Sevgili İstanbullular,
Kıymetli Necip Fazıl dostları,
Sanat, Kültür ve Edebiyat Dünyamızın Değerli Mensupları, Hanımefendiler, Beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. “40 Yıl 40 Eser” Etkinliği vesilesiyle sizlerle beraber olmaktan büyük bir bahtiyarlık duyuyorum. Bir Şiir Bir Hayat / Sakarya Türküsü Dijital Sergisinin başarılı geçmesini temenni ediyorum. Bu sene Necip Fazıl üstadımızın ebediyete irtihalinin 40’ıncı sene-i devriyesini idrak ediyoruz. Şairlerin sultanı, milletimizin duygu sancağı Üstat Necip Fazıl Kısakürek’i bu vesileyle bir kez daha rahmetle, minnetle, özlemle yâd ediyorum. Rabbim ondan razı olsun. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin diyorum.
Bu yıl, aynı zamanda üstadın kendi ifadesiyle fikrimizin çerçevesi dediği Büyük Doğu Mefkûresinin 80. Yıl dönümüdür. Üstat, 2. Cihan Harbi’nin buhranlı yıllarında neşretmeye başladığı Büyük Doğu’yu tam 35 yıl boyunca çıkarmaya devam etmiştir. Haftalık, aylık ve günlük olarak toplam 512 sayıya ulaşan bu muhteşem külliyat yayınlandığı döneme mührünü vurmuştur. Üstadın bütün eserlerinin, düşünce ve ideolojisinin omurgasını Büyük Doğu oluşturur desek, herhalde haddimizi aşmış olmayız. Büyük Doğu dergilerinin bir bütün halinde yeniden takdimini bu bakımdan çok mühim bir proje olarak görüyorum.
Aynı şekilde üstadın eserlerinin yeniden tanzim edilerek kitapseverlere ulaştırılmasını da takdirle karşılıyorum.
Serginin tertiplenmesine öncülük eden Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Araştırma Vakfı ile destek veren tüm kurumlarımızı tebrik ediyorum. Üstadımızın emaneti değerli dava adamı Mehmet Kısakürek’i yürekten kutluyor, emekleri ve gayretleri için kendisine teşekkür ediyorum. Nitelikli, özgün ve gençlerimize hitap eden her türlü çabanızda sizlerin yanında olduğumu ve olacağımı bilmenizi istiyorum.
Kıymetli Misafirler,
Üstat Necip Fazıl, Cumhuriyet tarihimizin en sancılı dönemlerine şahitlik etmiş bir insandı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden kuşak içinde üstat, devletin, milletin, fertlerin yaşadığı tüm ıstırapları bizzat görmüştür. Çağdaşı pek çok şair ve yazarın aksine üstadımız kültürel hegemonyaya teslim olmak yerine, kalemi ve kelamıyla direnmeyi seçti. Asırlara sair köklü mirasımızın yok sayıldığı şanlı mazimiz ile köprülerin atıldığı bir zamanda şiirleri, makaleleri, kitapları, piyesleri ve hitabetiyle “Durun kalabalıklar” dedi. Hayatının hiçbir döneminde fildişi kuleden ahkâm kesmedi. Kolaya kaçmadı, hep zor olanı, meşakkatli olanı tercih etti. Ahlak ve Allah demenin yasak olduğu yıllarda mücadelesiyle milletimizin ruh köküne sahip çıktı. Elbette bu yerli ve milli duruşunun ceremesini de son nefesine kadar çekti. Üstat ilk eserlerini vermeye başlayınca, onu deha diyerek alkışlayanlar, sırf bu tavrından dolayı ona düşman kesildiler.
