Türkiye İlahiyatlar Derneği’nin Kıymetli Mensupları,
İlahiyat Fakültelerinde Okuyan Sevgili Gençler,
Saygıdeğer Hanımefendiler,
Aziz Kardeşlerim.
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Esselamu aleyke ve rahmetullahi ve berakatüh. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi hepinizin, hepimizin üzerine olsun. Sizlerin şahsında 81 vilayetimizin tamamındaki gençlerimizi, kalbi bizimle çarpan tüm genç kardeşlerimi selamlıyorum.
Fatih’in emaneti aziz İstanbul’dan sizlerin vasıtasıyla gönül coğrafyamızın dört bir yanındaki kardeşlerimize, dostlarımıza, gözünü ülkemize çevirmiş tüm mazlum ve mağdurlara selamlarımı gönderiyorum. Uluslararası İlahiyat Gençlik Buluşması münasebetiyle istikbalimizin teminatı ve mimarı olan siz gençlerimizle bir araya gelmenin bahtiyarlığı içindeyim. Ahde vefanız ve sevdanız için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Bu sene üçüncüsü düzenlenen Gençlik Buluşmasının ülkemiz, milletimiz ve ilahiyat camiamız için hayırlara vesile olmasını Allah’tan diliyorum. Karşımdaki şu kardeşlik tablosuna baktığımda şairin o güzel müjdesine hamdolsun bizlerin de nail olduğunu görüyorum.
“Gittiğimiz yollara,
Vardığımız illere,
Sevgiyi gönüllere,
Saçtık elhamdülillah.
Kaynadık, pınar olduk,
Sulandık, nehir olduk,
Akıp denize dolduk,
Taştık elhamdülillah.”
Rabbime kalplerimiz arasında güçlü köprüler kurduğu, bizleri birbirimize kardeş kıldığı için hamdüsenalar ediyorum. Böylesine güzel bir atmosferde gönüllerimizi kavuşturan Türkiye İlahiyatlar Derneği’ne, –az önce kardeşime de söyledim; ilahiyatlar mı diyeceğiz, ilahiyatlılar mı diyeceğiz, bir değerlendirme yapacaklar bakalım, hayırlısı olur inşallah- Sayın Başkan ve yol arkadaşlarına, toplantımıza destek veren kurum ve kuruluşlarımıza şahsım, milletim adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Aynı şekilde ülkemizin dört bir köşesinden İstanbul’umuzu teşrif eden, heyecanlarıyla, sevdalarıyla, samimiyetleriyle bizleri bağırlarına basan siz genç kardeşlerime de en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Türkiye İlahiyatlar Derneği, kuruluşundan bu yana geçen 5 yıllık sürede teşkilatlanmasını tamamlayarak önemli hizmetlere imza atıyor. İlahiyatlı gençlerimizin kendilerini geliştirmelerine yardımcı olma gayesiyle derneğimizin yürüttüğü çalışmaları takdirle karşılıyoruz. Türkiye’de farklı illerde okuyan ilahiyat öğrencileri arasında birliğin tesisi, dayanışmanın güçlendirilmesi, iş birliğinin artırılması yolunda gösterdiği gayretler dolayısıyla derneğimizi tebrik ediyorum.
Az önce Diyanet İşleri Başkanımızın ifade ettiği şu cümleler gerçekten çok çok anlamlıydı: İlahiyatların adeta yokluğu teneffüs ettiği günler, işte Sakarya’da Dekan olduğu dönemi anlatıyor Ali Hoca. Sadece o mu, Eskişehir’de neredeyse öğrenci yoktu, böyle bir konuma gelmişti ilahiyatlar. Aynı şey imam hatiplerde, imam hatiplerin bütün öğrencilerini adeta kapı dışarı etmişler ve tüm Türkiye’deki imam hatiplerde öğrenci sayısı nereye düşmüştü, 60 bine. Şimdi 1 milyon 300 bin öğrenci var. Tabii bütün bunlarla beraber 1 milyon 300 bin imam hatiplinin artık türevini istiyoruz ve bunların imam hatiplerden ilahiyatlara, yetmez, tüm üniversitelere başarı oranları yüksek olarak dağılmalarını istiyoruz. Bunu yapar mıyız? Yapar mıyız? Ben yapacağınıza inanıyorum. Bu kardeşinizi Cumhurbaşkanı yapan bu millet, Allah’ın izniyle her tür üniversitelerde de başarıyı yakalar.
