Kültür Sanat Dünyamızın Kıymetli Mensupları,
Değerli Misafirler,
Hanımefendiler, Beyefendiler,
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum. Bu anlamlı tören münasebetiyle sizleri Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde misafir etmekten büyük bir bahtiyarlık duyuyorum. Milletin evini, bu gazi mekânı teşrifleriniz için her birinize şahsım, milletim adına ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Büyüyen, gelişen, Türkiye’ye yakışır bir kültür ikliminin tesisi için emek sarf eden ilim, kültür ve sanat erbabımızın her birine şükranlarımı sunuyorum.
Geçen sene yaşadığımız olağanüstü şartlar sebebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülleri Törenimizi maalesef gerçekleştiremedik. Bugün inşallah hem 2019’un, hem de 2020’nin ödüllerini beraber vereceğiz. 2019 ve 2020 yıllarında başarılarıyla temayüz eden tüm kurumlarımızı ve sanatçılarımızı tebrik ediyorum.
Bu kapsamda ödüle layık görülen Odunpazarı Modern Müzesini, Antakya Medeniyetler Korosunu, Hisart Canlı Tarih ve Diorama Müzesini, Mim Sanat Akademisini, İstanbul Grafik Sanatlar Müzesini kuran, yaşatan, zenginleştiren sanat ve sanatçı dostlarını canı gönülden tebrik ediyorum.
Bakanlığımıza ve jürimize kültür sanat kurumlarımıza verilmiş samimi bir destek olarak gördüğüm bu tercihleri özellikle yaşattıkları, attıkları adım sebebiyle de teşekkürlerimi sunuyorum. Bu vesileyle 1979 yılından günümüze kadar ödüllerin tevdi edildiği kültür sanat insanlarımızı, kurumlarımızı bir kez daha saygıyla yâd ediyorum.
Gerek 2020 yılında, gerekse 2021 yılının Ocak ayı içerisinde akademiden ve sanat camiamızdan birçok yıldız kaydı. Dün sosyal bilimler alanında ülkemizin yetiştirdiği en yetkin isimlerden Sosyolog Profesör Doktor Nur Vergin Hocamızı dar-ül bekaya uğurladık. Nur Hocamızdan bir hafta önce Topkapı Sarayı’nın eski müdürelerinden dünya çapında bir tarihçi, el yazması ve minyatür sanatı uzmanı olan Filiz Çağman Hanımefendiyi kaybettik. Bu iki güzide ismin yanı sıra bu dönemde Türk sinemasına, müziğine, kültür ve sanat hayatına katkı yapmış, emek vermiş pek çok değerimiz vefat etti. Hayatını kaybetmiş tüm kültür sanat bilim insanlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, sevenlerine ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum.
Kıymetli Dostlar,
Tarih boyunca medeniyetlerin kavşağında yer almış bir ülkede yaşıyoruz. Tek başına bir değer olan İstanbul’un yanında Hatay’dan Kayseri’ye, Ürgüp’ten Hasankeyf’e, Efes’ten Hattuşaş’a kadar ülkemizin dört bir tarafında medeniyetlere beşiklik yapmış yerlerimiz var. Topkapı’daki eserlerin bir benzerini yağma ile bir araya getirilmiş ürünlerin teşhir edildiği yerleri bir kenara bırakacak olursak, kapasite ve çeşitlilik itibariyle dünyada hiçbir müzede bulamazsınız. Bırakın Topkapı Sarayı’nın tamamını, tek bir odasını dahi hakkını vererek gezmeniz için saatlere ihtiyaç duyarsınız. Binlerce yıla sâri kadim mirası sürekli zenginleştiren milletimiz mimariden musikiye, hüsnühattan edebiyata kadar kültürün farklı alanlarında nadide eserler üretmiştir. Bugün sadece sınırlarımız içinde değil, gönül coğrafyamızın dört bir köşesinde bu eserlerle karşılaşıyoruz. Afrika’nın en ucundaki Cape Town şehrinden Kahire’ye, Açe’den Saraybosna’ya kadar gittiğimiz her yerde ecdadın geride bıraktığı bir ize, o topraklara vurduğu bir mühre rastlıyorsunuz.
Altının kıymetini sarraf bilir, derler. Medeniyetimizin görkemini, ecdadımızın ufkunu yansıtan bu eserlerin değeri maalesef uzun yıllar bilinemedi. Diğer pek çok konuda olduğu gibi kültürümüze ve kültür mirasımıza hakkıyla sahip çıkma noktasında da ciddi sıkıntılar yaşadık. Bir dönem ülkemizin kültür sanat dünyasını esir alan kısır ve bağnaz bakış açısı binlerce yıllık medeniyet mirasımıza da sırtını döndü. Öyle ki bizi tarihimize, köklerimize bağlayan birçok kültür sanat eseri bu dönemde ya müzelerin mahzenlerinde ya da kütüphanelerin tozlu raflarında bakımsızlığa, unutulmaya terk edildi. Bununla da kalmadı, ihmal yerini zamanla kasta, ilgisizlik yerini bilgisizliğe, gaflet yerini zamanla hesaplaşmaya bıraktı. Millete, tarihe, köklü medeniyet tasavvurumuza ait ne varsa çoğu dışlandı, yok sayıldı. Hor, hakir görüldü.
