Öncelikle bugün aramıza katılan Tamer Akkal kardeşimize bu yolculuğumuzda, millete hizmet yolunda, birlikte vereceğimiz bu mücadelede hoş geldiniz diyorum; Allah yar, yardımcımız olsun.
Aziz milletim,
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
Kıymetli misafirler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum.
Grup Toplantımızın partimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
İki haftalık bir aranın ardından yeniden toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’mizin önünde çok önemli bir gündem var. Mahalli seçimler için yeniden ara verilene kadar gündemimizdeki meselelerden öncelikli olanları süratle görüşmeli ve hayata geçirmeliyiz.
Türkiye’nin her alanda olduğu gibi, yasama faaliyetlerinde de gecikmeye tahammülü yoktur. Sizlerden bir yandan seçim bölgelerindeki çalışmaları yakından takip etmenizi, diğer yandan da Meclis faaliyetlerinde aktif şekilde yer almanızı bekliyorum. Haftayı ikiye bölün, yarısı Meclis’te, yarısı sahada olmak üzere 7 gün kesintisiz bir şekilde gayret göstermenizi istiyorum. Rabbimiz, insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır buyuruyor. Bizler de çok çalışacağız ki hedeflerimize ulaşabilelim.
Tabi bazıları bu emri yanlış anlamış olacak ki tüm güçlerini ve zamanlarını kendi iç çekişmelerine, kavgalarına, kamplaşmalarına arıyor. Diğer partilerin aday belirleme süreciyle AK Parti’nin aday belirleme süreci arasındaki fark, kimin hangi amaçla siyaset yaptığının en büyük göstergesidir. AK Parti’de parti içi yarış bir demokrasi şölenidir. Bir göreve yeri gelir 5 kişi, yeri gelir 10 kişi, yeri gelir 30 kişi talip olur. Yapılan detaylı çalışmalar, istişareler sonucunda bir isim aday olarak ilan edilir, bu isim resmen açıklandığı andan itibaren artık her şey geride kalır, Partimiz tüm gücüyle adayımızın etrafında kenetlenir.
AK Parti’nin bir başka özelliği de seçimden seçime millete giden değil, her gün milletle beraber olan bir parti olmasıdır. Seçim dönemlerinde bu birlikteliğimizi daha da güçlendiriyor, daha da sıklaştırıyoruz. Bizim için asıl olan milletimizin gönlünü kazanmaktır, bunu başardığımızda seçimi nasıl olsa kazanırız. 31 Mart’ta milletimizin karşısına “memleket işi, gönül işi” diyerek çıkmamızın sebebi işte budur. 31 Mart’ta milletimizin karşısına Cumhur İttifakı ile çıkmamızın sebebi de budur. Ülkemizin tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşadığı şu süreçte, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet ilkesi etrafında buluşan herkesle birlikte yol yürümeye hazırız.
Türkiye’ye sınırları içinde ve dışında besleyip büyüttükleri terör örgütleri vasıtasıyla diz çöktürmeye çalışanlara meydanın boş olmadığını gösterdik. Terör örgütlerinin yetmediği yerde toplumu kamplaştırmaktan ekonomiyi çökertmeye kadar her yolu deneyenlere ülkemizin öyle sandıkları gibi bir muz cumhuriyeti olmadığını da gösterdik.
Mahalli seçimleri attıktan sonra önümüzde yaklaşık 4,5 yıllık kesintisiz bir icraat dönemi olacak. Hem Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin avantajlarını kullanarak hem de milletimizin teveccühü ve Allah’ın izniyle belediyelerde elde edeceğimiz zaferle bu süreci en iyi şekilde değerlendireceğiz.
Geçtiğimiz 16 yılda yaptığımız çalışmalarla ülkemize sınıf atlattık, orta- üst gelişmişlik düzeyine çıkarttık. Şimdi hedefimiz, Türkiye’yi dünyanın en gelişmiş 10 ülkesi arasına yükselterek bir üst sınıfa taşımaktır. İnşallah bu yılın sonunda satın alma paritesine göre ülkemizi 13. sıradan 12. sıraya yükseltmiş olacağız. Aynı başarıyı diğer alanlarda gösterebilmemiz için istikrar ve güven ortamının güçlü bir şekilde devamına ihtiyacımız var. Milletimizin 31 Mart’ta bize bu fırsatı bir kez daha tanıyacağına yürekten inanıyorum. Yeter ki biz çalışalım, milletimizin gönlüne girelim, karşılığını da Rabbimizden bekleyelim.
Değerli arkadaşlar;
AK Parti olarak 31 Mart seçimleriyle ilgili hazırlıklarımızı tamamladık ve tüm gücümüzle sahaya indik. Geçtiğimiz Perşembe günü Ankara’da tüm adaylarımız ve teşkilat mensuplarımızla birlikte 31 Mart seçimlerimizin manifestosunu ilan ettik. Böylece seçim kampanyamızı da resmen başlatmış olduk. Kampanyamızın ana fikrini milletimizin gönlüne girmek oluşturuyor.
Peki, milletimizin gönlüne nasıl gireceğiz? Her şeyden önce AK Parti’nin geleceği ile ülkemizin geleceğini asla farklı görmediğimizi anlatacağız. Milletimiz varsa bizim de var olacağımızı, milletimiz mutluysa bizim de mutlu olacağımızı, milletimiz hüzünlüyse bizim de hüzne boğulacağımızı ifade edeceğiz. Türkiye büyürse, gelişirse, güçlenirse, zenginleşirse, bizim de daha büyük haller kurmaya, daha büyük hedefler belirlemeye cesaret bulacağımızı tüm kalplere nakşedeceğiz.