Hep söylediğimiz gibi, siyasette de, sivil toplumda da, sosyal hayatta da zaferin parolası uhuvvettir, vahdettir. Mesele asla sayı değildir, asıl güç niteliktedir, kalitededir. Asıl etki, mücadeleyi örgütlü bir şekilde yürütmekle sağlanır. Bunun için “birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.” Bu emr-i ilahinin bize işaret ettiği yoldan asla ayrılamayız. Vakıf ve derneklerimiz hayırda yarışırken, kesinlikle tefrikaya düşmemeli, mutlaka dayanışma içinde hareket etmelidir. Bu bakımdan ilahiyatçı gençlerimizin bir araya gelmesini, müşterek bir zeminde güç birliğini yapmasını çok çok kıymetli buluyorum.
Bugün hasbihal etmenin, birbirimizle hasret gidermenin yanı sıra İlahiyat Yıldızları Ödülleri’ni de takdim edeceğiz. Hüsn-i hattan, Siyer-i Nebi öykü yazımına farklı alanlarda ödül alacak genç ilahiyatçılarımızı kutluyor, Rabbim başarılarınızı daim eylesin diyorum.
Buradaki her bir genç kardeşimizin başarısını Türkiye yüzyılını inşa yolculuğumuzda önümüzü aydınlatan bir meşale olarak görüyoruz. Bu anlayışla Türkiye’nin en büyük beşeri sermayesi olan genç nesillerine değer katan, katkı sunan her türlü projeyi desteklemeyi görev buluyoruz. Vatana, millete, ümmete hayırlı fertler yetiştirme çabasında olan herkesin tüm kurum ve gönüllü kuruluşlarımızın başımızın üstünde yeri vardır. Gençlerimize ufuk ve vizyon kazandıran çalışmalara sahip çıkmak, bizim en öncelikli vazifemizdir. Bugüne kadar olduğu gibi inşallah gelecekte de sizlerle beraber ülkemizin tüm gençlerinin yanında olmayı sürdüreceğiz.
Kıymetli Kardeşlerim,
Sevgili Genç Kardeşlerim,
İlahiyat fakülteleri tarihi, misyonu ve serencamı itibariyle kesinlikle sıradan yükseköğretim kurumları değildir. Tıpkı imam hatipler gibi ilahiyatlar da ülkemizin belli dönemlerine ayna tutan müesseselerdir. Türkiye’de milletle devleti yönetenlerin aynı yöne baktığı, benzer hassasiyetleri taşıdığı zaman dilimlerinde bu kurumlar desteklenmiş, teşvik edilmiştir. Milletin inancının ve değerlerinin horlandığı dönemlerde ise ilahiyatlar üvey evlat muamelesi görmüştür. İlahiyat fakültelerinin 122 yıllık tarihi bunun çarpıcı örnekleriyle doludur. Modern anlamıyla bir üniversite bünyesinde açılan ilk ilahiyat fakültesi, 1900 yılında Darülfünun’da kurulan Ulûm-i Âliye-i Dîniyye Şubesi’dir. Burada talebeler tefsir, hadis ve usulü, fıkıh ve usulü, kelam ile İslam tarihi derslerinde 4 yıl süreyle eğitim almışlardır. Zamanla bu şubenin hem ismi, hem de müfredatı değişmiş, 1924 yılında kapatılmadan önce Süleymaniye Medresesi olarak hizmet vermiştir. 1925 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi adıyla yeniden açılan kurumun ömrü maalesef çok kısa sürmüştür. Fakülte, ortaöğretimde din derslerinin kaldırılması ve Diyanet Teşkilatında kadro yokluğu gibi sebeplerle bir müddet sonra tekrar kapatılmıştır. Tekrar parti zihniyetinin Türkiye’nin üzerine adeta karabasan gibi çöktüğü bu dönemin, milletimizin hafızasında çok derin yaralar açtığı bir hakikattir. Üstat Necip Fazıl tarihimizin bu safhasını, “Allah ve ahlak demenin yasaklandığı yıllar” olarak tarif ediyor. Minarelerimizin 18 yıl boyunca Ezan-ı Muhammedi’ye hasret kaldığı, camilerimizin bakımsızlıktan dolayı yıkıldığı, satıldığı, hatta ahıra çevrildiği, Kur’an-ı Kerim eğitiminin ancak gizli-saklı bir şekilde verilebildiği, hakkı ve hakikati söyleyen alimlerimizin horlandığı, yargılandığı, asıldığı, medeniyetimize ait ne varsa gerilik emaresi denilerek aşağılandığı, insanımızın bırakın camide namaz kıldıracak imamı, cenazesini dini usullere göre yıkayacak gassal bile bulamadığı… Bu çok enteresan, bir zamanların Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu, Milli Türk Talebe