TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri | 24.12.2014

TÜBİTAK 2014 Yılı Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’ni törenle sahiplerine veren Cumhurbaşkanı Erdoğan; Türkiye’nin, bilimsel anlamda çok zengin bir medeniyet birikimine ev sahipliği yaptığını vurgulayarak, “Biz, kendi tarihimizde ve medeniyetimizde ilim merkezleri inşa ettiğimiz için bilim tarihine çok önemli katkılar sağladık. İşte bu iklimi yeniden oluşturmamız gerekiyor. Bilimi devletin, siyasetin ve yargının müdahalesinden olduğu kadar mahalle baskısından da kurtarıp daha özgür bir zemine kavuşturmak zorundayız” dedi.

TÜBİTAK 2014 Yılı Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın himayesinde Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen törenle sahiplerine verildi.

 

 

Törende, ödül geleneği ile ilgili kısa film gösteriminin ardından konuşmalar yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaptığı konuşmada, 2014 yılı TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü kazanan bilim insanlarını tebrik ederek başarılarının artarak devamını diledi.

TÜBİTAK’a, Bilim ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’a, TÜBİTAK’ın yönetici ve çalışanlarına, Bilim Kurulu üyelerine, bu özel ödülleri ve teşvik ödüllerini hassasiyetle tespit ettikleri ve her yıl düzenli olarak verdikleri için şükranlarını sunduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu arada halef-selef olduğumuz değerli Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ü anmadan geçemem. Zira onun döneminde bu ödüllerin Cumhurbaşkanlığı himayesine alınması, bu işin Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından organize edilmesi ve sürdürülmesi ayrıca manidardır. Özellikle bundan dolayı burada şükranlarımı ifade ediyorum” dedi.

ÖDÜL ALAN BİLİM İNSANLARININ ÇALIŞMALARI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerimizden, gerek yurt dışındaki üniversitelerden 19 bilim insanımızın yaptıkları başarılı çalışmalardan dolayı ödüllerini alacaklarını kaydederek, ödül alan hocaların üniversitelerine bakıldığında; ikisinin ABD’deki üniversitelerde, dördünün Koç Üniversitesi’nde, üçünün Bilkent, üçünün de ODTÜ’de görev yaptığını belirterek, “Bunun yanında Erzurum’dan İzmir’e, Kayseri’den Eskişehir’e, Ankara’dan İstanbul’a ve Bursa’ya kadar Anadolu’daki üniversitelerimizin de başarılarını görüyoruz. Elbette Türkiye’de ödüle hak kazanacak bu ölçüde bilimsel başarı sadece bu kadar değil. Seçici kurul bir sıralama ve bir sınırlama yapmak zorundaydı. Bu yıl sadece 19 hocamız, 19 bilimsel çalışma ödülü almaya hak kazandılar. Şunu çok iyi biliyoruz ki, diğer üniversitelerimiz ve üniversite dışı merkezlerimizde ya da yurt dışında çok sayıda başarılı bilim insanımız çalışma yapıyor. Dünyaya isimlerini duyuracak önemli çalışmaların altına da imzalarını atıyorlar. Her şeye rağmen bu alandaki çalışmaların da, başarıların da yeterli olmadığını, gerçek potansiyelimizi tam olarak yansıtmadığını özellikle belirtmek istiyorum” dedi.

“MEDENİYET TARİHİMİZDE İLİM İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR OLUŞTURULMUŞ VE HASSAS BİR ŞEKİLDE KORUNMUŞTUR”