“Bir mısraı bir millete şeref verecek kişi” diye onu taltif edenler, daha sonra “sanatına kıyan adam” diyerek tahkir ettiler. Üstadın şiirlerindeki mana selini aşamadıkça daha da çirkinleştiler. Fikir cephesinde onun bileğini bükemedikçe daha da küstahlaştılar. Onun direniş ve mücadele azmini kıramadıkça daha da pervasızlaştılar. Kültür sanat camiamızın bugün bile esaretinden kurtulamadığı mahalle baskısına, üstat Necip Fazıl on yıllar boyunca maruz kalmıştır. Ama üstat bunların hiçbirine boyun eğmemiştir. İnandığı değerler uğruna bedel ödemekten asla çekinmemiştir. Çünkü Necip Fazıl, Türkiye merkezli düşüncenin, Türkiye merkezli bir dünya tasavvurunun vücut bulmuş bir haliydi. O hayatının en kıymetli yıllarını fikir Mehmetçikleri yetiştirmeye adamış, bu uğurda ter dökmüş, çile çekmiş hakiki bir münevverdi. Kimsenin ne dediğine, ne yaptığına bakmadan hep sorumluluk aldı, öne atıldı, öncülük etti, uyardı, yazdı, anlattı, konuştu. Anadolu’yu adım adım dolaşıp bu ülkenin mahzun gençlerinin kalplerine ve zihinlerine dokunmaya çalıştı. Çağını yakalayan üstat, köklerimizi, bizi biz yapan hasletleri işte bu çağa nakşetmenin derdindeydi.
Üstadımızın çok yönlü kişiliğini burada anlatmaya kalksak, bırakın saatleri günler yetmez. Üstadın her bir şiiri, kitabı, eseri, hayatının bir safhası üzerinde uzun-uzun konuşulmayı ziyadesiyle hak ediyor. Necip Fazıl’ı yine en iyi bizzat kendisinin anlattığına inanıyorum:
“Karşınızda bir adam var, Necip Fazıl Kısakürek. Türk’tür, Anadolu’dur, Maraşlıdır, İslamiyet’ten başka tek kaynak tanımaz. Topyekûn kâinatın o kaynakta bir köpükçük olduğuna inanır. Peygamberler Peygamberinin en hakir kölesine ebedi köleliği dünya ve ahirette en büyük rütbe bilir. Kendisini en basit müminin çarığının altındaki çamurdan aşağı görür, fakat Allah’ın ‘nimetimi takdis et’ emriyle de haykırmaktan çekinmez.” Evet, bundan 40 sene önce dünya yolculuğunu tamamlayan üstadımız tam olarak böyle bir dava ve aksiyon adamıydı. Necip Fazıl, hepimizin gönlünde onlarca yıldır yanan iman ve mücadele ateşinin yürek tellerimizi titreten o muhteşem dizelerin doğduğu kaynağın ta kendisiydi.
Değerli Misafirler;
Merhum Necip Fazıl’ın ve eserlerinin özellikle bizim neslimiz üzerinde çok büyük etkisi vardır. Şüphesiz üstadın her şiirinin ruh dünyamızdaki yeri ayrıdır. Onun her sözünün kalbimizde yaptığı tesir farklıdır. Onun her kitabının fikir serüvenimizde bıraktığı iz başkadır. Tüm bunlarla birlikte Sakarya Türküsü şiirinin yeri ise müstesnadır. Her dizesi coşkun ırmak misali gürül gürül akan bu şiir, bir nesil tarafından ezberlenmiş ve manası da idrak edilmiştir. “Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur / Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur” diyen üstadımızın hayalini kurduğu şekilde mesuliyetinin şuurunda bir gençlik yetişmiştir. Özgüven abidesi bu gençlik, Sakarya’nın sırtına vurulacak tarihin yükünü paylaşmaya amade bir gençliktir. Bu gençlik; omuzlarına büyük bir davayı yüklenen, fedakârlık, disiplin, merhamet, samimiyet, güzel ahlak, zarafet, estetik sahibi bir gençliktir. Bu gençlik; milletimizin bütün varlık-yokluk mücadelelerinde öne atılan istiklal ve istikbalimizin teminatı olan bir gençliktir.