Birliği Cağaloğlu’nda bir konferansında dinledim. Dediler ki bize; süratle, bak cenazelerimiz yıkanamıyor, ortada kaldı, ölülerimizi yıkayacak gassal yetiştirecek kurslar açın. Bize böyle talimat verdi. İsmini vermeyeceğim, verenin kim olduğunu anlamanız lazım. Ve biz de diyor, sadece gassal yetiştirmek üzere kurslar açtık. O zaman Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu. İmam hatiplerin mazisi aslında oraya dayanıyor, gassal yetiştirmek üzere açılmış okullar, yani bizim kökümüz oradan geliyor. Hasılı milletimize asli kimliğini hatırlatan tüm değerlerin silinmek istendiği bu korkunç yıllarda diğer ilmi faaliyetler gibi ilahiyat eğitimi de verilemedi, sadece gassal yetiştireceksin, oradan geliyoruz. Benim imam hatipteki İngilizce Hocam, siz ölü yıkamak için mi buraya geldiniz, diye bize derse söylüyordu. Bizim nereye gideceğimizin, nereye varacağımızın farkında değildi. Elhamdülillah, nereden nereye… İlahiyat fakültelerinin kapısındaki zincirlerin kırılması, ancak Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçmesiyle mümkün oldu ve biz kızlarımızı, düşünebiliyor musunuz, imam hatip okulunun kapısından maalesef kaçırmak zorunda kaldık, neden dolayı? Başörtüsünden dolayı. Ben kızımı İstanbul’dan ta Trabzon’a gönderdim. Oradaki imam hatibin müdürü de benim sınıf arkadaşımdı; dedi gönder buraya, ben burada okuturum, dedi. Bu çileleri çeken burada nice aileler var, bu sıkıntıları yaşayan nice aileler var. Ama elhamdülillah bunların hepsi mazi oldu, şimdi artık hep ileri, durmak yok, ileri.
Daha sonraki yıllarda özellikle vesayet süreçlerinde ilahiyat fakültelerimiz de sıkıntılı günler yaşadı, baskıya maruz kaldı. Tek parti faşizmini yeniden hortlatmaya çalışan 28 Şubat zihniyeti, imam hatipler ve meslek liseleriyle birlikte ilahiyat fakültelerini de hedef almıştır. İmam hatipler ve meslek liselerinin önü katsayı engeliyle kesilirken, ilahiyat fakültelerinin kontenjanları düşürülmüş, az önce de söyledim, mezunlarının öğretmen olma hakları çeşitli bahanelerle gasp edilmiştir. Üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, ilahiyat fakültelerine de teşmil edilmiş, dini eğitim veren kurumlara tesettürle girmek, düşünebiliyor musunuz ya, dini eğitim, bu da mümkün olmamıştır. Darbeciler, antidemokratik düzenlemeler yanında ülkemizin köklü ilahiyat fakültelerinin içlerini boşaltmak suretiyle de bu müesseselerle hesaplaşma yoluna gitmiştir. İslami ilimlerde uluslararası itibara sahip saygıdeğer hocalarımız baskıyla, tehditle, sürgünle görevden uzaklaştırılırken, yerlerine darbecilerin her yaptığına kılıf uyduran şakşakçı tipler getirilmiştir.
28 Şubat’ın canlı şahitleri o meşum günlerde yaşanan hukuksuzlukları, adaletsizlikleri ve hak gasplarını çok iyi hatırlıyor. Bizler de gerek siyasetçi, gerek ebeveyn olarak milletimizin evlatlarına yapılan zulümleri yakinen biliyoruz. Rabbim bir daha bu milleti tek parti faşizmi özentisi, darbeci zihniyetin insafına bırakmasın diyoruz.
Sevgili Gençler,
Aziz milletimizin desteği ve Rabbimizin yardımıyla bin yıl sürecek denilen 28 Şubat karanlığına 3 Kasım 2002 seçimleriyle hamdolsun hep birlikte son verdik. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak şiarıyla ülkemizde merkezinde demokrasinin, özgürlüklerin ve adaletin olduğu yeni bir dönemi başlattık. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca hayata geçirdiğimiz demokrasi ve kalkınma reformlarıyla Türkiye’de sessiz bir devrimi gerçekleştirdik. Üniversite kapılarına kurulan ikna odalarının kaldırılmasından katsayı adaletsizliğine son verilmesine, ilahiyat öğrencilerimizin gasp edilmiş haklarının iadesine kadar her alanda tarihi nitelikte adımlar attık.
