Sevgili Gençlerimiz,
Değerli Hanım Kardeşlerimiz,
Aziz Vatandaşlarım,
Sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Buradan sizlerin vasıtasıyla tüm Rumeli’yi, Balkanlar’ı, gönül coğrafyamızın dört bir köşesini yürekten selamlıyorum. Kalbi bizimle çarpan tüm kardeşlerimize, soydaşlarımıza, canımızdan bir parça olan tüm dostlarımıza sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.
Bu güzel atmosferde bizleri bir araya getiren, kucaklaşmamıza, hasret gidermemize vesile olan tüm kardeşlerime teşekkür ediyorum. Bugün burada Üsküp’ün, Sancak’ın, Prizren’in, İşkodra’nın, Kırcaali’nin, Gümülcine’nin, Filibe’nin, Saraybosna’nın, Mostar’ın sımsıcak nefesini yüreğimde hissediyorum.
Bugün burada asırlar boyunca Allah Allah nidalarıyla Viyana kapılarına dayanan Akıncılarımızın seslerini duyuyorum. Bugün burada Rumeli türkülerinin yürek tellerimizi titreten, ince, zarif, narin, kanat çırpışlarını duyuyorum. Bugün burada Bursa’dan Bosna’ya, İstanbul’dan Üsküp’e uzanan muhteşem bir sevgi selini, muhabbet deryasını görüyorum. Burada hamuru acıyla, çileyle, aşkla, sevdayla, dayanışmayla yoğrulmuş ebedi ve ezeli kardeşliğimizin remzini görüyorum.
Şair ne güzel söylemiş:
“Bir Rumeli Türküsü kanat çırptı gümüş vazolarda
Sımsıcak bir dua yıkıldı ellerime
Burma bıyıklı ağıtlar dizginledi zamanı
Kana batmış toynaklarda, yeşil bir gül dillendi
Sessizlik keklikleri makaslarken gökleri
Bir ezan yağmuruyla tâ can evimden yandım
Ve yumdum gözlerimi İstanbul’da
Üsküp’te, Kalkandelen’de uyandım…
Ötelerde kanlar, câmiler, şadırvanlar…
Fatih Köprüsü gülümser beride
Vardar Ovası’nı titreten rüzgâr
Dalgalandırır gönülleri de.
İsmine Estergon derler
Bir yârim var Rumeli’de…”
Evet, bizim de Rumeli’nin dört bir yanında nice yârimiz var. Bizim sadece Rumeli’de değil, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Adriyatik’ten Altay’lara üç kıta yedi iklimde gönüllerimizin bir olduğu nice kardeşlerimiz var. Bizim her gece ellerini semaya açarak Allah Türkiye’ye zeval vermesin niyazıyla gözyaşı döken nice sevdalılarımız var.
Bizim dili, dini, kültürü, derisinin rengi farklı olsa da, umudunu ülkemizin başarısına bağlamış yüz milyonlarca dostumuz var. İşte bu salonda Rumeli’nin neresine gidersek gidelim önümüzü kesip Türkiye’nin taşına toprağına selam diyen Akıncı çocuklarını görüyorum. Karşımda serdengeçtilerin emanetleriyle birlikte sayıları yüz milyonları bulan Türkiye âşıklarının temsilcilerini görüyorum. Salonlara sığmayan şu coşkunuz için sizlere şahsım, dava arkadaşlarım adına teşekkür ediyorum.
Dosta güven aşılayan şu dik duruşunuz için sizlere teşekkür ediyorum. 14 Mayıs seçimlerindeki desteğiniz için sizlere teşekkür ediyorum. 28 Mayıs’ta sandıktan çıkacak sonucun müjdesini veren şu sevginiz için her birinize ayrı-ayrı teşekkür ediyorum. Siz, ne güzel insanlarsınız. Siz, ne vefakâr insanlarsınız. Rabbim, muhabbetimizi daim eylesin diyorum.
Kardeşlerim,
Biz, istiklal ve istikbal bayrağını bir dönem hükümranlık alanı 10 milyonlarca kilometrekareyi bulan Osmanlı’dan devralmış bir devletiz. Türkiye Cumhuriyeti, bin yıldır bu topraklarda varlık-yokluk mücadelesi veren mücadelemizin ilk değil en son devletidir.