Bu yıkım ekibinin karşısında kendini tarihe, sanata ve kültürümüze sahip çıkmaya vakfetmiş insanların da olduğunu biliyoruz. Az sayıdaki bu çilekeş insanlar neşrettikleri eserler, açtıkları sergiler ve kurdukları müzelerle hazinemizi yaşatmaya çalıştılar. Bu insanlar geçmişin eskimeyen güzellikleriyle günümüzün modern eserlerini buluşturarak, aynı zamanda sanatın evrensel yönünü de bizlere gösterdiler.
Sayın Nejat Çuhadaroğlu ve Sayın Süleyman Saim Tekcan, işte bu sanat muhafızlarının, sanat gönüllülerinin öncülerindendir. Sayın Nejat Çuhadaroğlu 30 yıl boyunca bin bir zahmetle topladığı eserleri Hisart Canlı Tarih ve Diorama Müzesinde bir araya getirerek milletimizin istifadesine sunuyor.
Sayın Süleyman Saim Tekcan öncülüğünde kurulan İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi ise 100 ülkeden iki bin’e yakın önemli sanatçının eserine ev sahipliği yapıyor. Özgün baskı, gravür, çukur baskı, elek baskı, taş baskı, ipek baskı, ağaç baskı gibi tekniklerle ortaya çıkan 15 bin eser burada sergileniyor.
Mim Sanat Galerisi ise, Türk süsleme sanatları ve plastik sanatlar alanındaki eserleriyle milli kültürümüzün zenginleşmesine katkı sunuyor. Bu müzede Merhum Süheyl Ünver Hocamızdan alınan ilhamla 2011 yılından beri en yetkin hocaların nezaretinde Türk sanatlarının yenilikçi üstatları yetiştiriliyor.
Hayatlarını vakfederek elde ettikleri becerileri ürettikleri eserlere ve insanlığa kazandırdıkları özgün değerlere yansıtan hocalarımızın hakkını ne yapsak, ne söylesek ödeyemeyiz. Türkiye Cumhurbaşkanı olarak bu sanat üstatlarımızın şahsında Türk kültür ve sanatına sahip çıkan herkese teşekkür ediyorum. Hocalarımızın açtığı bu yolda gençlerimizin Türk kültür ve sanatını dünyada hak ettiği yere getirene kadar yürümeye devam edeceğine inanıyorum.
Değerli Dostlar;
Kültürümüzün korunması ve geliştirilmesinde sanat eserlerinin önemini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ancak kültürle ilgili tartışmalarda maalesef o kültürün taşıyıcısı olan dili ihmal ediyoruz. Ülkemizdeki kültür meselesi ekseriyetle bizzat işin uzmanları tarafından dil meselenin dışında değerlendiriliyor. Oysa bir milleti maziden atiye taşıyan kültürse, o kültürün en önemli unsuru da dildir. Kültür dil kalıbında şekillenip, dil kabında gelecek kuşaklara aktarılır. Dil olmadan insan, aile, toplum, millet, kültür ve medeniyette olmaz. Çinli mütefekkir Konfüçyüs’e atfedilen şu kıssanın dil, kültür, beka ilişkisini göstermesi bakımından son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Bir gün Konfüçyüs’e sorarlar, bir memleketi idare etmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu? Büyük filozof bu soruya şöyle cevap verir: İşe dil ile başlar, önce dili düzeltirdim. Çünkü dil düzgün olmazsa kelimeler düşünceyi düzgün anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa yapılması gereken vazifeler iyi yapılmaz. Gereken yapılmazsa ahlak ve kültür bozulur. Ahlak ve kültür bozulursa, adalet yolunu şaşırır. Adalet yanlış yola saparsa halk güçsüzlük ve şaşkınlık içine düşer, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
Evet, diline sahip çıkmayan, dilini zenginleştiremeyen milletler tıpkı kökleri kuruyan ağaçlar gibi esen rüzgârlar karşısında devrilmeye mahkûmdur. Peyami Safa bunu dilini kaybeden bir millet her şeyini kaybetmiş demektir diyerek ifade ediyor. Bu acı gerçeğe rağmen halen dil meselesine yeterince eğilmiyoruz. İşte caddelerde böyle dolaştığınız zaman dükkânları, marketleri, bunlara gördüğümüz an bakıyorsunuz ki ya bizim dil nerede? Buralarda bizim dil yok, bambaşka şeyler var, o tabelalarda bambaşka şeyler var. Bunu kaybettiğimiz anda evet biz kendimizi kaybetmiş oluruz.