Her evladımızın istediği lisede ve yükseköğrenim kurumunda yüreğinde hiçbir endişe duymadan okuyabilmesinin önünü açıktı. Siyer-i Nebi ve Kur’an-ı Kerim derslerinin seçmeli ders olarak eğitim müfredatımızda yer almasını temin ettik. İlahiyat fakültesi mezunlarımızın kamudaki çalışma alanlarını genişlettik.
Uluslararası ilahiyat programlarıyla yurt dışındaki vatandaşlarımız ile dost ve kardeş ülkelerin evlatlarına sahip çıktık. Bugün ilahiyat fakültesini bitiren gençlerimiz eğitimleriyle mütenasip tüm alanlarda hiçbir engelle karşılaşmadan özgürce görev yapabiliyor.
Kızlarımız kılık-kıyafetleri dolayısıyla ötekileştirmeye maruz kalmadan hayatın hemen her alanında sorumluluk üstlenebiliyor. Hakim olabiliyor mu? Olabiliyor. Savcı olabiliyor mu? Olabiliyor. Asker olabiliyor mu? Olabiliyor. Polis olabiliyor mu? Olabiliyor, demek ki istenince her şey olabiliyormuş. Başı açık veya başı örtülü ayrımı yapmadan gençlerimiz başta olmak üzere tüm kadınlarımıza kamuda fırsat eşitliği sağlıyoruz.
Şimdi Ana Muhalefetin başındaki zat çıktı, ne dedi? Gelin dedi, şu anda başörtüsüyle ilgili yasal bir düzenleme yapalım. Ya yasal bir düzenlemeye gerek yok ki. Gene bize oyun mu çekmek istiyorsun, tuzak mı kurmak istiyorsun? Eğer bu konuda samimiysen, gel anayasa değişikliğini yapalım. Çünkü biz bir daha bu tuzaklara gelmek istemiyoruz, anayasal bir düzenleme yapalım ve bu işi bitirelim. Şimdi anayasal düzenleme metninin Meclise gönderdik, samimiyetlerini göreceğiz, bakalım bu konuda bunlar samimi mi, değil mi göreceğiz.
Çalışmak, üretmek, kendini gerçekleştirmek… Müslüman bir sokulduğu delikten bir daha sokulmaz, biz bir daha sokulmak istemiyoruz, dürüst olun. Çalışmak, üretmek, kendini gerçekleştirmek, hayallerinin peşinden gitmek, ülkemize ve milletimize hizmet etmek isteyen gençlerimiz için devletimizin bütün imkânlarını seferber ediyoruz. Daha 20 yıl öncesine kadar okulu, kıyafeti, saçı-sakalı sebebiyle kamusal hayatın dışına itilmiş evlatlarımızın bugün devletin ve iş dünyasının en üst kademelerinde görev yaptığını görmekten memnuniyet duyuyoruz. İnşallah atacağımız yeni adımlarla bu tabloyu daha da güçlendireceğiz.
Türkiye’de ne sebeple olursa olsun hiçbir gencimizin hak kaybına uğramadığı, gelecek kaygısı yaşamadığı iklimi tahkim etmekte kararlıyız, bunu da birileri gibi sosyal medyadaki sahte demokrasi şovlarıyla değil, gerekirse anayasayı değiştirmek dahil hukuki yollarla gerçekleştireceğiz. Çetin mücadeleler neticesinde bedel ödeyerek elde ettiğimiz demokratik kazanımları kendini hala vesayetin aparatı gibi gören güruhun ihtiraslarına kurban edemeyiz.