Aliya son dönemindeydi, ben de yurt dışından geliyordum ve uçağı Saraybosna’da indirdim ve oradan ben dedim hastaneye gidip, Aliya’yı bir ziyaret edeyim. Ve hastaneye gittim, Aliya’yı son demleri ziyaret ettim ve son cümleleri çok manidardı, dedi ki; Tayyip evladım, bu topraklar evlad-ı Fatihandır, bu evlad-ı Fatihan olan topraklar size emanet dedi. Sonra Bakir kardeşimden dinledim, dedi ki; o ana kadar babam konuşmuyordu, sizinle görüştükten sonra orada konuşmaya başladı. Tabii bu bizim için bir duygu seliydi. Rabbime hamd ettim. Ama öyle bir emanet aldık ki biz evlad-ı Fatihan olan o topraklara uzaktan bakamayız, biz oralara bir emanet olarak bakmasını biliyoruz ve bakacağız.
Tarih boyunca millet olarak vakarımızla, vicdanımızla, merhamet ve şefkatimizle tüm dünyaya insanlık dersi verdik. Anadolu’yu yurt eyleyen kardeşlerimizle önce Çanakkale’de büyük bir destan yazdık. Dünyanın en güçlü ordularına Çanakkale’yi hep birlikte dar ettik. Ecdadın Avrupa’nın içlerine kadar uzanan zaferlerinin ardından başlayan geri çekilme süreci ancak Büyük Taarruz’la son bulmuştur. Kendisi de Rumelili olan Gazi Mustafa Kemal’in öncülüğünde İstiklal Harbimizi zaferle taçlandırdık.
Milletimiz, 29 Ekim’de 100. Yılı’nı kutlayacağımız Cumhuriyet’i kurarak asırlar sonra ilk kez yaralarını saracağı, kendini toparlayacağı güvenli bir sığınağa kavuşmuştur. Elbette bu döneminde de Rumeli’den Kafkaslar’a kadar İmparatorluk bakiyesi yerlerden Anadolu’ya göçler artarak devam etti. Osmanlı’dan beri süren bu göçlerde binlerce insanımız hayatını kaybetti. Ana vatanlarından sürgün edilen Çerkez kardeşlerimiz, doğdukları topraklarda zulme uğrayan Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri, tarihin en büyük katliamlarına maruz bırakılan Rumeli Muhacirleri, hasılı Osmanlı’nın adalet sancağı altında huzurla yaşayan milyonlarca kardeşimiz, soydaşımız son çare olarak Cumhuriyet topraklarına sığındı. Türkiye, Çerkez’i, Tatar’ı, Gagavuz’u, Arnavut’u, Pomak’ı, Boşnak’ı, Türkmen’i, Özbek’i, Uygur’uyla başı dara düşen her kardeşine bir eman ve esenlik yurdu oldu.
Milletçe el ele, gönül gönüle vererek ülkemizi kalkındırmaya, ekonomimiz güçlendirmeye, bu topraklarda özgür ve başı dik bir şekilde yaşamaya çalıştık. Hamdolsun acısıyla-tatlısıyla, eksiği-fazlasıyla nice badireleri aşarak, nice saldırıları göğüsleyerek Türkiye’yi bugünlere getirdik. Bunu da millet olarak hep birlikte başardık. Rumeli ve Balkanlar başta olmak üzere, coğrafyamızın dört bir yanından hicret ederek burada yeni bir hayat kuran siz kardeşlerimizin emekleriyle, gayretleriyle ülkemizi bugünlere ulaştırdık.
Kardeşlerim,
Batı Trakya, Bulgaristan ve Balkanlar’dan gelen kardeşlerimiz bu ülkenin göçmeni değil asli evladıdır. Sizlerin dedeleri, ataları başka bir yere değil, ana yurtlarına, baba evlerine geldiler. Asırlık hasretin ardından kavuşan kardeşler gibi biz de birbirimize sarıldık, kucaklaştık. Türkiye gibi bir vatanımız, Türkiye gibi bir yuvamız olduğu için Allah’a ne kadar şükretsek azdır.
Bizim çekilmek mecburiyetinde kaldığımız yerlerde dünyanın en alçak, en iğrenç, en vahşi katliamları gerçekleştirildi. O zor günlerde Türkiye’ye gelemeyen kardeşlerimiz, devletsizliğin acısını iliklerine kadar yaşadılar, çok ağır baskı ve zulüm gördüler. Dilleri, inançları, gelenekleri yok edilmek istendi. Camileri yıkıldı, türbeleri yerle yeksan edildi. Tekkelerinin, ilim-irfan yuvalarının kapısına kilit vuruldu, medreseler kapatıldı. Hanlar, hamamlar, kervansaraylar, çeşmeler, imaretler, kütüphaneler bilerek bakımsızlığa terk edildi. Kanaat önderleri, hocaları, alimleri, siyasetçileri hapse atıldı. Kültürel soykırım namına ne varsa hepsini kat be kat fazlasıyla yaşadılar, tecrübe ettiler.
