Çok Değerli Devlet ve Hükümet Başkanları,
Sayın Genel Sekreter,
Sayın Yüksek Komiser,
Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,
Sizleri ülkem ve milletim adına saygıyla selamlıyorum. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Sayın Grandi’ye ve İsviçre Federal Dışişleri Bakanı Sayın Cassis’e sergiledikleri ev sahipliği için ayrıca teşekkür ediyorum.
Şahsımı ve heyetimi bu önemli ve anlamlı etkinliğe Eşbaşkan olarak davet eden Sayın Genel Sekreter ve Sayın Yüksek Komisere şükranlarımı sunuyorum.
Uluslararası toplum, geçmişte emsaline az rastlanır bir göç kriziyle karşı karşıya bulunuyor. Bugün dünya genelinde 260 milyona yakın göçmen, 71 milyonun üzerinde yerlerinden edilmiş kişi ve 25 milyonu aşkın mülteci bulunuyor. Bu sayı ekonomik nedenler yanında, açlık, kıtlık, iç savaşlar, terör saldırıları ve siyasi belirsizlikler gibi sebeplerle gün geçtikçe artıyor. İnsanlar sadece daha iyi bir iş, daha yüksek bir hayat standardı için değil, hayatlarını idame ettirebilmek için, karınlarını doyurabilmek, çocuklarına bir lokma ekmek bulabilmek için göç etmek zorunda kalıyor. Çıkılan bu umut yolculukları maalesef çoğu zaman ölümle, felaketle sonuçlanıyor. Sadece son yedi sene içinde çoğu kadın ve çocuk 20 bin insan Akdeniz’de azgın dalgaların kurbanı oldu, Sahra Çölü’nün cehennem sıcağında binlerce masum hayatını kaybetti.
Bugün mülteci sorunu diye genelleştirdiğimiz meselenin arka planında büyük bir dram, acı bir hikaye vardır. Sahile vuran minik çocuk cesetleri, bu sorunun artık daha fazla görmezden gelinemeyeceğini tüm dünyaya göstermiştir. Bütün bunları çatışmaların ve düzensiz göç hareketlerinin uzağında bir ülkenin Cumhurbaşkanı olarak söylemiyorum, Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği bir ülkenin Devlet Başkanı olarak ifade ediyorum.
Türkiye, aynı zamanda insani yardımlarda milli gelire oranla dünyanın bir numaralı ülkesidir. Hiçbir ülkenin günümüz dünyasında mülteci sorununa coğrafi uzaklık-yakınlık merceğinden bakma lüksü yoktur. Dünyanın devasa bir köye dönüştüğü, mesafelerin anlamını yitirdiği bir dönemde hepimizin kaderi ortaktır.
Bugünkü toplantımızın mülteci ve göç krizinin insani bir bakış açısıyla yeniden ele alınmasına vesile olmasını diliyorum. Küresel Mülteci Forumu’nun gözlerini ve gönüllerini bize yöneltmiş tüm mazlumlara umut olmasını temenni ediyorum.
Değerli Dostlar,
Türkiye, düzensiz göç ve mülteci akınlarının yükünü dünyada en ağır hisseden ülkelerin başında geliyor. Şu anda 3,7 milyonu Suriyeli olmak üzere beş milyona yakın yerinden edilmiş kişiye ev sahipliği yapıyoruz. Suriye’de çatışmalar başladıktan sonra açık kapı politikası uygulayarak ülkemize sığınan hiç kimseyi geri göndermedik. İmkanları bizden katbekat fazla ülkeler mültecilere sayıları onlarla ifade edilen kotalar koyarken, biz, ırk, din, dil, etnik köken ayrımı yapmadan herkese kucak açtık. Birkaç münferit hadise dışında hamdolsun mültecileri ötekileştirecek, dışlayacak, onları düşmanlaştıracak hiçbir üzücü olay yaşanmadı.
Devlet olarak vatandaşlarımıza hangi imkânları sağlıyorsak, ülkemize sığınanlara da aynısını sağlıyoruz. Zira varil bombalarından kaçan insanlara biz kapımızı kapayamazdık, çünkü onlar birer insandı. Suriyeli kardeşlerimizin kendi kendilerine yeter konuma gelmeleri için eğitimden sağlığa, istihdamdan kadınlar ve çocuklar gibi hassas kesimlerin korunmasına kadar gereken her türlü çabayı gösteriyoruz.
Bakınız burada özetin özeti, diye bileceğimi bazı rakamları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Eğitim çağındaki bir milyon Suriyeli çocuğun 685 binine okul imkânı tanıyoruz. Okul çağındaki Suriyeli çocukların okullaşma oranını beş yılda yüzde 30’dan yüzde 63’e çıkardık. 34 bin Suriyelinin ülkemizde lisans ve lisansüstü eğitim almasının önünü açtık. Dünya genelinde mültecilerin yükseköğretime erişim oranı yüzde bir iken, Türkiye’de bu oran yüzde altıdır. Bugüne kadar 21 bin 300 Suriyeliye yükseköğrenim ve Türkçe dil bursu verdik. Suriyeli ve diğer göçmen çocukların evlatlarımızla beraber aynı sınıflarda eğitim almasını temin ettik.
Sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırmak amacıyla Suriyelilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde göçmen sağlığı merkezleri inşa ettik. Bu merkezlerde 678 Suriyeli hekim ile 954 Suriyeli ebe ve hemşire görev yapıyor.
Son 8 yılda ülkemizde 516 bin civarında Suriyeli bebek dünyaya gelmiştir, bu bebeklerin de her türlü sağlık imkanından faydalanmasını temin ettik.
Suriyelilere yönelik entegrasyon faaliyetlerimiz de her alanda devam ediyor. Halkımızın ve mültecilerin biraraya gelerek birbirlerini yakından tanımaları için özellikle Suriyeli nüfusun yoğun olduğu illerimizde Suriyeli bütün bu nüfusun sosyal ve kültürel etkinlikler onlar için icra ediyoruz.
Küresel mutabakatın 4 temel hedefinden biri olan mültecilerin kendi kendilerine yetebilmeleri için farklı projeleri devreye aldık. Suriyelilerin çalışma izni almalarının yasal zeminini hazırladık. Ayrıca, Suriyelileri istihdam eden işverenlerin çalışma izin harçlarının düşürülmesi gibi yöntemlerle Suriyelilerin istihdamını teşvik ediyoruz.
Her ilimizde mültecilere yönelik dil ve meslek edindirme kursları açtık. Bugün ülkemizdeki birçok Suriyeli artık kendi ayaklarının üzerinde durabilir konuma geldi. Suriyelilere insani yardım faaliyetlerimiz ise aralıksız devam ediyor. Türk Kızılay’ı, AFAD ve sivil toplum kuruluşlarımızca ülkemizde 1 milyonu aşkın Suriyeliye psikososyal destek ve geçim yardımı sağlıyoruz. Aynı zamanda Suriye içerisinde yerlerinden edilmiş kişilere de düzenli insani yardım ulaştırıyoruz. Hassas durumdaki mültecilerin tespitine ve korunmasına özel önem atfediyoruz. Birleşmiş Milletler’in hassasiyet ölçütleri doğrultusunda mültecilerin ihtiyaçlarına süratle cevap verebilmek için koruma masaları kurduk. Sığınmacılar için bütçemizden harcadığımız rakam Birleşmiş Milletler kriterlerine göre şu an itibarıyla 40 milyar doları aşmıştır. Aynı dönemde dışarıdan ülkemize gelen yardımlar ise son derece kısıtlıdır. Avrupa Birliği’nin bize verdiği söz vardır, 3+3 milyar avro bu kurumlara destek vereceğiz demişlerdir. Şu an itibarıyla ne yazık ki Avrupa Birliği’nden bu STK’lara gelen destek ancak iki milyar avroya ulaşmış durumdadır. Durumun ne olduğunu göstermesi bakımından herhalde bu çok büyük önem arz ediyor. Hâlâ ikinci üç milyar için herhangi bir ses yok. Bundan da tahsis edilen 450 milyon avro geldi, geliyor diyorlar, ama gelmiş değil.
Bu vesileyle, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne ülkemizde sergiledikleri dayanışma için teşekkürü bir borç biliyorum. Gerek Sayın Guterres, gerekse Sayın Grandi daima ülkemize destek olmuş, meseleye sahip çıkmışlardır.
Kıymetli Misafirler,
Mülteci meselesinin bizim gibi bu insanlara layıkıyla ev sahipliği yapan birkaç ülkenin çabalarıyla önlemeyeceği açıktır. Vicdanları yaralayan bu sorunun sürdürülebilir şekilde çözülmesi, ancak küresel düzeyde atılacak adımlara bağlıdır. Küresel sahiplenme konusunda halen arzu edilen seviyenin çok uzağında olduğumuzu görüyorum. Geçtiğimiz yıl kabul edilen küresel mülteci mutabakatının uygulanmasına önem veriyoruz.
Küresel Mülteci Forumu’nun mutabakat hükümlerinin hayata geçirilmesi sürecinde önemli bir adım olmasını temenni ediyorum.
Öte yandan, Suriye kaynaklı göç probleminin tek çözüm yolu mültecilerin bizim sınırlarımız içinde tutulması olarak görülemez. Türkiye’nin uluslararası toplum adına dokuz yıldır tek başına taşıdığı bu sorumluluğu diğer ülkeler paylaşmakla mükelleftir. Mültecileri kendi topraklarında tutacak, ülkemiz de olanları da tekrar vatanlarına döndürecek formüllerin devreye alınması gerekiyor.
Mültecilerin terk etmek zorunda bırakıldıkları yurtlarına geri dönüş hakkı tartışma götürmez. Suriye’de kalıcı istikrar ve normalleşmenin tesisinde geri dönüşler en az terörle mücadele kadar önemlidir. Birçok devlet başkanıyla, liderlerle bu konuları görüşüyorum. Örneğin Suriye’nin kuzeyinde gelin bir güvenli bölge tesis edelim dediğimde, hepsi gayet güzel, diyorlar, çünkü ortada bir terör koridoru var. Siz destek verin, bakın plan hazır, projeler hazır ve bunu bir an önce yapalım, dediğimizde, dünyanın devleri, parası en çok olanlar sadece bize gülücük atıyorlar, destek vermeye gelince destek ne yazık ki yok.
Bakın şu anda Afganistan’dan, İran üzerinden gelip Yunanistan’a, Avrupa’ya gidenler var. Ne yapıyoruz? Mecburen onları tekrar alıp tekrar Afganistan’a göndermek durumunda kalıyoruz.
Aynı şekilde az önce Pakistan Başbakanı Kardeşim İmran Han ifade etti, Afganistan’dan Pakistan’a giden mülteciler var, sayılar çok çok yüksek. Bunlarla bu mücadeleyi verebilmek o da yine ayrı bir sorun, ayrı bir dert.
Ama hepsinden daha önemlisine geliyorum, o da Myanmar Arakan sorunu ve orada yaşananları bir kenara koymak o da mümkün değil, açlık var, sefalet var, barınacakları yer yok. Ancak buna tabii ki hep birlikte dünyada insana sahip çıkan, insan diye bir derdi olan bütün ülkelerin destek vermesi lazım ve bu konuda Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliğ’ini bizim yalnız bırakmamız lazım.
Birçok Batılı dostumuz Suriye kaynaklı düzensiz göç meselesine sadece güvenlik ve çıkar penceresinden bakmayı tercih etti. Dikenli tel örgülerin Avrupa’yı mülteci akınından koruyacağı gibi son derece yanlış bir düşünceye prim verildi. Hatta çözüm yolu olarak Akdeniz’deki mülteci botlarının batırılması dâhil, ileride utançla hatırlanacak önerilerle karşılaştık. Ve bu botları şişleyerek batırdılar ve o insanları Akdeniz’in sularına gömdüler.
Irkçı partiler başta olmak üzere, kimi siyasetçilerin mülteci düşmanlığı üzerinden oy yarışına girdiğini gördük. DEAŞ terörü bahanesiyle Suriye topraklarından sınır illerimize saldıran, kan döken, Suriye’de etnik temizlik yapan terör örgütlerine destek verildi.
Suriye’de dokuz yıldır yaşanan insanlık dramını Halep’teki şu duvar yazısı çok net anlatmaktadır: “Suriye’de ölen çocuklardan kan yerine petrol aksaydı, dünya anında müdahale ederdi.”
Evet, petrol kuyularını koruma uğruna harcanan çabaların hiç biri canını kurtarmak için varil bombalarından kaçan çocuklara harcanmamıştır. Bu müessif tablo karşısında uluslararası toplumdan arzu ettiğimiz desteği göremeyince biz de başımızın çaresine bakmak zorunda kaldık.
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarıyla önce dört bin kilometrekarelik alanı DEAŞ ve YPG-PKK teröründen temizledik. Soçi Mutabakatıyla İdlib’de yaklaşık dört milyonu etkileyecek büyük bir insani trajedinin önüne geçtik. 9 Ekim’de başlattığımız Barış Pınarı Harekâtı ile ise Suriye sınırımızda 120 kilometre genişliğinde 30 kilometre derinliğinde bir alanı tüm terör unsurlarından arındırdık. Böylece 8 bin 200 kilometrekarelik bir bölge terör örgütlerinden kurtarılmış oldu.
Ben de sesleniyorum, diyorum ki; o petrol kuyularında bulunan petrolü gelin beraber çıkaralım. Ondan sonra o terör bölgesine şu projeleri uygulayarak şu anda mülteci halinde olan bu insanları o yaptığımız evlere, okullara, hastanelere barınmaları için oraya yerleştirelim. Ama buna yanaşmıyorlar, çünkü petrol onlara daha çok lazım. YPG-PKK terör örgütünün sivilleri hedef alan saldırılarına rağmen bu bölgeler halihazırda Suriye’nin en yaşanabilir, en huzurlu alanlarıdır. Suriyeli mültecilerin gönüllü ve güvenli olarak kendi evlerine dönüşlerinden kimlerin, hangi güçlerin rahatsız olduğunu biliyoruz.
Filistinli mültecileri vatan hasretine mahkum edenlerin aynı zulmü, aynı senaryoyu Suriye de tekrarlanmasına izin verilmemelidir. Şu anda Filistinli mülteciler nerede yaşıyor? Ürdün’de yaşıyor, Lübnan’da yaşıyor. Peki, Filistinli mültecilere yönelik herhangi bir şey var mı? Tam aksine, tam aksine onların diğer kalan yerlerini de nasıl işgal ederiz, bunun hesaplarını yapanlar var. Ülkemizin güvenli hale getirdiği bölgelere şimdiye kadar 371 bin Suriyeli gönüllü olarak geri döndü.
Birleşmiş Milletler 74. Genel Kurulu’nda gündeme getirdiğim projeyi hayata geçirebilirsek bu sayının ilk etapta bir milyonu bulacağına inanıyorum. Sayın Genel Sekreter ve Yüksek Komiserle de paylaştığım projemizi sizlerin desteği ve katkısıyla gerçekleştirmeyi ümit ediyoruz. Bu amaçla önümüzdeki dönemde bir donörler konferansı düzenlemeyi arzu ediyoruz. Birleşmiş Milletler’in bu konuda önayak olmasına önem veriyoruz.
Değerli Katılımcılar,
Mülteci krizine kalıcı çözümlerden bir diğeri, mültecilere üçüncü ülkelerde hayatlarını devam ettirmeleri için imkân sağlanmasıdır. Bu hususta da ne yazık ki arzu edilen seviyenin çok uzağındayız. Özellikle hassas durumdaki mülteciler için üçüncü ülkelere yeniden yerleştirme kotalarının çok düşük düzeyde olduğunu görüyoruz. Mültecilerin yüzleştiği sorunların ilk sıralarında son yıllarda artış gösteren yabancı düşmanı ve göçmen karşıtı söylemler geliyor. Her şeyini geride bırakmış insanların dramları üzerinden siyaset yapmak, toplumdaki önyargıları kaşıyarak, siyasi rant peşine düşmek utanç vericidir. Filistinli mültecilere verilen yardımları keserek onları yokluk ve yoksullukla terbiye etmeye çalışmak da aynı şekilde insanlık dışıdır. Toplumsal huzur ve barışı sağlamak için ayrımcı politikalarla mücadele edilmesi ve mültecilerin toplumla uyumunun teşvik edilmesi, mevcut krizlerin aşılması bakımından önemlidir. Ülkemiz kamuoyunda olumsuz algı oluşmaması için basından ve sosyal medyadan da istifade ederek mültecilerle ilgili doğru bilinen yanlışları düzeltme yönünde özel çaba harcıyor, alanında bir ilki teşkil eden küresel mülteci formunun ortak geleceğimiz için özellikle hayra vesile olmasını temenni ediyorum.
Değerli Kardeşlerim,
15. yüzyılda Engizisyondan kaçan Musevilere sahip çıkan, üç asır önce tahtımı veririm, tacımı veririm, ama devletime sığınanları vermem, diyen bir ecdadın torunları olarak, bu konuda elimizden gelen çabayı göstermeye devam edeceğiz.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, bir kez daha Sayın Genel Sekretere ve Yüksek Komisere teşekkürlerimi sunuyorum.
Kalın sağlıcakla.