Türkiye’nin bilim insanlarının, üniversitelerinin mevcudun çok üzerinde güzel işler başarma potansiyeline sahip olduğuna işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söyledi: “Daha önce de çeşitli vesilelerle ifade ettim; bilim uygun bir atmosfer, uygun bir iklim bulduğunda, yani gerekli şartlar sağlandığında doğar, büyük ve gelişir. İstediğiniz kadar para akıtın, imkân sağlayın, istediğiniz kadar teşvik edin ya da zorlayın, eğer bilim için gerekli atmosfer yoksa oradan alınacak sonuç da yoktur. Bize ilim, bir pınardan akan suya benzetilmiştir, yani ilim gece, gündüz bir kaynaktan durmaksızın akar. Siz oradan ancak içmek istediğinizde içersiniz. Ne kadar içmek isterseniz, ancak o kadar içersiniz. Yani ilim bir gönüllülük işidir. Önce gönülde, önce kalpte kararı verilen bir çabadır, zihinsel bir hazırlıktır ve böylece yüksek bir gayrettir. Biz ‘öğrenci’ değil, ‘talebe’ derdik. Bizim medeniyetimizde ‘talebe’ kavramı, mefhumu çok önemlidir. Talebe, yani talep eden, yani isteyen manasına geliyordu. İlmi isteyen, ilmi arzulayan, gönüllü olarak meşakkate katlanacak kişiler ancak talebe olabiliyordu. Yoksa eğitimde ‘zorla öğretelim’, yani ‘formatlayalım’ diye bir gaye, böyle bir hedef, böyle bir amaç yoktu. Bizim medeniyet tarihindeki ilim merkezlerine baktığımızda, ilim için gerekli şartların oluşturulduğunu ve çok hassas şekilde korunduğunu görürsünüz. Semerkant, Buhara, Bağdat, İsfahan, Konya, Kahire, Şam, Timbuktu, Gırnata, Kurtuba, İstanbul ve elbette Medine… Bütün bu tarihî ilim şehirleri sadece o kendi âlimlerini yetiştirmekle kalmamış, dönemlerinin âlimlerini, bilim insanlarını da şehirlerine cezbetmiş, çekmiştir. Peki, bu cazibeyi nasıl oluşturuyorlar: Birincisi, âlimlerin, bilim insanların özgür bir şekilde çalışmalarını temin edecek iklimi tesis ediyorlar. Maddi kaygıları ortadan kaldırıyorlar. Güvenliğine ilişkin tüm tedbirleri alıyor, emniyeti sağlıyorlar. Tesis derseniz, yani medrese ve kütüphane hepsini temin ediyorlar. İlim erbabına en yüksek payeleri veriyorlar. Gereken hürmeti en üst düzeyde gösteriyorlar. Bizzat sultanlar, padişahlar, ilim erbabının ayağına kadar gidiyor, onları teşvik ediyorlar. Yani bir sultan, bir padişah, ‘Ak Şemsettin’in atının ayağından sıçrayan çamur benim kaftanımın şerefidir’ diyorsa, bunun çok büyük bir anlamı vardır. Bir kitap, bir araç lazım olduğunda dünyanın neresinde olursa olsun günler sürecek yolculuklar yapıp o eserleri şehirlerine taşıyorlar.”

“BİLİMİ DEVLETİN, SİYASETİN VE YARGININ MÜDAHALESİNDEN OLDUĞU KADAR MAHALLE BASKISINDAN DA KURTARMALIYIZ”