Biz bu gençliği Çanakkale’de dünyanın en güçlü ordularını bozguna uğratırken gördük. Biz bu gençliği İstiklal Harbimizde müstevlilere Anadolu’yu dar ederken gördük. Biz bu gençliği, 28 Şubat’ın karanlık günlerinde üniversite kapılarında baskıya direnirken gördük. Biz bu gençliği, 15 Temmuz gecesi FETÖ’cü alçakların ölüm kusan silahlarına göğüslerini siper ederken gördük. Biz bu gençliği, asrın felaketi 6 Şubat depremlerinin hemen sonrasında afetzedelerimizin imdadına koşarken gördük. Biz bu gençliği, TEKNOFEST’te ülkemizin tam bağımsızlık ülküsüne omuz verirken gördük. Biz bu gençliği, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimleri öncesinde sahada kapı-kapı dolaşırken, seçim günü de sandıklara sahip çıkarken gördük. Sağına soluna bakmadan fert-fert ben varım diyen bu gençliği şimdi de Türkiye yüzyılının inşasında görüyoruz. Üstadın yetişmesi için ömrünü adadığı bu gençlik, Allah’ın izniyle emaneti bizden alacak, davamızı daha da yücelterek kendinden sonrakilere alnının akıyla devredecektir.
Kıymetli Misafirler,
Gençlik yıllarında üstat Necip Fazıl ile tanışma, hasbihal etme, onun doyumsuz sohbetlerine katılma şerefine nail olmuş bir kardeşinizim. Dünya görüşümüzün şekillenmesinde üstadın şiirlerinin, eserlerinin ve konferanslarının çok büyük etkisi oldu. Ülkemize siyaset yoluyla hizmet etme davamızda da, aynı şekilde üstadın hayatı bizlere hep yol gösterdi. Bir davaya sahip olmanın, medeniyet değerlerimize mensubiyetin bilincini biz ondan öğrendik. Sinesinden çıktığımız milletimizi karşılıksız sevmeyi biz ondan öğrendik. Anadolu büyüklüğündeki dava taşını gediğine koyma gücünü biz ondan öğrendik. Zalimlere karşı dik durmayı, hakkı haykırmayı, adaletin temsilcisi olmayı biz ondan öğrendik. Ayrım yapmadan mazlumların elinden tutmayı, ezilenlerin dostu olmayı biz ondan, onun eserlerinden öğrendik. Üstadın Türkiye sevdasını, büyük ve güçlü Türkiye idealini siyasetimin merkezine biz onun tavsiyeleriyle yerleştirdik. Onun yücelttiklerini biz de her zaman baş tacı ettik. Onun reddettiklerini ise, biz de elimizin tersiyle ittik.
Üstadın Türk siyasetindeki mutlak ötesi hep CHP olmuştur. Merhum Necip Fazıl, CHP ideolojisini milletin ruh kökünü kurutmayı amaçlayan marazi bir yapı olarak görmüştür. Biz de mücadelemizin odak noktasına CHP zihniyetini koyduk. Tüm siyasi hayatımız boyunca CHP ideolojisinin millet varlığımızda açtığı tahribatın izlerini silmek için çalıştık. Tek parti faşizmi tarafından ülkemize giydirilen deli gömleğini parçalamak için çetin bir mücadele yürüttük. Hamdolsun, bu mücadelemizde çok büyük mesafeler kat ettik. Türkiye’yi demokrasiden hak ve özgürlüklere, savunmadan diplomasiye kadar her alanda tarihinin en büyük başarılarıyla tanıştırdık.