Ayrıca, AK Parti’nin 16 yıllık birikimine, icraatlarına, hizmetlerine sahip çıkacak, her fırsatta örneklerle, rakamlarla bunları anlatacağız. Hatta belediyecilik söz konusu olduğunda bu takvimi 1994 yılından başlatacağız. Türkiye’yi ve şehirlerimizi nereden alıp, nereye getirdiğimizi her fırsatta ifade edeceğiz. Bunun yanında tevazuuyla, samimiyetle, gayretle milletimizin hizmetine talip olduğumuzu ortaya koyacağız. Bizim dünyamızda kardeşlerim, ekranları başında bizleri izleyen milletimiz kibrin, büyüklenmenin, efelenmenin, grupçuluğun, hizipçiliğin, arsızlığın, hırsızlığın, yolsuzluğun, israfın, haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin yeri olmadığını bizzat kendi yaşantımızla milletimize göstereceğiz.
Ülkemizin ve milletimizin, şehirlerimizin geleceğiyle ilgili hayallerimizi, planlarımızı, projelerimizi milletimize ifade edeceğiz. İnsana ve tüm canlılara, çevreye, tarihe, kültüre, sanata, ahlaka, vicdana uygun şehircilik anlayışıyla belediyeleri nasıl yöneteceğimizi milletimizle paylaşacağız. Seçim manifestomuzda tüm bu hususları 11 başlık altında açıkladık. Et-tekraru ahsen velev kane yüz seksen varya onun için şimdi onu ben bir kez daha açıklayacağım. Bu 11 başlığı sizlerin huzurunda bir kez daha tekrarlamak istiyorum.
Önümüzdeki dönemde AK Parti belediyeciliğinde şehir planları, uzun vadeli ve hakkaniyete uygun şekilde hazırlanacak. Birilerinin siparişi üzere değil, gereği neyse adaletli bir şekilde bu planlar hazırlanacak.
Altyapı ve ulaşım sorunları tüm şehirlerimizde kökten çözülecek. Atık su kanallarından tutunuz, içme suyu, yağmur suyu, bütün bunlara varıncaya kadar bunlar enine, boyuna tekrar tekrar elden geçirilerek inşallah bir adımı, bir yapılaşmayı atacağız.
Kentsel dönüşüm çalışmaları bölgelerin özelliklerine ve vatandaşlarımızın ihtiyaçlarına göre gönüllülük esasına göre yapılacak. Ben yaptım oldu anlayışıyla değil, gönüllülük esasına göre. Ve şu anda büyükşehirlerimizi Ankara, İstanbul, İzmir bu noktada devasa ihtiyaçlarının olduğunu çok açık net gördük, biliyoruz dolayısıyla halkımızla el ele vermek suretiyle bunu çözmemiz lazım. Şimdi İzmir’de bir Karabağlar için “burası çok güzel bir yer” diyebilir miyiz? Burada bir kentsel dönüşüme ihtiyaç yok mu? Benim orada yaşayan vatandaşlarımın insanca modern bir şehirde yaşama hakkı yok mu? Ama bugüne kadar gelenler maalesef buna çanak tuttular ve şu hale göz yumdular. Aynı şey Ankara’mız için geçerli, aynı şey İstanbul’umuz için geçerli. İstanbul’umuzda da Küçükarmutlu rezalet, berbat, şimdi oralarda bu adımları atıyoruz. Ve tabi bu tür yerlerde bir de ne yaygınlaşıyor? Terör yaygınlaşıyor, biz bunlara fırsat veremeyiz. Eğer modern bir şehircilik anlayışıyla bu adımları atarsak vatandaşlarımız bizimle el ele vermek suretiyle onlar da bize yardımcı olacaklar, bizler de onlara yardımcı olmak suretiyle inşallah bu şehirleşme anlayışını hakim kılacağız.
Benzersiz şehirler anlayışıyla şehirlerimiz kendi hikayelerine uygun şekilde geliştirilecek, tarihiyle gerçekten uyumlu şehircilik anlayışı.
Bunun yanında akıllı şehirler; akıllı şehirler uygulamalarıyla teknolojinin tüm imkanları insanımızın ve şehirlerimizin emrine sunulacak. Çevreye saygılı şehirlerle belediye hizmetlerinde tabiattaki canlı veya cansız tüm varlıklarla uyum gözetilecek.
Sosyal belediyecilik, bu çalışmalara önem verilerek doğrudan insana dokunan hizmetler ve projeler yaygınlaştırılacak.
