borç veren bir ülke konumuna doğru gidiyoruz. Bakın altını çizerek söylüyorum, Van’daki çiftçinin de kazandığı, Karadeniz’de çay üreticisinin de kazandığı, Antalya’da turizmcinin de, Çankırı’da bakkalın, İstanbul’da taksicinin, bu salonda bulunan ya da bulunmayan her bir sanayicinin de kazandığı bir Türkiye şu anda inşa edilmiştir.

15 yıl öncesinin sanayi yapısıyla, bugünün sanayi yapısına baktığımız zaman, nereden nereye geldiğimizi gayet iyi görürüz. Bugün İstanbul sermayesi kazanırken, Anadolu sermayesinin kaybettiği değil, herkesin kazandığı bir Türkiye var.

Şimdi hiç kimse kusura bakmasın, samimi konuşacağım, çünkü benim gizli ajandam yok, açık konuşmayı severim. Mesela bir bankamızın yönetim kurulu başkanı, çıkıyor bir ifade kullanıyor, son yıllarda istikrara, güvenliğimize, birliğimize, yönetim kurulları olarak, bu tür yönelik saldırılara atıfta bulunarak, son derece karamsar bir tablo ortaya koyuyor. Neymiş? “Elde edilen başarılara gölge düşmüş.” Neymiş? “Türkiye’nin yurtdışında itibarı zedelenmiş.” Neymiş? “Hukuk sistemi sorgulanmaya başlanmış.” Bunu söyleyen şahsın yönetim kurulu başkanlığını yaptığı bankanın, bir inceleme yaptırdım, son on iki yılda aktifleri sekiz kat, mevduatı altı kat büyümüş.

Şimdi değerli arkadaşlar, kusura bakmayın, yani artık yan gelip yatan bir Başbakan yok. Şimdi Cumhurbaşkanı’yım, Cumhurbaşkanı da yok. Yani bir şey söylendiği zaman, bunları inceleyen, incelettiren, nedir ne değildir, hakikaten ya nerede bir yanlış var, bunu takip etmek durumundayız. Çünkü eğer gerçekten böyle bir şey varsa, geri sayıyorsak, geri gidiyorsak, kendimize çeki düzen vermemiz lazım. Çünkü bu ülke hepimizin, 77 milyonun. Çok daha iyi bir noktaya gelmemiz lazım.

Ben tabii bunu görünce, “El insaf” dedim. Kastedilen nedir? Az önce Sayın Başkan da söyledi. Bakın gezi olayları ve 17 Aralık darbe girişimi, bu çirkin, bu ihanet girişimlerinin karşısında dimdik durduğumuz için, son 12 yılda kazancına kazanç katmış olanlar çıkıyor, rahatsızlık ifade ediyor. İşte bu zihniyetin, bu düşüncenin arkasında biraz önce ifade ettiğim eski Türkiye’nin alışkanlıkları var. Eski Türkiye’nin o kısır döngüsü var.

Bakın burada açık konuşacağım. Ağaç dediler, çevre dediler, park dediler, günlerce sokakları işgal ettiler, sokakları adeta yağmaladılar. Başbakanlığım döneminde ağaç ve fidan olarak dikilen nedir biliyor musunuz, 3 milyar. 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarında bizler yetişmiş ağaç olarak yaklaşık 700 milyon ağaç diktik, fidan olarak 2 milyar 300 bin. Böyle bir çalışma yaptık.

Şu anda hazırlanan iddianamede telefon konuşmaları, asıl maksadın ne olduğunu ortaya koyuyor. Bir yerlerden bol miktarda paralar alınıyor, lojistik destek sağlanıyor, ağaç için park için değil, hani diyorlar ya, hala anlamadınız mı diyor, o ağaç meselesi değil diyor. Hükümeti devirmek için birtakım vandallar, sokağı örgütlüyor. Hepsi ortaya çıktı. Sanıkların ifadeleri de çok ilginç. Telefonda konuşurken alkollüydüm, diyor. Kız arkadaşıma hava atıyordum, diyor.