Nihat Sami Banarlı Türkçe’nin Sırları adlı eserinde çok nefis bir tespit yapıyor. Diyor ki, ketebe yektübü Arap’ındır. Kitap, kâtip benimdir, bu kadar basit. İşte biz şimdi buna muhtacız. Milli kimliğimizin ve hafızamızın nişanesi olan Türkçeye hak ettiği ihtimamı göstermiyoruz. Bunda elbette bir dönem özleştirmecilik adı altında dilimizin çoraklaştırılmasının, sığlaştırılmasının, kısırlaştırılmasının payı bulunuyor. Dilde sadeleştirme niyetiyle çıkılan yolda Türkçemiz tarihimizin en büyük kelime katliamına maruz bırakılmıştır. Asırlar boyunca kullana kullana Türkçeleştirdiğimiz kelimelere getirilen yasaklar iddia edildiği gibi dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmaya yetmemiştir. Bilakis dil cellatlarının elinde güzel Türkçemiz bir müddet sonra bizzat Gazi’nin ifadesiyle bir çıkmaza saplanmıştır. Zengin kelime birikiminin tasfiyesiyle ortaya çıkan boşluğu bir dönem Fransızca, son dönemde de İngilizce kökenli ifadeler doldurmuştur. Bugün geldiğimiz noktada gençler bir asır önce vefat eden dedelerinin mezar taşını dahi okuyup, anlayamaz durumdadır. Sadece gençlerimiz değil, üniversite mezunu insanlarımız bile 70-80 sene evvel yazılan eserleri okurken zorluk çekiyor. Çoğu insan bırakın Yahya Kemal’i, Ömer Seyfeddin’i, Fuat Köprülü’yü, Ziya Gökalp’i, nispeten daha sade eserler bırakın Necip Fazıl’ı, Peyami Safa’yı, Tanpınar’ı dâhil, sözlük yardımı olmadan anlayamıyor. Bu vahim tablo son yıllarda kullanımı giderek yaygınlaşan sosyal medya dili ve plaza dili ile daha da kötüleştirmektedir. Forward etmek, down olmak, set etmek, aksiyon almak gibi ne Türkçeye, ne de İngilizceye uyan tuhaf bir dil ortaya çıkmıştır, ben de anlamıyorum. Aynı şekilde kısaltma bahanesiyle uydurulan ve ne olduğu anlaşılmayan harf yığınları sosyal medyayı istila etmiştir. Dilde müstevlilerin adeta mahkûmu durumundayız. Elbette başka dillerden kelime almak bir kusur değil, aksine bir zenginliktir. Dilin sesi ve cümle yapısını, yani Türkçe’nin mayasını bozmadığı müddetçe esasen bunda bir beis de yoktur. Hâlbuki burada Türkçe fiiller ve kelimeler yerine yabancı dildeki karşılıkları ikame edilmekle kalınmıyor. Asıl Türkçemizde olmayan zaman ve cümle yapılarıyla dilimiz özü tahrip ediliyor. Bu tuhaf dilin toplumun belli kesimleri arasında bir saygınlık göstergesine dönüşmesi ise meselenin bir başka boyutudur. Merhum Cemil Meriç’ten ilhamla söyleyecek olursak, bugün dilimiz perişan, mefhumlar kaypak, kelimeler ise köksüzdür.
Kıymetli Dostlar,
Günümüzde siyasetten sanata, beşeri ilişkilerden eğitime kadar pek çok alanda karşılaştığımız sıkıntıların temelinde işte bu dil meselesi vardır. Bu sorunu çözmeden, dilimize hak ettiği dikkat ve rikkati göstermeden diğer konularda da mesafe alamayız. Şayet millet olarak bizim bir kültür davamız varsa işte öncelikle Türkçeden başlamamız gerekiyor. Dilimize sahip çıktığımız ölçüde kültürümüze, kimliğimize, tarihimize, sanatımıza da sahip çıkabileceğimize inanıyorum.
Türk dilinin konuşulduğu geniş coğrafyada yürüteceğimiz çalışmalar için de öncelikle kendi dilimizi geliştirmemiz gerekiyor. Bu bakımdan geleceğimize yapacağımız en büyük yatırımlarından biri, bizden öncekilerin hatalarını tekrarlamadan yabancı dillerin istilası karşısında Türkçemizi korumak, geliştirmek, zenginleştirmek olacaktır. Çünkü yaşayan bir varlık olan dil her canlı gibi emek ister, beslenmek ister, korunmak, geliştirilmek ister. Bu konuda siyasetçilerden bilim adamlarımıza, gazetecilerden üniversite hocalarımıza, ailelerden öğretmenlerimize kadar birçok kesime önemli görevler düşüyor. Siz kültür sanat insanlarımız başta olmak üzere tüm kalem ve kelam erbabımızdan dilimize sahip çıkmasını bekliyorum.
Dil meselesinin siyaset ve ideoloji üstü bir konu olduğunu burada tekrar vurgulamak istiyorum.
Sözlerime son verirken bir kez daha ödül tevdi edilecek üstatlarımızı tebrik ediyor, bundan sonraki çalışmalarında muvaffakiyetler diliyorum. Bizleri bu vesileyle bir araya getiren Kültür ve Turizm Bakanlığımıza teşekkür ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Kalın sağlıcakla.