Yatay şehirleşmeyle tabiatla bütünleşen aile, mahalle ve komşuluk kültürünü ihya eden örnek yerleşim alanları kurulacak. Şu anda ekranları başında bizi izleyen milletime sesleniyorum, 50 kat, 60 kat bu tür binalarda Allah aşkına soruyorum, yaşayanların birbirinden haberi var mı? Komşuluk hukuku diye bir şey var mı? İnanın yan dairedeki ölüyor haberleri yok. Peki, bizim tarihimiz böyle mi? Geçen akşam televizyonda da ifade ettim, biz sokağımızda karşılarımızdaki komşularımız Müşerref Teyze, Suat Teyze ben kirlendiğim zaman onlar beni alır, çünkü sokakta oynuyoruz, çamur öyle şimdiki gibi değil sokaklar. Alıyor beni yıkıyor, giydiriyor anneme teslim ediyor. Aynı şekilde rahmetli annem onların çocuklarını alıyor, yıkıyor, o da onları teslim ediyor komşuluk böyleydi. Böyle birbirimize muhabbetimiz, sevgimiz vardı ve çocuklar arasındaki hukukta böyleydi. Ama şimdi bu dev rezidanslarda veya dev bu binalarda, kulelerde çocukların birbiriyle hukuku diye bir şey var mı? Hayır, hepsi birer kibir abidesi. Birbirleriyle zaten görüşmek, tanışmak, konuşmak böyle bir şey yok. Onun için özellikle TOKİ başta olmak üzere şimdi biz bu anlayışı yaygınlaştırarak bir defa bu yatay şehirleşme anlayışıyla bütün o oluşan binalarda hem yaşayanların birbiriyle hukukunu zenginleştireceğiz, geliştireceğiz ve böylece bu kültür bize tarihimizi, medeniyetimizi de anlatacak.
Halkla birlikte yönetim ilkesiyle şehirle ilgili tüm önemli kararlar orada yaşayanlarla birlikte alınacak. Başta muhtarlar olmak üzere hepsiyle birlikte halkla bir araya gelerek oradaki STK’lar, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte bir araya gelerek kararlar beraberce alınacak. Dolayısıyla, ne yapılıyor, ne ediliyor bundan oradaki muhtarlar olsun, sivil toplum kuruluşları olsun hepsi haberdar olacak ve adımlar ona göre atılmış olacak.
Tasarruf ve şeffaflık hassasiyetiyle belediyelerin kaynakları hem doğru hem de açık şekilde kullanılacak. Değer üreten şehirler kültür ve ekonomi başta olmak üzere her alanda hayat kalitesini yükseltecek yaklaşımlar geliştirilecek. Yoksa öyle bir rant anlayışı ki kupon yerleri sömürmek suretiyle değil, milletimizin yönetimine emanet edeceği AK Partili belediyelerimizde işte o değer üreten yapılaşmalar ister istemez o kendisindeki değerle bir defa alıcısını da bulacak. Ama bu ağırlıklı dediğim gibi işte yatay mimarisinden, ki burada özellikle ne merkezde olacak? İbadethanesiyle, okuluyla, sağlığıyla, bütün bunlarla beraber çocukların, oradaki millet kıraathanesiyle, tüm bunlarla birlikte millet bahçeleriyle oluşmuş, bunları merkeze alan bir yapılanmayla buralar değer üretir hale gelmiş olacak. İşte bu 11 başlıkta ifade ettiğimiz ilkeler çerçevesinde hizmet vereceğiz. Şimdiden ülkemize ve şehirlerimize hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli kardeşlerim;
Tabi artık süreç kısalıyor, şurada 55 günümüz var ve 55 gün süre içerisinde tüm belediye başkan adayı arkadaşlarımız, bunun yanında belediye meclis üyesi olarak belirlenecek arkadaşlarımız, milletvekillerimiz, tüm teşkilatlarımız, bir defa sokakta halkımıza bunları enine, boyuna anlatmalı. Neyi anlatacağız? Belediyecilik denince akla AK Parti gelir, bunu anlatacağız. Ve 94 ruhunu anlatacağız, biz 94’te belediyecilikte bu ülkede nasıl bir devrim gerçekleştirdik öncesinde ve ondan sonra devam süreçte, bunları anlatacağız. İstanbul’da, Ankara’da, Kayseri’de, Konya’da, Malatya’da vesaire, Erzurum’da neler yaptık bunları anlatacağız. Yani biz eserlerimizle konuşacağız, hayal değil, gerçekleri anlatacağız. Peki, bizim karşımızdakiler ne anlatacak? Ya yaptıkları bir şey yok ki anlatsınlar. Onun için biz yaptıklarımızla konuşacağız. İnanın ilk defa oy kullanacak genç evlatlarımız, kardeşlerimiz, birçoğu nerede neler yapıldı, bunlardan haberleri yok, bunları anlatmamız lazım ki bilsinler, ona göre de oylarını kullanırken ben böyle bir belediyecilik arıyordum, işte bunu buldum dedirtelim.
Kardeşlerim;
Bu vesileyle ekonomiye geçiyorum. Ekonomide her dönemde, AK Parti iktidarlarının nasıl başarı grafikleri çizdiği ortada. Ve biz göreve geldiğimizde kişi başı milli gelir neydi, şu anda kişi başı milli gelir ne? Buna baktığımızda, işte 3500 dolardan alın biz 11 bin dolara kadar tırmandık, şu anda biraz düşüşümüz var. Bugün de milletimizin başta gelen sıkıntıları arasında ekonomik konuların yer aldığını biliyoruz. Özellikle geçtiğimiz aylarda yaşadığımız kur, faiz, enflasyon dalgalanması milletimizin günlük hayatında ciddi sıkıntılara yol açmıştı. Bilindiği gibi bu ekonomik dalgalanma ülkemizin kendi iç dinamiklerinden değil, kendi gerçeklerinden kaynaklanan değil, Türkiye ekonomik araçların kullanıldığı bir büyük saldırıya maruz kalmıştır. Tıpkı terör örgütlerinin saldırıları gibi bu saldırı dalgasını da hamdolsun ülkemiz kısa sürede etkisiz hale getirmiştir.