 

Değerli Dostlar,

Türkiye’de yaşanan gezi olaylarının benzeri, gördünüz Mısır’da, Ukrayna’da yaşandı. Suriye’deki durumu görüyorsunuz, sonuç ortada. Mısır’da demokrasiyi katlettiler. %52 ile iktidar olmuş bir cumhurbaşkanını, yanındaki milli savunma bakanı olan zat darbeyle indirdi. Peki, dünyada demokrasinin beşiği olan ülkelerden ses var mı? Yok. Kendileriyle bunları hep konuşuyorum. Konuştuğum için rahatım. Bir taraftan halkın iradesine, milli iradeye saygı diyeceksiniz, milli iradenin getirdiği bir cumhurbaşkanına saygı duymayacaksınız.

Yetmedi, yakın siyasi tarihimizde yok, çok enteresandır, bir günde beş bini aşkın insanı öldürdüler. Nerede? Orada. Bakın Ukrayna’da bir ülkeyi mahvettiler. Yüzlerce insan hayatını kaybetti, ülke bölünmenin eşiğine geldi. Biliyorsunuz  Kırım tamamen işgal edildi. Bunları masum halk hareketi gibi başlayan eylemlerle sürdürüyorlar ve bu iki ülkeyi uçurumun eşiğine getirdiler.

Suriye zaten bir felaketi yaşıyor. 250 bine yakın ölüm var. 6 milyona yakın göç var ve bunun da 1 milyon 250 bini biliyorsunuz, şu anda bizim ülkemizde.

İnanın gezi olayları karşısında biz dik durmasaydık, bugün çok farklı bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık.

Aynı şekilde 17-25 Aralık darbe girişimi. Belli sermaye çevrelerinin, belli iş adamlarının holdinglerin, bugün dahi bu paralel yapıyı, bu ihanet şebekesini, maalesef görmezden gelmesi, hatta hatta bir kısmının kol kanat gerdiğini, hatta açık açık desteklediğini görüyoruz. Niye? Çünkü 17-25 Aralık bir darbe girişimiydi ve bütün amaç da eski Türkiye’ye geri dönmekti. Hem gezi olaylarında hem 17-25 Aralık darbe girişiminde eski Türkiye’yi diriltmek, eskiden olduğu gibi sadece kendilerine kazanç sağlamak istediler. Yani istedikleri zaman, 24 saat içerisinde bir hükümeti götürürüz, yenisini getiririz mantığı.

İçeride de, dışarıda da faiz lobileri adeta ellerini ovuşturdular. Bütün dert budur. Eskiden olduğu gibi sadece belli kesimler kazansın, millete ne olursa olsun. Çiftçinin yanındayız diyor, %59 faiz ya, bu Ziraat Bankası’nın verdiği faiz. Bu faizle veriyor krediyi. Esnaf %47 faizle. Yani böyle bir şey olabilir mi? Buna evet diyebilir miyiz? Bunu alkışlayabilir miyiz? Böyle bir kazanç nerede var Allah aşkına, bunu söyleyebilir misiniz? İşte sizler sanayicisiniz, sanayide böyle bir para kazanabiliyor musunuz, var mı böyle bir şey? Biz buna izin vermedik. Asla da izin vermeyiz. Bizi kıyasıya eleştirenlerin, “ananas” meselesinde ağızlarından bir söz çıkmadı. Her türlü hakareti yapanların, “tespih” meselesinde, “rafineri” meselesinde ağızlarını bıçak açmadı. Yargıda tehditler, şantajlar, en iğrenç hukuksuzluklar ortaya çıkarken, kimse çıkıp da bunları eleştirmedi.

Görevdeyim, kayıtlara geçiyor, bakın bu çok enteresan, nerede? Emniyette. “Dönemin Başbakanı.” Ben görevdeyim ya, “Dönemin Başbakanı” diye, bakıyorsunuz tutanaklar tutuluyor ve bunlar yargıya sevk ediliyor. Şimdi bütün bu tutanakları tutanlara, bunların ses kayıtları, her şeyi tabii var. Bunlara karşı eğer sessiz kalınsaydı, bu ülke ne hale gelirdi. Bu ihanet çetesine seslerini kimse çıkarmadı. Hatta gizliden gizliye bunları korumaya çalışanlar  oldu. Bunlara kol kanat germeye çalışanlar oldu. Ondan sonra çıkıyorlar, maalesef üzülerek söylüyorum, “Türkiye’nin uluslararası itibarı zedelendi” diyorlar.