Son haftalarda şahit olduğumuz kimi olaylar bize tek parti zihniyetinin halen pusuda beklediğini göstermiştir. Hepimizin içini acıtan bir istismar vakası üzerinden 28 Şubat heveslisi kesimler hemen içlerindeki kin ve nefreti kusmaya başlamışlardır. Oysa şöyle geriye doğru baktığımızda bugün ortalığı yıkanların geçmişinin ne kadar kirli, ne kadar çifte standartla dolu olduğunu görebiliyoruz. Biliyoruz ki bunların dertleri çocuk istismarına tepki koymak değil, kin ve nefret duygularını sergileyebilecekleri zemin hazırlamaktır. Çünkü bunlar, tarihimizin hiçbir döneminde terör örgütünün dağa kaçırdığı, iğfal ettiği, Kandil’deki terör baronlarına peşkeş çektiği 12-13-14 yaşındaki kızlarımız için gıklarını bile çıkarmadılar. Diyarbakır annelerini görmediler. Moda ve eğlence endüstrisinin meta haline getirdiği kızlar için seslerini yükseltmediler. LGBT denilen marjinal akımların sapıklıklarına alet edilen 3-5 yaşındaki çocuklarla ilgili hiçbir tepki göstermediler. Muhalefet partilerinde ayyuka çıkan taciz, tecavüz, istismar skandalları karşısında kıllarını bile kıpırdatmadılar. Kadınlarımızı aşağılayanlar, şehit bacısına affederseniz ağız dolusu küfreden müptezellerle ilgili tek bir kınama cümlesi dahi kurmadılar. Ciğerpareleri zorla kendilerinden kopartılan, az önce söyledim, Diyarbakır annelerinin kapısını bir kez olsun çalmadılar, acılarını paylaşmadılar, hallerini, hatırlarını sormadılar. PKK’lı alçakların canice katlettiği kadın öğretmenlerimiz, çocuklarımız, kızlarımız, bebeklerimizle ilgili çıkıp tek bir eleştiri getirmediler. Hasılı, temel insana hak ve özgürlükleri konusunda bugüne kadar ilkeli, onurlu, dürüst tek bir duruş sergileyemediler. Bunu yapmadıkları gibi, ellerine geçirdikleri her fırsatı da millete, milletin inancına ve kurumlarına düşmanlık etmek için kullandılar.
Meclis kürsüsünden alçakça iftiralarla vakıflarımızı, derneklerimizi, gönüllü teşekküllerimizi, sivil toplum kuruluşlarımızı tehdit edenler, bu tavırlarıyla asıl niyetlerini de deşifre etmişlerdir. Ne dediler? Helalleşme, böyle çağrı yaptı. Ajans mahsulü kötü bir tiyatrodan sadece bir göz boyamadan ibaret olduğu bu vesileyle ortayı çıktı. Tek parti zihniyetinin değişmediğini ve asla değişmeyeceğini 85 milyon olarak hep birlikte yeniden görmüş olduk.
Meclise sunduğumuz anayasa değişikliği teklifiyle işte tüm bu habis niyetlerin önüne set vurmayı hedefliyoruz. Böylece başörtüsüne anayasal güvence kazandırırken, sapkın akımların hedefi haline gelen aile müessesini de bu anayasa metnine inşallah koyacağız. Temennimiz, teklifimizin insanımızın beklentilerine uygun şekilde en geniş mutabakatla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçmesidir. Şayet gereken çoğunluk sağlanamaz, bu süreçte bir yol kazası yaşanırsa, elbette son sözü yine milletimiz söyleyecektir. İnşallah referanduma gerek kalmadan, Meclisimizdeki akıl, vicdan, sorumluluk sahibi milletvekillerimizin de güçlü desteğiyle bu meseleyi kalıcı bir çözüme kavuşturacağımıza inanıyorum.
Sevgili Gençler,
Rabbimiz ne buyuruyor? “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin, eğer gerçekten inanıyorsanız muhakkak üstün olan sizsiniz.” Hazreti Mevlana da adeta bu müjdeyi tefsir edercesine şöyle diyor: “Ümitsizliğin ardında nice ümitler var, karanlığın ardında nice güneşler var.” Evet, gerek kendi siyasi mücadelemize, gerekse ilahiyat fakültelerimizin bir asrı aşan serencamına baktığımızda, bu müjdelerin defalarca tezahür ettiğini görüyoruz. Rabbim bizlere Belediye Başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak 25 yıl boyunca aziz milletimize hizmet etmeyi nasip etti. Rabbim bizlere her karışında bir şehidin yattığı bu cennet vatana sayısız eserle mührümüzü vurmayı nasip etti. Rabbim bizlere ecdadın hayalini kurduğu nice muhteşem projeyi engellemelere rağmen hayata geçirmeyi nasip etti.