Gençler;
Hamdolsun ekonomideki kayıplarımız terör gibi can kaybı değil, para kaybıdır. Atalarımız, cana geleceğine mala gelsin derler. Biz de Ağustos ayından beri yaşadığımız ekonomik dalgalanmanın milletimizin günlük hayatı üzerindeki olumsuzluklarını azaltmak ve ortadan kaldırmak için tüm gücümüzle çalıştık, çalışıyoruz, çalışacağız.
Mesela fiyatı dövize bağlı olduğu için faturaları yükselten doğalgazda ve elektrikte yılbaşından itibaren ne yaptık? Püzde 10 indirime gittik. Bu, her evin olmazsa olmaz ihtiyacı değil mi? Dikkat edin, muhataplarımız, muarızlarımız bunları konuşuyor mu? Konuşmuyor. Neyi konuşuyor? Çarşıda, pazardaki domatesi, biberi vesaire. Harcamaya baktığınız zaman hangisinin daha yüksek olduğu ortada, ama şimdi geleceğim onlara da.
Akaryakıt fiyatlarını, milletimizin ödeyeceği faturayı kamunun gelirinden fedakarlık ederek karşılayacak özel bir formülle zaten belli bir düzeyde tuttuk. Asgari ücreti 1603 liradan 2020 liraya yükselterek yüzde 26 düzeyinde çok önemli bir artış gerçekleştirdik. Aynı şekilde işçi, memur ve emekli maaşlarındaki artışları da bu gelişmeleri göz önünde tutarak yaptık. Enflasyonla mücadele kampanyası kapsamında gerek vergi indirimiyle, gerek gönüllü katılımla milletimizin alım gücünü yükseltmeye çalıştık. Yatırımı ve istihdamı teşvik etmeye yönelik daha önce başlattığımız uygulamaları bu yılı ve hatta kimi alanlarda daha sonraki yılları kapsayacak şekilde uzattık.
Bunların yanında, devlet hazinesinin gelir-gider dengesini kuracak, Ağustos ayında yaşadığımız durum benzeri sıkıntıların önüne geçecek çok önemli adımlar attık.
Kısa bir süre önce Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde tüm oda-borsa temsilcileriyle biraraya geldik, orada yaptığım konuşmayla birlikte tüm illerdeki sanayi odası, ticaret odası, borsa, onlardan taahhütler aldık ve aldığımız taahhütler yaklaşık 2,5 milyon işsize iş imkanıydı ve bu sözleri kendilerinden aldık. İnşallah bu yıl içinde bu tür işsizleri de almak suretiyle böyle bir işsizlere iş imkanını sağlamış olduk, bunun adımlarını attık.
İhracatta göreve geldiğimizde, 2003’ün başı, neydi ihracatımız? 36 milyar dolar. Şimdi nereye geldik? 168 milyar dolara geldik, tarihi bir rekor. Bay Kemal, sen bunları bilir misin, nereden nereye geldik haberin var mı?
Bu yılın Ocak ayı itibarıyla yıllık ihracatımız 168,8 milyar dolara çıkarken, dış ticaret açığımız da 48,5 milyar dolara indi. Bakın, hesaplar nereden nereye gidiyor. Ama bunları konuşmak, anlatmak, değerlendirmek kimin görevi? Bizim arkadaşlar bizim, bunu Bay Kemal anlatmaz, onun yanındakiler, onla dirsek dirseğe olanlar var ya, onlar anlatmaz, hele hele Kandil’le iş tutmuş olanlar hiç anlatmaz. Şimdi Kandil’deki terör örgütüyle iş tutanlarla kim iş tutuyor? CHP iş tutuyor, İyi Parti iş tutuyor, Saadet iş tutuyor; şu hale bak. Ya bunlar kıyamet alameti biliyor musunuz? Nereden nereye geldik.
Döviz kurlarındaki yükseliş sebebiyle 2018 yılı milli gelirimiz kağıt üzerinde bir parça düşüş gösterebilir. Ancak, ülkelerin milli gelirlerini döviz, faiz ve enflasyondan bağımsız olarak satın alma paritesine göre ölçen kategoride Türkiye bu yıl inşallah 13’üncülükten 12’nciliğe çıkarak bir sıra yukarıya yükselecek. Gençler; bilindiği gibi 2002 yılında bu sınıflandırmada 17’nci sıradaydık, önümüzdeki yıl itibarıyla bu alanda inşallah 5 basamak atlamış olacağız.
Esasen Türkiye’nin ekonomi alanında verdiği mücadele milli bir davadır, yerli bir davadır, sipariş değil. Kendisini bu ülkenin ve milletin mensubu hisseden herkesin bu mücadele destek vermesi gerekir. Nitekim siyasi görüşü ne olursa olsun, yerli ve milli duruş sahibi kesimlerden bu desteği gördük, görüyoruz. Ancak, CHP ve artık onun uyduları haline dönüşmüş olan kimi partiler Türkiye’nin bu büyük mücadelesinde aynı onurlu duruşu sergileyemediler. Tam tersine, CHP ülkemizin yeniden IMF’e gideceği yalanını söyleyecek kadar alçak bir fırsatçılık peşine düştü.
Yine televizyonları başında bizi izleyenlere sesleniyorum, aziz milletim, sevgili kardeşlerim;
IMF’e gidenlerin kim olduğu belli, işte CHP zihniyeti, diğerleri, bunlar IMF’e gittiler. Biz ise iktidara geldiğimizde Türkiye’nin IMF’e olan borcu 23,5 milyar dolardı, IMF’e olan bu borcu biz kucağımızda bulduk. Bir taraftan dev yatırımlar yaparken, bir yandan da bu borcu ödemiş olan bir iktidarız. Türkiye 2013 yılı Mayıs ayında IMF defterini kapatmıştır ve bir daha da Allah’ın izniyle açmayacaktır.