Değerli Arkadaşlar,

Amerikan medyasında, Avrupa medyasında, 3 tane yalan haber çıktı diye, bu ülkenin itibarı zedelenmez. Biz onların ne yapmaya çalıştıklarını çok iyi biliyoruz. Adana’da paralel yapının uşakları tarafından MİT TIR’larının önü kesildiğinde, aslında amaç Türkiye’yi uluslararası arenada, teröre destek veren ülke olarak karalamaktı. TIR’lar üzerinden başarılı olamadılar. Ama şimdi haberlerle, köşe yazılarıyla itibar suikasti yapmanın gayreti içindeler. İnanın çıkan o haberler, yapılan o yalan haberler, zerre kadar umurumuzda değil. Bundan itibarımız falan da asla zedelenmez.

Değerli Arkadaşlar,

Bilmiyorum dün gazeteleri eğer okuduysanız, bakın bir tanesinde çok ilginç. Şahsım ve Sayın Başbakan birlikte, Ankara’da Hacı Bayram Camii’nde Cuma Namazı kıldık. Oradan çıkarken çekilmiş resmimiz ve bu resmimiz ile beraber, Amerika’daki bir gazete, ismini de vereyim, önemli değil, New York Times, şunu haber yapıyor: “IŞİD’in yatağı burası” diyor. Değerli arkadaşlar, böyle bir anlayış, böyle bir mantık, böyle bir dezenformasyona karşı, Türkiye’de ülkemizin bütün STK’ları, etkin kuruluşları, hep birlikte tavır almamız gerekmez mi? Onlar meşreplerinin gereğini yapacaklar, ama biz şuna inanıyoruz, bu kervan yürümeye devam edecek. İçeriden bu ihanet şebekelerine  destek verenlere rağmen bu kervan yürüyecek. Türkiye içinde o ihanet şebekelerine, paralel manşet atanlara rağmen bu kervan yürüyecek.

Allah aşkına şuna bakar mısınız, paralel ihanet çetesi ve onun işbirlikçisi uluslararası medya bir oluyor, Türkiye’nin birliğini, dirliğini, özellikle de Türkiye ekonomisini hedef alıyorlar. Buradan da birileri çıkıyor, iş adamı kisvesi altında bunlara destek veriyor. Eski Türkiye muhaldir. Belli kesimlerin kazanıp, geri kalan herkesin kaybettiği bir Türkiye dönemi, artık açılmamak üzere kapanmıştır.

Kredi derecelendirme kuruluşlarından iki tanesi biliyorsunuz, son zamanlarda ülkemizle ilgili verdikleri nota bak. Bunların haline güler misin, ağlar mısın? Bilmiyorum siz inanıyor musunuz? Bu adamlar, affedersin hangi ölçüleri, baz alarak Türkiye’ye kalkıp bu tür bir notu veriyor? Batmış olan bir komşu ülkede sen 6 derece birden yükseltiyorsun, batmış ya. Şu an affedersiniz Avrupa’nın başta Almanya olmak üzere vermiş olduğu o yüksek kredilerle, 200 milyar avro gibi bir rakamı bir çırpıda veriyor, ayakta tutamıyor, sen 6 derece birden yukarı tırmandırıyorsun. Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye gibi, şu anda ekonomide büyümesi devam eden bir ülkeye, şu anda Avrupa’da böyle bir ülke yok. Büyümesi şu anda en iyi noktada olan 0,8 ile Almanya. Biz böyle bir dönemde bile yine 2’nin üzerinde büyüme kaydediyoruz, sen kalkıp böyle bir not veriyorsunuz. Bunların üzerine hep birlikte gitmemiz lazım. Ha burada art niyet var. Nedir? Siyaseten deviremedik. O zaman ekonomik olarak biz ne yapalım da Türkiye’yi devirelim.