Bilim için böyle uygun iklim oluşturulduğunda, oraların şöhretinin de dünyanın her yerine yayıldığını ve herkesin oralara akın ettiğini, âlimlerin de talebelerin de o yerlere geldiğini, o zaman da bütün ülkeyi hatta dünyayı besleyen bir heyecanın oluşmaya başladığını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz, kendi tarihimizde, medeniyetimizde bu tür cazibe merkezlerini, ilim merkezlerini inşa ettiğimiz için bilim tarihine çok önemli katkılar sağladık. Gerek Meclis Başkanımın, gerek Bakanımızın, gerekse TÜBİTAK Başkanımızın adeta özetini teşkil edecek bazı ifadeleri bu konuşmamın içerisinde ben de ortaya koymak istiyorum: İbn-i Sina’dan Farabi’ye, Attar’dan Hayyam’a, Ali Kuşcu’dan Harezmi’ye, Cabir’den Piri Reis’e kadar dünya bilim tarihine istikamet çizen çok sayıda bilim insanı yetiştirdik. Elbette tarihimizde yetiştirdiğimiz büyük ilim insanlarıyla övünmek bizim için haktır, ama yeterli değildir, olmaz ve olamaz. Bizim geçmişle övünmek yerine bugün ‘neden olmuyor, bugün neden dünya bilimine yön veren bilim insanları yetişmiyor’ sorusunu kendimize her fırsatta sormamız gerekiyor. Eksik olan en başta iklimdir, atmosferdir, yani gerekli şartlardır. Bugün eğer Türkiye dâhil dünyadaki birçok ülkenin beyinleri kendi ülkelerini bırakıp Batı’daki bilim merkezlerine akın ediyor, oralarda da aradıklarını buluyorlarsa bu işte buradaki iklimin kaybolmasındandır. Bilim insanı özgür değilse, bilim insanı kendisini emniyette hissetmiyorsa, bilim insanı bilimden ziyade maişetini dert ediniyorsa, ilim sahibi olmanın yüksek payesini hissedemiyorsa, tarihte hep olduğu gibi kalkar daha uygun şartlara göç eder. Bizim işte bu iklimi yeniden oluşturmamız, yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Bilimi, devletin ve siyasetin müdahalesinden, yargının müdahalesinden olduğu kadar, mahalle baskısından da kurtarıp, daha da özgür bir zemine kavuşturmak zorundayız.”

“ÜNİVERSİTE, BİLİM, FİKİR VE EĞİTİM DAR KALIPLARA HAPSEDİLMEK İSTENDİ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 yıl boyunca Başbakanlık yaptığı süreçte bunun kararlı mücadelesini verdiklerini, ancak yeterli olmadığını, eksiklerin bulunduğunu, bunları da aşmaya çalıştıklarını anlatarak, “Eğitime, üniversitelerimize, bilim altyapısına ilişkin ne yaptıysak, zemini daha da güçlendirmek, daha da özgür hale getirmek, gerekli olan o iklimi, o atmosferi tesis etmek için yaptık. Açık konuşuyorum; bizde eğitim, ilkokuldan başlayarak, üniversite son sınıfa kadar bir formatlama süreciydi. 7-8 yaşında çocuklara her sabah, baskı rejimlerinde olduğu gibi koro halinde bir ezberi okutmak, özgürlükle ya da özgür zihinler yetiştirmekle bağdaşabilir mi? Kimin hangi okula gideceğine, ya da gidemeyeceğine devlet karar verebilir mi? Herkesin girdiği bir sınavda, bazılarına kat sayı engeli koymayı, daha en başta yarışta dezavantajlı konuma getirmeyi adaletle, eşitlikle, özgürlükle izah edebilir miyiz? Üniversitede okuyan gençlerin, kıyafetlerini, sakallarını, bıyıklarını on yıllar boyunca bu ülkenin gündeminde tutmayı, üniversiteleri, bununla meşgul etmeyi bilimle izah edebilir miyiz? Düşüncelerinden dolayı bilim insanlarının özgürlüklerini elinden almayı hatta onları sürgüne göndermeyi ilimle, bu toprakların kültürüyle, birikimiyle denk düşürebilir miyiz? Hatırlayalım, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na bir ekleme yaptılar, önemli bir kısmı üniversite hocası olan 5 bin kamu çalışanının işine son verdiler, sokağa terk ettiler. Bunların hepsi yetişmiş profesörlerdi, doçentlerdi. Maalesef on yıllar boyunca ülkemizde bunlar yaşandı. Nasıl ki siyaset bir çerçeve içine alınmak, belli kalıplara belli sınırlara hapsedilmek istendiyse, üniversite, bilim, fikir, eğitim aynı şekilde dar kalıplara dar bir çerçeve içine alınmak istendi. Bakın şu anda dahi, üniversitelerimizde 1940’ların dünyasında yaşayan, o günlere takılıp kalmış, maalesef üzülerek söylüyorum, akademisyenler var. Elbette çeşitlilik olarak, bir numune olarak onların da fikirlerine saygı duyacağız, ama bu zihnin, bu fikrin bütün bir eğitim sistemini, üniversite sistemini, bilim atmosferini karartmasına ve zehirlemesine müsaade etmemeliyiz” şeklinde konuştu.