Bizi yeniden Afrika, Asya, Güney Amerika ülkeleri konumuna geriletecek böyle bir yolun sözünü dahi etmek Türkiye’ye ihanettir. Ama Bay Kemal’in böyle bir derdi yok, anlamaz bu işten. O, SSK’nın Genel Müdürüyken SSK’yı nasıl batırdıysa, Allah bunlara böyle bir fırsatı vermez zaten. Ve o hastanelerin hali neydi belli, o rezillik neydi belli, oralara sağlam girsen sakat çıkarsın, onları gördük ama şimdi de hastanelerimizin hali ortada elhamdülillah. Ve şimdi bunlar öyle yalanlar uyduruyorlar ki hastanelerde artık sabahları kalkıp da muayene filan yapılmıyormuş. Ya dürüst ol be, dürüst ol, zaten yalancılığın tavan yapmış senin, dürüst ol dürüst, belki bir şeyler kaparsın, ama yok, hayatı yalan.
Biliyorsunuz cezalar arka arkaya geliyor, 1,5 milyon bir geldi, 1 milyon bir geldi, geliyor da geliyor. Kendisi ödeyemiyormuş, akrabalarından topluyormuş, işte milletvekilleri biraraya gelmişler onun için adeta bir sendika oluşturmuşlar, bir sandık kurmuşlar ve şimdi o sandıkta toplamak suretiyle bu paralar ödeniyormuş. Ve İş Bankası masada, bunu unutmayın; Gazi Mustafa Kemal’in İş Bankası’nı CHP’ye değil, Hazine’ye tahsisi vardır ve bu İş Bankası evet, Hazine’nin malı olacaktır Allah’ın izniyle. Bu Parlamento bu tarihi kararı da Allah’ın izniyle alacaktır. Ve milletin Hazinesine İş Bankası, evet, oradaki hissesiyle yüzde 28 yine devredilecektir, ben buna inanıyorum. Niye? Milletin malı, Hazine’nin malı oraya gidecek ya. Efendim, “CHP oradan para almıyormuş”. Doğru, 4 tane üyen oranın yönetiminde, o yönetimde onlar ne iş yapıyor, sadece ellerini mi kaldırıp indiriyorlar? Niçin indiriyorlar, ne yapıyorlar, bunların hepsini biliyoruz. Onun için buradaki o tarihi yanlışı da o bütün yapılacak yolsuzlukların önünü de biz keseceğiz.
Biz söylediklerinden anlıyoruz ki CHP iktidara gelse ilk yapacağı iş ülkemizi götürüp IMF’e teslim etmek olacaktır. Bunlar lafa gelince solcu olduklarını, demokrat olduklarını söylerler ama bakın şimdi bir şey daha söylüyorum size Venezuela’da ülkenin seçilmiş Başkanının uluslararası bir darbeyle görevinden uzaklaştırılma girişimine içten içe destek verirler. Hatta aynı durumun ülkemizde de yaşanmasını isterler. 15 Temmuz’da olmadı mı? 15 Temmuz’da millet meydanlarda, havalimanlarında. Bay Kemal saat 23:15 İstanbul Atatürk Havalimanına geliyor, orada hemen darbecilerle anlaşıyorlar, konuşuyorlar tankların arasından geçip doğru Bakırköy Belediyesine gidiyor. Orada kahvesini yudumlamak suretiyle bizi takip ediyor ne oluyor, ne gidiyor diye. Olur ya belki onu da götürebilirlerdi ama darbecilerle beraber. Ve 7 Ağustos’taki o meşhur Yenikapı mitingimizde Cuma akşamına kadar hayır diyordu. Cuma akşamı son anda ne olduysa herhalde baskılara dayanamadılar kabul dediler. Ve daha sonra ne oldu? Geldi hayatında görmediği tabi böyle büyük bir katılımı orada gördü o gün orada konuşmasını yaptı. Ama daha sonra o 7 Ağustos’taki o coşkuyu, o birliği, beraberliğe tahammül edemedi ve aleyhinde konuşmaya başladı. Bunlar böyle, bunlarda millilik yok, bunlarda yerlilik yok, bunlarda dayanışma diye bir şey yok. Bunlar bölmek, parçalamak, yutmak anlayışının bu ülkedeki varisleridir. Ve bizler de işte o gün Sayın Bahçeli’yle beraber o birliği Cumhur İttifakıyla daha da geliştirdik, inşallah daha da geliştirmek suretiyle bu süreci devam ettireceğiz. Ve burada da özellikle Cumhur İttifakını daha da güçlendirmemiz gerekiyor. Onun için diyorum ki, inşallah Cumhur İttifakı pazara kadar olmasın, mezara kadar olsun bunu bu şekilde güçlendirerek devam ettirelim.
Türkiye’nin ve Türk milletinin düşmanı herkesle kol kola girmekten çekinmeyen CHP’ye de değerli kardeşlerim böylece çok ciddi bir ders verelim. Açıkçası CHP ve onunla aynı kayığa binerek bir meçhule doğru yelken açan diğer partilere gönül veren insanlarımız adına da doğrusu üzüntü duyuyorum. Bu partilere gönül verenlerin parti yönetimlerinin politikalarındaki tutarsızlıkları, yetersizlikleri, yeri geldiğinde ihanete varan yalpalamaları gördüklerini biliyorum. İyi Partililer, 12 Eylül’ün zalim başsavcısına yapılan güzellemeleri mutlaka görüyorlardır. Kandil’deki eli kanlı terör baronları HDP’nin CHP ve İyi Parti’yle yaptığı ittifaka desteklerini açıkça ifade etmekten çekinmiyorlar. Bu zillete ne CHP’ye ne de İyi Parti’ye ne de Saadet Partisine oy veren temiz yürekli vatandaşlarımızın rıza göstermediğini tahmin ediyoruz.