Değerli Arkadaşlar,

Bu salt, ne şahsımın ne hükümetin sorunu değil. Hep birlikte hepimizin sorunu. Çünkü bunların karşısında güçlü durduğumuz zaman olay farklı olur. İsim veriyorum, Standard&Poor’s biliyorsunuz daha önce böyle bir şey yaptı, ben onlara bir çıkışta bulundum. Siz dedim, siyasi bir karar veriyorsunuz. Bu ekonomik değil, teknik bir çalışma değil. Şimdi aynısını bunlar yapıyor. Ve bu karar siyasidir. Asla ne ekonomiktir, ne bilimseldir, ne bir teknik alt yapısı vardır. OECD’nin Genel Sekreteri’yle konuştuğumda aynen şunu söylüyor: “Onların söylediği önemli değil, bizim söylediğimize bakın” diyor. Biz onlarla aynı kanaatte değiliz. Vaka bu. Onun için burada dayanışmamız, hem sizler için hem ülkemiz için çok önemli.

Her türlü algı operasyonunun, her türlü karalama kampanyasının, her türlü darbe girişiminin karşısında biz milletçe dimdik durduk. Bundan sonra da durmaya devam edeceğiz. Yok efendim falanca medya kuruluşu, Türkiye ile ilgili şunu yazmış, yazarsa yazsın. Yok efendim, falanca kredi derecelendirme kuruluşu şunu söylemiş. Söylerse söylesin. Biz buralara onlarla gelmedik. Kaybolan itibar, Türkiye’nin itibarı değil, o medya kuruluşlarının, o derecelendirme kuruluşlarının itibarıdır.

Bir iş adamı için, bir sanayici için, girişimci için, hukuk sistemi de hayati derecede önemlidir. Hukuk sistemi, eğer adalet dağıtmıyorsa, haklının değil, güçlünün yanında duruyorsa, orada yatırım da olmaz, üretim de olmaz, istihdam da olmaz. Küresel sermaye, o zaman Türkiye’ye gelmez. Türkiye’ye gelmesi için, burada bir defa hukuk sisteminin güvenilir olduğunu görmesi lazım. Hukuk sistemindeki mevcut sorunlardan şikayetçi olması gereken, en başta iş dünyası olmalıdır. Ancak bakıyoruz, hukuk sisteminin içine sızmış paralel uzantılara dair, iş dünyasından bugün ilk defa kararlı bir ses duydum. Onun için teşekkür ediyorum. İş dünyasından gereken tepkiyi görmemiz lazım. Dün bizi hançerlemek istediler. Hiç şüpheniz olmasın, ellerine fırsat geçerse, yarın da sizi hançerlemek isterler. Çünkü bunlar doyumsuz. Bugün birileri yargıya sızmış paralel uzantılar dolayısıyla rant elde ediyor olabilir. Ama yarın o hesap döner, gelir o yapıyı destekleyenleri de götürür.

Değerli Arkadaşlar,

Yeni bir Türkiye kurulurken, iş dünyasının da artık yeni bir vizyon ortaya koyması gerekir. Eski Türkiye’nin refleksleriyle kazanma dönemi artık sona ermiştir. Darbeleri savunarak, darbelerin arkasında durarak, darbelere zemin hazırlayarak kazanma dönemi geride kalmıştır. Hükümetleri sıkıştırmak suretiyle, siyasetin alanını daraltmak suretiyle kazanma dönemi de eski Türkiye’de kalmıştır.

Az önce Sayın Başkan güzel bir şey söyledi. Bunun sadece iktidarla değil, tabii ki aynı zamanda ana muhalefetiyle, muhalefetiyle beraber yürümesi lazım. Fakat dün bir açıklama duyuyorum, çok enteresan ve örnek, o da manidar. İşte 2000’li yıllarda malum, işte 26 bankanın battığını söylüyor beyefendi, şimdi diyor bir bankanın batırılması için çalışılıyor. Bir bankanın batırılması için çalışılmıyor, o banka şu anda batmış zaten. Fakat bu taşıma su ile ayakta durmaya çalışıyor. O 26 batık bankanın olduğu dönemden biz farklı bir finans dünyasını devraldık. Ve şu anda bankalarımızın geldiği nokta, çok açık, net ortada. Ee şimdi bu batan böyle bir finans kuruluşunu biz de o dönemde olan yanlışları tekrarlayarak, aynen devam mı ettirelim? Ve bir de hakaretamiz bir şekilde Sayın Başbakan’a, onun yanında da işte yüksek rakımlı yerden bahsediyor. Pek alışık değil herhalde, oralara gelmesi de mümkün olmayacaktır. Çünkü bu anlayışla, bu kafayla, böyle bir şey olmaz.