Eğer bir Ayasofya davamız varsa, Ayasofya davamızı biz yine üstat Necip Fazıl’dan öğrendik. Sultanahmet Meydanı’nda “Ayasofya açılacak, Ayasofya açılacak, Ayasofya açılacak” derken üstat, işte bu manayı, bu ruhu, bu heyecanı ondan yakaladık ve Ayasofya’yı da Allah’ın izniyle açtık. Bizden önce 70-80 senede yapılamayan hizmetlerin kat be kat fazlasını 21 yıla sığdırmayı başardık. Hepsinden önemlisi, yıllarca kendi öz yurdunda hor görülen milletimize yeniden özgüven kazandırdık.
Kerameti kendinden menkul azgın azınlık karşısında sessiz yığınların sesi, soluğu, nefesi olduk. Rahmetli Necip Fazıl, surda bir gedik açmış, rüzgârlara meydan okuyup artık ne yandan esersen es demişti, biz o surları açtık. Kaleyi fethettik, zafer sancağımızı gururla burçlara diktik. Üstadın Rabbine her elini açtığında zincirlerinin kırılması için dua ettiği Ayasofya’yı 86 yıl sonra Ezanı Muhammedilerle buluşturduk. Ayasofya’yla birlikte Allah’a hamdolsun Türk’ün ve Türkiye’nin bahtını da açtık. Tam olarak üstadın ifade buyurduğu şekilde Ayasofya’yı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açtık. Rabbime, şahsıma üstat Necip Fazıl’ın vasiyetini gerçekleştirme imkânı verdiği için binlerce kez hamd ediyorum. Rabbime, Türkiye’nin bağımsızlığının sembolü olan Ayasofya’yı tekrar asli kimliğine kavuşturmayı nasip ettiği için ham ediyorum. Bu mübarek mabedin kubbelerinden Kur’an sesleri, ezan sesleri eksik olmasın diyorum.
Kardeşlerim,
Bugün büyük bir gururla ifade etmek isterim ki; artık bu mukaddes dava sahipsiz değildir. Birer süngü misali göğe yükselen minarelerimizden yankılanan ezan sesleri artık mahzun değildir. Öz yurdumuzda garip değiliz, öz yurdumuzda parya hiç değiliz. Kehkeşan’a kaçan güneş sadece 81 ilimizi değil gönül coğrafyamızın dört bir köşesini de aydınlatmaktadır.
Türkiye yüzyılının inşasıyla inşallah tüm kazanımlarımızı perçinleyeceğiz. Evlatlarımıza hiçbir endişe duymadan üzerinde özgürce yaşayabilecekleri müreffeh bir ülke bırakacağız. Uğrunda ciddi bedeller ödediğimiz hak ve hürriyetlerimize hiç kimsenin el süremeyeceği bir demokratik iklimi Türkiye’de muhakkak tesis edeceğiz. Türk siyasetini tek parti CHP zihniyetinin baskıcı, nobran ve halka rağmen halkçı alışkanlıklarından mutlaka kurtaracağız. Milli iradeyi tüm kurum ve kurallarıyla ülkemizde bila kaydü şart egemen kılacağız. İktidara giden yolun Batı beklentilerinden, vesayet odaklarından veya terör örgütlerinin desteğinden değil milletin gönlünden geçtiğini inşallah herkese öğreteceğiz. Artık kimse bu milletin evlatlarını aşağılama cesareti bulamayacak. Kimse Anadolu insanına hakaret edemeyecek, tehditler savuramayacak. Aman ya Rabbim, ne diyor; “Kırsal kesimden aldığı oylarla Cumhurbaşkanlığını kazandı.” Hani partinizin kurucu Gazi Mustafa Kemal, “Köylü, milletin efendisidir” demedi mi? Bir taraftan öyle, bir taraftan böyle. Artık bunu yemezler, geçti bu iş. Şimdi bu millet daha ileri, daha ileri, daha ileri gidiyor ve gidecek. Sırf oy tercihlerinden dolayı kimse vatandaşa parmak sallayamayacak. Milletimizi kimse makarnacı, kömürcü, cahil, göbeğini kaşıyan adam diye tahkir edemeyecek. 