Karşımızdaki muhalefetin vizyonu geçen seçimde soğan, patatese bu seçimde patlıcan, bibere umut bağlayacak kadar kısırdır. Şayet biz bu partilerin tabanlarına kendimizi anlatmayı başarabilirsek küçük bir marjinal kesim dışında partilerinden umudunu kesen herkesin gönlünü kazanabileceğimize inanıyorum. Aslında durum bunların anlattığı gibi değil, ben bu hafta sonu İstanbul Çengelköy’de orada Çınaraltı diye güzel bir yer var ve halkımızın da aşırı derecede yoğun olduğu, ilgi gösterdiği bir yer orada vatandaşlarımla beraber oldum. Orası sadece çayı yapar, işte bunun yanında tost vesaire bunları yapar, ama herkes oraya alır çeşitli kendi yanında böreğiyle, vesairesiyle gelir orada bunları yer. Oturduk tabi resimler çektirdik, sohbetler yaptık filan yüzlerce kişi sağ olsun oraya yoğun bir şekilde geldiler. Tabi kimsenin baktım ki hiç çarşıdan, pazardan bahsettiği yok, herkes orada halinden memnun. Şikayetleriniz nedir filan, falan dediğim zaman, o zaman biraz dökülüyorlar. Ne diyorlar bana biliyor musun bu çok enteresan? Bu marketlerin fiyatları birbirini tutmuyor bunlara biraz diyor bağırdınız, çağırdınız ama biraz daha bağırın.
Şimdi dün Kabine Toplantısında bunları konuştuk ve aramızda da bazı tedbirler için Gıda Tarım Bakanımız başta olmak üzere kendilerine görevler verdim, şimdi bazı çalışmalar tabi ki bu noktada geliştireceğiz. Ama buradan da yine söylüyorum bakınız; CHP ve avenesi başta olmak üzere Ağustos ayındaki sıkıntıların ardından ellerini ovuşturarak ülkemizin tökezlemesini, hatta yere kapaklanmasını bekleyenler bir kez daha hüsrana uğramıştır, uğrayacaktır. Niye? Üreticiden, tüketiciye kadar aradaki bu komisyoncular var ya vurgunu bunlar vuruyor. Arada bir tane komisyoncu yok, 2-3-4-5 bu kadar komisyoncu var. Tabi her istasyonda bu fiyatlar ne yapıyor? Artıyor, herkes oradan karını alıyor. Bu işte çok farklı adımlar atmak suretiyle inşallah üreticiden çıktığında oradaki üretici halinden alıp, tüketici haline kadar gelen bu süreçte daha farklı aracı koymadan direkt tüketici haline gelip buradan da halka ulaşmasını sağlamak ve en uygun fiyatla vatandaşımıza bunu ulaştırmak gayreti içerisinde olacağız.
İstanbul’a Belediye Başkanı olduğum zaman ekmek fiyatları böyle hiç hesapsız yükseliyordu dedim olacak gibi değil. Ne yapalım? Biz dedim hemen süratle şöyle modern, ama devasa büyük ekmek fabrikaları kuralım. Ve İstanbul’da bir Anadolu Yakası’nda Pendik tarafında bir büyük ekmek fabrikası kurduk, aynı şekilde Edirnekapı’da vardı onu modernize ettik, çünkü maalesef hijyen değil, berbattı, rezillikti onu hemen modernize ederek bir ikincisini de Cebeci’de kurduk ve bununla birlikte birde büfelerimizi yaygınlaştırdık. Fiyatlar düşüktü tabi biz düşük fiyatla ekmekleri hem kalite hem de fiyatların düşük olmasıyla piyasaya ayar vermeye başladık. Şimdiden buradan söylüyorum, bakın aynı şey biberiydi, çarlistonuydu, patlıcanıydı, domatesiydi aklınıza ne gelir patatesiydi her şeyde bu fiyatlara biz gerekirse ayar çekme kararını aldık adımlarımızı atacağız.
Bak şimdiden bir şey söyleyeyim; vaktimizin dar olmasıyla belki yetişemeyebiliriz. Bir zamanlar biliyorsunuz tanzim satışlar kurulmuştu, yani belediyelerimiz vasıtasıyla biz bu adımları da atabiliriz, atacağız, çünkü vatandaşımıza ucuz, sağlıklı ürünler vermeye mecburuz. Türkiye kendi imkanları ve kabiliyetiyle böyle bir krizin üstesinden Allah’ın izniyle gelir.
Borçluluk oranları, borç çevirme takvimi mali disiplin başta olmak üzere tüm veriler ülkemizin herhangi bir dış teknik desteğe ihtiyacı olmadığına işaret ediyor. İnşallah 2019 yılında Ağustos’taki dalgalanmanın etkilerini tamamen ortadan kaldırarak hedeflerimize doğru kararlı yürüyüşümüzü sürdüreceğiz.