Gençlik yıllarımda spikerliğini yaptığım Sultanahmet Meydanı’nda Üstat konuşuyor ve Üstat orada konuşurken Ayasofya’yı gösteriyor, “Ayasofya açılacak, Ayasofya açılacak, Ayasofya açılacak.” Ben de takdim yapıyorum. Ve elhamdülillah, Ayasofya açıldı mı? Açıldı. Bize de nasip oldu mu? Nasip oldu Allah’ımıza hamdolsun. Rabbim bizlere darbeciler tarafından milli iradeye vurulan prangaları tek tek söküp atmayı nasip etti. Rabbim bizlere vatandaşlarımızın canına kast eden FETÖ’dan PKK’sına kadar tüm terör örgütlerinin başını ezmeyi nasip etti. Rabbim bizlere Türkiye’nin şefkat ve merhamet sancağını dünyanın dört bir yanına ulaştırmayı nasip etti.
Rabbim bizlere komşularımızdan başlayarak Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Afrika’dan Asya’ya tüm mazlum ve mağdurlara sahip çıkmayı nasip etti. Rabbim bizlere kendi öz yurdunda yıllardır parya muamelesi gören insanımıza özgüven aşılamayı nasip etti. Rabbime sonsuz hamd-ü senalar olsun, 86 yıl aradan sonra Ayasofya’nın zincirlerini kırarak mührünü sökmeyi de nasip etti. Üstat öyle diyordu: “Aziz bir kitap gibi açmayı nasip etsin” diyordu. Hamdolsun, Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi’ni dualar, niyazlar, gözyaşlarıyla Fatih’in vasiyetine uygun şekilde asli kimliğine yeniden kavuşturduk. Böylece sadece Ayasofya ve İstanbul’un değil Türkiye’nin ve tüm İslam aleminin o yıllardır içini dağlayan bir acıyı dindirme şerefine nail olduk.
Biz hakkın ve hakkaniyetin, adaletin tecellisi için samimiyetle çalıştıkça Rabbim de işlerimizi kolaylaştırdı, önümüzü açtı, nusretini, rahmetini en zor zamanlarımızda üzerimizden hiç eksik etmedi.
Son 20 yıllık başarılarımızın rehberliğinde şimdi çok daha büyük hedeflere kilitlendiğimiz zorlu bir yola revan oluyoruz. Bu yolculuğun menzili, Türkiye yüzyılına ulaşmaktır. İçinde bulunduğumuz yüzyılı, Türkiye’nin ve aziz milletimizin asrı yapana kadar durmayacak, dinlenmeyecek, mücadelemize devam edeceğiz. Ekonomide, savunmada, diplomaside, teknolojide, sporda, bilimsel çalışmalarda ülkemizi inşallah dünyanın şampiyonlar ligine taşıyacağız.
Evet, şu anda karşımdaki tablo, gerek hanım kardeşlerimle, gerek beyefendi kardeşlerimle yarın gece merhaba diyeceğimiz 2023’ü Türkiye yüzyılı vizyonumuzun dibacesi haline getirmeye var mıyız? Buna hazır mıyız? Bunun için 2023 seçimleri çok büyük önem taşıyor. Türkiye, bu seçimlerde sadece gelecek beş yılının değil gelecek 25 yılının, 50 yılının, hatta 100 yılının nasıl olacağına karar verecektir. Ülkemiz ya son 20 yıldır kesintisiz sürdürdüğü kutlu yürüyüşünü daha da hızlandıracak ya da sonu çıkmaz olan karanlık bir yola girecektir. Türkiye, ya güçlü, vizyoner, dirayetli liderlik altında geleceğe yürüyecek ya da kavganın, entrikanın gırla gittiği arkaik bir yapının esiri olacaktır. Milletimiz ya 20 yıl öncesinin kaotik günlerine geri dönecek ya da aydınlık yarınlarına yürümeye devam edecektir. Özellikle gençlerimizden sandığa gittiklerinde oylarını kullanmadan önce sadece iki siyasi ittifak arasında değil aynı zamanda iki Türkiye arasında da bir tercih yaptıklarını unutmamalarını istirham ediyorum.
Cumhur İttifakı olarak şu anda Türkiye’yi dolaşıyoruz. İlahiyat gençliğinin tercihinin Türkiye yüzyılından yana olacağından şüphe duymuyorum. Gözlerinin ışıltısında ülkemizin ve İslam dünyasının aydınlık yarınlarını gördüğüm siz genç kardeşlerime inanıyorum, güveniyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum. Mevla bizleri mukaddes kitabımız Kur’an’ın, hayat rehberimiz Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu Vesselamın yolundan ayırmasın diye dua ediyorum.
Bu düşüncelerle 3. Uluslararası İlahiyat Gençlik Buluşmasının hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Buluşmanın düzenlenmesinde emeği geçen kurumlarımızı ve ödül alacak kardeşlerimi tekrar tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.
Kalın sağlıcakla.