“SİYASET, HUKUK VE TOPLUMSAL HAYAT NORMALLEŞİRKEN ÜNİVERSİTE VE BİLİM DÜNYASI DA NORMALLEŞECEK”

Türkiye’de siyaset, hukuk, toplumsal hayat hızla normalleşirken üniversite ve bilim dünyasının da hızla normalleşmesini sağlayacaklarını kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bizim çocuklarımız, gençlerimiz, bilim insanlarımız, yurtdışına gitmeye gerek duymayacak, ülkelerinde o gerekli atmosferi bulacaklar. Yurtdışına gidenlerin de cazibe merkezi olan ülkelerine süratle geri döneceklerdir. Nitekim az önce 300’ü aşkın akademisyenimizin geri döndüğünü duymak bizler için önemli bir haberdir. Bununla birlikte bugün dünyanın her yerinden akademisyen, bilim insanı, araştırmacıları cezbedecek, ülkemizi bu anlamda da bir cazibe merkezi haline getiriyoruz, getireceğiz. Bu arada biliyorsunuz, bizim değerlerimizde ilim Müslümanın yitiğidir, nerede bulursa alır. Onun için gerek YÖK, gerek TÜBİTAK şu anda biliyorsunuz yurt dışına lisans, lisansüstü, doktora öğrencileri gönderiyor. Bizler bütün bunları her geçen gün yapacak güçteyiz. En önemlisi de bunu inşa edecek tarihi bir tecrübeye sahibiz. Bilim merkezi, cazibe merkezi Buhara'yı, Konya'yı, İstanbul'u, bugün bu topraklarda bir kez daha kurabiliriz. Yeter ki en başta kendimiz buna inanalım” diye konuştu.

“EN ÇOK ÖNEM VE ÖNCELİK VERDİĞİMİZ KONU EĞİTİMDİR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomimiz güçlendikçe ülkemizin tüm bunları gerçekleştirecek güce ve tarihî tecrübeye sahip olduğunu ifade ederek, “İlim, cazibe merkezi Semerkant’ı, Buhara’yı, Konya’yı, İstanbul’da bugün bu topraklarda bir kez daha kurabiliriz. Yeter ki en başta kendimiz buna inanalım. Bakın burada büyük bir hayal kırıklığımı da sizlerle paylaşmak isterim; 2002 yılında göreve geldiğimizde bizim en fazla önem verdiğimiz, öncelik verdiğimiz konu eğitim-öğretim olmuştur. Bunun yanında üniversite dedik. O zaman 75 üniversitemiz vardı; şimdi 176 üniversitemiz var. Şimdi üniversitemiz olmayan ilimiz yok. Yani Iğdır'daki, Hakkâri’deki genç mali imkânsızlıklar nedeniyle ‘acaba ben üniversite okuyabilecek miyim?’ diye düşünmeyecek. O gidemeyebilir, ama biz yönetim olarak ne yaptık, üniversiteyi onun ayağına götürdük. Kendi ilinde evinden çıkıp üniversitede artık tahsilini yapabilir” dedi.

