Değerli Misafirler,
Hanımefendiler,
Beyefendiler,
Sevgili Gençler,
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Bugün Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin banisi, ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 81.yıl dönümü. Bu vesileyle Gazi Mustafa Kemal’i ve onunla birlikte ahirete irtihal etmiş tüm kahramanlarımızı, gazilerimizi ve şehitlerimizi rahmetle, şükranla yâd ediyorum.
Bin yıldır bu toprakları vatan yapmak için her alanda çalışan, mücadele eden, katkı sağlayan herkesi şahsım, milletim adına tazimle yâd ediyorum. Maziden atiye giden bu yolculukta ülkesine ve milletine verdiği hizmetlerle adını tarihe altın harflerle yazdıran tüm güzel insanlar yüreğimizde hep yaşayacaktır. Türk tarihini binlerce yıllık devamlılığı içinde kavramak yerine hâlâ bir asra sıkıştırmaya çalışan ideolojik bir zihniyetle karşı karşıyayız. Üstelik bunların arasında siyasetçilerin de bulunuyor olması gerçekten üzüntü vericidir. Cumhuriyeti yüceltmek için tüm tarihimizi yok saymaya kalkanlar bize göre kendi geçmişlerinden utananlardır. Gazi Mustafa Kemal’in hizmetlerini anlatmak için ondan önceki tarihimize kin kusanlarda aynı şekilde Atatürk maskesi takarak bu millete olan husumetlerini gizlemeye çalışıyorlar. Ne Atatürk’ü, ne de Cumhuriyeti bu istismarcı zihniyetin insafına terk etmedik, etmeyeceğiz.
Cumhurbaşkanlığı forsumuzda sembolleştirdiğimiz 2200 yılı aşkın devlet tarihimizi Selçuklu ve Osmanlı başka olmak üzere bizim en büyük gurur ve güven kaynağımızdır. Bundan bir asır önce İstiklâl Harbi’ni başlatarak, Anadolu topraklarına gömülmeye çalışılan milletimizin önünde yeni bir ufuk açan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’te bu milletin en önemli değerlerinden biridir. Her fani gibi Atatürk’ün yaptığı işlerinde eksikleri, fazlaları olabilir, bunlar işin ehli kişiler tarafından konuşulabilir, tartışılabilir, ama bu durum tarihi bir şahsiyet olarak kendisinin milletimizin gönlündeki yerine asla halel getirmez. Milli mücadelenin başlangıcının 100’ncü, Gazi’nin ebediyete irtihalinin 81’nci yıl dönümünde hâlâ bu konuları konuşmamız üzüntü vericidir. Atatürk’ü ve Cumhuriyetimize yapılacak en büyük katkı ülkemizin içinden geçtiği şu kritik dönemde birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize, özellikle de 2023 hedeflerimize sıkı sıkıya sahip çıkmaktır.
Eskiler bal bal diyerek, ağız tatlanmaz derlerdi. Sürekli Atatürk denilerek, onun mirasına sahip çıkılamaz, sürekli Cumhuriyet denilerek Cumhuriyet güçlendirilemez. Bu yıl 96’ncı yıl dönümüne ulaştığımız Cumhuriyetimize en büyük katkıyı şahsımın başında bulunduğu Hükümetler yapmıştır. Biz bu kavramın lafla istismarını yapmadık, sadece icraatımızla hakkını vermeye çalıştık. Türkiye’yi Cumhuriyet tarihinin tamamında yapılanların üç katı, beş katı, on katı hizmetlere kavuşturarak bilfiil bunun uygulamasını ortaya koyduk. Hayatları boyunca Türkiye’nin büyümesi, kalkınması, gelişmesi için tek bir çivi dahi çakmamış kişilerin ağızlarından çıkan Cumhuriyet ve Atatürk sözü koskoca bir yalandan ibarettir. Ülkemizde yıllardır en büyük ticaret Atatürk ve Cumhuriyet ticaretidir. Bu kavramlar önde perde gibi kullanılarak arkada ülkemizin yıllarca demokratik ve ekonomik olarak nasıl sömürüldüğünü en iyi milletimiz biliyor. Bize olan düşmanlığın en önemli sebeplerinden biri işte bu kirli ticareti ifşa etmiş ve önüne geçmiş olmamızdır. Buna rağmen hala aynı kafayla kendi tarihine, kültürüne, medeniyetine küfür etmeyi maharet sananların ortada dolaşıyor olması henüz işimizin bitmediğini gösteriyor. Tıpkı son teröristi imha etmeden, terörle mücadelemizin sona ermeyeceği gibi, tarihimize ve kültürümüze husumet besleyen son müstevli kafalıyı da aydınlatmadan bu mücadelemiz bitmeyecektir.
Değerli Arkadaşlar,
Türkiye’nin geçtiği tarihi sürçe iktidarıyla, muhalefetiyle, bir istisna her kesimden insanımızla ne yapmamız gerektiğini Gazi Mustafa Kemal’in şu sözü gayet güzel açıklıyor: Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Evet bugün ülkemizdeki hiçbir bireyin sadece kendi çıkarını, kendi hesabını, kendi karını düşünme lüksü yoktur. Hep birlikte önce ülkemizin bu cendereden güçlenerek, çıkması, ardından da hedeflerine ulaşması için çalışmamız gerekiyor. Bu mücadeleyi her bir insanımız kendi bulunduğu yerde, kendi bulunduğu mevzide her vazifesinde kendi sorumluluk alanında verecektir. Daha açık konuşmak gerekirse hepimiz de işimizi en iyi şekilde yapacağız. Vatan sathının her bir karışında bunu başardığımızda Allah’ın izniyle ülkemizin üstesinden gelemeyeceği hiçbir meselesi yoktur. İşte göreve geldiğimizde Başbakanım ve insansız hava aracı alalım istiyoruz, bunu Amerikalı dostlarımızla konuşuyoruz diyorlar ki, kongreye soralım ve biz insansız hava aracını alamadık. Silahlı insansız hava aracını zaten hiç mi hiç alamıyorsun. Ve elhamdülillah o gün bugün şimdi biz insansız hava aracımızı yapıyor muyuz? Yapıyoruz. Silahlı insansız hava aracımızı yapıyor muyuz? Onu da yapıyoruz. Şimdi bir üst segmente çıkıyoruz, şimdi birde Akıncımızı yapıyoruz, dünyada birkaç ülkede var, şimdi birde bizde olacak. Akıllı bomba istiyoruz ve G-20 Antalya Zirvesi’nde o zaman Sayın Obama’yla başa baş konuşuyoruz Kongreye götüreceğim dedi, büyük ihtimalle hallederiz. Ve kongreye gidiyor, akıllı bomba hayır olmaz. Niye? Teröristleri öldüreceğiz ya onun için. Hani biz terörizme karşıydık, teröristlere karşıydık? Hani biz NATO’da beraberiz, biz müttefik değil miyiz? Model ortak değil miyiz? Niye bana akıllı bomba vermiyorsun? Üstelik paramla vereceksin. Şimdi teröristlere parasız veriyorsun, ama bize paramızla dahi akıllı bomba da vermediler. Ne oldu? Biz şimdi akıllı bombamızı da üretiyoruz. Kötü komşular bizi ev sahibi yaptı. Her fırsatta tekrar tekrar ifade ediyorum, Türkiye’nin asıl gücü ne topudur, ne tüfeğidir, ne süngüsüdür, Türkiye’nin asıl gücü şu insanımızın birliği, beraberliği, kardeşliğidir ve bundan kaynaklanan cesaretidir.
Biz hep birlikte tek yumruk olup, düşmanlarımızın tepesine indiğimizde siyasi, ekonomik ve askeri olarak istedikleri kadar güçlü olsun kimsenin karşımızda dayanabilmesi mümkün değildir. Sadece son birkaç yılda bu gerçeği hep beraber defalarca yaşadık. Terörle mücadelede bunu azami ölçüde yaşıyoruz. Ne demiştik hatırlayın? İnlerine gireceğiz demiştik ve inlerine girdik mi? Girdik. İnlerini bunların tepelerine tepelerine evvel Allah geçirdik. Ve şimdi kaçacak delik bile bulamıyorlar bu noktaya geldiler hem içeride hem dışarıda.
Türkiye’deki Ana Muhalefet bakın ne diyor? Ne işiniz var sizin Suriye’de? Ya Suriye’de benim işim yokta, Suriye’nin benim topraklarımda ne işi var? Bize taciz atışlarını yapmıyorlar mı? Yapıyorlar. Sınır şehirlerimizde benim vatandaşlarım, benim kardeşlerim şehit olmuyor mu? Şehit oluyor. Benim askerim şehit olmuyor mu? Şehit oluyor. O oradan taciz atışları yapacak, biz de hoş geldin mi diyeceğiz? Gereğini yapacağız ve şimdi biz de gereğini yapıyoruz yaptığımız bu. Milletimizi kendi içinde bölmek, kendi içinde çatıştırmak, birbirine kırdırmak için her yolu denediler, hamdolsun başaramadılar. Milli iradeyi alt etmek, demokrasimizi yıkmak, bizi darbecilerin ve cuntacıların zulmü altına sokmak için ellerindeki gizli, açık tüm araçları seferber ettiler, Allah’a şükür bunda da muvaffak olamadılar. Terör örgütlerini kullanarak ülkemizi kana ve ateşe boğmak istediler. Rabbime binlerce hamdolsun bunda da istedikleri neticeye ulaşamadılar.
Ülkemizin yumuşak karnı olarak gördükleri ekonomimizi hedef alarak kur, faiz, enflasyon üçgeniyle böyle bir tuzakla bizi yeniden eski günlere döndürmeye çalıştılar. Kısa sürede bu sinsi oyunu da bozduk ve gereken tedbirleri alarak ekonomiyi yeniden rayına oturttuk. Türkiye’yi yurt dışında yazdıkları senaryoya göre etiketleyerek dışlamaya, izole etmeye, hatta fırsat bulurlarsa müdahaleye yeltendiler. İşte 15 Temmuz 16 saatte devletimize yapılan o darbeyi biz ne yaptık? Hiç ettik. Ama kiminle? Milletimizle. El ele verdi milletimiz 251 şehidimiz oldu, ama bunun yanında 2193 gazimiz oldu ama biz devletimize darbe yapma girişimini 16 saatte yok ettik. Bütün mesele inanmak. Rabbimiz ne buyuruyor? Fe iza azamte fe tevekkel alallah, bir kere aziz ettin mi tevekkül et, yürü. İşte bunu bereketini, bunun neticesini alıyoruz. Niye? Milletimiz bir olduğu zaman, beraber olduğu zaman, iri, diri, kardeş olduğu zaman, hep birlikte Türkiye olduğu zaman neler yapılabileceğini ispat etti, gösterdi.
Ülkemize yönelik terör tehditlerini doğrudan kaynağında kurutmak için kimsenin beklemediği harekatlar gerçekleştirdik ve başarıya ulaştırdık. Şu ana kadar üç ayrı harekâtla Suriye’de ülkemize yönelik terör tehdidinin yoğun olduğu toplam 8 bin 100 kilometre karenin üzerinde alanı güvenli hale getirdik. Sadece bununla kalmadık, güvenli hale getirdiğimiz bölgelere ülkemizdeki Suriyelilerin geri dönüşlerini de sağlayacak zemini oluşturduk. Şu an itibariyle 365 bin Suriyeli kendi evlerine, kendi topraklarına döndü, ama biz bunu yeterli görmüyoruz. Hedef diyoruz ki, şu anda ülkemizde bulunan Suriyelileri kendi evlerine, kendi topraklarına döndürmek için planlarımız yaptık, projelerimizi hazırladık ya Uluslararası Donörler Toplantısı yapacağız veyahut da model projelerle biz bunun da adımını atacağız, işte sathı müdafaa böyle yapılır.