Değerli arkadaşlar;
Türkiye’nin son 16 yıldaki duruşunun en bariz özelliği her yerde ve her zaman haktan, haklıdan, vicdani olandan yana tavır sergilemesidir. Suriye’de, Irak’ta, Libya’da haktan ve haklıdan yana olduk. Filistin’de, Kudüs’te haktan ve haklıdan yana olduk. Arakan’da, Türkistan’da, Kırım’da haktan ve haklıdan yana olduk. Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Afrika’da, Güney Amerika’da hep haktan ve haklıdan yana olduk. Hamdolsun bu duruşu sergileyebilecek imkana, cesarete, birliğe, beraberliğe, siyasi, diplomatik, askeri, ekonomik güce sahibiz. İnsani kalkınma yardımlarında bizden parası kat be kat fazla nice ülkenin önünde yer almamız gönlümüzün zenginliğindendir. Geçmişte yüreğimiz yandığı halde gözlerimizin önünde yaşanan nice zulme dur deme imkanı bulamamıştık. Bugün sadece kalbimizle değil, hem dilimizle hem elimizle bu onurlu duruşu sergileyebiliyoruz. Gerektiğinde bu duruşun bedelini ödeyebilecek gücümüz de var. 1990’larda birkaç milyar dolarlık manipülasyonlarla yerle yeksan edilen Türkiye’den her biri milyar dolarlık onlarca projeyi aynı anda yürüten bir Türkiye’ye kavuştuk. Ülkemize yönelik her ekonomik hamlenin bize olduğu kadar karşımızdakilere de çok ciddi maliyeti çıkıyor. Maruz kaldığımız birtakım saldırıların belli bir aşamanın ötesine geçememesinin sebebi de budur. Tabi tüm bu tartışmaların gerisinde çok daha büyük bir oyun, çok daha büyük hesaplar var.
Dünyada ve bölgemizde tarihi bir dönüşümün işaretleriyle her gün yüzleşiyoruz. Suriye bu büyük dönüşümün en kritik yeridir. Şayet Suriye sahasındaki planlar hayata geçirilebilirse bu büyük dönüşümün yeni hedeflerine de sıra gelecektir, bunlardan birinin Türkiye olduğu da şüphesiz bir gerçektir. Bunun için Suriye meselesini hayati bir yere oturtuyoruz. Meseleyi ülkemizdeki Suriyelilerden ibaret görecek kadar kör veya idraksiz olanlara zaten sözümüz yok. Ama bu gerçeği göre göre Türkiye’yi bu yeni emperyalist düzene boğun eğdirmeye çalışanlar taammüden ülkeye düşmanlık yapıyorlar. Suriye davasının Türkiye davası olduğunu bilmeyecek kadar ülkesine yabancılaşmış olanlara sadece yazıklar olsun diyoruz.
İşte şu anda Venezuela’da olanlar; ya Venezuela senin eyaletin mi? Seçimle işbaşına gelmiş bir insanı nasıl olur da burayı terk et git diyebilirsin? Ve seçime dahi girmemiş olana nasıl olur da sen o devletin başkanlığını teslim edersin? Hani demokrasi, hani demokrattınız, bu ne iştir? Böyle bir anlayış olabilir mi, bunu kabullenmek mümkün mü?
İşte Avrupa Birliği; Avrupa Birliği’nin de ne olduğu ortaya çıktı. Hani demokrasi? Nedir bu zillet? Bir taraftan demokrasi demokrasi demokrasi diyeceksiniz, sandık sandık sandık diyeceksiniz, ondan sonra da cebren ve hileyle kalkıp hükümet devireceksiniz.
Gençler; şunu çok iyi bilelim: Güçlünün haklı olduğu bir dünyayı biz kabullenmiyoruz, haklının güçlü olduğu bir dünyayı kabulleniyoruz, bunun üzerinde durmamız lazım. Ve bizler bu anlayışla yolumuza devam etmemiz lazım. Zira güçlülerin egemen olduğu yapı bizim medeniyet anlayışımızın yapısı değildir ve biz bu emperyalist yapılara kesinlikle karşıyız ve bunları da kabullenmemiz mümkün değildir.
Suriye politikamızın temel parametrelerini bir kez daha bu vesileyle tekrarlamak istiyorum.
Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğüne de siyasi bütünlüğüne de halkın kendi geleceğini kendi belirleme hakkına da saygılıdır. Bunun için yeni anayasa yapımı ve serbest seçimler sürecini samimiyetle destekliyoruz.
Ülkedeki durum normale dönene kadar Suriye’de insanların gerçek anlamda güven ve huzur içinde yaşadıkları yerler, ülkemizin kontrolündeki bölgelerdir. Nitekim ülkemizden Suriye’ye sadece Türkiye’nin kontrolündeki yerlere geri dönüşler yaşanmaktadır, şu an itibarıyla 300 bini bulmuştur. Diğer bölgeler ya terör örgütlerinin ya da hala halkına güven vermeyen rejimin zulmü altındadır. DEAŞ’a ve PKK-YPG’ye karşı çıkmamızın tek sebebi, bunların terör örgütleri olmasıdır. Bunun dışında biz Suriye halkının gerçek temsilcisi olan hiçbir kesime karşı önyargılı değiliz, hepsiyle de yakın diyalog içindeyiz. Meşruiyeti olan Suriyeli muhaliflerin hepsiyle oturup görüşüyor, kendilerine yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlar;
Ülkemizdeki teröristlerin bize karşı tehdit düzeyi neyse, Suriye’deki teröristlerin de aynıdır. Çünkü bu ülkeyle aramızda 911 kilometrelik bir sınır vardır. Ne yapsak yapalım bu sınırı mutlaka kontrol altında tutmak mümkün değildir. Güvenliğimizi sağlamanın tek yolu, Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de terör örgütlerinin kaynaklarını kurutmak, varlığını tamamen yok etmektir. Onun için Cudi’de varız, onun için Gabar’da varız, onun için Tendürek’te varız, hatta hatta Kandil’de varız ve olacağız. Böylece Suriyeli kardeşlerimize de huzur ve güven içinde yaşayabilecekleri bir iklim sağlamış olacağız. Ülkemizdeki Suriyelilerin kalıcı olarak geri dönüşünü sağlamanın yegane çözümü de budur.