Çok değil, 150 yıl önce binlerce ecdat yadigârı esere ev sahipliği yapan şehirlerde bugün numunelik birkaç yapı dışında hiçbir şey bulamazsınız. Aynı şekilde nüfusunun yüzde 80’i, çoğunluğu Müslüman olan şehirlerde bugün ya hiç Müslüman yaşamıyor ya da bir avuç Müslüman bulunuyor. Ancak Batı dünyası bunu hiçbir zaman görmedi, daha doğrusu hep görmezden geldi. Lafa gelince insan hakları adına mangalda kül bırakmayanlar, Avrupa’nın göbeğinde yaşanan bu kültür katliamına dur demediler. Ağızlarını her açtıklarında bize demokrasi ve insan hakları dersi verenler, Rumeli’nin acısına, Rumeli’den yükselen feryatlara sağır kesildiler. En son Bosna Savaşında Srebrenitsa’da olduğu gibi binlerce insanın katledildiği burunlarının dibindeki soykırımları bile hiçbir şey yapmadan tribünden izlemeyi seçtiler.
Ben size inanıyorum, sizi seviyorum ve neler yapacağınızı da biliyorum.
Ne yazık ki bunlar katillere yolu açarak, onlara yardımcı oldular, bunu geride bıraktığımızda asırda defalarca yaptılar. Söz konusu Müslüman’ın, Türk’ün hakkı ve hayatı olunca, tepki göstermek, müdahale etmek, zulmü engellemek yerine hep üç maymunu oynadılar. Aslında bugün de terör örgütlerine kol-kanat gererek camilere, mescitlere saldırılmasına göz yumarak, Türkiye sevdalısı vatandaşlarımıza eziyet ederek değişen hiçbir şey olmadığını ortaya koyuyorlar. FETÖ’cü alçaklarla, bölücü hainlere gösterdikleri sempatinin, anlayışın, hoşgörünün onda 1’ini mazlumlara ve mağdurlara göstermiyorlar.
İşte şimdi Avrupa’da PKK baktı ki iş kötüye gidiyor, evet, seçmenlere saldırmaya başladılar. Ha bu seçmenler diyorlar ki, demek ki herhalde Cumhur İttifakı’ndan yana, onun için onlara saldırıyorlar.
Yetmedi, Amerika’da Birleşmiş Milletler’in karşısındaki Türk Evi’ne saldırdılar, Türk Evi’nin camlarını kırdılar. Niye hani siz demokrattınız? Türk Evi’ne saldırmak, camları kırmak size ne kazandırır? Şimdi biz de buradan Amerika’nın yetkililerine, emniyet güçlerine şunu demeyecek miyiz: Hadi bakalım hemen süratle bu teröristi bulmanız lazım, gereğini de yapmanız lazım. Acaba benzer bir durum Türkiye’de olsa buna nasıl bakacaksınız? Şimdi biz de Amerika’nın yetkililerinden Türk Evi orada size bir emanettir, Türk Evi’nin camlarını levyeyle kıran bu teröristi bulmanız gerekiyor.
Ellerinde imkân olduğu, güç olduğu halde krizleri bitirmek, çatışmaları ve savaşları sonlandırmak için bir adım atmıyorlar. Yarın Allah korusun herhangi bir yerde milletimizin ve soydaşlarımızın başına bir şey gelse, emin olun bunlar yine farklı davranmayacaktır. Ama artık hamdolsun Türkiye var, biz varız, gereği neyse bunu yapmaya hazırız. Artık Türkiye yüzyılı vizyonu olan ülkemiz var.
Kardeşlerim,
Rumeli, milletimizin yüreğinde hiç kapanmayacak bir yaradır. Falih Rıfkı Atay edebiyatımızda bu acıyı anlatan en iyi yazarlardandır. Bakınız yazarımız Rumeli’yi kelimelere nasıl döküyor:
“Eski Türk şarkılarının aksettiği ve çarıklarının çürüdüğü dağlar. İşte şu ufuk çizgilerinin arkasında Manastır, Eyüp kadar Türk olarak alıştığımız Manastır, ötede Kosova, Üsküp. Başımın içini Osmanlı haritasının sert dalgaları karıştırıyor. Her adımda bir kalp kırığı bırakıyorum.” Evet, cümlelerini Rumeli’yi unutmayalım diyerek bitiren Falih Rıfkı gibi, biz de Rumeli’yi bir an olsun aklımızdan ve kalbimizden çıkarmadık. Ne Rumeli’yi unuttuk, ne Kırım’ı, ne Kıbrıs’ı, ne Türkistan’ı, ne Kafkasya’yı, ne de gönül coğrafyamızın diğer köşelerini unuttuk. Asırlık hasretin adından soydaş ve akraba topluluklarının elinden biz tuttuk.