Elbette iş dünyası, ekonomiyle ilgilendiği kadar, sosyal meselelerle, siyasal meselelerle de ilgilenir ve ilgilenecek. İnanıyorum ki, hükümet yapıcı eleştirileri, tek tek dinleyecek ve gerekeni de yapacaktır. Ve bugün Ankara’ya döndüğümde, Sayın Başbakanımızla da haftalık olağan toplantımızda, bugün sizlerden dinlediklerimi kendileriyle de ayrıca paylaşacağım. Ve bu yapıcı eleştirileri her zaman dinler ve bunları dikkate alırız. Ancak gezi olaylarının arkasında durmak; demokrasiye, siyasete ve milli iradeye karşı, cephe almaktır.

Şunu da çok açık söylemem lazım: Bakınız STK’lar veya vatandaş, her istediği yerde, istediği şekilde kalkıp da yürüyüş veya miting yapamaz. Bu, dünyanın hiçbir modern ülkesinde yoktur. Yerler bellidir, siz gider o yerlerde, yürüyüşünüzü de yaparsınız, mitinginizi de yaparsınız ve kolluk kuvvetlerinin de o zaman görevi müdahale değildir. Korumadır. Kimi? Orada o demokratik haklarını kullanan vatandaşı. Şimdi bunu tabii, siyasi partinin Genel Başkanı olduğum zaman, biz kalkıp bu belirlenen yerlerde yapıyoruz da, bu beyefendiler niçin gidip oralarda yapmıyorlar? Onlar da gitsin oralarda yapsınlar bunu. Bakın şimdi İstanbulumuzda mesela 2 tane önemli yer var. Birisi Yenikapı’da, birisi Maltepe’de. Git burada yap, esnafımız mağdur olmasın, vatandaşımız mağdur olmasın. Bunlar planlanırken düşünülerek planlandı. Oralarda git istediğin gibi konuş. Ne diyeceksen git orada de. Kolluk kuvvetleri de orada seni koruma altına alsın, güvenlikte bunları yap. Ama dert o değil, dert toplumun huzurunu, refahını tamamen bozmak ve bir endişeye orada zemin hazırlamak.

Bakınız paralel ihanet çetesinin, yapmış oldukları da şu anda bunlarla aynen paralel: Darbenin ve hukuksuzluğun arkasında durmak. Türkiye’ye yönelik algı operasyonlarının taşıyıcılığını yapmak. Çok açık söylüyorum. Bu topraklara ve bu millete ihanet olur.

Tekrar söylüyorum, bugüne kadar istikrar içinde, birlik ve kardeşlik içinde hep birlikte kazandık. Bundan sonra da aynı şekilde birlikte kazanacağız. Hiç kimse başka yollara tevessül etmesin. Hiç kimse, içeride ya da dışarıda kurulan kirli tezgahlardan medet ummasın.

Daha 15 yıl önce, -bakın burası da çok önemli- bu ülkede başörtüsü yasağını savunanlar, eğitimde katsayı engelini savunanlar, darbeleri açık açık destekleyenler, bugün çıkmışlar, demokrasiden insan haklarından bahsediyorlar. Demokrasi, güçlünün egemen olduğu değil, milletin egemen olduğu bir sistemdir. Bu ülkede, benim başörtülü de, başı açık kardeşim de, bütün eğitim imkanlarından aynı şekilde istifade etmeli. Beraber okumalı, devlette de, özel sektörde de, her yerde birlikte çalışabilmeli. Bunlar bu milletin evladı değil mi? Niçin bunların arasında, madem ki kutuplaşmaya karşıyız, o zaman bunların arasında kutuplaşma yapmayalım. Yani sen başörtülüsün gelme, sen başı açıksın, gel. Peki, bu kutuplaşma değil mi? Okumak istiyorum, sen katsayıya tabisin, böyle bir şey olabilir mi? Nitekim katsayı kalktı, şimdi hepsi de rahatlıkla istedikleri üniversiteye girebilecekler. Adalet budur, hukuk budur ve devlette şu anda görev alma imkanlarına sahip olacaklar. Temenni ederim ki, özel sektör de aynı şekilde bu kızlarımıza kapılarını açar, onlara oralarda çalışma imkanını hazırlar.