İnovasyona, markalaşmaya, araştırmaya geliştirmeye çok büyük yatırımlar yaptıklarını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ar-Ge çalışmalarına destekte bir hedef koyduklarını ve millî gelirin yüzde 2’sini Ar-Ge’ye ayırmaya karar verdiklerini belirterek, “Hedefi henüz yakalamış değiliz, şu anda yüzde 1’e gelmedik ama hedef yüzde 2. Şimdi özel sektör de bu konuda adımlar atmaya başladı. Özel sektör, araştırma geliştirmeye büyük önem veriyor, bu çok önemli. Daha önce özel sektör hep hazıra yükleniyordu, ama şimdi kendileri başladı. Bu da bizim için çok önemli bir gelişme” diye konuştu.

“TÜBİTAK’I SİNSİCE SARAN GİZLİ YAPI BAŞKA GAYELERE HİZMET ETMEYE BAŞLAMIŞTI”

TÜBİTAK’ı, bu ülkenin bilim politikalarına istikamet çizecek bir merkez olarak güçlendirdiklerin, güçlendirmeye devam ettiklerini anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle konuştu: “Niyetimiz burada özellikle kaliteyi yükseltmek; hedefimiz, gayemiz bu ülkede bilimin desteklenmesi, teşvik edilmesi idi. Ama ne oldu? Bir gizli yapı sinsice TÜBİTAK'ın içinde büyüdü, adeta bir ur gibi gizlice bünyeyi sardı, bünyeye hâkim oldu ve başka gayelere hizmet etmeye başladı. Bilim üretmesini, bilimi teşvik etmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını, bakanlarını dinlemek gibi, uluslararası istihbarat servislerine hizmet vermek gibi haince bir planın, ne yazık ki zemini oldu. 'Kriptolu telefon ürettik' dediler, diyorlar. Bunu devletin üst düzey yöneticilerine veriyorlar ve sonra ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinleyip bir yerlere servis ediyorlar. Burada sadece ihanet yok, burada aynı zamanda çok ciddi bir ahlaksızlık da var. Ayrıca burada sadece kendi vatanına ihanet, kendi milletine ahlaksızlık değil bilime ihanet, tüm bilim camiasına yönelik ahlaksızlık da var. Kendilerine verilen imkânları bilim için, insanlığın yararına kullanmak yerine, vatana ihanet için kullanan kişi bilim camiasının yüzkarasından başka hiçbir şey değildir.”

“TÜBİTAK, BİLGİYİ ÜLKEMİZ İÇİN BİR YÖNETİM ARACI OLARAK KULLANMA NOKTASINDA HEDEFTİR”

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, kendisini Musevi bir vatandaşın kendisini ziyarete gelerek, “Bizim başarımızın sırrı nedir biliyor musun Başkan? Üç şey: Bir, insan yönetimi; iki, bilgi yönetimi; üç, para yönetimi. Biz bu üç şeyli başardık ve dünyanın en güçlü etnik yapısı haline geldik” dediğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunun kendisi için yönlendirici bir hedef olduğunu belirterek, “İnsanı yönetmek gerçekten çok önemli, bilgiyi yönetmek çok önemli. Öyle bir bilgi vardır ki, siz onu rahatlıkla ranta dönüştürür, paraya dönüştürür ve sürekli olarak onun neticesini alırısınız. O hiçbir zaman kaybolmayacaktır, patenti sizdedir. Onun yanında parayı yönetmek çok çok önemli. Eğer parayı başarı ile yönetebiliyorsanız, onun da neticesini alırsınız. Şu anda ben TÜBİTAK’ı da işte bu ilim camiasının, bu bilim insanlarının yüzkaralarından aktarma süreci olarak görüyorum. Bilgiyi ülkemiz için, tüm insanlarımız için önemli bir yönetim aracı olarak kullanma noktasında TÜBİTAK’ı hedef olarak görüyorum. Oradan elde edilecek hasılanın da bu ülke için çok önemli bir kaynak olduğunu ifade etmek istiyorum” dedi.