Son 21 yılda sadece Türkiye’nin büyümesi, güçlenmesi, kalkınması için gece-gündüz çalışmadık, aynı zamanda ortak tarih, inanç ve kültür birliği içinde olduğumuz tüm kardeşlerimizle yeniden kucaklaştık. TİKA’mız ve Vakıflar Genel Müdürlüğümüzle ecdat yadigarı eserlerimizi, şehitliklerimizi yeniden ayağa kaldırdık. Yurtdışı Türkler Başkanlığımızla eğitim ve kültür alanında iş birliğimizi geliştirdik. Yunus Emre enstitülerimiz ve Maarif Vakfımızla dilimize, kültürümüze, tarihimize, ortak medeniyet değerlerimize sahip çıktık. Türk Hava Yollarımız, Anadolu Ajansımız, TRT’mizle beşeri bağlarımızı perçinledik. Kızılay’ımız, AFAD’ımız, sivil toplum kuruluşlarımızla en zor günlerinde kardeşlerimizin imdadına koştuk. İş adamlarımızın desteğiyle ticari ve ekonomik bağlarımızı güçlendirdik. Diplomatik misyonlarımızın sayısını artırarak bayrağımızı her tarafta gururla dalgalandırdık. Nerede bir vatandaşımız, soydaşımız varsa biz oradayız. Bu anlayışla Rumeli’den Kafkasya’ya herkesin yanında olduk, destek verdik. Hiçbir kardeşimizi çaresiz, sahipsiz hissettirmedik. Tüm bu çalışmalarımız sayesinde yüz yıllık hasretin ardından Evladı Fatihan’ın gönlünü yeniden kazandık, yeniden fetih ettik.
Nasıl ülkemizde hizmet götürmedik tek karış toprak bırakmadıysak, Rumeli’de de dokunmadık yer bırakmadık. Trakya’nın ötesinde bulunan tüm ülkeleri, soydaşlarımızın yaşadığı şehirlerin hemen hepsini tek tek ziyaret ettik. Rumeli’nin her taşını, her camisini, türbesini, çarşısını bir nakış misali ilmek-ilmek kalbimize işledik.
Ziyaretlerimizde yıllardır hasretle vefalı Türk’ün yolunu gözleyen beyaz takkeli, nur yüzlü piri fanilerimizi gördüm. Her nefeste Türkiye için, ülkemizin güçlenmesi için dua eden Murad-ı Hüdavendigar’ın yetimlerini gördüm. Yaşadıkları nice zulmün ardından dillerine, dinlerine, kültürlerine dört elle sarılan kahramanları gördüm. Maruz kaldıkları onca baskıya, eziyete rağmen yürekleri Allah aşkıyla, Peygamber sevdasıyla yanan dervişleri gördüm. Her sabah hayata yeni bir umutla başlayan kisçeleri, kızanları, kadınları, vakar timsali babaları gördüm. Rumeli’de sadece altı asır boyunca dünyayı adaletle hükmetmiş bir ecdadın ayak izlerini değil, aynı zamanda kocaman bir Anadolu gördüm. Rumeli’de Bursa’yı, İstanbul’u gördük. Konya’yı, Sakarya’yı, Erzurum’u, Kayseri’yi, Bakü’yü, Gence’yi, Semerkand’ı, Hive’yi gördüm. Hasılı, o topraklarda tüm haşmetiyle medeniyetimizi gördüm. Tüm büyüklüğüyle Türkiye’yi ve Türk milletini gördüm.
Kardeşlerim,
Biz bu adımlarla kardeşlik hukukumuzun gereğini yerine getirmenin yanı sıra, ihmaller sebebiyle gönüllerde açılan yaraları da kapattık. Gerek diplomatik, gerek siyasi, gerekse ekonomik açıdan ülkemizin varlığını o topraklarda yeniden hissettirdik. Bugün hamdolsun en küçük bir sıkıntılarında kardeşlerimizin imdadına koşabiliyoruz. Bosna Hersek’te sel felaketi olunca bunu yaptık. Arnavutluk’ta deprem olunca bunu yaptık. Diğer ülkelerde herhangi bir afet yaşanınca bunu yaptık. Siyasi istikrarsızlık riskiyle karşılaştıklarında bunu yaptık. Zor günlerinde, kara günlerinde kardeşlerimizin hep yanında olduk. Barış yolu olarak adlandırdığımız Saray Bosna-Belgrad otoyolu projesini tamamladığımızda Balkanlar’a yeni bir soluk borusu açmış olacağız.
Peki, biz bunları yaparken ülkemizdeki muhalefet neyle meşguldü? Onlar zevahiri kurtarma adına düzenledikleri toplantılar haricinde Rumeli ve Balkanlar’la ilgili dişe dokunur hiçbir iş yapmadılar. Bizdeki muhalefetin Balkanlar’la ilgili en ufak bir adımını duydunuz mu? Yok, öyle bir dertleri de yok. Dert bizim, biz Balkanlar’a, Rumeli’ye sevdalıyız sevdalı, bizim bir farkımız var.
Şimdi seçim sandığı ufukta görünce attıkları zoraki adımlar dışında Evladı Fatihan’ın kapısını çalmadılar, elinden tutmadalar, gözyaşlarını silmediler. Gün oldu güya hamburger yemek için ta Pensilvan’ya gittiler. Gün oldu Londra’daki tefecilerin kapısında nöbet tuttular. Gün oldu Alman’ından Amerikalısına kadar herkese selam verdiler. Gün oldu ülke-ülke gezip Türkiye’yi Batılılara şikayet ettiler. Ama benim Rumelili kardeşlerimin küftesinin, büreğinin tadına bakmaya tenezzül dahi etmediler. Bunlar teröristlerle bile kol kola girdiler, ama benim Rumelili kardeşlerimle bir kez olsun payduşka oynamadılar. Hapisteki canilerle ilgilendikleri kadar kalbi Türkiye’yle atan, Türkiye için milyonların meseleleriyle hiçbir zaman ilgilenmediler.
Her şey oldular, her kılığa büründüler, ama bir kez olsun yerli, milli ve vicdanlı bir duruş sergilemediler, bugün de aynısını yapıyorlar. Bölücü terör örgütünün uzantılarıyla kol kola yürümekten çekinmiyorlar. FETÖ’cülerle iş tutmaktan hicap duymuyorlar. Ortada hiçbir şey yokken bir gece yarısı yayınladıkları Alevi-Sünni, Kürt-Türk videolarıyla birlik ve dirliğimize kastetmekten geri durmuyorlar. Oy vermediler diye depremzedelerimizi aşağılamaktan utanmıyorlar. Koltuklarını korumak için nefret söylemlerine sarılmakta beis görmüyorlar.
Kardeşlerim,
Bunlar emri nereden alıyorlar biliyor musunuz? Kandil’deki teröristlerden alıyorlar. Biz ise emri Allah’tan ve milletimizden alıyoruz, farkımız bu. Milletin karşısına projeyle, eserlere çıkmak yerine, korku siyasetiyle insanlarımızın oylarını alabileceklerini düşünüyorlar. Oysa ne yapsalar boş, çünkü milletimiz bunların ciğerini biliyor ciğerini. Milletimiz bunların nasıl faşizm heveslisi olduklarını çok iyi biliyor. Milletimiz bunlardan kendisine de, ülkeye de, Rumeli’deki kardeşlerine de hiçbir fayda gelmeyeceğini görüyor.
14 Mayıs, insanımızın feraset ve basireti hafife alanların milletten yediği ilk tokattı, inşallah 28 Mayıs yarım kalan işin tamamlandığı bir milat olacaktır sizlerle beraber. Millet olarak bizi yaralı görüp de ilacımıza zehir bulaştırmak isteyenlere fırsat vermeyeceğiz. 14 Mayıs’ta yaşadıkları hezimete milleti de ortak etmek isteyen kifayetsizlerin oyunlarına gelmeyeceğiz. Fitne tüccarlarının, nefret tacirlerinin aramıza nifak tohumları ekmesine bizi birbirimize düşürmesine asla müsaade etmeyeceğiz. Sandığa leke sürdürmeyeceğiz. Rehavete kesinlikle kapılmayacağız. Zafer sarhoşluğuna asla düşmeyeceğiz. 28 Mayıs’ta hep birlikte erkenden sandıklara koşacak, irademize, demokrasimize ve geleceğimize hep birlikte sahip çıkacağız.
Şimdi sizlerle şöyle kavlimizi bir yenileyim diyorum, hazır mıyız? Şöyle ayağa kalkalım. Çok gür sedayla, tüm Türkiye duysun.
Tek millet… Tek bayrak… Tek vatan… Tek devlet…
Bir olacağız… İri olacağız… Diri olacağız… Kardeş olacağız… Hep birlikte Türkiye olacağız…
Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyorum. Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.