Bakın burada şunu da açık açık söylemek zorundayım: Gezi olaylarının ve paralel yapının arkasındaki cepheyi, destek verenleri, o lojistik imkan sağlayanları da çok iyi biliyoruz. Şu anda paralel yapıyla birlikte, Türkiye’ye ve Türkiye ekonomisine algı operasyonları düzenleyenlerin de, arkasında kimlerin olduğunu çok iyi biliyoruz. İçeride ve dışarıda o medya kuruluşlarının, STK’ları, o malum odakları kimlerin fonladığını, kimlerin beslediğini ve desteklediğini tek tek biliyoruz. Hepsi mahcup oldular ve olmaya da devam edecekler.

Türkiye 77 milyonuyla kazanırken, emin olun, kaybedenler sadece onlar olacaklar. Biz, özgüven içinde olacağız. Çiftçimizle, işçimizle, esnafımızla, sanayicimizle, özgüven içinde olacağız. 12 yıl içinde Türkiye nice ilkleri başardı, nice rekorlar kaydetti. Geleceğe de aynen o şekilde devam edeceğiz. Dün, TESK Genel Kurulu’nda esnaf kardeşlerimize de söyledim. Aynı şeyi söylüyorum, enerjimizi kutuplaşmaya, kamplaşmaya, gerilime değil, artık yeni Türkiye’ye büyük Türkiye’ye sarf edelim, buraya sarf edeceğiz.

Şüphesiz ki Cumhurbaşkanı olarak, halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı olarak, benim birincil görevim budur. Çözüm sürecini daha ileri seviyelere taşıyarak, paralel yapıyı tamamen tasfiye ederek, ekonomiyi daha da büyütüp güçlendirerek, inşallah 2023 hedeflerine ulaşacağız.

İşte göreve geldiğimizde, kişi başına düşen Milli Gelir nerelerdeydi, bugün nerelerde. Merkez Bankamızın döviz rezervi neydi, bugün ne?

Arkadaşlar, her şey bir hayalle başlar. Hayali olmayanın hedefi de olmaz, planı da olmaz, projesi de olmaz. Hannibal’ın söylediği iddia edilen meşhur bir söz vardır “Ya bir yol bulacağız ya da yeni bir yol yapacağız.” Bunun başka çıkışı yoktur. Ama asla umutsuz olmayacağız. İnancımızı asla kaybetmeyeceğiz. 2023 hedefleri, asla ulaşılmaz değildir. Biz bunun hayalini kurduk. Bu hayali hedef haline getirdik, bu hedeflere de gönülden inandık. Eğer bir yol bulunmazsa, gerekiyorsa 17 bin kilometre bölünmüş yol açtığımız gibi, yine burada da yol açmaya devam ederiz. Ve o hedeflere ulaşırız. Biz önce inanalım.

Sayın Dinçer, Cizre’den bahsetti, şimdi Van’a gidilecek olmasından bahsetti. Temennim odur ki, inşallah bu seyahatlerin arkasından, oralarda yatırımlar da bunu takip eder ve oralarda yatırım süreci de başlar. Ve böylece oralardaki sanayileşme olayı, bölgede inanın bu çözüm sürecini çok farklı bir döneme ulaştırır. Çünkü terör noktasında istismar edilen nedir? Birinci derecede fakirliktir. Bunlar istismar ediliyor. Bunun yanında ideolojik bir yapı, o da istismar ediliyor. Fakat bakın bir buçuk yıldır artık kepenkler inmiyor. Bunlar kazanımımızdır. Şimdi yasal düzenleme de yapıldı. Bu yasal düzenlemeyle beraber, bunun arkasında durmak ve bundan sonraki süreci, buna göre yürütmek, inanıyorum ki Türkiye’de terörün yerini barışın aldığı bir yapıyı getirecektir. Çalışalım, inanın başarı arkasından gelecektir. Gayret bizden diyoruz, tevfik Allah’tandır.