14 ve 28 Mayıs seçimlerini gerek üstadın uğruna hayatını adadığı davası, gerek bizim mücadelemiz açısından bir dönüm noktası olarak görüyoruz. Üstada göre 14 Mayıs 1950 seçimleriyle birlikte millet başındaki CHP’yi atmıştı. Kaderin cilvesi olarak tam 73 yıl sonra bir 14 Mayıs’ta milletimiz başında CHP zihniyeti istemediğini çok net biçimde ortaya koymuştur. 28 Mayıs’ta da yarım kalan işi tamamlayarak görünen ve görünmeyen tüm destekçileriyle birlikte CHP ideolojisini sandığa gömmüştür. Bir daha hiçbir güç CHP’yi o sandığın dibinden çıkaramayacaktır. Ne CHP Genel Başkanı’nın koltuğunu korumak uğruna attığı iftiralar bunu değiştirebilir, ne seçim yenilgisini perdelemek için söylediği yalanlar kendisine bir fayda sağlayabilir, ne de kırsalda yaşayan insanlarımıza yönelik sarf ettiği hadsiz ifadeler kendisini kurtarabilir. Sandıktan çıkan iradeye saygı duymak yerine, hâlâ vatandaşa 500 liraya oylarını satıyorlar, imasında bulunmak siyasi tükenmişliğin daniskasıdır. Son 13 yılda 12 seçim kaybeden birinin kabahati kendinde aramak yerine halen seçmeni suçlaması, artık siyasetin değil psikolojinin konusudur. Çünkü bu zat artık psikolojik bir vakadır ve milletim de bunu sezdiği için gereğini yapmıştır.
Çok açık ve net söylüyorum; CHP, bu şekilde siyaset yaptığı sürece bu ülkede iktidar yüzü göremez. CHP kendini düzeltmediği, değiştirmediği, milletin sesine kulak vermediği müddetçe bir daha asla yönetime gelemez. Hele hele terör örgütleriyle el ele, omuz omuza yürüdüğü sürece bu millet terör örgütlerine oy vermez, vermeyecektir. Cumhuriyetle yaşıt olduğunu iddia eden CHP’nin geldiğimiz noktada artık cumhurla, Cumhuriyetle ve halkla barışması gerekiyor. CHP, milletle, milletin inanç değerleriyle ve milli iradeyle sulh ilan etmediği takdirde, yapacağı hamlelerin tamamı birer göz boyamadan, siyasi hokkabazlıktan ibaret kalacaktır. Elbette bunun da mücadelemizde milletimizde hiçbir karşılığı olmayacaktır.
Biz ülkemizdeki muhalefetin kendini yenileyerek, Türkiye yüzyılına ayak uydurmasını samimiyetle temenni ediyoruz. Muhalefetin ülkenin ve milletin hayrına olan işlerde bizi desteklemesini, gerektiğinde de yapıcı eleştirileriyle önümüzü açmasını ümit ediyoruz. Cumhuriyetimizin 100. Yılı’nda vaktimizi ve enerjimizi bozuk plak misali sürekli aynı şeyi tekrarlayan, hep aynı yoldan giderek farklı menzile varacağını düşünen çapsız siyasetçilerle harcamak istemiyoruz. İşimize bakalım, hedefe kilitlenelim, hep birlikte Türkiye yüzyılını inşa edelim istiyoruz. Rabbim yolumuzu, bahtımızı açık etkin diyorum. Bu düşüncelerle titiz bir çalışmanın neticesinde hazırlandığını gördüğüm sergimizin başarılı geçmesini diliyorum.
Bu vesileyle kendisiyle tanışma, muhabbet etme şerefine eriştiğim üstat Necip Fazıl Kısakürek’i bir kez daha kemali edeple yâd ediyorum. Katılımcılara ve serginin icrasında emeği geçen herkese şahsım, milletim adına tekrar teşekkür ediyor, sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum.
Kalın sağlıcakla.