“TÜRKİYE, PARALEL YAPI İLE OLAN MÜCADELESİNİ KAZANDI”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin paralel yapı ile olan mücadelesini de kazandığını ve kazanmaya devam ettiğini vurgulayarak şunları söyledi: “Bu bir özgürlük mücadelesiydi ve önümüzde önemli bir engeldi. Şimdi bu açığa çıktı. Bu engelin aşılmasıyla siyasetin, ekonominin, dış politika ve toplumsal hayatın yanında, eğitimin ve bilimin önü daha da açılmıştır, açılmaya da devam edecektir. Bize düşen ne ise onu hakkıyla layıkıyla yerine getirmeye devam edeceğiz. Bu ülkede 77 milyonun her bir ferdinin sanal gündemlerle değil, kendi asli vazifesi, işiyle meşgul olması için daha çok çalışacağız. Çözüm Süreci ile mutlak bir huzur ortamını da tesis ederek inşallah daha fazla büyümeye, kalkınmaya, daha ileri demokratik standartlara, bilim için de daha özgür bir iklime yoğunlaşacağız” dedi.

Kendisinin Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak, “ümitvar” olduğunu ve geleceğe ümitle baktığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “12 yıl içinde açılan 265 bin dersliğin Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri hariç, Cumhuriyet tarihinde 79 senede açılan dersliklerin 3’te 2’si olduğunu gururla söyleyebiliyoruz. Şimdi hedef 30 öğrenci sayısını yakalamak, 30’un üzerinde sınıflarımızın kalmaması lazım. Artık ekonomik gücü süratle yakalayıp, öğretmen sayısında da geldiğimiz noktayı daha da arttırmak ve yeterli sayıda öğretmen atayabilmek” dedi.

“CUMHURİYET TARİHİNDE HİÇBİR DÖNEMDE OLMAYAN BÜTÇEYİ EĞİTİME AYIRDIK”

Bazı öğretmen adaylarının kendilerine “Bize öğretmenlik yok mu?” dediğini aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Öğretmenlik hakkını kazanan herkes, şüphesiz ki öğretmen olmayacaktır. Ne kadar ihtiyaç varsa o kadar olacaktır, bütçe neye müsaade ediyorsa o nispette de bu atamalar yapılacaktır. Ama ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bizler, Cumhuriyet tarihinde hiçbir dönemde olmayan bütçeyi, millî bütçeden eğitime ayırdık ve hiçbir dönemde olmayan öğretmen atamasını da birinci sırada devamlı millî eğitimde yaptık. Kadroların her zaman çoğu millî eğitime verildi. Yine bu yıl da aynı şekilde oraya verildi” diye konuştu.

“ARTIK TAKİP VE TAKLİT EDİLEN OLMAYA İHTİYACIMIZ VAR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, öncelikli meselenin eğitim, sağlık, adalet ve emniyet olduğunu, çok farklı donanımlı ve birikimli, gözleri parıldayan bir nesil geldiğini söyledi. Kendilerinin sahip olamadığı imkânlara ve atmosfere sahip olan bu yeni neslin Türkiye’yi daha dönüştüreceğine, gelecek nesillere çok daha farklı bir Türkiye emanet edeceğine olan inancını ve bu nesile güvenini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Takip eden geride kalır, taklit eden hep bir adım geride kalmaya mahkûmdur. Bizim artık takip etmekten, taklit etmekten çıkıp, öne geçmeye takip ve taklit edilen olmaya ihtiyacımız var. Bunu sağlayacak potansiyelimiz de var. Az önce ödül alan hocalarımızı gördük. Genç, dinamik, bu yaşta profesör olmuş, doçent olmuş hocalarımız var” dedi.