Bulduğu her fırsatta ülkesini dışarıya şikayet eden, kendi tarihine husumet besleyen, kendi medeniyetine nefretle bakan hastalıklı bir anlayışla böylesi çetin bir mücadele yürütülemez. Öyle ki bu zihniyet sahiplerinin özellikle mücadelemize destek vermesinden vazgeçtik, sadece gölge etmeyin başka ihsan istemiyiz noktasına geldik. Milletimiz tüm bu yaşananları görüyor, kimin nerede durduğunu gayet iyi biliyor. Milletimizin takdirinin bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da herkesi hak ettiği yerde tutma yönünde gerçekleştireceğine ben yürekten inanıyorum.
Değerli Dostlar,
Binlerce yıllık tarihi sürekliliğimiz içindeki son devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun kurucusuna sahip çıkmak elbette hepimizin görevidir. Ancak bunu yaparken geçmişe, özellikle de Osmanlı’ya, Selçuklu’ya haksızlık etmemek gerekir. Söğüt’te dikilen Osmanlı Çınarı 600 yıl boyunca üç kıta, yedi iklimle şanla, şerefle, adaletle, başarıyla yaşamıştır. Cumhuriyetimizi Osmanlı’dan kurtarabildiğimiz miras üzerinde kurduk. O olmasa, kök olmazsa, ağaç olur mu? Olmaz. Onun üzerinde yükselttik. Bu mirasa sadece topraklarımız değil, kurumlarımız da, geleneklerimiz de dahildir. Gazi Mustafa Kemal Samsun’a burası çok önemli altını çizerek söylüyorum, Gazi Mustafa Kemal Samsun’a bir Osmanlı subayı olarak çıkmış, Ankara’daki Meclis’i yine Osmanlı adına faaliyete geçirmiştir. Cumhuriyetin inşası da Osmanlı’dan devir alınan mevcut idari sistem üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu hakikatler apaçık ortadayken sürekli olarak Osmanlı’ya hakareti ve aşağılamayı bir siyaset tarzı haline getirmek ya cehalettir, ya gaflettir ya da art niyettir. Tarihimiz bizim yörüngemizdir, yörüngeden çıkan bir gök cismi nasıl sonsuz karanlık içinde kaybolmaya ve muhtemelen yok olmaya mahkumsa, toplumlarda öyledir. Türk milletini kendi tarih yörüngesinden çıkartmak için geçmişiyle bağını kopartmaya çalışanların amacı da budur. Milletler ve devletler mezarlığı olan tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Allah’a şükür bugüne kadar milletimizi kadim tarih yörüngesinden çıkartmaya kimse muvaffak olamadı. Kimi dönemlerde kısmen de olsa zayıflıklar ortaya çıktı, ama milletimiz güçlü irfanıyla, ilmiyle, her seferinde işi düzeltmeyi başardı.
Son günlerde yine birileri ağızlarına sakız ettiler. Neymiş efendim? Burası çok önemli, Osmanlı’da okuma yazma oranı çok düşükmüş. Neymiş efendim? Osmanlı’nın kendi silah sanayi yokmuş. Neymiş efendim? Osmanlı yönetimi altındaki haklara zulüm edilmiş, hepsi de yalandır, iftiradır. Her ülke ve toplum gibi elbette Osmanlı’nın da eksikleri vardır, bunların tespitini yapmak ve yerli yerine koymak tarihçilerin ve uzmanların işidir. Bize düşen görev, ecdadımızın güçlü yönlerini kendi geleceğimizi aydınlatan bir ışık haline getirmektir. Bugün Afrika’nın derinliklerinden Balkanların uçlarına kadar Osmanlı coğrafyasının neresine giderseniz gidin derin bir muhabbetle karşılanıyorsanız ortada sıkı sıkıya sahiplenecek bir miras var demektir. Her halde Bosna Hersek’in ilim abidesi Aliya İzzetbegoviç’i bilirsiniz. Ölümünün son anında Avusturya’dan dönüyorum durumu ağır dediler ve Saraybosna’da uçağı indirdik ve hemen hastaneye ziyaretine gittim ve oğlu Bakir Bey’in ifadesine göre o ana kadar dedi zihni de kapalı gibiydi, seslenince şöyle gözlerini açtı ve kendisiyle orada birkaç kelam ettik. Orada bana şunu söyledi: Evladım Tayyip dedi, buralar dedi Evlad-ı Fatihan’dır, buralar dedi, Osmanlıdır. Ben gidiyorum dedi, buralar size emanettir dedi. Şimdi değerli kardeşlerim, tabii ertesi gün rahmeti rahmana kavuştu. Bakınız Aliya İzzetbegoviç şu son haliyle Bosna Hersek’in mücadelesini veren bir komutandı aynı zamanda. O bunu böyle biliyor, fakat gel gör ki bizimkiler Bosna Hersek’te bir Osmanlı’nın olduğundan bihaber. Ve bütün eserleriyle camileriyle, kervansaraylarıyla, köprüleriyle, medreseleriyle orada Osmanlı var, mührünü öyle vurmuş. Yok ederek değil, bu şekilde vurmuş. Afrika’ya gidin Afrika’da bunu görürsünüz, ta Güney Afrika’da görürsünüz, orada bile var. Meşhur Ebubekir Efendi Güney Afrika’da işte bu işin orada adeta ilmi temsilciliğini yapmış bir zat ve bu Osmanlı, ama bunların bunlardan haberi yok. Bizim ayak izlerimiz nerelere kadar gitmiş haberleri yok.
Öyle diyor şair,
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz.
Gelmişiz dünyaya millet, milliyet nedir öğretmişiz!
Biz böyle bir milletiz, bir sıradan bir millet değiliz. Kendi milletini, kendi tarihini inkar edenlerden bir şey olmaz. Gerisi var, ama gerisini söylemeyeceğim.
Türkiye düşmanlığı için malzeme üretenlerin geçmişleri soykırımla, sömürüyle, zulümle, haksızlıkla bezeli olduğu halde kendilerini tam tersi hikayelerle pazarlamaya çalışıyorlar. Bizim ise var olan hakikatleri söylememize, anlatmamıza, nesilden nesile aktarmamıza dahi tahammül edemiyorlar. Ben gençliğimize sesleniyorum, siz gururlu bir gençlik olmalısınız, çünkü sizin gururlanabileceğiniz bir ecdadınız var. Siz böyle rast gele bir gençlik değilsiniz, elhamdülillah bizim kendileriyle iftihar edebileceğimiz bir ecdadımız var, bunlar her yönüyle bizim iftihar vesilemiz.
Bugün 81 vilayetimizin tamamında eğer bugün tarihi görüyorsak, kültürü görüyorsak, bütün bu eserlerle mücehhez toprakları görüyorsak, işte gidin Erzurum’a her yer tarih, gidin Mardin’e her yer tarih. İstanbul’u söylememe gerek var mı? Adım başı tarih. Ankara bunların içinde en fakiridir aslında, tarih burada da Selçuklu var. Konya’ya git, Konya tarih, Kayseri tarih, her yer tarih, yani tarihin nakşedilmediği neredeyse bir şehrimiz yok. Biz bunlarla gururlanmayalım da kimlerle gururlanalım? Onlara ne derse desin biz kim olduğumuzu biliyoruz, kim olduğumuzu evlatlarımıza ve tüm dünyaya da anlatmaya devam edeceğiz.
Şimdi sizlere bu hususta birkaç örnek vermek istiyorum. Rahmetli Kemal Karpat Hocamız başta olmak üzere liyakatlerine kimsenin itiraz edemeyeceği tarihçiler geçtiğimiz asrın başında Osmanlı toplumunda okuma yazma bilenlerin oranının nüfusun yarısından fazla olduğunu belirtiyor dikkat edin. Bu aynı dönemde bölgemizdeki Rusya, İspanya, İtalya başta olmak üzere pek çok ülkeyle karşılaştırıldığında gerçekten çok yüksek bir oranı ifade ediyor. Balkan Savaşlarıyla başlayan, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi’yle devam eden süreçte maalesef bu okuryazar nüfusumuzun büyük bir kısmını kaybettik. Özellikle erkek nüfusun önemli bir kısmı şehit oldu. Çanakkale’yi ‘düşünün o hani kınalı kuzular diyoruz ya, kınalı kuzuları biz orada kaybetmedik mi? Orada kaybettik. Bunlar sıradan işler değil, o durumlara düştük. Toplam nüfusumuzun bir kısmı da sınırlarımız dışında kaldı. Birde buna Cumhuriyetle birlikte gerçekleştirilen harf devrimiyle adeta her şeyin sıfırlandığını eklediğimizde elbette ülkemiz okuma yazma oranının çok düşük olduğu bir dönem yaşadı. Ama bunun suçunu Osmanlı’ya yüklemek tam anlamıyla bir bühtandır. Nitekim zaman içinde Türkiye yüzde 100’lük bir okuryazarlık seviyesine ulaşmıştır. Osmanlı’nın silah sanayi olmadığı iddiası da koskoca bir yalandır. Bunların ne tarihle alakası var, ne geçmişini araştırmakla alakası var. Coğrafyamızdaki 600 yıllık hükümranlığı döneminde neredeyse savaşsız tek bir haftası olmayan Osmanlı’nın silah sanayi olmadığını iddia etmek kadar saçma bir iddia olamaz. Burada asırlar boyunca dünya top, tüfek, gemi başta olmak üzere silah sanayi ihracatı yapan bir ülkeden söz ediyorum. Osmanlı’nın İstanbul’un fethi başta olmak üzere tüm önemli savaşlarını silah sanayindeki yenilikçilerine, üstünlüğüne, özellikle bağlı olduğunu anlamak için ilköğretim düzeyinde bir tarih bilgisi dahi yeterlidir. Sorun Osmanlı’nın 18’nci yüzyıldan sonra bu alandaki öncülüğünü ve üstünlüğünü korumayı başaramamış olmasıdır. Dikkat ediniz, hiç olmamasından değil, üstünlüğün kaybedilmesinden söz ediyorum. Bu durum ister istemez daha iyi silahların dışarıdan alınmasını gerektirmiştir. Yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen Osmanlı son döneminde bu konuda çok önemli hamleler yapmıştır. İkinci Abdülhamit Han’ın İstanbul’da kurduğu modern barut, fişek, top fabrikaları Cumhuriyete miras olarak kalmıştır.
Cumhuriyet döneminde Kırıkkale başta olmak üzere, Anadolu içlerine yayılan silah sanayinin gerisinde işte böyle bir birikim vardır. Tek parti yönetimi şayet Nuri Demirağ’ın Kayseri’de kurduğu uçak fabrikası, Nuri Killigil’in İstanbul’da silah fabrikası gibi girişimlere sahip çıkmış olsaydı bugün Türkiye savunma sanayinde bambaşka bir yerde olurdu. Her şeye rağmen biz ecdadın bu mirasından aldığımız ilhamla 17 yılda bu fabrikaların geçmiş itibariyle söylüyorum, Nuri Demirağ’ın, Killigil’in düşünebiliyor musunuz ya? Bunlar gaz ocağı fabrikasına dönüştürüldü uçak fabrikası, soba fabrikasına dönüştürüldü, bunlar bu şekilde ihanet ettiler. Biz ise 17 yılda ülkemiz savunma sanayinin dışa bağımlılığını neredeyse tersine çeviriyoruz. Göreve geldiğimizde bizim tamamıyla savunma sanayinde yerli 20 milyar dolarlık bir yapımız vardı, yüzde 20’si yerliydi, şimdi ise yüzde 70’i yerli hale geldi. Bakınız nereden nereye? Yüzde 20’den yüzde 70’e, hedef yüzde 100.
Türkiye 2002 yılında toplam bütçesi 5,5 milyar dolar olan sadece 62 savunma sanayi projesine sahipti. Bugün Türkiye toplam bütçesi 60 milyar doları bulan ve yakında 75 milyar dolara ulaşacak olan 700 projeyle dünya çapında bir oyuncu haline geldi. Hisar Füze Sistemiyle bu alanda kritik eşiği geçtik ve SİPER adını verdiğimiz uzun menzilli hava savunma sistemini geliştirmek için hazır hale geldik. Kendi üremimiz olan Dördüncü Korvetimizi geçtiğimiz aylarda hizmete aldık, beşincisinin de inşasına başladık. İnşası süren Anadolu Çıkarma Gemimiz kendi alanında dünyadaki sayılı eserlerden biri olacak. İnşallah 2023 yılında kendi milli savaş uçağımızı göklerde görerek bu alandaki kritik eşiği de geride bırakmış olacağız. Helikopterler konusunda Atak’tan sonra çok maksatlı kullanımlar için Gökbey’i üretiyoruz. Ayrıca ağır sınıf taarruz helikopteri için de çalışmalara başladık. Silahlı ve silahsız insansız hava araçlarındaki kabiliyetimizi ve gücümüzü herkese kabul ettirdik. Bayraktar ve Anka’dan sonra şimdi de Akıncı ile bu alandaki üstünlüğümüzü daha da pekiştiriyoruz. Savunma sanayi projelerinde en çok zorluğu motorda yaşamıştık. Yerli uçağımız dahil, her alanda ihtiyacımız olacak motoru üretecek projemizde hızla ilerliyor.
Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası’nda yapılan işletme hakkı devri sözleşmesini diline dolayanlar, bırakınız diğer meseleleri daha bu konunun dahi ne anlama geldiğinden habersiz ve sürekli olarak ortalığı karıştırmaya gayret ediyorlar. Dikkat ederseniz bu işin gece-gündüz istismarını yapanlar bunlara sorun satış nedir? İşletme devri nedir? Daha önce bu fabrika nasıl ve hangi şartlarda çalışıyordu? Şimdi ne yapacak gibi soruların hiçbiriyle ilgilenmiyor. Bunlar Kocaeli’nde SEKA Kâğıt Fabrikası sürekli zararda doğru dürüst üretim yapamıyor ve biz kalktık dedik ki, böyle olmaz SEKA Kâğıt Fabrikası’nı kapatma kararı aldık oradaki işçileri Kocaeli Belediyesi’ne devrettik ve o makineler tamamen tarih. Dedik ki burayı müze haline getirelim, müze ve bütün o bölgeyi Kocaeli Belediyesi’nin eliyle de milli park haline dönüştürdük ve şu anda orası böyle bir hizmeti veriyor ve kâğıt noktasında da üretimi çok daha farklı bir şekilde yapar hale geldik. Tıpkı Atatürk istismarı, tıpkı Cumhuriyet istismarı gibi bu konuda da kendilerine bir istismar yolu bulmuşlar, gözleri kapalı bir şekilde oradan devam ediyorlar. Sakarya’daki bu Tank Palet Fabrikası’nın satımı diye bir şey söz konusu değil. Tamamıyla bir BMC yani BMC fabrikasının yüzde 50’si Katar’ın ortaklığında, yüzde 50’si Türk ortaklar olmak üzere kurulan bu şirketle şu anda Karasu’da kendi fabrikalarını yapıyorlar, ayrıca yapılacak ve burada da o fabrikanın yapımıyla birlikte buranın işletmesi alınmak suretiyle bu süreç devam ediliyor.
Dürüst olun, samimi olun, milleti aldatma yoluna gitmeyin. Biz netice netice netice diyoruz, ama siz maalesef farklı yaklaşıyorsunuz. Şöyle bir etraflarına baksalar hakikatleri görecekler. Tabii şayet göz kamaştırıcı ise hakikatle yüzleşmek bazılarının işine gelmiyor. Onlar deve kuşu misali kafalarını kuma gömüp her yeri karanlık sanıyor diye Türkiye öyle olmuyor. Biz Cumhuriyete sahip çıkmak ve Cumhuriyeti bize emanet edenlere layık olmak için her alanda gece gündüz çalışıyoruz. İnşallah ülkemizi 2023 hedeflerine ulaştırarak, dünyanın en üst ligine çıkartmakta da kararlıyız. Hep söylediğim gibi, Atatürk’ü anlamakta, anmakta böyle olur, lafla değil.
Bu duygularla vefatının 81. yıl dönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha saygıyla yâd ediyorum. Bin yıldır bir gül bahçesine düşercesine toprağa düşen şehitlerimize, kahraman gazilerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nu düzenledikleri bu anma toplantısı için tebrik ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Kalın sağlıcakla.