12 yıl önce “hızlı tren” denildiğinde bunu hayal görenler vardı, bizimle dalga geçenler vardı. Şu anda Allah’a şükür, Ankara-İstanbul, Ankara-Konya arasında hızlı tren sorunsuz işliyor. Boğaz’ın altından biz “Marmaray” dediğimiz zaman, herkes dalgasını geçiyordu. Şimdi Boğaz’ın altından Marmaray hamdolsun yüzbinlerce insanı taşıyor. Önümüzdeki yıl, tüp geçit de yılsonuna kadar bitecek ve otomobiller de yine boğazın altından inşallah gidip gelmeye başlayacaktır. Aynı şekilde 2015’in sonuna kadar Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü bitireceğiz. Ve bu köprüyle beraber, orada da raylı sistem inşallah inşa edilmiş olacak. Ve bunlar da İstanbul’un ulaşımına yönelik attığımız adımlar.

“Tek haneli enflasyon” denildiğinde hayal diyenler vardı. 2005 yılından itibaren, enflasyon tek hanede ve “IMF’ye borç ödenmez” diyenler, “IMF’siz ekonomi ayakta duramaz” diyenler vardı, ama bakın her şey ayakta ve yürüyor. Ve paradan 6 sıfırı attığımızda, “Taksim Meydanı’na çıkıp anırırım” diyen köşe yazarları vardı. Ne oldu, 6 sıfırı attık, enflasyon düştü, tek haneye geldi. Hani anıracak olanlar, yok. Gerçekleri de görmemiz lazım.

Bölgesel krizlerin, şu anda hepsini de yakından takip ediyoruz. Ama bunlar da gelip geçici. Irak olsun, Suriye olsun, er ya da geç, bizim de yoğun çabalarımızla burada da istikrar hakim olacak. Ve Irak’ta da, Suriye’de de toprak bütünlüğünden yanayız. Filistin’de adil bir çözümün oluşmasından yanayız. Tüm buralarda yaşanan hadiseler nedeniyle de iş dünyamız umutsuz olmayacak. Türkiye inşallah bu bölgesel krizlerden de güçlenerek çıkan bir ülke olacak.

Değerli Dostlar,

Hepimiz, inanıyorum ki Türkiye’nin geleceğe yönelik aynı istikamete bakıyoruz. Ve aynı Türkiye için, Büyük Türkiye için mücadele veriyoruz. 10 Ağustos akşamı, o zaman Genel Başkanı olduğum partinin balkonundan da ifade ettim; eski kırgınlıkları, kutuplaşmaları, eski kavgaları muhafaza etmenin hiç kimseye faydası olmaz. Türkiye’ye güç kaybettiren, bütün o yapay gerilimleri geride bırakmak zorundayız. Sadece hükümet ya da sadece iktidar partisinin bu hassasiyeti taşıması yetmez. Bütün siyasi partiler, bütün STK’lar, bu hassasiyeti taşımalıdır. Bizi büyümeden, ilerlemeden alıkoyan her ne varsa, bizi yavaşlatan her ne varsa, onları hep birlikte söküp atmak durumundayız. Zaman, yumrukları sıkma zamanı değil, tokalaşma zamanıdır. Demokrasinin standartlarını daha ileri seviyelere taşıyarak, insan hak ve özgürlüklerini daha da genişleterek, yasakları, kısıtlamaları bırakarak, kardeşçe ve kardeşlik hukuku içinde büyümeyi sürdürmek zorundayız.

Allah’ın izniyle gayret ettiğimiz sürece ulaşamayacağımız hiçbir hedef yoktur. Yeter ki birbirimize inanalım, güvenelim, yeter ki kurulan tuzakları hep birlikte fark edip bu tuzaklardan uzak kalalım. Yeter ki eski Türkiye’nin reflekslerini, alışkanlıklarını bir kenara bırakıp, yeni Türkiye’nin vizyonunu paylaşalım. Aynı istikamete bakıyoruz ve aynı geleceği inşa edeceğiz. Bunu da hep birlikte başaracağız. TÜSİAD’ın yeni yönetimiyle, yeni Yönetim Kurulu Başkanı’yla, Yeni Türkiye vizyonuyla, Türkiye’nin kalkınmasına, ilerlemesine, demokratikleşmesine hep birlikte katkı vereceğiz. Ve bu demokratikleşmeyi de “ileri demokrasi” olarak, ben de tanımlıyorum, yürekten inanıyorum.

Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’nın hayırlara vesile olmasını tekrar temenni ediyor, hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.