“SAVUNMA SANAYİNDE ADETA ‘SESSİZ BİR DEVRİM’ GERÇEKLEŞTİRİLDİ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, savunma sanayinde adeta “sessiz bir devrim” gerçekleştirildiğini kaydederek ithal eden, taklit eden, montaj yapan bir ülkeden, planlayan, projelendiren, tasarlayan ve üreten bir ülke konumuna gelindiğine dikkat çekti. Türkiye'nin kendi tankını, millî tüfeğini, helikopterini, insansız hava araçlarını, savaş gemilerini, roketlerini tasarlayan ve üreten bir ülke konumuna yükseldiğini anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gebze'de TURKSAT 6A uydusunun inşa imza törenine katıldığını hatırlattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin artık kendi uydularını üretebilen bir ülke konumuna yükseldiğini ve çok daha fazlasının yapılabileceğini belirterek, örnek olarak az önce nano teknolojiyle ilgili başarıları ortaya koyan kişilerin ödül törenini izlediklerini bildirdi.

En fazla ihtiyacımız olan şeyin “yapabileceğimize inanmak” olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle konuştu: “Bizim bu öz güvene sahip olmamız, yetişen nesillere de bu öz güveni aşılamamız gerekiyor. Bu tabii birinci derecede hocalarımızın asli görevi olsa gerek. Çünkü hocalarımız ellerindeki o yavruları yoğuracaklar, onlara o öz güveni verecekler ve o öz güvenle de bu nesil inanıyorum ki geleceğimizi çok daha farklı bir şekilde inşa edecektir.”

“TARİHİMİZDEN VE ECDADIMIZDAN MİRAS KALAN ÖZ GÜVENE İHTİYACIMIZ VAR”

Farabi, Ali Kuşçu, Piri Reis denildiğinde kimilerinin kompleks içinde bu isimleri hafife aldığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Amerika kıtasına Kristof Kolomb'dan önce Müslümanların ulaştığını söylediğinde, birilerinin kıyamet kopardığını hatırlatarak, bu konuda yazılan kaynak eserlerin ortada olduğunu, bu ülkenin gençlerinin bugün hala tartışılan bu mesele karşısında okumak, araştırmak, iddiaları incelemek yerine kompleks içinde alay edebildiğine işaret ederek, “Çünkü bizlere maalesef yalan söyleyen bir tarih öğrettiler. Bunu sıkıntılarını yaşadık, yaşıyoruz. Bize lazım olan Batı karşısında kompleks değil tarihimizden ve ecdadımızdan miras kalan özgüvendir. Bize lazım olan taklit etmek, takip etmek değil, geçmişte olduğu gibi bugün de bu toprakların bereketinin gereğini yapmaktır. Kendisi olamayan bir toplum, altını çiziyorum, başkası olur. Kendi değerlerine sahip çıkamayan bir toplum sadece esir olur, sadece takipçi olur, taklitçi olur. Dilimizden inancımıza kadar kültürümüzden ortak değerlerimize kadar her alanda ne kadar kendimiz olabilirsek işte o kadar üreten oluruz, o kadar öncü ve lider oluruz” dedi.

“MÜDAHALEDEN ARINDIRILMIŞ BİR ÜNİVERSİTE VE BİLİM, KENDİ MECRASINI BULACAKTIR”

Bu noktada en büyük sıkıntılardan birinin dil konusunda yaşandığına dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bizim son derece zengin, bilim yapmaya, üretmeye son derece müsait bir dilimiz varken bir gece yattık sabah kalktık, baktık ki o dil yok. Şu anda yabancı dillerle ya da yabancı kelime ve kavramlarla bilim öğrenen ve öğreten bir ülke derecesine getirildik. Binlerce kelime ve kavram unutturuldu, sözlüklerden çıkarıldı. Kelime ve kavram üretmeye son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi. İşte şu anda Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca kelime ve kavramlara başvuracaksınız ya da İngilizce, Almanca, Fransızca kelime ve kavramlara başvuracaksınız. Bu sorunların hepsini aşmak zorundayız. Bu sorunlar devlet eliyle değil bilim insanları eliyle aşılacak sorunlardır. Öz güven sahibi bilim insanları ve onların yetiştireceği talebeler inşallah bilim diline, kültürüne ve ahlakına sahip bir toplum inşa edecektir. Şahsen yeni Türkiye ile birlikte bu yeni ve umut verici sürecin de başladığına inanıyorum. İnşallah müdahaleden arındırılmış bir üniversite ve bilim kendi mecrasını da menzilini de bulacak ve oraya doğru hızla akacaktır” diye konuştu.

“YENİ BİR BİLİM İKLİMİ OLUŞMASI İÇİN BUNDAN SONRA DA MÜCADELEMİZİ SÜRDÜRECEĞİZ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ödül alan bilim insanlarına, “Türkiye’nin öz güven sembolü olduğunuz ve ülkenin öz güvenine güç kattığınız için sizleri bir kez daha kutluyor, teşekkür ediyorum. Alacağınız ve aldığınız bu ödüllerin sizleri daha da teşvik etmesini, yüreklendirmesini diliyorum. Cumhurbaşkanı olarak bilim insanlarımızın her fikrine, önerisine, eleştirisine açık olduğumuzu ve olacağımızı, yeni bir bilim iklimi oluşması için de bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da mücadele edeceğimi bilmenizi özellikle rica ediyorum” dile seslendi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasının ardından, mühendislik bilimleri alanında Prof. Dr. Timur Doğu, sağlık bilimleri alanında Prof. Dr. H. Fahrettin Keleştemur ve sosyal bilimler alanında Prof. Dr. Zeynep Aycan’a “bilim ödüllerini”, temel bilimler alanında Doç. Dr. Çağan H. Şekercioğlu ve sağlık bilimleri alanında Prof. Dr. Hayat Önyüksel’e de “özel ödüllerini” takdim etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının öncesinde TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık da “teşvik ödüllerini” sahiplerine verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan, konukları için daha sonra Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bir resepsiyon verdi.

Törene, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, TÜBİTAK Başkanı Yücel Altunbaşak, ödül alan bilim insanlarının yakınları ve çok sayıda davetli katıldı.

“Bilim ödülü”, ülkemizde yaptığı çalışmalarla bilime uluslararası düzeyde önemli katkılarda bulunmuş, hayattaki bilim insanlarına veriliyor. “Özel ödül” de, yurt dışında yaptığı çalışmalarıyla bilime uluslararası düzeyde katkıda bulunmuş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, hayattaki bilim insanlarına veriliyor. “Teşvik ödülü” ise, yaptığı çalışmalarla bilime gelecekte uluslararası düzeyde önemli katkılarda bulunabilecek niteliklere sahip olduğunu kanıtlamış, ödülün verildiği yılın ilk gününde 40 yaşını geçmemiş hayattaki bilim insanlarına veriliyor.

2014 Yılı TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödüllerini Kazanan Bilim İnsanları

Bilim Ödülü

Mühendislik Bilimleri: Prof. Dr. Timur Doğu

Sağlık Bilimleri: Prof. Dr. H. Fahrettin Keleştemur

Sosyal Bilimler: Prof. Dr. Zeynep Aycan

Özel Ödül

Temel Bilimler: Doç. Dr. Çağan H. Şekercioğlu

Sağlık Bilimleri: Prof. Hayat Önyüksel

Teşvik Ödülü

Temel Bilimler: Yrd. Doç. Dr. Bülend Ortaç, Doç. Dr. Emrah Özensoy, Prof. Dr. Okan Zafer Yeşilel

Mühendislik Bilimleri: Prof. Dr. Özgür Barış Akan, Yrd. Doç. Dr. Özgür Ergül, Doç. Dr. Önder Özgener, Doç. Dr. Mustafa Şahmaran, Doç. Dr. Tamer Uyar, Doç. Dr. Hüsnü Emrah Ünalan

Sağlık Bilimleri: Doç. Dr. Mehmet Cansev, Doç. Dr. Mehmet Kanbay, Prof. Dr. A. Mecit Kantarcı

Sosyal Bilimler: Doç. Dr. Fuat Balcı, Doç. Dr. Bahar Rumelili Sancak