Fırat’ın doğusu ve Münbiç, Suriye gündemimizin en önemli konularıdır. Güvenli bölge konusundaki kararımızı burada bir kez daha tekrar ediyorum; Türkiye’nin kontrolünde, diğer ülkelerin ise sadece lojistik destek verdiği bir güvenli bölge modeli dışındaki hiçbir teklifi kabul edemeyiz. Güya uluslararası güçler tarafından kurulan hiçbir güvenli bölgenin başarılı olmadığı, kalıcı huzur getirmediği ortadayken, aynı formülün bize dayatılmasında kasıt ararız. Şimdilik Amerika’nın bize verdiği sözlerin yerine getirilmesini bekliyoruz.
Münbiç’teki teröristlerin buradan çıkarılması yıllardır konuşulan ama bir türlü ilerleme sağlanamayan bir konuydu. Maalesef bu meselenin hala sürüncemede bırakıldığını görüyoruz. Münbiç meselesi ortada bırakıldıkça, rejimin bu bölgeye yönelik hevesleri de kabarıyor. Halbuki Münbiç’in ihtiyacı ve talebi, ne Amerika’nın kollamasındaki teröristlerdir ne de rejimin zulmüdür. Bu bölgenin halkı Türkiye’nin güvencesinde kendi geleceklerine kendileri sahip çıkmak istiyor ve burada da bize güveniyorlar. Cerablus’ta güveniyorlar, El Bab’da güveniyorlar, Afrin’de güveniyorlar ve şimdi diğer bölgeler ki başta İdlib olmak üzere bize güveniyorlar bize.
PKK-YPG’nin bölge halkına uyguladığı zulüm sebebiyle ülkemizdeki Suriyelilerin hiçbiri evlerine dönemiyor. Biz bir an önce burayı da bölge halkının kendi yönetimine geçirmeyi hedefliyoruz. Siyasi ve diplomatik mücadelemizin yanı sıra, askeri hazırlıklarımızı da sürdürüyoruz. Şayet Amerika bize verdiği sözleri tutup bölgeyi teröristlerden temizlemez ve Türkiye’nin kontrolünde bir güvenli bölgenin tesisine katkı sağlamazsa, kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz.
Sayın Trump’la bu konularda gerçekten verimli ve ümit verici görüşmeler yaptık, yapıyoruz. Ancak, alt düzeyde diplomatik ve askeri görüşmelerde aynı verimi elde edemiyoruz. Şu ana kadar somut olarak önümüze konulan tatmin edici bir plan yoktur. Anlaşmalarımıza elbette sadığız, sözümüz sözdür ama sabrımız da sınırsız değildir. Münbiç’teki teröristler birkaç hafta içerisinde buradan çıkartılmaz, bizim bekleme süremiz sona erer. Aynı şekilde Fırat’ın doğusunda Türkiye’nin desteğiyle bölge halkının kendi yönetimini tesisi birkaç ay içinde sağlanmazsa, bekleme süremiz yine sona erer. Bu durumda Türkiye muhataplarına verdiği sözleri tutmuş, ancak karşılığını bulamamış olacaktır. Bir başka ifadeyle, kendi planlarımızı hayata geçirme hakkımız doğacaktır. Meselenin uluslararası iş birliğiyle çözümü herkes için ideal olan yoldur, biz bu yolu sonuna kadar zorluyoruz.
Suriye’deki gelişmelerin ülkemizin geleceği açısından taşıdığı önem, bizi her yolu ve yöntemi kullanmaya mecbur bırakıyor. Ancak, bıçak kemiğe dayandığında yapacağımız işler için ne kimseden izin almak ne de kimseye hesap vermek mecburiyetinde değiliz, bu böyle biline. Yaptırım listesi dahil hiçbir tehdit bizi bu yoldan geri çeviremez. Şayet bugün bu tavrı göstermez ve gereğini yerine getirmezsek, şehitlerimize, gazilerimize, gelecek nesillerimize hesap veremeyiz. Bugün kendimiz nasıl geçmişteki eksikler ve yanlışlar için birilerini sorguluyor, eleştiriyorsak, vazifemizi yapmadığımızda biz de aynı duruma düşmekten kurtulamayız.
Dolayısıyla Suriye politikamızda milletimize ilan ettiğimiz taahhütlerimizi ne pahasına olursa olsun yerine getireceğiz. Zira bölgedeki tüm aşiretler sürekli ne zaman geliyorsunuz, ne zaman geleceksiniz, bunu soruyorlar. Görüşmeleri yürüten arkadaşlarımıza da tüm bu talimatları açıkça verdim.
Değerli kardeşlerim;
Bundan böyle şu kalan 55 gün içerisinde durmak yok, yola devam; Rabbim yar ve yardımcımız olsun.
Bu duygularla bir kez daha sizlere Meclis çalışmalarında başarılar diliyorum, hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla.